• Sonuç bulunamadı

Hukuka/Yargıya İlişkin Nedenler

2.5. Sağlıkta Şiddetin Nedenleri

2.5.5. Hukuka/Yargıya İlişkin Nedenler

Sağlık çalışanı ile hasta veya hasta yakınları arasında çeşitli nedenlerle yaşanan olumsuz durumlar bazen dava konusu olabilmektedir.

Hastalık ve herhangi bir sağlık sorununun giderilmesi amacıyla doktora ya da bir tıp kurumuna başvuran hastanın tıbbi tanı ve tedavi esnasında beklenmedik bir zararla karşı karşıya gelmesi, arzu edilmemesine rağmen zaman zaman rastlanılan bir durumdur. Doktor ya da başka bir sağlık elemanı, mesleki uygulamalarında gerekli düzeyde bilgili olmalı, acemice davranmamalı ve işini en iyi şekilde yapmalıdır. Mesleki başarıda özen, dikkat, tedbir ve kurallara uyum da başta gelen gereklerdendir. Tüm bunlar mesleğin etik sorumluluğudur. Bunlarda meydana gelebilecek bir ihmal, hastada zararla sonuçlanan bir duruma yol açabilir. Hastaya zarar veren bir durumun, ortaya çıkmasından sonra hukuki süreçler devreye girer (Aydın, 2001: 188).

Tedavisinin özen yükümlülüğüne uygun olarak gerçekleştirilmesini talep etme hakkı bulunan hasta, kimi zaman hastalığının kayıtsız şartsız ortadan kaldırılması ve yeniden sağlıklı hale getirilmesi yönünde irrasyonel bir talep

99 hakkının bulunduğunu düşünmektedir. Beklentilerine uygun olmayan her türlü sonucun malpraktisten (hatalı uygulama) kaynaklandığını inancı ile hareket etmektedir. Doğal olarak, bu inancın da ortadan kaldırılması veya kontrol altına alınması, ancak aydınlatma yükümlülüğüne uyulması ile mümkün olabilecektir (Erman, 2012: 33). Doktorların teşhis ve tedaviye ilişkin müdahalelerini hukuka uygun hale getiren temel unsur hastanın rızasıdır. Hasta ya da kanuni temsilcisinin rızası alınmadan yapılan müdahaleler hukuka aykırıdır. Zira insan vücudu, hukuk düzeni tarafından mutlak olarak korunmuştur ve dokunulmazdır. Doktorun tedavi uygulayacağı hastanın anlayabileceği bir açıklıkta onu aydınlatması, hastalık, tedavi süreci, yöntemleri ve muhtemel riskler hususunda bilgilendirmesi şarttır. Bu bilgilendirme yapılmadan alınacak bir rıza geçerli sayılamaz ve yapılacak müdahaleyi hukuka uygun hale getirmez (Akkanat, 2012: 67).

Doktorun aydınlatma yükümlülüğüne uygun davranışı, hukuken sorumlu tutulma tehlikesini azaltan bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Aydınlatma ne ölçüde geniş yapılacak ve gerçekleştirilmesi düşünülen tıbbi müdahaleden kaynaklanabilecek riskler ne ölçüde geniş bir biçimde hastaya bildirilirse, tedavinin kabulünde hastaya o denli geniş bir özerklik alanı tanınmış olacaktır. Bu özerklik alanı içinde, her türlü riskin bilincinde olarak özgür iradesi ile tercih yapan hastanın da, söz konusu iradenin sonucu olabilecek zararlı sonuçlardan ötürü doktorun sorumlu tutulmasını talep etme imkanı azalmaktadır (Erman, 2012: 41). Toplumun davranışlarında bir değişme var ve kişiler her ne kadar pasif bir rol üstlenseler de, toplum tıp doktorlarından hastalarını eğitmelerini, bilgilendirmelerini ve katılımlarını sağlamalarını istemektedir. Hasta, rızasının alınmasını giderek bir hak olarak görmekte ve bu hakkın inkar ya da ihlal edilmesi durumunda açılan davalarda artış görülmektedir (Tate, 1998: 103-104).

Tıbbi kurumların ekonomik gücünün yükselmesi, tıp alanındaki hukuk uygulamasının da yayılması anlamına gelmektedir. Ancak bu yayılmanın, bireysel anlamda da hukuki sorumluluğu bulunan doktorlara olumsuz yansımaları olmaktadır. Doktorlar, karşı karşıya kaldıkları tek bir tazminat davası nedeniyle meslek hayatları boyunca elde ettikleri birikimlerin büyük bölümünü yitirme tehlikesi ile karşı karşıya

100 kalabilmektedir. Tek bir malpraktis davasından kaynaklanan tazminat sorumluluğu, bir doktorun meslek yaşantısını sona erdirme riskini beraberinde getirebilmektedir (Erman, 2012: 33).

Sağlık çalışanlarının hukuk okuryazarlığı hakkında bilgi sahibi olmaları karşılaştıkları sorunlarda önemli rol oynayabilir.

Doktorlar başta olmak üzere diğer sağlık çalışanlarının, hukuk okuryazarlıklarının olmaması, mevzuat hakkındaki yetersiz bilgilenmeleri, konuyu hasta hakları ve malpraktis kavramının gölgesinde ve sınırlarında algılamaları nedeniyle, sağlık hukuku alanından uzak durmakta ve sonuçta yeni düzenlemeler konusunda bilgilerinin olmadığı bu alanda fikir ve önerilerini de yeterince ortaya koyamamaktadır (Aktaş, 2012: 47). Bu da yeni düzenlemelerin tek taraflı ve aleyhe çıkmasına, hizmeti sunanlara olumsuz yansımasına neden olmaktadır. Hem yasa yapıcıların hem de sağlık personeli, sağlık kuruluşları ve örgütlerinin konu hakkındaki bilgilenmeleri arttıkça daha iyi olanaklarda ve düzenlemeler ile hizmet sunma olanağı olacaktır (Aktaş, 2012: 53).

Aydınlatma yükümlülüğü bakımından en önemli sorun, bunun standartlara uygun bir biçimde yerine getirildiğinin ispat edilmesidir. Hukukta kural olarak herkes, kendi iddia ettiği hususu ispatla yükümlüdür. Ancak sağlık alanında, bilgi ve güç sahibi olan tarafın doktor olması, tıp bilgisi kısıtlı bulunan hastanın ise güçsüz konumda bulunması nedeniyle, silahların eşitliği ilkesi uyarınca bir denkleştirmeye gidilebilmekte ve kısmen ispat yükünün yer değiştirdiği, yani doktorun üzerinde bulunduğu kabul edilmektedir (Keskinci, 2008: 170).

Sağlık çalışanı ile hasta veya hasta yakınları arasında yaşanan hukuki süreç bazı durumlarda şiddete de neden olabilmektedir. Yaşanan şiddet nedeniyle sağlık çalışanı ile hasta ve hasta yakınları haklarını aramak için de dava açabilirler.

Sağlık çalışanına karşı uygulanan şiddet sonucunda, Türk Ceza Kanunu’nda hangi cezaların verileceği belirlenmiştir. Bu cezalar fiziksel saldırının neticesi, basit yaralanmadan hayatı tehlike içeren yaralanmalara kadar varabilir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda fiziksel şiddet; kasten öldürme (81. madde), kasten yaralama (86. madde), taksirle yaralama (89. madde), eziyet (96. madde), tehdit (106. madde),

101 işkence (94. madde) ve kötü muamele madde) gibi suçlarla cezalandırılmaktadır (TCK, 2011).

Türkiye’de tıp hukuku son yıllarda hızla gelişmeye başlamış, hasta hakları kavramı daha geniş çevrede tartışılmaya açılmış, doktor ile hasta ilişkisi hukuk uygulamasının giderek daha fazla ilgilendiği bir alan haline gelmiştir. Bu gelişme, doktorlar bakımından, hukuki sorunlarla karşılaşma ve doktorluk faaliyetlerinin dava konusu yapılması risklerinin artması şeklinde kendini göstermektedir. Hukuki zorunlulukların tıp uygulamasının gerçekleri ile örtüşmemesi, defansif tıbba (savunmaya dayalı) yöneliş eğiliminin artması, yani doktorların dava edilme korkusu karşısında birincil amaçları olan iyileştirme fikrinden uzaklaşması sonucunu doğurmaktadır. Genellikle doktorların, kendilerini hukuk tarafından tehdit altında hissetmesine neden olan bu durumun köklerini, tıp uygulamasının ve hukukun günümüzde geldiği noktada ve topluma hakim bulunan ekonomik ilişkiler temelinde aramak gerekmektedir (Erman, 2012: 32).

Türkiye’de şiddet olaylarının yeterli cezayı almadığı konusunda yargıya olan güven eksikliği söz konusudur. Türkiye’de özellikle kadına şiddet konusunda olduğu gibi yargının şiddet uygulayanlara yeterli cezayı vermediği görüşü hakimdir. Bunun yanında yargının şiddet olayları karşısında çok uzun sürede karar vermesi şiddet başvurusunun ve sonuçlanma işleminin pek çok idari uygulama ve başvuru zorluğu içermesi yargıya ilişkin nedenler arasında sayılabilir (Sağlıkta Şiddeti Önleme Komisyon Raporu, 2013: 178).

Sağlık alanının yaşamsallığı gözönüne alınarak, şiddet olayı sırasında ve sonrasında, zorunlu olarak aksayan veya duran sağlık hizmetinin engellenmesinin de bir yaptırıma tabii tutulması gerekmektedir (Çerkezoğlu, 2012: 57). Yaşanan hukuki sorunları en aza indirmek için, hasta veya hasta yakını müdahaleler açısından iyi aydınlatılmalı, iyi iletişim becerileri geliştirilerek sağlıklı iletişim kurulmalı ve sağlık kuruluşlarında hukuki alt yapı oluşturulmalıdır (Ünver, 2012: 104).

102