• Sonuç bulunamadı

Araştırmanın Dayanakları

Belgede Toplumsal bir tip: Kanaat önderi (sayfa 126-133)

Nitel araştırma yöntemleri ele alınan konunu derinlemesine analizini gerektirdiği için araştırmacının elini güçlendirmek adına bir kaç yaklaşımın bir arada kullanılmasını mümkün kılmaktadır. Bu araştırmada nitel araştırma geleneği içerisinde yer alan birkaç yaklaşımdan yararlanarak kanaat önderinin izdüşümleri anlaşılmaya çalışıldı. Kanaat önderi tipinin toplumda ne anlama geldiği, toplumun bu tipe yüklediği anlamın neliği çalışmanın, fenomenolojik bakış açısından önemli ölçüde yararlanılmasını gerektirmiştir. Kanaat önderlerinin ve yöre halkının içerisinde bulunduğu sosyo-kültürel dini bağlamı, toplumsal değerleri, habitusu anlamak için etnoğrafi; gündelik hayatın süreğen halinde belirip kaybolan toplumsal ilişkilerin nasıl hangi bağlamlarda şekillendiğini, kanaat önderi tipinin bu gündelik hayatta nereye denk geldiği ve toplumsallıkların ne şekilde ve hangi simgesel öğeler üzerinden üretildiğini –yeniden üretildiğini- anlama gayreti olarak etnometodoloji ve sembolik etkileşimden yararlanıldı.

Fenomenolojik yaklaşım bir “öze dönüş” çağrısıdır. Heidegger’in tabiriyle kendisini gösterenin (kendini kendisi gibi gösterenin) bizatihi kendinden hareketle görünür kılınmasıdır. Yani “eşyanın kendisine” dönme düsturudur (Heidegger, 2011: 35). “Husserl’in en iyi bilinen sloganlarından biri “Şeylere dönelim yeniden” çağrısıdır (Woff, 1997: 499). Yargılarımızın bu dünyaya ilişkin olduğunu (Husserl, 2012: 13) ifade eden Husserl’e göre şeylerin aslında nasıl göründüklerini saptamak, nasıl olduklarını saptamak anlamına gelmektedir (Woff, 1997: 499). Bocheński (2008: 26) Bu nasıllığı ortaya koyan fenomenolojik yöntemin, özel bir bilme yöntemi olduğunu dile getirir. Esas itibariyle bu, nesnenin zihinle görünmesinden oluşur dolayısıyla sezgiye dayanır. Söz konusu sezgi var olana göndermede bulunur; fenomenolojinin esas kuralı şeylerin kendilerine dönmektir.

Toplumsal düzen “şeylerin doğası”nın bir parçası değildir ve doğa yasalarından türetilemez. Toplumsal düzen, insan faaliyetlerinin bir ürünü olarak var olur. Empirik görünümleri tamamen karartılmadığı müddetçe toplumsal düzene başka bir ontolojik statü atfedilemez (Berger&Luckmann, 2008: 79). Fenomenolojik yaklaşım da toplumun bireylerden bağımsız bir kendilik olarak var olamayacağını ileri süren ve özellikle insanların kendi toplumsal dünyalarını üretme tarzlarını vurgulayan genel düşünme eğiliminin bir parçasıdır. Bu bakımdan fenomenoloji, söz konusu insan olduğunda, fizik dünyanın değişmeyen ve herkes için nesnel bir gerçeklik olarak var olmadığını, göreli bir dünya olduğunu savunmaktadır. Başka bir deyişle, fizik dünyadaki nesneler, insanların değerlendirmelerinden bağımsızken aynı şeyi toplumsal fenomenler için söylemek mümkün değildir. Mesela, suç ve aşk gibi kavramlar bütünüyle insan üretimi şeylerdir. Bunların var oluşları insan algısı ve yorumuna bağlıdır. Dolayısıyla toplumsal gerçeklik, herhangi bir doğal gerçeklikten ziyade, bir anlam inşası süreci olarak kavranmalıdır; bu gerçeklik, kendi içinde yer alan insanlar açısından bir anlama sahip olduğu sürece (Tatlıcan, 2011: 112-3) var olmaktadır.

Lyotard, insan olgusuna, yani bir davranışa “ne anlama geldiği” sorusu yöneltilmediği müddetçe yaklaşılamayacağını dile getirmektedir. Ona göre beşeri bilimlerin gerçek yönelimi, bunu davranışı taşıdığı anlamla birlikte ele almaktır. Beşeri bilimlerde esas mesele anlamaktır (Lyotard, 2007: 94-5). Anlamayı mümkün kılan veriler sunan fenomenolojik yaklaşım, “bize tümüyle yabancı olmayan aynı zamanda da tam anlamını kavrayamadığımız olguları araştırmayı amaçlayan çalışmalar için uygun bir araştırma zemini oluşturur” (Yıldırım ve Şimşek, 2013: 78). Kanaat önderinin kim olduğu, nasıl bir dünyaya konuştuğu, kendisi ve çevresi hakkındaki düşüncelerin ne olduğu gibi sorular fenomenolojinin müdahalesiyle daha bir anlaşılır kılınacaktır.

Fenomenolojinin, insan bilincinin ve insanların içinde yaşadıkları dünyayı yorumlama biçimlerinin araştırılması olduğunu dile getiren Slattery, Schutz’un, gündelik yaşamı nesnelleştiren ortak unsurlarından bahsetmektedir. Bunlar:

 Sağduyu bilgisi- kendi toplumumuz veya sosyal grubumuz içinde nasıl yorumlar yapacağımızı ve nasıl davranacağımız konusundaki ortak bilgi stokları.

 Tipleştirmeler- ‘bilgi stokları’ içinde inşa edilen, nesneler (ev, insan) ve

deneyimleri (nefret, kabus) ortak sınıflandırma biçimleri.

 Karşılıklılık –diğerlerinin dünyayı bizim gibi görmesini sağlayan ortak kabuller.

Özneler-arasılıkla ilgili bu üç unsur, birlikte, gündelik hayatın görünür düzenini (Slattery, 2010: 233) her daim yeniden üretmektedir. Bu nesnelleştirici bilgi stokları Gadamervari “ufukların kaynaşması” sürecinin ana hatlarını oluşturmaktadır.

Bu ortak stok ve kabuller, asgari bir toplumsal yapıda, olan ya da olması istenen şeyler olmaktadır. Bunlar çerçevesinde üretilen değerler, kabuller, tipler vs. bu stokları aynı zamanda her gün yeniden üretmektedir. Kanaat önderi tipinin de fenomenolojik indirgemeciliğe düşmeden ele alınması bu stokların içeriğini çözmede yardımcı olacağı gibi bu tipin ontolojisini de aşikar edecektir. Bu bakımdan kanaat önderinin kim olduğu bu stoklar çerçevesinde araştırmacının kendi kültürünü “ayraç içine” (Woff, 1997: 499) alması ile ele alınacaktır. Kanaat önderi tipinin sağduyu bilgisi, tipleştirmeler ve karşılıklılık gibi ortak kabullerce şekillenen toplumun neresinde konumlandığı tartışılacaktır.

Etnografik yaklaşım, kanaat önderlerinin ve yöre halkının içerisinde bulunduğu

sosyo-kültürel dini bağlamı, toplumsal değerleri, habitusu 52 anlamada önemli

olmaktadır. Kanaat önderi tipini var eden değerler ve kaynaklar etnografyada konuşlanmıştır. Kültürel yapı, söz konusu tipin ya da fenomenin var olmasını ve sürdürülebilir oluşunu teminat altına almaktadır. Kanaat önderi, yakın-uzak çevresi ve coğrafyayla var olan bir tipolojidir. Bu öğeleri birbirinden ayırmak mümkün değildir. Çünkü bu parçaların toplamından bambaşka bir yapı sadır olur ki etnoğrafik yaklaşımın holististik doğası bu yapıyı anlamayı kolaylaştırabilir. Mekan-insan-

52 “Habitusla, toplumsal aktörler olarak belirli ortamlarda edindiğimiz toplumsal deneyimlerimizin

ürünü olan, zihnimizde taşıdığımız (sınıf, dil, etnisite, toplumsal cinsiyet gibi) kalıcı eğilimleri anlatırız. Belirli toplumsal ortamlardaki deneyimlerimiz dünyaya ilişkin söz konusu koşullarda edindiğimiz bilgilere ve kaynaklara yaklaşımımızı etkiler. Bu yüzden, kişinin toplumsal bağlamının etkisini yansıtan bilişsel ve güdüsel bir mekanizma olan habitus, bilgiler ve kaynakların onları biçimlendiren etkinliklere aktarıldığı bir kanal ve ortam sağlar” (Layder, 2010: 227).

kültür üçlüsü birbiriyle bütünsel bir ilişki içerisindedir. Bir kültür analizi olması dolayısıyla etnoğrafyanın parçanın bir ya da birkaç öğesini gözden kaçırması, bütünü bozacaktır.

Etnografik araştırma bir toplumun kozmogonisinin, içerisinde yaşanılan dünyadan anlam çıkarma tarzının ve kişilerin birbirleri ve başkalarıyla kurdukları ilişkinin nasıl olduğunun araştırılmasıdır. Ayrıca etnoğrafik yaklaşım topluma müdahale etmeksizin kendi bağlamı içerisinde bakmaktadır. İncelemek istediği şeyi laboratuvarortamında değil toplumun kendi deneyimlerinden çıkarır. Bu bakımdan etnoğrafik araştırmada araştırmacı, araştırmaya başlamadan önce öz-farkındalığa sahip olmalı. Kültürel makyaj ya da kültürü yorumlamadaki handikapları iyi hesaplamalıdır (Bray, 2015: 362-5). Burada istenen ve beklenen şey pozitivizmin dayattığı “önyargılardan” uzak olmak çabası değil, önyargıların farkındalığını taşımaktadır. Kanaat önderi tipine ya da toplumun ürettiği ve toplumca üretilen kültüre gardını almış bir refleksten o olguyu anlamaya yetecek bilgi sadır olmaz.

Etnoğrafik araştırmada sahaya gidilecek bilgi stokları kadar nasıl gidileceği de önemlidir. Sahaya giderken sergilenecek yaklaşım ve kullanılacak metotlar sahanın ruhunu verebilecek yetkinlikte olmalıdır. Bu bakımdan verilerin nasıl toplanacağı konusu da bir o kadar önem arz etmektedir. Etnografik araştırma katılımlı gözlemi, açık uçlu soruları, istatistiki verileri, kültüre has materyalleri, fotoğrafları, eşyaları, kullanılan şiveyi, sembolleri incelemeyi gerektirmektedir. Etnografinin kullanıldığı alan tekniklerini özelliklerini Kottak (2002: 29) şöyle özetlemektedir: “1- Katılarak gözlemi içeren, günlük davranışın doğrudan, ilk elden gözlemi. 2- Günlük çene çalmadan formel türde olanlara kadar çeşitli derecelerdeki söyleşiler dostane ilişkinin kurulmasına yardımcı olur ve yapılandırılmış veya yapılandırılmamış uzun

görüşmeler neler olup bittiğine dair bilgi sağlar. 3- İncelemeyle ilgili herkes için

hazırlanan, tamamlayıcı karşılaştırılabilir bilgiyi sağlayan görüşme izlencesi. 4- Soyağacı yöntemi. 5- Konuya vakıf kişiler ile toplum yaşamının belirli alanları hakkında ayrıntılı çalışma. 6- Belirli insanların yaşam öykülerini toplamak için çoğu kez yol gösterici olan derinlemesine görüşme. 7- Yerel (yerli) inançlar ve algılara odaklaşan emik (aktör-yönelimli) araştırma stratejisi ve etnografın algıları ve

sonuçlarına öncelik veren etik (gözlemci-yönelimli) yaklaşımlar. 8- Birçok türde sorun-yönelimli araştırma. 9- Boylamsal araştırma –bir bölge veya mahalin kesintisiz uzun süreli incelemesi”.

Etnometodoloji ise, gündelik hayatın süregiden halinde beliren ilişki tarzları, tepkileri, ret ve kabulleri inceleyerek toplumsal ilişkilerdeki sabiteleri kavramaya çalışmaktadır. Fenomenoloji ve sosyoloji ilişkisinde bu yaklaşım, belirgin bir karakteristik sergilemektedir. Etnometodoloji, fenomenolojik ve sosyolojik ilişkilerin bileşkesinde oluşur. Fenomenolojik ve sosyolojik bazı kaygıları da akılda tutarak rotasını çizer (Heap ve Roth, 1973: 363). Etnometodolojinin teorik ve epistemolojik önemi klasik sosyolojideki düşünme tarzlarının köklü bir muhalefetinden gelir. Bir teori inşasından ziyade, bir araştırma perspektifi geliştirmeye çalışan bu yaklaşım, yeni bir entelektüel tutumdur. Fakat yeni olmasına rağmen bir paradigmanın haritasını elinde tutmaktadır (Coulon, 2010: 9).

Etnometodoloji, gündelik pratikleri, etkileşimi, her zaman lokal olarak konumlanan “burada ve şimdi” içinde analiz ederek, resmi sosyolojiden dışlanan başka akımlarla, özellikle bir toplumsal grubun kendini anlayabileceği, yorumlayabileceği ve analiz edebileceğini göz önünde bulunduran müdahaleci sosyolojiyle bir araya gelmektedir (Coulon, 2010: 10). İnsanların gündelik yaşamda kullandıkları dili, üslubu bu bağlamda kalarak ele almaktadır. Toplumun “kendinde” anlamını ele veren kültürel kodların yerinde incelenmesi sağlanmaktadır böylece.

Etnometodoloji, insanların, gündelik hayatta karşılaştıkları deneyimleri nasıl anlamlandırdıklarının deneysel olarak incelenmesidir (Poloma, 1993: 241). Bu

deneylerin en önemli uygulayıcı/uygulattırıcısı Garfinkel’dir. Garfinkel

etnometodolojiyi açıklamanın mümkün olmadığını, onun sadece uygulanabileceğini dile getirmiştir (Richter, 2013: 185). Provokatif deneylerle toplumdaki yerleşik kabullerin yeniden sorgulanmasını sağlayan Garfinkel, bu kabullerin nasıl şekillendiğini de açıklamaya girişmiştir. Böylece “Garfinkel, bu deneylerden hareketle, toplumun sıradan ‘üyeler’inin gerçekliği yorumlama çabalarının yanı sıra, bu gerçekliği her gün yaratma (ve yeniden-yaratma) kapasitesine sahip olduklarını açıklamak için üç temel kavram geliştirdi: dokümanter metot, refleksivite ve bağlama

gönderimlilik (indekssellik)” (Slattery, 2010: 224). Garfinkel’e göre, bağlama gönderimli ifadeler gündelik konuşma seyrine yapışmış asalak ifadeler değildir. Aksine bizzat kullanımları sayesinde söylemi var ederler (Tatlıcan, 2011: 166). Dolayısıyla, etnometodoloji bağlama gönderimli ifadelerin ve diğer pratik eylemlerin rasyonel özelliklerini, gündelik hayatın düzenli ve ehliyetli pratiklerinin olumsal süregelen icrası olarak araştırmaktadır (Garfinkel, 2014: 29). Bağlama gönderim, dökümanter metot ve refleksivite bir olguyu ya da olayı anlamada önemli sacayakları oluşturmaktadır.

Bağlama gönderimlilik, bir cümlenin hangi şartlar altında dile getirildiğine bakılarak anlaşılabileceğini anlatmaktadır. Bağlama gönderimli olmadan maksat, ifadenin dile getirildiği ortam, metnin ilişkisi ya da konuşan ile dinleyen arasındaki irtibat hakkında bilgi ya da bir ön kestirime sahip olmaktır (Richter, 2013: 187). Dokümanter metot, başkalarının eylemlerini kalıpsal ifadeler olarak görmeyi mümkün kılmaktadır. Bireyler, toplumsal gerçekliği, görünür kalıplar inşa ederek okuyabilir ve böylece birbirlerine aşikar kılarlar. Eylemler bağlama göre sürekli yorumlanırken bağlam da bu eylemler aracılığıyla anlaşılır. Bazı görünümlerin geriye dönük olarak yorumlanmasını; şeyler ve olaylar hakkındaki yargıların değiştirilmesini mümkün kılan bu metottur (Coulon, 2010: 49). Refleksivite ise insanların kendileri ve başkalarının eylemleri ve düşünceleri üzerinde düşünebilmeleri ve bu düşünceler sayesinde davranışlarını gözden geçirip değerlendirebilmeleri yeteneğine verilen addır (Tatlıcan, 2011: 159-160).

Bu üç kavram (refleksivite, bağlama gönderimlilik ve dokümanter metot) kanaat önderi tipinin nasıllığını ve nedenini açıklamada kullanılabilir. Kanaat önderinin içerisinde bulunduğu toplumsal bağlam ona bu bağlamda nerede, nasıl durması konusunda direktifler verirken kanaat önderinin sınırlarını da tayin etmede etkin bir rol üstlenmektedir. Dokümanter metot kanaat önderinin kanaat önderi tipinin “kurumsallaşması” sürecine işaret etmektedir. Böylece her yeni gün ve yeni nesil bu kurumsallaşmış eylem kiplerine karşı nasıl davranması gerektiğini bilebilecek bilgiyi stoklamaktadır. Bu stoklar ve hazır kalıplar gündelik rutinlerin her gün yeniden üretilmesinde devindirici bir güç olmaktadır. Örneğin saygı kavramının

belli kalıpsal temellerde işlemesi bu dokümanlar sayesinde sağlanmaktadır. Son olarak refleksivite, kanaat önderinin kendisi ve toplumsal yapı üzerine sorgulayıcı bir düşünümselliği olanaklı kılmaktadır. Toplumsal kabullerin ontolojik bir sorgulamaya tabi tutulması, kabullerin ve ezberlerin yer yer bozulması bu refleksif tavırla mümkün hale gelecektir.

Coulon’a göre sembolik etkileşimcilik etnometodolojinin bir başka kaynağıdır. Toplumsal semboller dünyası, mevcut dünyayı yorumlamada sürekli olarak inşa edilmesi gereken, müzakereye açık, geçici, kırılgan bir düzen olarak tanımlanmaktadır (Coulon, 2010 14-16). Bu semboller ya da simgeler ortak kabullerin şekillenmesinde dolaşıma sokulan aktörler olmaktadır. Semboller ve simgeler, iletişimsel dünyanın önemli gösterenleridir. “İnsanlar birbirleriyle iletişim kurarak anlaşır ve bir kültür içerisinde bulunanlar işaretleri benzer biçimlerde yorumlarlar. İki veya daha fazla insan için aynı anlamı ifade eden bir jeste anlamlı

simge denir. Anlamlı simgeler, öznelerin hepsinin anlayacağı şeyleri işaret ederler.

Böylelikle çevrelerini oluştururlar” (Richter, 2013: 171).

Sembolik etkileşimcilik, toplumu ve sosyal dokuyu, insanların bireyler, çiftler ve gruplar olarak girdikleri mikro düzeydeki etkileşimler temelinde anlamaya ve açıklamaya çalışmaktadır (Newman, 2013: 22). Sembolik etkileşimcilere göre gerçek sosyolojik bilgiye gündelik etkileşimlerin dolaysız deneyimleri içinde ulaşılabilir. Aktörler toplumsal dünyalarını çevrelerindeki nesneler, insanlar ve sembollere yükledikleri anlamlar aracılığıyla inşa ettiklerinden dolayı, araştırmacı ilk olarak araştırılan aktörlerin bakış açılarını göz önüne almalıdır (Coulon, 2010: 15). Bu akım, nedensel açıklamaya ve değişkenlerin analizci tarafından oluşturulmasına öncelik tanıyan bir araştırma sosyolojisinin karşısına, aktörlerin yorumunu ve görüş açısını ön plana çıkaran bir alan sosyolojisi (Conein, 2011: 657-8) koymaktadır. Aktörlerin kendi dünyalarını inşa ederken hangi sembolleri daha çok ön planda tuttukları ve neleri dışladıkları, toplumun var ettiği kültürel kodları üretmede önemli olmaktadır.

Blumer’e göre sembolik etkileşimcilik aşağıda belirtilen üç önermeye dayanmaktadır:

 İnsanlar şeylere karşı, şeylerin kendilerine ifade ettiği anlamlara göre tavır alırlar.

 Bu anlamlar, birinin muhataplarıyla olan etkileşiminden çıkarsanır.

 Bu anlamlar yorumsal bir süreçte değişime uğrar

Bir nesnenin kişiye, “kendinde” anlam ifade eden bir özellik yoktur (Poloma, 1993: 224). Anlam, kişinin yorum şeması tarafından işlenerek belli bir kıvama getirilir. Nesnenin anlamını belirleyen şey toplumun ya da bireyin o nesneye verdiği anlamın içeriğine göre şekillenmektedir. En nihayetinde toplumda var olan sembollerin toplumun kendisini ifade etmede devreye soktuğu şeyler olduğu hesaba katılırsa bir noktada bu semboller işlevsel bir nitelik de taşımaktadırlar. Örneğin kanaat önderini kanaat önderi yapan şey her ne kadar onun kişiliğinde, yaklaşımında, topluma bakışında anlam bulsa da, kanaat önderinin ve toplumun okunmasında sembollerin önemi yadsınamaz. Saygı, sevgi, korku, güven vb. toplumu bir arada tutmada önemli değerlerin içeriğinin nasıl doldurulduğu sembolik etkileşimin alanına girmektedir. Bu değerlerin sergilenmesinde kullanılan enstrümanlar, semboller dünyasından temin edilmektedir.

Belgede Toplumsal bir tip: Kanaat önderi (sayfa 126-133)