• Sonuç bulunamadı

1.3. Seçmen Davranışlarını Açıklayan Kuramsal Modeller

1.3.1. Normatif Modeller (Normative Models)

1.3.1.1. Delege Modeli (Delegate Model)

Normatif teorinin bu modeli, temsilcilerin halktan aldıkları spesifik talimatlar doğrultusunda hareket ettiklerini / karar aldıklarını öngörmektedir (Pitkin, 1967: 301). Bir temsilci bu yüzden seçim bölgesindeki kullanılan oyların anlamını ve seçmenler tarafından verilen talimatları sürekli göz önünde bulundurarak ona göre hareket etmektedir (Manin vd., 1999: 258). Seçmenler adayın hareket alanının seçimlerden önce verdiği sözlerle sınırlı olduğunu ve eğer seçilmişse verilen yetki çerçevesinde karar almasını beklemektedirler (Kasdin, 2009: 4). Çünkü delege kavramı salt anlamıyla, verilen açık öneri ve talimatları temel alarak başkaları adına hareket etmesi için seçilen kimsedir. Diğer bir deyişle, kendi yargılarını veya tercihlerini uygulama yetkisine sahip olmayan, kendisinden diğer insanların görüşlerini ifade eden bir aracı olarak davranması beklenen kimsedir. Kurallara göre hiçbiri kendi başına karar verme yetkisine sahip olmayan satış temsilcileri ve büyükelçiler bu gruba dâhil edilebilirler. Benzer şekilde, nasıl oy kullanacağı ve ne söyleyeceği yolunda talimatlar alarak bir konferansa katılan bir sendika görevlisi, orada kendi görüşlerini de dile getiren bir temsilci gibi değil, bir vekil olarak hareket eder (Heywood, 2007: 327).

Delegasyon biçimindeki bu temsil modelini savunanlar genellikle siyasetçilerin mümkün olduğunca temsil edilenlerin görüşlerine sıkı sıkıya bağlı olmasını sağlayan mekanizmaları desteklerler. Bu mekanizmalar, düzenli seçimler ve kısa süreli iktidarlar biçiminde temsilciler ve onların seçmenleri arasında var olan “sık sık

27

tekrarlanan değişim” olarak tanımlanabilecek alanı kapsar. Buna ek olarak, halka siyasetçiler üzerinde daha fazla denetim vermenin bir aracı olarak radikal demokratların “inisiyatif kullanma” ve “geri çağırma” (recall) hakkı da bu model çerçevesinde düşünülebilir. Delege modeli, doğrudan demokrasiden yoksun olmaya son verse de bunu savunanlar temsili sisteme ek olarak referandumların kullanılması taraftarıdırlar (Heywood, 2007: 327).

Delege modeli uygulamada, adayların herhangi bir platformda verdiği sözler ve gelecekte yapacaklarına dair getirdiği öneriler seçmenlerle arasında yapmış olduğu sözleşme olarak değerlendirilir. Bu suretle seçmenler adaylar arasından politikaların oluşturulmasını sağlayacak ve kendi tercihlerini yansıtacak olanları seçerler. Böylece hem seçmenler hem de adaylar kendileri için önemli olan siyasal amaçlarına ulaşmış olacaklardır. Sözgelimi seçmenler açısından mülkiyet haklarının korunması ya da vergilerin düşürülmesi gibi. Bu bakış açısıyla seçmenler yetki aktardıkları temsilcileri sadece bir ajan, işlerini gören bir hizmetçi, yetkilerini aktardıkları bir görevli veya söyleneni yapması gereken bir ast olarak göreceklerdir (Pitkin, 1967: 146).

Mutlaka herhangi bir platformda oy verenler için bu yöntemin kullanılmasının sınırlılıkları olmalıdır. Çünkü bu sistemle yetki alanların/temsilcilerin karar alırlarken bağımsız olarak hüküm verme ya da kanaatlerinin kullanımı engellenmiş olacaktır. Bu durum temsilcileri pazarlık ya da uzlaşmada başarısız kılacağı için yetersiz bir müzakereci yapar (Mansbridge, 2003: 515–528). Buna ek olarak, bu model gelecekte ortaya çıkabilecek ve henüz bilinmeyen meselelerde hareket alanını kısıtlayacağı için etkili bir yöntem değildir (Mansbridge, 2003: 515–528).

İdeal bir demokraside bu modelin öngördüğü konsept ancak temsilcilerin her platformda halkın tercihlerini tam anlamıyla öne almaları koşuluyla başarılı olabilir (Manin vd., 1999: 305). Fakat tahmin edileceği gibi, adaylar halkın tercihlerinin mutlak anlamda toplandığı bir merkez değildirler. Diğer taraftan, toplulukların bir meseledeki kanaatlerinin ne olduğu veya bir meseleyi umursama derecelerini tespit etmenin zorluğu da dikkate alınmalıdır (Saari, 2001: 89). Ayrıca oy kullananların

28

sorunlara bakışlarındaki çeşitlilik ve bu sorunlar karşısındaki önceliklerinin değişme derecesi de bu sistemin uygulanabilirliğini tartışmalı bir hale getirmektedir.

Delege modelinin temel argümanı; temsilcilerin bölgeleri için en iyisini yapacakları öncülüne dayanır. Ancak bu temsilcilerin kişilikleri ve düşüncelerinin temsil ettikleri seçim bölgesinde yer alan seçmenlerin yararlarını, istek ve arzularını yansıtıp yansıtmayacağı göz önünde bulundurulması gereken bir ikileme yol açabilecektir (Eulau ve Karbs, 1977: 233–254). Bu durumda, temsil yetkisi alanların kendilerini seçimlerle belirlenmiş bir delege (delegate) olarak görmelerinden ziyade, bir seçim bölgesinde yaşayanların müvekkili olarak tanımlamaları daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Çünkü temsilciler kendilerini sadece bir bölgede yaşayanların tercihleriyle sınırlamamalı, bunun yerine kendi özgür iradeleriyle bölgelerinin kamusal çıkarlarını korumalıdırlar (Urbinati ve Warren, 2008: 387–412).

“Yetki vermek suretiyle gerçekleşen temsil” olarak da tanımlanabilecek olan bu modelin erdemi, halkın katılımını mümkün kılan çok büyük fırsatlar sağlaması ve politikacıların/adayların kendi çıkarına hizmet etme yönündeki eğilimlerini denetleme imkânını sağlamış olmadır. Dolayısıyla, “halk egemenliği” idealini gerçekleştirmede temsili hükümette mümkün olan duruma yaklaşır. Bununla birlikte, yukarıda da değinildiği gibi bu modelin sakıncaları da çok açıktır. İlk olarak, temsilcilerin seçmenlerinin çıkarlarına bağlı olmasını sağlayarak bölgeselliği besler ve çatışma yaratır. Yasama üyelerinin bir ulusun temsilcileri olmaktan ziyade seçmenlerinin talimatlarını yerine getiren büyükelçiler olarak hareket etmesi siyasal sistemin işleyişinde başka sıkıntılara yol açar. Çünkü parlamento, tek bir çıkara sahip bir ulusun-bütün bir toplumun- belli bir amaç doğrultusunda oluşturmuş olduğu meclistir. Diğer bir sakınca, profesyonel politikacılara kendi yargılarını uygulamaları yönünde güven duyulmadığı için delegasyonun liderliğin ve devlet adamlığının faaliyet alanını sınırlamasıdır. Politikacılar, seçmenlerinin görüşlerini yansıtmaya hatta onların olumsuz isteklerini tatmin etmeye zorlanır; dolayısıyla yeni bir vizyon veya ilham sağlayarak kaynakları harekete geçiremezler (Heywood, 2007: 329).

Diğer taraftan, seçmenler özgür iradeleriyle kendilerinin kamusal çıkarlarını gözetecek ve güvenebilecekleri bir adaya oy vermeyi tercih edeceklerdir. Bu

29

noktada, adayın seçmen nezdindeki güvenirliği, temsil kabiliyeti ve kişisel yeteneği seçilmek için temel koşulları oluşturmaktadır. Çünkü seçmen tarafından yetkilendirilen bu aday en inanılan kişidir. Zaten bu sayılan özellikleri taşımayan ve yetersizliği anlaşılan aday seçimlerde başarılı olamayacaktır. Adayın genel karakteri ve ilkelere bağlılığı seçmenler tarafından tercih edilmesindeki en önemli sebeplerdendir (Mansbridge, 2003: 515–528). Buradan hareketle, temsiliyetin genel özelliği seçilecek olan kişinin en ehil ve en güvenilir olmasına dayanmaktadır. Seçmenler kendilerinin ve bölgelerinin kamusal yararını gözeteceklerinden emin oldukları kişilere vekâlet verme yönünde davranış sergileyeceklerdir (Dovi, 2002: 729–743).