• Sonuç bulunamadı

Hukuk-Adalet Mekanizması

Belgede Toplumsal bir tip: Kanaat önderi (sayfa 112-116)

2.1.18. Yasa Koyucular ve Yasa Kıyıcılar

2.1.18.3. Hukuk-Adalet Mekanizması

Weber’e göre yasallık ve meşruiyet aynı şeylerdir. Yasallığın, yasanın ve hukukun geçerliliği toplumda gördüğü kabulle eş anlamlıdır. Bir toplumda yürürlükteki hukuk her zaman meşru olmayabileceği gibi, meşru kabul edilen hukuk kurallarının da pozitif hukukta yeri olmayabilir. Aydın’a göre “modern dönemlerde ön plana çıkan yasallık şüphesiz önemli bir meşruiyet yoludur. Ama zaman zaman birbirlerinin yerine kullanılan meşruluk ve yasallık, aslında aynı şeyler değildirler. Meşruiyet, genel ve her haliyle toplumsaldır; yasallık ise siyasal ve biçimseldir. Siyasi otorite kendi ortaya koyduğu bir teamüle bağlı olarak yasalar çıkarır ve elbette o yasaya uygunluk yasallığı getirir, ihlali de yasadışılık olur. Ama bu yasanın işaret ettiği şey toplum vicdanında yer almamışsa meşru olamaz” (Aydın, 2011a: 291). Bu noktada insanların hukuk ve adalete yükledikleri anlamın ne olduğu sorusu konuyu açıklığa kavuşturmada belirleyici bir nokta olmaktadır. Balı’nın da ifade ettiği gibi (2001: 40- 1) adalet kimilerine eşitlik, kimilerine hak, kimilerine ise özgürlük değerini çağrıştırmaktadır. Yani adalet dendiğinde aslıında bazen eşitlikten bazen hak veya özgürlükten bahsedilmektedir. Eşitliğe aykırılık adaletsizlik olarak düşünülebileceği gibi eşitlik ilkesinin devreye sokulması kimi zaman adaletsizlik olarak algılanabilir.

Tutumlu’ya göre (2011: 196) hukukun nihai hedefi adaleti gerçekleştirmektir. Dolayısıyla felsefi olarak gerek hukuk normlarını vazeden yasa koyucuların, gerekse bu normları uygulayan hakimlerin temel görevi, adaleti tesis ettikleri inancını kitleleler aşılayabilmeleridir. Yani herkese “hak ettiğinin” (Heywood, 2011: 210) verildiği noktasında toplum kani olmalıdır. Hukuk için düşünülmesi gereken değersel bağlılığın adalet ile sağlanabileceğini ifade eden Ökçesiz’e göre (2002: 314-5) hukuk, adalet değerine yönelmiş bir toplumsal düzendir. Bu bakımdan adalet hukukun idesi olarak iş görmektedir.

Direk, yasa ve adaletin birbirini varsayan ama birbiriyle örtüşmeyen kavramlar oldukarını dile getirmektedir (Direk, 2000: 49). Adalete muhalif yasalar olabileceği gibi yasada yer alamayan ama toplum vicdanında karşılık bulan bir adalet mekanizması söz konusu olabilmektedir. Taburoğlu (2015: 96) yasa ve kuralların, kimi zaman adaleti dışlayan uygulama alanlarını içerebileceklerini dile getirmektedir. Bu tarz koşullar ortaya çıktğında genellikle kamu vicdanına göndermede bulunulur.

Suçlular yakalansa bile adaletin yerini bulmayacağı dile getirilir. Yasal yaptırımların uygulanmasına rağmen, adaletin yerini bulmadığı kanaati hakimse, kamu vicdanı incinir, zedelenir. Dolayısıyla “yasal gelişmenin ağırlık merkezi, ne yasamada ne hukuk biliminde ne de hukuksal kararlardadır; ağırlık merkezi sadece ve sadece toplumun kendisidir” (Ehrlich’ten akt: Schwartz ve Pfersmann, 2011: 343).

Ahlak yasaları (görenekler) pozitif yasalardan hem daha bağlayıcı hem daha temel niteliktedir. Ahlak yasalarından yola çıkılarak verilen hükümler diğerine oranla daha bağlayıcı ve tatmin edicidir (Aristoteles, 2010: 104). Ancak modernlik, emredici ve taşıyıcı araçlarıyla kendini empoze ettirdiğinde, bilumum örf ve adetleri “geleneğin tasfiyesi” çerçevesinde yürürlükten, yani tedavül ve teamülden kaldırmak ister. Bu modernliğin tasfiyeci ve tekçi (monist) karakterinin zorunlu sonucudur. Bunu, hukuku ilahi menşeinden ve beşeriyetin binlerce yıldır tecrübe edip nesilden nesile devrettiği örflerden arındırarak, içini manevi ve ahlaki özlerden kopararak salt kurallar ve kanunlar seviyesine indirgemek suretiyle yapmaktadır (Bulaç, 2014: 454). Bu noktada suçlu ve suçun birbirinden kopukluğuna şahitlik edilmektedir. Pozitif hukukça suçlu diye tabir edilen eyleyenin anlam dünyasında bu çoğu kere suç olarak algılanmayabilir. Toplumun suç olarak tabir edilen defakto duruma ne tepki verdiği, suçlunun anlam dünyasının neliği önemli olmaktadır. Nitekim toplumun bilgi konteksinde yer alan kavramların ve bu kavramlara giydirilen anlamların ne olduğu hasssas bir konudur. Bu noktada bir bilgi sosyolojisinin devreye girmesi gerekliliğine işaret eden Berger ve Luckmann’a göre (2008: 5) suçlunun sahip olduğu bilgi ile suç bilimcinin bilgisi birbirinden farklıdır.

Yasaların, bir toplumun temel varsayımlarını yansıttığını dile getiren Haviland ve arkadaşları (2008: 613) değerlerin önemi üzerinde durmaktadırlar. Onlara göre bir toplumun yasalarını anlamak için altta yatan değerleri ve varsayımları anlamak gerekmektedir. Bu durum hesaba katılmazsa yasalar, olumsuz resmi yaptırımların ötesine geçmeyecektir. Toplumsal değerlerin önemi üzerinde duran Özensel, konunun uzlaşma noktasına parmak basmaktadır. Özensel’e göre (2003: 233-4) “her toplumda en yüksek olduğu kabul edilen değer(ler) üzerine genel bir uzlaşma (konsensüs) vardır. Bu genel kabule rağmen birbirleriyle çatışan birçok değere de

rastlamak mümkündür. Toplumdaki temel kurumlar arasında bunlar gözlemlenebilir. Sözgelimi, aile kurumunun toplumda kabul edilen değeri, eğitim kurumunun değeri ile uyuşmazsa ve onlar arasında zıtlıklar varsa veya eğitimsel rolde temsil edilen değerler evdeki rollerle uyuşmazsa bu kurumlar arasında ciddî çatışmalar çıkar. Bu çatışma, toplumdaki diğer kurumlar arasında sıklıkla görülebilmektedir. Aslında bu durum her kurumun işlevlerini yeterince yerine getirememesine yol açar ve bilindiği gibi bu işlevleri yerine getirecek başka kurumların ortaya çıkmasına neden olur. Örneğin adalet kurumu toplumun sahip olduğu toplumsal vicdanı rahatlatıcı kararlar almazsa, bu karar toplum vicdanını yaralar. Bazı durumlarda da bireysel bilinçler toplumsal bilinçlerin önüne geçerek kendi değer kalıpları içinde “linç girişimleri” ya da “mafya” tarzı oluşumlarla bu işlevi yerine getirme çabası içine girerler. Bazı durumlarda ise yani pozitif hukukun adaleti tesis etmediği ya da kamusal vicdanı rahatlatamadığı gibi bir algı oluştuğu durumlarda adalet “ortak bir akıl” çerçevesinde bir araya gelemeler şeklinde de tezahür edebilir. Netice itibariyle vicdanın kendisinde cisimleştiği bir “şura”, istenen adaleti tahakkuk ettirilebilir. Bu tarz şurâlara Doğu ve Güneydoğu’da sıkça rastlanmaktadır. Kanaat önderlerinden oluşan bu istişare heyetleri, adaletin tesisi ve toplumsal vicdanın rahatlatılmasında, toplumun beklentileri nispetinde kendilerini sorumlu hissetmektedirler.

Bruinessen, modern cumhuriyetin inşası süreciyle gelen modern hukukun Kürtlerde karşılık bulmadığını, burada, aşiretler arasındaki ihtilafların çözümü adına önemli bir gelişim olarak kaydetmek bir yana sorunları daha da körükledikleri gibi bir değerlendirmenin yapıldığını ifade etmiştir. Ona göre merkezi hükümetin memurlarına hiçbir zaman güven duyulmamış ve aşiret liderlerinin pasif hale düşürüldükleri yerlerde çatışmaların daha da alevlendiği görülmüştür (2010: 144). Tekin (2014b: 89) aşiret içerisinde ya da aşiretler arasında vuku bulan anlaşmazlıkların adli kurumlara başvurulmadan bir reis ve heyet (Ri Spi) tarafından çözüldüğünü dile getirmektedir. Ona göre günümüzde böylesi anlaşmazlıkların önemli bir kısmı adli kurumlar (mahkemeler) aracılığıyla halledilemeye çalışılsa da kolektif suç motivasyonuyla hareket eden aşiretçi anlayışta bu tarz çözüm yolları ciddi bir işleve sahiptir.

Belgede Toplumsal bir tip: Kanaat önderi (sayfa 112-116)