• Sonuç bulunamadı

SÖZEL SUNUMLAR

SAVAŞ EDEBİYATI BAĞLAMINDA KİŞİLERİN DÖNÜŞÜMÜ: KEMAL TAHİR ESİR ŞEHİR ÜÇLEMESİ

II. Gerçek: Savaş – Kurgu: “Esir Şehir Üçlemesi”

Esir Şehrin İnsanları’nda bölüm başlıkları, “Esir İstanbul”, “Bulanık Su” ve “Kâmil Bey” şeklinde isimlen-dirilir. Bu başlıklardan da anlaşılacağı üzere birinci ana bölüm mekâna, ikinci ana bölüm olaya, üçüncü ana bölüm ise başkişiye vurgu yapar. Birçok sosyal ve toplumsal meselenin irdelendiği Esir Şehrin İnsanları’nın konu arka planını oluşturan başlıca unsurlar arasında İstanbul’un işgali, Milli Mücadele, I. Dünya Savaşı, Doğu-Batı Meselesi ve Bolşevik İhtilali sayılabilir. Bu konuların, Kâmil Bey merkeze alınarak ve onun bakış açısı ekseninde işlendiği görülür. İstanbul, 1918-1923 yılları arasındaki beş yıl süren işgal günlerinde, sağlık sorunlarının ve çetelerin baş gösterdiği kalabalık bir şehirdir. İşgal kuvvetlerinin askerleri eğlence hayatına yönelmiştir. Ancak bir yandan da Milli Mücadele’yi başlatan direniş çalışmaları sürmektedir. Dolaysıyla Esir Şehrin İnsanları’nın geçtiği 1920-1921 yılları, bu süreç ve atmosfer içerisinde yer alır. Yine müttefiklerin

“çeşitli sebep ve bahanelerle İstanbul’un işgalini olgun hâle getirmeye çalışmalarının bir sonucu olan 16 Mart 1920 tarihli ikinci işgal, bu zaman diliminde gerçekleşen bir olaydır. Romanda, işgal ile ilgili vurgulanan en belirgin husus, özellikle İngilizlerin, şehrin sahibi Türklere karşı baskıcı ve üst bir tavır almalarıdır. Kâmil Bey’in, Hala Hanım’ın konağında soylu İngiliz subaylarından Sör Henri Dikson tarafından Musul’daki top-raklarını satmaya zorlanması; Nermin, Kâmil Bey’i hapishanede ziyarete geldiğinde, onunla ancak bir İngiliz Yüzbaşısı’nın önünde ve Fransızca olarak görüşebilmesi bu baskının bir sonucudur. Şehri işgal eden kuvvetle-rin tavırları ise Kâmil Bey’in gözünden ifade edilir. İfadede, söz konusu toplulukların milli özellikleri ve işgal sırasında bu doğrultuda şekillenen muameleleri de ortaya koyulmaktadır:

“Henüz bir ay geçmeden, İngilizlerin soğuk kasıntısı, Fransızların sinire dokunan kibarlığı, İtalyanların acemi sömürgeciliği, Amerikalıların hoyrat neşesi, Japonların panter ciddiliği, Kâmil Bey’i artık eskisi kadar ürküt-mez olmuştu.” (s. 110)

İstanbul hayatındaki bu çeşit değişikliklerin dışında, söz konusu işgal, kozmopolitlik ve züppelikten doğan yeni bir insan tipini de ortaya çıkarır. Bu insan tipi, Kâmil Bey’in “Türk-İngiliz” dediği; başta İngiliz olmak üzere işgal güçlerine yaranarak yahut onların sözünü dinleyerek kesesini doldurmaya çalışan insan tipidir.

Bunlara örnek olarak, en başta Hala Hanım’ı, Enişte Bey’i ve kızları Sabriye’yi göstermek mümkündür. Milli Mücadele de İstanbul’un işgaliyle ilgili bir harekettir ve romanda da bu bağlamda işlenir. İşgal altındaki İstan-bul, Anadolu’yu kurtarmak gücünden yoksundur ve bu doğrultuda hükümet de karşıt bir tavır sergilemektedir.

Mustafa Kemal Paşa Samsun’a hareket ettiği zaman Birinci Damat Ferit Paşa hükümeti işbaşındadır. Amasya bildirisi, Erzurum ve Sivas kongreleri süresince de aynı sadrazamın ikinci ve üçüncü hükümetleri iktidarda bulunmaktadır. Bu süreler içinde İstanbul hükümetinin Millî Mücadele’ye karşı görüşü ve tutumu Türk mil-letinin menfaatleri açısından çok olumsuz geçer. İstanbul halkı, kendi çabalarıyla ve elinden geldiği kadarıyla memleketi kurtarma görevini üstüne almıştır. Yine bu bağlamda eserin bütününde, başta I. ve II. İnönü Zafer-leri olmak üzere, Milli Mücadele’nin işleyiş sürecini İstanbul cephesi noktasında takip edebilmek mümkündür.

Başka bir deyişle, Anadolu’daki mücadele, Esir Şehrin İnsanları’nda, “Sahnenin Dışı”ndan izlenir. İstanbul halkının büyük çoğunluğu, Millî Mücadele’ye inanmakta ve onun başarıya ulaşması için çaba harcamaktadır.

Görünürde tepkisiz kalan halk, aslında büyük bir heyecan ve gayret içindedir. Romanda “Kurutuluş Savaşı yanlısı vatanseverlerin gizli örgütlenmeleri, dirençleri öykülenmektedir” (Kurdakul, 1982: 25-26). I. Dünya Savaşı, romanın aktüel meseleleri arasında yer almasa da hâlihazırdaki duruma ve gerçekleşen olaylara etkisi noktasında büyük bir önem taşır. Romanın ilk sayfalarında Savaş süreci, Kâmil Bey’in yaşantısına etkisi açı-sından özetlenir. Bu özetlemede Savaş’ın genel görünümünden çok onun, Osmanlı İmparatorluğu cephesinde aldığı şekil söz konusu edilir. Savaş’ın asıl etkisi, romanın asıl konusunu oluşturan İstanbul’un işgali mesele-sinde görülür. İstanbul’u “Esir” hâle getiren, Mondros Mütarekesi’nin hükümleridir.

Esir Şehrin Mahpusu Kâmil Bey, üç ay yirmi gün kaldığı Bekirağa Bölüğü’nden bir kanun çavuşu tarafın-dan alınarak Sultanahmet’teki yeni tevkifhaneye götürülür. Burada bir yanlış anlama sonucunda hırsızlıktan hüküm giydiği sanılarak adi suçlar işleyen kimselerin kaldığı ikinci koğuşa verilir. Koğuşta koğuş ağası Fay-toncu Osman Ağa’nın ve onun yanında yer alan diğer mahkûmların istismarına uğrar. Bir müddet sonra Selim Paşa’nın oğlu olduğu ve siyasî sebeplerle hapishanede bulunduğu anlaşıldığında Binbaşı Arif Bey’in yanına geçer. Burada daha iyi şartlarda olmasına rağmen hem memleketin durumu hem de karısı Nermin ile arasında beliren uçurum sebebiyle huzursuzdur. Romanın sonunda, Nermin’in, 14 Temmuz kutlamaları için Fransız-ların düzenlediği bir törene katıldığını öğrenir ve bir tezkere yazarak onu boşar. Esir Şehrin Mahpusu’nda, Kâmil Bey’in hapishanedeki gündelik hayatının bir kesitinin anlatılması söz konusudur ve roman, bu yönüyle belli ölçüde durum hikâyelerine benzeyen bir yapı ortaya koyar, Kâmil Bey’in mahkûmlarla yaptığı mülakatlar gibidir. Romanın ara bölümlerinin organik bütünlüğü yazarın hemen hemen bütün romanlarında olduğu gibi, bir olay veya belirli bir durum noktasında sağlanır. “Hafız Ağa” ve “Millici Abi” başlıklı iki ana bölüm, büyük ölçüde aynı mekândaki farklı hikâyeleri ve farklı süreçleri ortaya koyar. Yalnızca önemli bir aşama olması sebebiyle, Kâmil Bey’in, Nermin’den boşanması olayların sonucunu veya çözümünü oluşturur. Esir Şehrin Mahpusu’nun başlıca konu arka planını büyük ölçüde Mütareke devri, hapishane hayatı, dönemin gazeteleri-nin toplum hayatı üzerindeki etkili ve İttihat ve Terakki ile ilgili meseleler oluşturur. Esir Şehrin İnsanları’nın aksine, buradaki konular genellikle Kâmil Bey merkeze alınarak ve onun bakış açısı ekseninde değil, kendi

gerçeklikleri çerçevesinde değerlendirilirler. Romanın geçtiği 1921 yılında İstanbul hala işgal altındadır ve Anadolu’da gerçekleşmesi beklenen Yunan saldırısı sebebiyle her yerde gergin bir bekleyiş vardır. Eserdeki olayların kapalı mekânda gerçekleşmesi dolayısıyla, şehrin işgal altında bulunduğunda dair bir vurguya pek rastlanmasa da hem karakterler hem de olaylar üzerinde bu durumun getirdiği bir baskı ve tedirginlik atmosferi hâkimdir. Romanın adıyla da işgale ve bunun doğal bir sonucu olan esarete vurgu yapılır. Azınlıkta da olsa ha-pishanede memleketin geleceği için kaygı duyan mahkûmlar, bilhassa Anadolu’dan gelen haberleri büyük bir ilgiyle karşılarlar ve bu haberlerle ilgili beklenti içine girerler. Şehrin işgal altında olduğunu gösteren olayların biri ve en önemlisi, Nermin’in de katıldığı, Fransızların 14 Temmuz kutlamalarıdır. Romanda, mekân unsuruna ilişkin vurgular dışında, hapishane hayatı ile ilgili olarak ortaya konulmak istenen buradaki gündelik yaşantıyı göstermek değil, Mütareke sırasında memlekette gerçekleşen olayların söz konusu mekânda ne şekilde yansı-ma alanı bulduğunu anlatyansı-maktır. Buradan yola çıkıldığında, yansı-mahkûmların büyük kısmının memleket gerçek-lerine uzak oldukları ve şahsi hayat kaygıları ile meşgul oldukları görülür. Özellikle Faytoncu Osman Ağa’nın hâkimiyet alanı olan İkinci Koğuşta, İtilafçı düşmanı Kömürcü İbrahim dışında Yunan saldırısı ve Anadolu’da-ki mücadelenin gidişatı ile ilgilenen Anadolu’da-kimse yoktur. Ancak revirdeAnadolu’da-ki Binbaşı Arif Bey, Nuh Bey ve başAnadolu’da-kişi Kâmil Bey’in söz konusu haberleri takip ettiği ve yaşananlar dolayısıyla kaygı duyması dikkati çeker. Esir Şehrin İnsanları’nda, roman kahramanlarının ağzından İttihat-Terakki üzerine birtakım değerlendirmeler ve Kemal Tahir’in İttihat-Terakki tezi üzerine önemli ifadeler yer alır. Fakat başkişi Kâmil Bey, bu cemiyetin üyesi olan kimselerle -Esir Şehrin İnsanları’ndaki Niyazi Efendi hariç tutulursa- ilk defa Esir Şehrin Mahpusu’nda, ce-zasını çekmek üzere getirildiği Sultanahmet’teki yeni tevkifhanede karşılaşır. Burada bulunan Binbaşı Arif Bey, Nuh Bey ve Binbaşı Arif Bey’i ziyarete gelen Binbaşı Şükrü Bey İttihat Terakki üyesi kimselerdir. Anla-tıcı, özellikle bu kahramanlar çerçevesinde İttihat-Terakki üzerinde değerlendirmelerde bulunur. Binbaşı Arif Bey, Nuh Bey ve Kâmil Bey Millî Mücadele üzerine konuşurlar ve Anadolu’dan peş peşe gelen haberleri yorumlamaya çalışırlar. Böylece okur, Milli Mücadele’yi İttihatçılar’ın gözüyle görür. Söz konusu durum, iyi niyetle ortaya çıkan bütün büyük teşebbüsler gibi, aslında gerçek hayattaki İttihat ve Terakki sorunlarının da bir ifadesidir. Bu bakımdan bilhassa Nuh Bey, dikkat çeken bir karakterdir. Nuh Bey, Jön Türklüğe sonuna kadar sadıktır ve bu cemiyete üye bir kimsenin ihanet içinde olabileceğini aklına sığdıramamaktadır. Bunun yanında, romanın bütününe bakıldığında, İttihat ve Terakki ile Anadolu’daki Milli Mücadele’yi birbirlerinden ayrı düşünmek mümkün değildir. İttihatçı kimselerin Milli Mücadele’yi de desteklediği ve Anadolu’dan gelen haberlere kulak kesildiği görülür. Bunun en bariz örneği, Binbaşı Arif Bey’dir. Ayrıca Kâmil Bey de Kuvayı

“Milliyeci” olarak bilindiği için İttihatçıların yanında kendisine bir yer bulabilmiştir. Söz konusu durum, iki yapılanmanın henüz birbirlerinden ayrı düşünülmediği anlamına gelir.

Yol Ayrımı, Memleketin işgalden kurtarılmasının ardından Cumhuriyet ilan edilir, tek parti iktidarıyla “Batılaş-ma” yolunda inkılâplar yapılır. Bu süreçte iki yıl hapiste kalan Kâmil Bey, bir müddet Anadolu’da bulunduk-tan sonra babasından kalan mirasın peşine düşer ve zenginliğini yeniden elde ederek kızı Ayşe’nin karşısına çıkmak üzere İstanbul’a döner. “Madrabazlık” başlıklı birinci ana bölümde, temel mesele Serbest Cumhuriyet Fırkası adında yeni bir partinin kuruluyor olmasıdır ve olaylar genellikle bunun etkisi üzerinden ilerler. “Ku-vayı Milliyeciler” başlıklı ikinci ana bölüm, Esir Şehrin İnsanları ve Esir Şehrin Mahpusu romanlarının kah-ramanları ve onların hayatları ekseninde şekil alan bir yapıya sahiptir. “Yol Ayrımı” başlıklı son ana bölümde

ise daha çok Selim Nuri’nin başından geçen talihsiz olaylar söz konusudur. Bunun dışında, ilk ana bölümde büyük bir heyecan yaratan ve memleketin gündemine hâkim olan Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kurulması meselesi, “Yol Ayrımı” belirlemesi ile birlikte romanın bütün olay örgüsüne etki eder konumdadır.

Outline

Benzer Belgeler