• Sonuç bulunamadı

İBRAHİM ALAATTİN GÖVSA’NIN ŞİİRLERİNDE ANLAM AKTARICI ÖĞE OLARAK VATAN Ülkü ELİUZ

SÖZEL SUNUMLAR

İBRAHİM ALAATTİN GÖVSA’NIN ŞİİRLERİNDE ANLAM AKTARICI ÖĞE OLARAK VATAN Ülkü ELİUZ

Karadeniz Teknik Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Trabzon/ Türkiye

Öz: Türk edebiyatının klasikleşmiş tasnifi içinde en fazla kabuk ve öz değiştirdiği devre Tanzimat’tan günü-müze kadarki birçok edebi ekoller, anlayışlar ve tarzların görüldüğü devredir. Kültür hayatındaki buhranların, arayışların rolünün etkin olduğu bu süreçte yazınsal zeminde yeni arayışlar, köklü değişmeler ve değişimler süreklilik kazanır. Şairlik ve sanatkârlık iddiasında bulunmayan fakat eser verdiği her türde başarılı bir çiz-giye ve yere ulaşmayı başaran İbrahim Alaettin Gövsa özgün şiirleri ve psikolojik, pedagojik, ansiklopedik, biyografik, mizahi çalışmaları ile alt yapısını edebiyatın oluşturduğu farklı bir yapının temsilcisi olur. 1889’da İstanbul’da doğan sanatkar, farklı devir ve rejimleri yaşayan bir aydın olarak imparatorluktan milli devlete geçiş sürecine pedagojik ve ansiklopedik çalışmalar yaparak katkıda bulunmayı seçer. Türk edebiyat tarihine farklı türlerdeki 35 eser ile katkıda bulunan sanatkar, hükümet tarafından Çanakkale Savaşı’nın büyüklüğünü gelecek nesillere aktarma amacı ile görevlendirilen şair ve sanatkârlarla birlikte cepheye gittiğinde orada gör-düklerini “Çanakkale İzleri” adlı kitapta yer alan şiir formundaki 17 metin ve ‘Sulh ve Harp’ isimli bir perdelik tiyatro eseri ile kaydeder. Milli bir mistik kimliği ile on gün kadar savaş meydanlarını gezen Gövsa’nın bu metinlerinde vatan, herhangi bir toprak değildir, anlam aktarıcı öğeler bütünü işlevi ile hem simge değer hem de olgusal mekan niteliğindedir. Milletin varoluş mücadelesinin sebebi ve sonucu konumundaki vatanın tüm kutsal değerler dizgesini ve erdemleri içererek oluşturduğu anlam evreninin öyküsü bu kitaptaki eserler ara-cılığıyla yansıtılır. Bu çalışmada, milleti millet yapan değerler sisteminin en asli simgesi niteliğindeki vatan olgusu, İbrahim Alaettin Gövsa’nın “Çanakkale İzleri” adlı eserlerindeki yansımaları bağlamında tematik ba-kımdan tahlil edilecektir. Böylece yapıcı ve yaratıcı değerlerini taşıyan ve yansıtan milli yaşamın göstergeleri, dinin, namusun, birliğin, ülkünün anlamını bulduğu bu kutsal imge üzerinden geçmiş-umut-gelecek diyalekti-ğinde belirginleştirilecektir.

Anahtar Kelimeler: İbrahim Alaettin Gövsa, “Çanakkale İzleri”, Vatan, Geçmiş, Gelecek, Umut

GİRİŞ ve KURAMSAL ÇERÇEVE

Ansiklopedist ve pedagog kimliklerini özümsemiş bir mütefekkirin vatanı anlam aktarıcı öğeye dönüş-türdüğü metinleri: Çanakkale İzleri

Soyadının çağrışım gücüyle mavi ve engin suyun bütün sırlarını, gücünü ve etkisi şahsında toplamayı başaran İbrahim Alaattin Gövsa, ansiklopedist ve pedagog kimliklerini özümsemiş bir mütefekkirdir.

Hayatı yaşayan, duyan, düşünen, olayları sübjektif biçimde değerlendiren Gövsa’da edebi zevkin, edebi bir kimliğin oluşumu, var olma mücadelesi içinde sürekli çalışan, insanın emin adımlarıyla zeminini bulur. İronik bir mizacın ve keskin bir gözün zeki, ince bir görüş ve mizahi bir yaklaşımla değerlendirdiği, çözümlediği

sosyal olayları şiirinde ve nesirlerinde sanatın perspektifinden orijinal söyleme taşır. Aydın ve alim bir ailenin çocuğu olarak evdeki kütüphanelerde başladığı okuma ve inceleme merakı dolayısıyla babasının ‘Çelebi’ la-kabıyla adlandırdığı Gövsa, öğretmen, eğitimci, yazar, biyograf, bilgin, müellif, muharrir ve şair olmak üzere çok yönlü kimlikler ile “zekânın en asil oyunu” (Gövsa 1922: 3) şeklinde nitelediği edebiyat ilmine ömrünün sonuna kadar hizmeti gaye addeder.

Türk’ün varlık alanını koruma mücadelesi üzerine dikkatlerini yoğunlaştıran İbrahim Alâettin Gövsa, impa-ratorluğun çözülmeden dağılmaya hızla geçtiği Milli Türk Devleti’nin ilk tohumları atılmaya başlandığı geçiş sürecinde vatan olgusunu, tarih ve geçmiş bağıntısında bütünleyerek sunar. Sanatkar, Türk şiirinin yaşadığı batılılaşma sürecinin edebi, fikri, siyasi ve ruhi bütün evrelerini çocukluğundan itibaren bizzat yaşar ve bu ge-çişin etkileri altında yetişir. Tanzimat devrinden sonra Türk kültürüne giren Avrupa aşısının, her alanda büyük değişim ve gelişmelerin teşkiline başlamasını tabii karşılar. Ancak kalem mensuplarının Doğu ve Müslüman geleneklerine bağlı kalmasının şart olduğunu ileri sürer. Avrupa medeniyetine tam, birebir bir geçişi değil, kendi kültür ve yaşayışı içinde o medeniyetten yararlanmayı doğru ve uygun bulur. Bu görüşleri ile milli ede-biyat sanatkarları ile aynı çizgide ilerler; eski itiyadlarını birdenbire ve tümden bırakamaz, yeniyi de tümden ve hemen kabullenemez. Divan şiiri ile milli şiir arasındaki geçiş sürecinin boyutu, şairin geleneksel çizgiden batılı daha doğrusu milli-sosyal şiire ulaşmadaki gücünü göstermesi bakımından dikkate değerdir.

Sanatkar, “Çanakkale İzleri” kitabındaki “Nöbetçi”, “Yaralı”, “Gece Yürüyüşü”, Süleyman Paşa’nın Kabrin-de”, “Gurbet Denizi”, “Siperden Mektup”, “Asker Ağzından”, “Siperler Arasında”, “Bir Kurşun”, “Türk As-kerleri”, Boğazdan Geçerken”, “Gurup”, “Yaralının Derdi”, “İnsanlık Aşkı”, Yarınki Çanakkale”, Ayrılırken”,

“İstanbul’a Dönüş” başlıklı 17 şiir ve “Sulh ve Harp” adını taşıyan tek perdelik piyeste “âlemin en saf ırkı” ve

“insanlığın en samimi âşıkı” olarak nitelediği Türk’ün/ Türk milletinin neler yapabileceğini; vatan mücadele-sini/savaşı, düğüne/şenliğe dönüştüren gizil gücünün kaynaklarını milli bilinç ile bütünleyerek aktarır.

Tarih söyleminden şiir metni söylemine doğru anlamsal ve içeriksel dönüşümü gerçekleştiren Gövsa, siyasi arka plana sahip eserlerinde yatay anlamda sürüp giden zaman birimi ve yüksek değerlerin silinmeye çalışıldı-ğı dönemi işaret ederek hâl üzerine geçmiş ve geleceğin kesiştiği bir sorgulama sistemi kurar. Bu sorgulamanın mekanı olan vatan, bir kimsenin doğup büyüdüğü, bir milletin hakim olarak üzerinde yaşadığı, barındığı, gere-kirse uğrunda canını vereceği toprak bütünü olmanın ötesinde bireyin/milletin benliğini bulması, aidiyet duy-gusunu kazanması açısından öze/kendine dönüş olanaklarını içinde barındırır. Ancak hem simge değer hem de olgusal mekan niteliğindeki bir imge olarak herhangi bir toprak parçası değildir; anne ve toprak kavramları ile içsel bağdaşım ve etkileşim içerisindeki bir anlam aktarıcı öğeler bütünüdür. Tinsel varoluş mekânlarının somut imgelerinden anne ve vatanın birey için tarihselliğin dolayısıyla dünyadaki sürekliliğin somut ifadesi oluşunun ifade edildiği bu seslenişte, arketipin ilahi kökenli imgesi anne ile kişisel; dişiliğin sihirli ve gizil güçleri ile donatılan vatan ile kolektif olanlar ilişkilendirilerek birleştirilir. Yüksek bir cevher/yüce kıymet olan vatan topraklarını kaybetmenin acısını derinden hisseden birey, milli evi ıstırap dolu bir annenin varlığı ile özdeşleştirir. Böylece yer-gök ve madde-ruh bağdaşımında anne arketipi, varlık dönüşümü ile “toprağa gömülmüş ateşin” (Todorov 2004: 99) yeniden doğmuş hali durumundaki vatana dönüşerek tam bir ortaklık ve bilinçdışı bir özdeşleşme gerçekleştirilir.

Yüksek değerlerin tehdit ve tehlike altında olduğu travmatik kırılma süreçlerinden olan Kurtuluş Savaşı’nda bireylerin varlık güvencesi olan vatan, “kurtuluş arzusunun hedefi” (Jung 2003: 22) konumuna yükselir. Mille-te ait değer sisMille-temlerini barındıran bir mekanizma olarak kapalı uçlu imler ile birey-toplum bağıntısını içererek kaotik boşluklarda yitip gitmeye olanak tanımaz. Bireysel çözülmeyi engelleyen ve milli bütünleşmeyi sağ-layan bu kültürel bellek imi, bireyi kendi oluşa çağırır, geçmişi anımsatarak içsel temellenişini ve anlamlı bir varlığa dönüşümünü sağlar.Vatan sevgisini ve vatana bağlılığı merkeze yerleştirmek, bireyin hiç değişmeyen ve değişmeyecek olan mutlak gerçeğin ifadesi ölümden ürkmemesi, aşması ve kabullenmesi ile sonuçlanır. Bu bakış açısını içselleştirmek vatan için her şeyi feda etme, sahip olduğu her şeyden vazgeçerek dünyadaki varlık alanlarının bütünü ve tinsel varoluş olanaklarının sembolü bu değerin varlığını öncelemektir.

“Taşından kanlarla silerek pası Yurdu yakut gibi mal yapacağız, Sahilde ölürsek mavi atlası

Kumlardan türbeye şal yapacağız.” (“Asker Ağzından”, s.46-47)

Önemli olan yaşamak değil, milletin varlığı ile varlık bulan yüksek cevher olan vatana sahip olmaktır. Fiziki niteliklerin aşıldığı iç dinamikleri ile milletleşmeyi sağlayan ve kendiliğini sürekli kılan bu değere kolektif ruh sinerek ve içselleşerek bireysel ve toplumsal kimliğin kazanılmasında etkin rol üstlenir.

Mağlup olarak muhacir edilmek, vatansız kalmaktır ki, bu da bireyin sahip olduğu bütün milli ve insani er-demleri kaybetmesine, boşlukta kalmasına ve tutunamayarak tükenişe sürüklenmesine sebep olur. Varlık deği-şimi ile annenin yerine geçen vatanın nimetleriyle besleyen toprağından ve şarkılar söyleyen sularından uzak kalmak vb. durumlar, insandaki yüksek değerler manzumesine olumsuz etkiler yaptığı için “şerefsiz, göçebe, yenilmiş” yaşamamak adına ölüm tercih edilir. Ölümün kaçınılmazlığını kavrayan insan için asıl ürkütücü olan dünyadaki varlık alanlarının ve tinsel varoluş olanaklarının bireysel ve milli dönüşümünün gerçekleşmeme-sidir. Yok edici özün ifadesi olan ölüm, herkes içindir; fakat yaşamak, sadece yaşamın içselleştirdiği varoluş kaygılarını eyleme dönüştürebilenler içindir. Ölümün değil; yaşamın silen, yok eden, yutan kesinliği işte bu amacın somutlaştığı ayrıntıda gizlidir.

“Artık Türk’ün yüksek alnı eğilmiyor, anladım.

Kul ölüme yaklaşmazsa dirilmiyor, anladım.” (“Siperler Arasından”, s.48)

Ebedi varoluşu duyumsamanın yolu, emekleriyle, çalışarak varolmaktır. Bu noktada korkutucu olan ölüm de-ğil; yaşarken yok olmak, tükenmektir. Aksi taktirde insan biyolojik bir varlık, ondan geriye kalanlar ise sadece nesneler olacak; yani dünya artık bir şeyler dünyası halini alacaktır.

“Kim bilir ki şu saatte daha böyle ne kadar Cehennemli çöl yolundan, buzlu çetin dağlardan

Gürültüsüz, gölge gibi akıp giden asker var?

Yıllardır ki bu akını gönderiyor öz vatan.

Yıllardır ki Türk evlâdı ocağından uzakta

Ateşlerden ateşlere dinlenmeden koşmakta.” (“Gece Yürüyüşü”, s.38)

İnsanoğlunun en çetin ve engellenemez mücadelesi olan savaş ortamında vatan ve millet sevgisiyle yoğrulmuş Türk milleti, “gürültüsüz, gölge gibi” bir akın halinde “dinlenmeden” cepheye yani “ateşlerden ateşlere” koşar.

“Cepheden cepheyi soran” bu mücadeleci ruh, milleti var eden içtenlik değerlerinin ve içsel dönüşüm dinamik-lerinin göstergesi vatandan akın halinde yeni’den inşa ve doğum olanaklarını biz için gerçekleştirir.

“Sensin ey Türk âlemin en saf ırkı

İnsanlığın en samimi âşıkı.” (“İnsanlık Aşkı”, s. 68)

Milli romantik duyuş tarzına sahip İbrahim Alâettin Gövsa, siyasi belirsizliklerin ve askeri kayıpların yarattığı ümitsizlik ortamında bireyin ve milletin kendi mitini oluşturma sürecinin zamansal ifadesi olan tarihi şimdiye taşıyarak bireye ve millete ait tarih şuuruna organik bir kimlik kazandırır. Tarihi yapan bütün kanallar, mito-loji ve erdem karışımı ile edebi metin evreninde yeniden kurgulanarak soylu amaç ve istekler, yüksek idealist normlar ve benimsenmiş kıymet hükümleri hatırlatılır.

“Unuttum o zaman hüviyetimi, Eski kahramanlar devrini andım.

Tarihe mezcedip şahsiyetimi Hurafe sandığım şeylere kandım.

Toprak, sema, deniz gene şimdiki,

Kavga böyle korkunç değildi belki.”(“Boğazdan Geçerken”, s.59)

Güven duygusu ile umudun öncelendiği bu mısralarda siyasi belirsizliklerin ve askeri kayıpların yarattığı ümitsizlik ortamında bireyin ve milletin kendi mitini oluşturma sürecinin zamansal ifadesi tarih şimdiye taşı-nırken Türk kimliğindeki ruhsal bütünleşmenin uzamı vatan ise, şanlı Türk milletinin geçmişteki ve şimdideki başarılarını kuran, tamamlayan, yansıtan bir norm karakter olur. Kendi dünyasını kurma gayreti içerisindeki milli eylemler, ‘destan, tarih, coğrafya, edebilik, safiyet’ ortak izdüşümleri çerçevesinde mekan bireyi, birey ise mekanı kendi’leştirir ve birbirine dönüşüm gerçekleşir. Türk tarihinin destanlaşan devrelerine dönüş,

on-tolojik anlamda kendilik sınırlarını keşfeden birey için kurtarıcı sığınak ve zamansal sürekliğinin göstergesi olarak varlaşır.

Türk tarihini, kültürünü ve medeniyetini şimdi’de yeni’leme isteği içerisindeki kolektif ruhun yalıtık sınırla-maları bu değişmez ve kutlu kaynağa dönerek aşabileceği belirginleştirilir. Bireyin tarihsel olanla yüzleşirken geçmişi anlamlandırma, şimdi’deki varlığını kutsama ve geleceğe yönelme gücünü kazanma aşamalarını ger-çekleştirmesi, destan kültürünün ve tarih gerçeğinin sentezlenmesidir. Milli bilinç aşılama çabasının belirgin-leştiği bu yönelim, geleceğin temeli olacak kutsal ve övünülecek değerler manzumesinin söyleme taşınmasıdır.

Her bireyden bir ülkünün peşinde sorumluluklarını yerine getiren erdem ve hüner sahibi atalarından vatan sev-gisi, haysiyet, bağımsızlık gibi kutsal değerlere sahip kahramanca yaşayışı ödünçlemesi beklenir. Birey, mil-letinin varlığını kendi benliğinin üstünde tutma ve tüm eylemlerini milleti adına yapma çabası içinde olmadığı zaman kimliğini kaybetme tehdidi ile karşı karşıya kalır. Ötekileşme durumunda, duygusal, düşünsel, eylemsel bakımdan mücadele etmeyen bireyin kendilik atılımlarında bulunma, kendini gerçekleştirme, milli varlığa katkıda bulunma imkanı yoktur. Topluma mal edilmiş bir mücadelenin kişisi olmak, milli tarihi hatırlama ve içselleştirme aşamalarından geçilerek mümkün olur. Birey için tarihselliğin dolayısıyla dünyadaki sürekliliğin somut ifadesi vatanın, intikan alınarak kurtarılması bireysel, milli ve evrensel gerekliliktir. Türk milletinin karakterindeki güç, yapılan kötülüklere karşı verilen mücadelenin aşılmasında en önemli kaynaktır. Yok edi-ci ağır bir tehditlerin baskısı altında iken bir ayrıcalık ve hak olan yaşamı, talihsiz kırılma ve trajik yazgılar karşısında varoluşsal yitimlere uğramadan korumak gereklidir. “Her şeyi kazanmak için her şeyi yitirme(yi)”

(Bachelard 1995: 23) göze almanın tek seçenek olarak sunulduğu bu yaklaşımda, Türk töresi hâlde yeniden canlandırılarak geleceğe taşınır.

“İçinde kasırga dönen orman gibi, Kımıldar, yürür bir coşkun umman gibi, Geçiyor tarihe akan tufan gibi,

Başında bayrağı köpürmüş kan gibi.

Bellidir evladı o eski erlerin,

Şurada gördüğüm kahraman askerin Bu cehennem yerde dövüşen neferin Her biri soyca bir büyük hakan gibi.

Ümidi, hayali bırakmış engine Kendini vermiş bu yolun ahengine, Aldırmaz cihanın değişen rengine.

Göğsünde kalbi var ki Kur’an gibi.” (“Türk Askerleri”, s.55-56)

Türk olma ve Türk kalmayı milli kimlik kodlarından beslenen eylemleri ile aktaran Mehmetçik, bireysel ve milli varoluşun mekânı vatan için geçmiş-şimdi-gelecek düzleminde mücadele verenlerin, ödenen bedellerin kutsaldaki karşılığıdır. O, milli şuur, milli ruh, hilal/bayrak, tarih, serhat için tüm engelleri aşarak kimlik kaza-nan milli ve ilahi bir simgedir. Sıradan bir birey olmaktan çıkarak Mehmetçiğe dönüşmek, uğruna vazgeçilen unsurlar ile bütüncül tamamlanmanın ve birbirinin varlığına bağlı olmanın şekillendirdiği çift yönlü bir akıştır.

“Geniş göğüs, iri, metin omuzlar, Bazusuna burç eğilen bir civân...

Şimdi yerde bin güçlükle kımıldar, Bir yıkılmış kale gibi perişan.

Geçmiş olsun nasıl oldu?

-Döğüştük.

Cevap budur, çok söylemez asil Türk.

Çok söylemez, fakat o saf gözleri Ruhundaki derinliği anlatır, Orda harbi, intikâmı, zaferi, Orda köyü, evi aşkı hep vardır.

Ah o gözler ölüm, hicran, kan dolu.” (“Yaralı”, s.34)

Türk insanının, dünyaya, olaylara bakışının, erdemlerinin simgesi Mehmetçiğin fizikî görünüşü, yaşam kar-şısındaki tavrının ve yaşam felsefesinin göstergesidir. Ait olduğu milletin kolektif bilinç ve bilinçaltı model-lerinden olan bu ülkücü tip (Eliuz 1999: 141), zengin, köklü bir maziye, dini duygulara ve iman gücüne sahip olmanın verdiği güç ile hareket eder. Kendisini milli ve dini kutsala adayarak “imgesini açığa vuran” (Kun-dera 1989: 31) kolektif bilincin ve bilinçaltının kişi düzeyindeki temsilcisidir. Doğuştan itibaren gelişen ve

etken olan “güç dürtüsünün” (Marcuse 1990: 40) kahramanlık ruhu ile donandığı Mehmetçik, ‘can oyununda’

sadece Müslüman olanların ulaşabileceği bir mertebe olan şehit ve şehitliğe yükselerek ulvîleşir. Onun için kutsal dizgenin mekân boyutundaki imi olan vatan için ölmek, beden olarak tükenirken tinsel anlamda diril-mek; yaşamdan sonraki dirilişe dönük anlam katmanlarına geçiştir.

“Gittikçe büyüdü, her an uzandı Heykeli tavrıyla o yüksek hayal Nihayet uzaktan gördüm toplandı

Başında yıldızlar, alnında hilal” (“Nöbetçi”, s.32)

Hiçbir zaman esir olmayan ve olmayı kabul etmeyecek Türk milletinin kişi düzeyindeki sembolü Mehmetçik, milli varlığını, dinini, vatanını emperyalist işgalcilere karşı kanının son damlasına kadar korumasını bilir. Bü-tün yok edici unsurların toplandığı cehenneme dönüşen bu savaş ortamında düşman ne kadar güçlü, ne kadar modern silahlarla donanmış olursa olsun sonuna kadar köle ve sömürge olmamak için imanıyla direnir. Dinini, dilini, kültürünü, bütün milli varlığını özgürce yaşayabileceği tam bağımsız ve bağlantısız hür bir Türk vatanı ve devleti onun başlıca hedefidir. Buna engel olmak isteyenlerin sonu hüsran olur.

“Buralarda tehlikeler azme mani değildi,

Azm uğrunda kemiklerden abideler dikildi.” (“Siperler Arasında”, s.50)

“İşte gayzı, kini dolmuş ruhumun

Sana karşı hulasası; bu kurşun....” (“Bir Kurşun”, s. 54)

Kutsal göstergeler dizgesi vatan için ölümden ebedi yaşama geçişin ifadesi şehitliğe yürüyüş, atalarının sesini, gücünü, varoluş mücadelesini, özgürlük atılımlarını ödünçleme işlevi ile tarihselliği kavrama imkan sunar.

Düşmana atılan ve düşmanın attığı her kurşun, zaferin, huzurun yaklaşmasında bir adımdır. Zira tehlikede olan kutsal değerlerin korunması, düşmanın yok edilmesiyle mümkün olacaktır. Türk askerinin insani hasletlerin-den olan bütün kutsal saydığı değerlere saldıran, elinhasletlerin-den almaya kalkışan düşmanın karşısında bile insanlık sevgisini yitirmemesi, onu yücelten niteliklerindedir. Yakıştırıldığı gibi ‘barbar’ olmayarak tüm değerlerinin simgesi vatanına saldıranı yok eder, engeller; ancak haksız öldürmez.

“A efendi, bırak düşkün garibi,

Bizim gibi oda gönül sahibi.” (“İnsanlık Aşkı”, s.68)

Toprağın/vatanın ve toprağa dönüşerek milletleşenlerin merkeze yerleştiği bu yaklaşımda ‘ordu’ ise, anlam üretici ve kendilik değerlerinin somut görüngüsüdür.

“Ah ey ordu, bir gün sana esir olur şeref, şan O zaman sen kollarının kazandığı bir hakla Şimdi ıssız yollarına sevinçlerle koşuşan Gözü yaşlı çocukları, anneleri kucakla.

Yüksek, mağrur alnında zaferinin yıldızı,

Dolgun, geniş göğsünde unutulmuş bir sızı...” (“Gece Yürüyüşü”, s.39)

Bütün Türk milletinin tek bir kişilik haline getirildiği ‘ordu’, zafere ulaştıran savaş sonunda bedensel müca-delesini tinsel bir şeref ve şana taşıyarak bütün kaybettiklerinin acısın, yaralarını unutur ve unutturur. Millet sevdâsı ve kutsal değerler uğrundaki mücadele ile elde ettiği zafer yıldızını alnında taşımanın haklı gururu, kendilik dönüşümü olanaklarını harekete geçirir.

“Allah’a dua et, düşman tırpanı Devlet ağacını yolmasın anne, Altında dökülsün oğlunun kanı

Bayrağın gül rengi solmasın anne.” (“Siperden Mektup”, s.44)

Devletin ağaç olarak idraki, Oğuz Kağan’ın oğulları bir ağacın dalları gibi dört bir yana yayılarak, kökü Orta Asya’da, dalları dört bir yanda olan bir ağacı meydana getirmesi; Osmanlı İmparatorluğunu kuran Osman Gazi’nin rüyasında büyük-sağlam bir ağaç görmesi ve bu imgenin devletin kurulma müjdesi olması bakımın-dan Türk tarihinin başlangıcına ve Anadolu’ya yerleşim sürecine dönük göndermelerdir. Atalarbakımın-dan emanet alınan ve Türklük idealiyle birleştirilen vatanın yaşaması, yaşatılması, korunması hedeflenir. Bu bağlamdaki tüm eylemlerde tarihsel olanla yüzleşme, geçmişi anlamlandırma, şimdi’deki varlığını kutsama ve geleceğe yönelme gücü belirleyicidir.

“Zümrüt dalgaları şimdi yelkensiz Kara sevda verir bize Akdeniz

Siyah bulut gibi akın edip biz O mavi denizi al yapacağız. (..) Kıvırıp o cansız bileklerini Kaçırıp İngiliz bebeklerini Ürkütüp kâfirin sineklerini

Şu Arıburnu’nda bal yapacağız.” (“Asker Ağzından”, s.46-47)

“Yorucu yolculuğundaki” (Campell 2000: 118) her Türk, sadece kendisinden değil, başkalarından; sadece şimdiden değil gelecekten de sorumlu olma bilinci ile hareket eder ve sorumluluklarını eyleme dönüştürerek yaşamsal sürece katılır. Bütün olumsuzluklarına rağmen vatan sevgisiyle hareket etme, ölümü göze alma, umudunu yitirmeme, ileriye dönük planlar yapma, “Arıburnu’nda bal yapma” gibi olanaksız görünenin ger-çekleştirebileceğine inanma verilen mücadelenin görüngüleridir.

“Bu toprağı, akan selde boğulup, Koruyan biz, şenleten biz, kul olup Sırtımızdan geçinenler koğulup

Hak sahibi ayaklansın, söyleyin.”(“Yaralının Derdi”, s.65)

Vatan toprakları için şehit olanlar, her karış topraktadır ve vatanın kutsallığının da göstergesidir. Dolayısıyla böylesine değerli olan vatan topraklarından vazgeçmek imkansızdır ve bunun maddi her hangi bir karşılığı

Vatan toprakları için şehit olanlar, her karış topraktadır ve vatanın kutsallığının da göstergesidir. Dolayısıyla böylesine değerli olan vatan topraklarından vazgeçmek imkansızdır ve bunun maddi her hangi bir karşılığı

Outline

Benzer Belgeler