• Sonuç bulunamadı

Taraflar arasındaki husumetin, anlaşmazlığın son bulması, olayın künhüne varabilmiş üçüncü kişilerin müdahil olmasını gerektirebilir. Kavgaları, kan davalarını sulha erdirmek ya da yıpranmış ilişkileri restore etmek için devreye girecek üçüncü kişiler adeta bir tampon mekanizma görevi görmektedirler. Eckhoff’a göre bu, çocuklar arsındaki kavgayı çözen bir ebeveyn olabileceği gibi uluslararası çatışmaları önleyecek bir mahkeme de olabilir. Ayrıca taraflar arasındaki ihtilafların çözülmesinde üçüncü tarafın yani arabulucunun kullanacağı metot önemli olduğu gibi, bu kişinin sorunu çözmede istekli ve liyakatli olması da bir o kadar önemlidir (Eckhoff, 1966:148-150). Orta yolu bulma, barıştırma, diyet ödetme gibi yollarda olayların halline çalışacak bu kişilerin varlığı-işlerin içinden çıkılmaz bir hal almasına yol açabildikleri nadir durumlarda da söz konusu olmakla beraber- ,toplumsal sorunların daha da derinleşmesini önlemede hayatidir.

Dilthey’e göre “verili bir zamanda ve belirli bir topluluk içinde yürürlükte olan hukuku tarihsel olarak kavramak için dış donanımdan yola çıkıp tezahür ettiği unsura, yani toplu iradenin üretip yürürlüğe koyduğu yasal zorunlulukların düşünsel sistemine varmak gerekir” (Dilthey, 2013: 45). Arabuluculuğu var eden şey,

toplumsal dayatmaların getirdiği bir hukuksal zorunluluk olmuştur. Pozitif hukuk kurallarının yetersiz kaldığı ya da yetişemediği yerlerde bu tarz kanalların oluşması, toplumsal düzen açısından gereklilik arz etmektedir.

Haviland ve arkadaşlarına göre ise anlaşmazlıklar temelde iki şekilde sona erdirilebilir. Birincisi müzakeredir. Bu durum tarafların kendi aralarında bir anlaşmaya varabileceklerine işaret etmektedir. Fakat tarafların sorunu ya da sorunları kendi aralarında halledememeleri üçüncü bir kişinin araya girmesini gerektirmektedir ki bu üçüncü kişi, arabulucu olarak adlandırılır. Eğer arabulucu büyük saygı gösterilen bir kişiyse anlaşmada önemli bir aktör olabilir (Haviland vd., 2008: 616). Dolayısıyla arabulucunun toplumdaki yeri, olaylara etki derecesini belirlemektedir. Nitekim arabuluculuğun farklı fraksiyonları mevcuttur.

Robert’e göre en sınırlı arabuluculuk biçimi üçüncü tarafın salt aracı olarak devreye girdiği durumdur. Burada aracının rolü, anlaşmazlık yaşayan iki taraf arasında bir köprü ve iletişim kanalı vazifesi görür ve vazifesi mesaj taşımaktır. Bir başka çözüm biçiminde ise üçünce taraf, kendi çözümlerini bulma konusunda tabir yerindeyse masaya yumruğunu vurmakta ve hükümlerinin uygulanmasını sağlayabilmektedir (Roberts, 2010: 68). Ancak Roberts’in bahsettiği sadece mesaj taşıyan yani elçi vazifesi görenler burada sorunlara neden olabilmektedir. Bu aracılık türü, ifadeleri manipüle de edebilir ve bu kapanması zor sorunlara neden olabilmektedir. Taraflar arasındaki iletişim kopukluğunun aracının manipülatif manevralarıyla daha da berbat olabildiği durumlar vakidir. Nitekim kanaat önderliğinin farklı bir boyutuna dikkatleri çeken İskenderoğlu da makalesinde (2012), eski tabiriyle ulema, modern tabiriyle kanaat önderlerinin her zaman taraflar arasındaki ihtilafların çözümünde olumlu rol oynamadıklarını, bazen ulemanın işleri içinden çıkılamaz hale getirdiği vakalar üzerine düşünmeye çağırıyor bizleri.

Doğu ve Güneyoğu’daki aşiretsel yapılanmanın getirdiği asabiye ve husumet, ilişkilerde önemli bir bağlılık ve gerilim nedeni olabilmektedir. Bu bakımdan bu toplumsal yapı her an gerilimleri doğurabilecek bir içeriğe sahiptir. Nitekim aşiretler arasındaki ilişkiler daha önce de ifade edildiği gibi dost ve düşman söylemi üzerine bina edilmekle kalmamaktadır. Fiiliyatta ilişkiler çoğu zaman böyledir. Bölgede

anlaşmazlıklar ya da kavgalar da eksik kalmamaktadır ve böylesi durumlarda üçüncü şahısların varlığı önemli olmaktadır.

Tezcan’a göre düşman taraflar karşılıklı olarak bu aracılar tarafından barıştırılmaktadırlar. Bu barıştırma komşular tarafından gereçekleştirilebileceği gibi, aile üyelerince de yapılabilir. Ayrıca sözü geçen yaşlı kimseler, önderler ve muhtarlar da barışın sağlanmasında rol oynayabililrler (Tezcan, 1981: 139). Bölge üzerine yaptığı araştırmada Subaşı (2003: 54-5), her iki tarafın saygı duyduğu bir önder (şeyh) arabuluculuk yapmadığı sürece kan davalarının sonsuza dek sürebileceği değerlendirmesinde bulunmaktadır. Bruinessen’e göre (2010: 112) de özellikle kan davaları iki tarafın müzakeresi ile sonuçlanmaz. Barışın gerçekleşmesi için arabuluculara ihtiyaç vardır. Tehdit altındaki taraf öç alması beklenen tarafın da saygı duyduğu kişi ya da kişilerle iletişime geçer. Bu kişinin olayın büyüklüğü nispetinde bir güce sahip olması gerekmektedir yoksa sorunun çözülmesi zorlaşabilir.

Ökten, kan davalarının kendiliğinden çözülemediğini ve bunu herkesin çözemeyeceğini dile getirmektedir. Ona göre (2010: 198-9) “her şeyden önce her iki tarafın da saygı duyduğu, otoritesini kabul ettiği kişi veya kişiler kan davalarında aracı rolü oynayabilirler. Ayrıca aracıların manevi otoriteleri kadar ve belki daha fazla maddi bir güce de sahip olmaları, her iki tarafın da bu güce saygı duymaları beklenir. Çünkü arabuluculuğu üstlenen kişi veya kişiler, iki tarafın da mağdur edilmeyeceği bir barışın teminatı olarak ortada dururlar. Bir yandan kararlaştırılan kan bedelinin, diğer yandan da sağlanan barışın kefili olduklarından, bu konuda yapılacak herhangi bir yanlışın kendilerine yapılmış kabul edileceği bilinir. Bu anlamda sağlanan barışın devamlılığı bir yönüyle aradaki insanların gücüne de bağlıdır. Her iki taraf da verilen sözlere uymayarak aradaki insanların düşmanlığını kazanmaktan çekinir. Dolayısı ile belli güç ve itibar gerektiren arabuluculuk, aynı zamanda bireylere belli bir itibar da kazandırmaktadır. İlke olarak arabuluculuk rolü üstlenenlerin her iki tarafın üstünde bir güce, itibara sahip olması beklenir. Bu yönüyle davalı taraflar arabulucu olarak araya girenlerin iktidarını kabul edecekleri gerekçesiyle tarafsız konumda bulunan kişilerin araya girmesini tercih ederler.”

Kanaat önderleri arabulucu rolünü yerine getirirken “bazı tehditlerde, söz vermelerde ve övgülerde bulunabilir” (Roberts, 2010: 71). Kanaat önderlerinin toplumsal anlamda sahip oldukları itibar ve toplumsal sorunların çözüm mercileri olarak görülmeleri onlara böylesi tasarruflarda bulunma hakkı vermektedir. Netice itibariyle bu önderler, tarafların kendi aralarında halledemedikleri sorunlara müdahil olarak çözmede aktif rol oynarlar. Olay kanaat önderlerine intikal ettikten sonra tarafların artık herhangi bir tasarrufta bulunma yetkileri kalmamaktadır ve kanaat önderlerinin verecekleri hükümlere tabi olmaktadırlar. Kanaat önderlerinin hükümlerinin kabul edilmemesi ise toplumsal anlamda dışlanmanın bir nedeni olarak görülebilmekte, gösterilebilmektedir.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3.1. ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ

Belgede Toplumsal bir tip: Kanaat önderi (sayfa 117-121)