• Sonuç bulunamadı

İBRAHİM SÛRESİ ﺷ َ

Belgede KUR ÂN DAN İDRAKE YANSIYANLAR (sayfa 133-137)

ﻜُ

رٍ ﻮ رٍ ﺎ ﺻ َﺒﱠ ﻞ ِّ ﻜُ ﻟِ ت ٍ ﺎ ﻳَ ﻻَٰ ﻚ َ ﻟِ ذٰ ﻲ إِ ﻓ۪ ن ﱠ

“Şüphesiz ki bunda çok sabırlı, çok şükreden herkes için ibretler vardır.”

(İbrahim sûresi, 14/5)

Hemen hemen yukarıda kaydettiğimiz şekilde fezleke ile biten dört âyet-i kerime vardır Kur’ân-ı Kerim’de. Bunlar: İbrahim sûresi 5, Lokman sûresi 31, Sebe sûresi 19 ve Şûrâ sûresi 33. Bu âyetlerin bütününe siyak-sibak itibarıyla bakılabilse görülecektir ki, bu fezlekenin geçtiği hemen her yerde, Allah’ın o insanlara ihsan ettiği nimetler anlatılmaktadır ki, ardından da, siga-i mübalağa ile “Çok sabreden, çok şükredenler için bunlarda Allah’ın varlık ve birliğine işaret eden deliller vardır.” deniyor.

Evet, yine Kur’ân’ın ifadesine göre, Allah’ın ihsan buyurduğu nimetler, lütuflar sayılamayacak kadar çoktur; çoktur ama ülfet ve ünsiyet kucağında büyüyen, gelişen ve cismaniyetine takılıp kalan insanoğlu, bunların kadr ü kıymetini ancak elinden gittikten sonra anlar. Oysaki esas olan, o nimetlerin varlığında kıymetlerini anlama; anlayıp bir şükür fabrikası gibi, bütün fakültelerimizle Allah’a yönelmedir. Onlar çeşitli hikmetlere mebni, elimizden alındığında da, yine kulluğumuzun gereği sabır fabrikası gibi çalışmalı. “Kahrın da lütfun da birdir Allah’ım!” diyerek kulluğa münafi hiçbir davranış gösterilmemelidir; gösterilmemeli ve şu hadise bir misal-i mücellâ olunmalıdır: “Mü’min’in hâli taaccüp edilecek bir hâldir. Başına musibet gelince, sabreder; bu onun için hayırlıdır. Nimet isabet eder, şükreder; bu da onun için hayırlıdır.”1

Evet, mübalağa sigası ile zikretmiş Kur’ân “şekûr” ve “sabûr” kelimelerini ve çok çok şükreden ve sabreden demiş; demiş ama neden? Zira, Allah’ın bizlere sunmuş olduğu nimetlerin küçüğü yoktur.. evet hangi nimete küçük diyebilirsiniz ki? Ellerinizde beş parmağın oluşuna mı? Ağzınızın içindeki tükürük bezlerinin çalışmasına mı? Hususiyle bu fezlekelerle biten âyetleri ele alarak, gemilerin denizde yüzmesine mi? Havaya mı, suya mı, hayata mı, imana mı, hangisine..? Hayır, küçük diyebileceğimiz hiçbir nimet yoktur. Öyleyse, bu nimetlere karşı mübalağalı bir şükür ister. Ve bir imtihan gereği bu nimetler elden gittiğinde de mübalağalı bir sabır ister. İşte size bir sabır örneği! Hz.

Eyyub’un sabrı. “Sabır Kahramanı” diyor Üstad ona.2 Dünyaya ait varlığının

hepsi elinden alındığı hâlde, hiç mi hiç tavır değiştirmemişti...

Ayrıca imanı sabrı netice vermiş bir mârifet ve irade kahramanı, değişik mihnet ve meşakkatlerin geliş esprisini kavradığı için en sabırsûz hâdiseler karşısında bile ümitsizlik ve telaşa düşmeyecek, şerlerin dahi bir hayırlı yanı olabileceği mülâhazasıyla sabrettiği aynı anda gönlü şükürle atacaktır.

Ne var ki böyle bir şükür ve sabrın duyularak eda edilmesi de, herkesin iman ve irfan ufkuna göre, vazife ve sorumluluğunun çerçevesine göre olacaktır.

3

رِ ﻮ ﻨﱡ ﻟ ا ﻰ إِﻟَ ت ِ ﺎ ﻤ َـ ﱡﻠُ ﻈ ﻟ ا ﻦ َ ـ ﻣِ ﻚ َ ـ ـ ﻣَ ﻮْ ﻗَ ج ْ ﺮِ ﺧ ْ أَ

hakikatinin muhatabı, sadece bir toplumu karanlıklardan aydınlığa çıkarmanın,

ت ِ ﺎ ﻤ َـ ﱡﻠُ ﻈ ﻟ ا ﻦ َ ـ ﻣِ س َ ﺎ ﻨﱠ ﻟ ا ج َ ﺮِ ﺨ ْ ﺘُ ﻟِ

4

رِ ﻮ ﻨﱡ ﻟ ا ﻰ إِﻟَ

fermanının müstesna mümessili ise, bütün insanlığı aydınlığa çıkarmanın sabr u şükrünü birden yaşayacaktır.

1 Müslim, zühd 64; Dârimî, rikak 61; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 5/24.

2 Bkz.: Bediüzzaman, Lem’alar s.6.

3 “Halkını karanlıklardan aydınlığa çıkar.” (İbrahim sûresi, 14/5)

4 “İnsanları karanlıklardan aydınlığa çıkarman için...” (İbrahim sûresi, 14/1)

HİCR SÛRESİ

“Andolsun Biz, sizden önce gelip geçenleri de biliriz, geri kalanları da biliriz.”

(Hicr sûresi, 15/24)

Önceden gelip-geçenleri bilme bir yandan kaderi gösterirken, öte yandan tevhidi ifade eder. Zira geçmişi yaratan, geleceği de yaratan ya da yaratacak olandır. Ayrıca önce ve sonra gelenlerin bilinmesi ile alâkalı şu tevcihler de söz konusu olabilir.

1.Nispetler perspektifinde dünyaya önce gelenleri de meselâ, Hz. Âdem zamanındakileri de, sonra gelenleri de biliriz.

2.İslâmiyet’e ilk girenleri de, sonradan dehalet edenleri de Biz biliriz.

3.Namaz saflarında tekaddüm edenleri, yani namaza erken koşanları da arkadan gelenleri de biliriz.

4.Herkesin şahsî hayatına bağlı olarak, öncesini, sonrasını yani zerrelerini, moleküllerini ve hâlihazırdaki durumunu da, kabirde çürümüş kemikler hâline geleceğini de biliriz.

Daha şümullü bir ifade ile imanda, islâmda, ihsanda ilk safta yerini alıp yarışı götüreni de biliriz, bu konuda takılıp yollarda kalanları da.

ﻣَ

ﺴ ْ ﻨُ

ن ٍ ٍإۨ ﺣ ﻢ َ َ ﻣِ ﻦ ْ ل ٍ ﺼ َﺎ ﺻ َﻠْ ﻣِ ﻦ ْ ن َ ﺎ ﺴ َ ﻧْ ﻹِْ ا ﺎ ﻨَ ﻘْ ﺧ َﻠَ ﺪْ ﻘَ ﻟَ وَ

“Andolsun Biz insanı (pişmiş) kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattık.”

(Hicr sûresi, 15/26)

İnsanın ilk yaratılışta üzerine bina edildiği çamurun kokuşması, ihtimal onun içinde bulunan bakterilerdendir. Mebdei uzun süre sıvı kalmış, kokuşmuş, değişerek başka hâl almış, üzerinden zamanın geçmesiyle hâlden hâle, şekilden şekile girerek devam eden bir

ن ٍ ﻮ ﻨُ ﺴ ْـ ﻣَ ٍإۨ ﺣ ﻢ َ َ

den, müntehâsı da pişmiş, mikroorganizmaların bulunabileceği bir çamur, yaklaşık olarak bir protein

çorbası; diğer yönü itibarıyla da mikroorganizmalara bile kapalı, tamtakır ve mutasallıp kuru bir çamur.. üzerinde ilim şualarının plânlayıp şekillendirici, kudret ve iradenin bir kalıba ifrağ edip insanî suret vereceği, hayatın bir ilâhî nefha hâlinde onun içine üflenip bir hilkat mucizesi olarak, ilâhî isim ve sıfatların nokta-i mihrakiyesi hâline geleceği ana kadar o, su-toprak arası bir berzahta bütün bütün hayata kapalı bulunuyordu.

Sonra insan oldu ve o kökten gelen bazı fertleri itibarıyla melekleri de aştı ama bir yanında o tamtakır olmayı ve potansiyel kokuşmuşluğu da bugünlere kadar taşıyıp durdu. Yer yer ilâhî isim ve sıfatlarla münasebeti ölçüsünde şekillenip bir kalıba girse de, böyle bir münasebetin söz konusu olmadığı dönemlerde, menşeinin bütün hususiyetleri nüksedip ortaya çıktı.

Evet o, insanoğlunun yaratılışıyla hedeflenen gaye istikametindeki cehdi ve gayretiyle a’lâ-yı illiyyîn-i kemalâta yükselmesinin yanında, beklenen performansı gösteremediğinden ötürü hiçbir zaman kokuşmaktan da kurtulamadı.

NAHL SÛRESİ

Belgede KUR ÂN DAN İDRAKE YANSIYANLAR (sayfa 133-137)