• Sonuç bulunamadı

2.3. Türkiye’de Seçmen Davranışlarını Etkileyen Faktörler

2.3.2. Araçsal (Kısa Dönemli) Faktörler

2.3.2.1. Aday Faktörü

Grup ilişkilerinden doğan ve seçmenin siyasal partilerle ya da adaylarla kendileri özdeşleştirerek kanaat oluşturduklarını varsayan bu yaklaşım kişinin duygulara göre tercih oluşturduğunu öngörmektedir. Sosyal grup ilişkilerinin farklı karakteristik özellikler taşısa da grup üyelerinin aynı yönde kanaat oluşturmalarında önemli bir etkisinin olduğuna daha önce değinilmişti. Bu düşünceden hareketle bireyler oy verirlerken veya kanaat oluştururlarken grup tutumlarına ve inançlarına göre hareket edeceklerdir. Doğal olarak bireyler kendi gruplarından saydıkları ve kendileriyle –inanç, tutum, yaşantı, imaj- özdeşleştirdikleri adaylara oy vereceklerdir (Caprara vd., 2007: 609-632). Zira çoğu zaman bir politikacının yöneticilik fonksiyonun onun bilgi ve becerisine göre değil de, imajına göre belirlendiğini (Gökçe, 1993: 95) iyi bilen adaylar; önemli bir seçmen kesimini kendine çekebilmek ümidiyle onları rakiplerinden ayıracak imaj pozisyonlarına özen göstermektedirler (Miller vd., 1998: 314).

Bilindiği gibi, adayın etnik kökeni (race / ethnicty), yer aldığı sosyal sınıf (class) ya da cinsiyeti (gender) kimi zamanlar seçmenlerin siyasal tutumlarını

131

belirleyen / etkileyen alanları oluşturmaktadırlar (Mansbridge ve Tate, 1992: 488- 492). Adayların taşıdıkları bu kimlikler, seçmenlerin sosyalizasyon birikimleriyle, sosyo-demografik özellikleriyle ve grup temelli sosyal ağlarıyla paralellik göstermekte ve karşılıklı olarak seçmenin belli bir yönde anlayış geliştirmesine etki etmektedirler (Terkildsen, 1993: 42-55). Bu yaklaşıma göre kimliklerin siyasal tercih açısından önemi, seçmene ve adaya ait her kimliğin onun siyasal davranışına etki etmesinden kaynaklanmaktadır. Bu sebeple kimlik siyasal davranış oluşturmanın nirengi noktalarından biri olarak ele alınmaktadır (Walters, 2007: 7-29).

Daha önce de değinildiği gibi, siyasal davranışlar incelendiğinde, siyasal davranışı belirleyen ve etkileyen etmenlerle karşılaşılmaktadır. Bu etmenler dikkatle incelendiğinde hemen hemen hepsinin kimlik belirleyici özelliklerinin olduğu, bunlardan bir kısmının doğrudan kimliğe dönüştükleri, diğerlerinin ise kimliklerin oluşmasına etki ettikleri görülmektedir. Sözgelimi, din ve dinin altındaki mezhep ve yorumlar bireyin siyasal davranışında belirleyici veya etkileyici olurken, aynı zamanda bireyin taşıdığı kimliklerden biri de olabilmektedir. Diğer taraftan, bireyin yaşı, siyasal davranışı üzerinde belirleyici ya da etkileyici olurken, yaş doğrudan bir

kimliğe dönüşememekte ama kimlikler yaşla birlikte değişiklikler

gösterebilmektedirler.

Bu durum, gerçekte, bireyin kimlikler bireyi, toplumun kimlikler toplumu ve dolayısıyla siyasetin de kimlikler siyaseti olmasından kaynaklanmaktadır. Bu sebeple, bir manada siyasal davranış kimliksel davranışla özdeştir. Bu özdeşlik, toplumun, kendi kimliklerine göre göstereceği siyasal davranışı belirlediği için tam da siyasal davranış teorilerinin odaklanması gereken alanlardan birini oluşturmaktadır. Burada temel nokta kimliklerin ne oldukları, yani içerikleri değil, kimlik sahiplerinin bu kimliklerini toplumsal bir güç seviyesinde siyasal platformlardaki adaylara / siyasetçilere yüklemeleri, bu kimlikler üzerinden bir kanaat oluşturmak istemeleri ve/veya bu kimliklerin siyaset üzerinde etkileyici ve belirleyici olmaları için gerçekleştirdikleri siyasal eylemleridir (Paolino, 1995: 294- 313). Kimlikler açık olarak ve karşılıkları talep edilir bir şekilde siyaset sahasına

132

konulunca, adayların bu kimliklerin toplumdaki karşılıklarının gerçek ağırlıklarını bulması ve buna göre bir siyasal strateji ortaya koyması gerekir.

Her şeyden önce, her toplumun kimlikler toplumu olduğunu ve siyasetlerin de kimlikler siyaseti olduğunu düşünmek yanıltıcı değildir. Buradan hareketle, siyasetin kimlikler siyaseti olmasını akılda tutarak, siyasal davranışların da aslında bir tür kimlikler davranışı olduğunu görmek gerekir. Bir başka ifade ile kimlikler toplumu kimlikler siyaseti üretmektedir ve siyasal davranış bu sosyolojik bakışı yakalayarak bir kimlikler siyasal davranışı ortaya koymalıdır. Siyasal davranışın, toplumda kök salmış ve toplum tarafından siyasete yüklenmiş bir kimliği, olumlu ya da olumsuz, dikkate almadan yola girmesi halinde başarısız olabileceğini söylemek mümkündür. Bu aşamada, siyasal davranışları inceleyenlerin toplumsal kimlikler ayrımını dikkatle gözlemesi ve derinden derine kavraması şarttır (Druckman, 2004: 1180-1202). Sonuçta, eğer, siyasal kimliksel davranış bir soruysa, siyasal davranış modeli de ona bir karşılık olmak zorundadır. Karşılık bulunan zemin de bütün kimlikleriyle toplumsal varlık alanı olmalıdır (Enelow vd., 1986: 675-693).

Diğer taraftan bu yaklaşım, temsil edenin temsil edilene benzemesi gerektiği fikrinden hareket eder. Bu da temsilcilerin bir bütün olarak nüfusun kompozisyonunu yansıtmasını gerektirir. Çünkü sadece belirli bir gruptan gelen ve bu grubun tecrübelerini paylaşan kişiler o grubun çıkarlarıyla tam olarak özdeşleşebilir. Bu yaklaşıma göre, toplumun küçük bir evrenini teşkil etmesi gereken temsili meclisin üyeleri (sosyal sınıf, cinsiyet, din, etnisite, yaş vb. bakımlardan) toplumdaki bütün grup ve kesimlerden kişiler olmalı ve sayı bakımından bu grupların toplum içindeki büyüklükleriyle orantılı olmalıdır. İşçi sınıfı, kadınlar ve ırki azınlıklar gibi grupların temel kurumlardaki yüksek mevkilerde “eksik temsil” edilmesi onların çıkarlarının göz ardı edilmesiyle sonuçlanır (Caprara vd., 2007: 609-632).

Bununla birlikte, küçük evrensel (microcosmic) temsille ilgili ciddi sakıncalar da vardır. Bir kere, bu yaklaşım temsili dışlayıcı ve dar biçimde betimlemektedir; yani, kadınları ancak bir kadının, siyahları ancak bir siyahın, işçileri ancak bir işçinin vd. temsil edebileceğini kabul eder. Oysa eğer bütün temsilciler sadece içinden geldikleri grupların çıkarlarını artırırsa, o zaman ortak iyiyi veya kapsayıcı bir kamu

133

yararını temin etmek hiç de kolay olmaz. İkincisi, microcosmic ideale ancak seçmen tercihine ve bireysel özgürlüğe güçlü kısıtlamalar getirmek suretiyle ulaşılabilir. Temsil adına, siyasi partiler kadın veya azınlık adaylar kotası belirlemeye zorlanabilir, belirli kökenlerden gelen adaylar hatırına seçmenlerin tercihleri göz ardı edilebilir. Daha dramatik olarak, seçmenlerin sınıf, cinsiyet, ırk ve benzerine göre tasnif edilmesi zorunlu olabilir ve seçmenlerin sadece kendi gruplarından olan adaylara oy vermelerine izin verilebilir (Gay ve Tate, 1998: 169-184).