• Sonuç bulunamadı

1.5. Göç Teorileri

2.1.2. Heteredoks İktisat Yaklaşımları

Heterodok İktisat, psikoloji, sosyoloji, antropoloji, siyasi ve tarihi olayları kapsayacak biçimde ekonomiyi bir bütün olarak incelemektedir. Birleşik “Tek bir sosyal ilim” (unfied social science) oluşturulmasını savunmuşlardır. Alman Tarihçi Okulu, Marksist İktisat, Amerikan Kurumcuları ve Post Keynesyenler Heteredoks İktisatın önemli temsilcilerindendir (Savaş, 2007: 13-14).

Tarihçi okul, Klasik İktisatçıları daha çok kullandıkları yöntem konusunda eleştirmişlerdir. Tarihçi okul, Klasik iktisatçıların; “Belirli bir toplumun herhangi bir zamandaki ekonomik ve toplumsal yapısını inceleyerek geliştirdikleri teorilerinin, her toplum için ve her zaman geçerli olduğunu öne sürmeleri” konusunu hata olarak görmektedir. Tarihçi okul, insanların her zaman ve her yerde aynı olmadığını; diğer taraftan toplumların da farklı sosyal, hukuksal ve ekonomik yapılarının olduğunu ileri sürmektedir (Parasız ve Özer, 2005: 19).

Kurumsal İktisat (Institutional Economics) ise, entelektüel temelleri Thorstein Veblen ve John R. Commons tarafından atılan ve zaman içinde çok geniş bir düşünce yelpazesini kapsamış öğretinin adı olarak nitelendirilmektedir. Kurumsal iktisadın asıl üzerinde odaklandığı alanın kurum9 kavramında yattığı bilinmektedir. “Kurumlar bir

toplumda oyunun kuralları ya da daha resmi bir dille insan etkileşimini düzenleyen ve yine insanlar tarafından biçimlendirilmiş sınırlamalar topluluğudur. Kurumlar, insanların siyasi, sosyal ya da ekonomik etkileşim önceliklerini oluşturmaktadırlar” (Aktan vd., 2010: 38).

9 Bir düşünce alanı olarak kurum; “Bireysel hareketin kontrolünde söz konusu olan kolektif hareket”

olarak tanımlanmaktadır (Parasız ve Özer, 2005: 20). Kurumcu okul, ekonomik yaşamda kurumların önemini dikkat çekmiştir. Bir kurum sadece, belli bir amaçla oluşturulmuş bir kuruluştan, örneğin bir okul, bir hapishane, bir sendika veya bir merkez bankasından ibaret değildir. Onlara göre, kurum bir “Düşünce alışkanlığı” ve organize olmuş ve bir kültürün belli bir parçası olarak benimsenmiş bir grupsal davranış biçimidir. Bu nedenle kurum kavramı sadece yukarıda sayılan kuruluşları değil, aynı zamanda gelenekleri, sosyal alışkanlıkları, yasaları, düşünce biçimlerini ve yaşam biçimlerini de kapsamaktadır (Savaş, 2007: 647).

İktisadi düşüncede kurumculuk, iktisadi sistemlerin temelini bireylerin değil, kurumların oluşturduğunu ve bireylerin bu kurumların etkisinden bağımsız olarak ele alınamayacağını savunan yaklaşımların genel adıdır. Kurumcu iktisat, 19. yy sonunda Neo Klasik iktisadın sınırlılığına bir tepki olarak ABD’de biçimlenmiştir (Lordoğlu vd., 1999: 64). Amerikan kurumcularına göre, ekonomik olaylar doğup geliştiği çevrede anlaşılabilmektedir. Örneğin yeni mülkiyet ve anonim şirket biçimleri, kurumlar kadrosunda ele alınmaktadır (Özgüven, 2005: 222). Amerikan kurumcularından olan Veblen, 19. yy sonlarına doğru ekonomik ve sosyal dönüşümleri görmüştür. Onun analizlerinin temelinde kurumlardaki gelişmenin artmasıdır. Veblen analizlerinde toplumla ilişkileri yeniden açıklamıştır. Bir başka deyişle ekonomik teorilerden çok sosyal teoriler açısından kapitalist sistemdeki yapıyı sunmuştur (Bowen ve Tutan, 2006: 122).

North (1991: 98), kurumsal yapıda, etkin ve çok önemli parçalarının ekonomik ve politik kurumlardan oluştuğunu savunmaktadır. Kurumlar, insan ilişkilerinin yapısını düzenlemek için insanlar üzerinde bir takım kısıtlamalar içermektedir. Bu kısıtlamalar; kurallar, yasalar gibi resmi ve davranış, ahlak, kendine dayatılan davranış kodları gibi gayri resmi kısıtlamalardan oluşmaktadır. Her ikisi birlikte toplumun ve ekonominin yapısını belirlemektedir (North, 1994: 360).

İşgücü piyasalarını ekonomik olduğu kadar kültürel kurumlar olarak da gören kurumcu yaklaşım, erkek işi/kadın işi ayrımını da toplumsal roller etrafında değerlendirmektedir (Lordoğlu ve Özkaplan, 2007: 236). Ayrıca kurumcu yaklaşım işgücü piyasalarının esnek olmadığını, tekelci firmaların ve kurumsal düzenlemelerin engelleriyle bazı işçi gruplarının daha düşük koşullardaki işlerde çalışmak zorunda kalabileceğinden söz etmektedir (Palaz, 2002: 97). Dolayısıyla işgücü piyasasında engellere maruz kalan işçi gruplarının çoğunu toplumsal rolleri gereği kadınlar oluşturmaktadır. Kurumcu iktisat içinde yer alan bir takım yaklaşımlar aşağıdaki başlıklarla sınıflandırılmaktadır. Yaklaşımların çıkış noktası daha çok kadınlardan oluşmakta ve yaklaşımlarda kadın emeğinin konumlandırılmasına değinilmektedir.

2.1.2.1. İkili Rol Yaklaşımı

1956 yılında Alva Myrdal ve Viala Klein’in “Women’s Two Roles” adlı eseri bu teorinin gelişmesinde önemli bir katkı sağlamıştır. Teoride; aile hayatını zedelemeden kadını işgücü piyasasına çekmenin yolları incelenmiş, kadının ev kadını ve çalışan

kadın rolleri arasındaki geriliminin nasıl giderilebileceği üzerinde durulmuştur (Büyüknalbant; 2009: 24).

İkili Rol Yaklaşımı aileyi esas alarak ücretli kadının, işgücü piyasasındaki yerini açıklamaya çalışmaktadır. Yaklaşım aile içinde kadın-erkek üzerinde durmuş, kadının işgücü piyasasına girmesi ile aile içinde değişen konumunu incelemektedir. Kadın emeğinin ucuz ve güvencesiz işlerde ve kötü koşullardaki istihdamının nedeni; eğitim, beceri düzeyi gibi faktörler değil; evle ücretli iş arasındaki çelişkiden kaynaklanmaktadır. Kadının evdeki tüm sorumluluklarının devam etmesi ve işteki çalışma biçimlerini ve saatlerini aile hayatına uyumlu bir biçimde düzenlemeye çalışması, kadını emek piyasasında dezavantajlı konuma getirmektedir (Duruoğlu, 2007: 68). Yaklaşıma göre, kadının çalışması aile bütçesine yardım nitelikli olursa ve kadının çalışmasına evsel hayatından daha az öncelik verilirse sorun çözümlenmektedir (Erbay ve Tuncay, 2006: 29).

2.1.2.2. Tabakalı İşgücü Piyasaları

Neo-Klasik İktisat, emek verimliliklerindeki farklılıkların kadın-erkek ücret farklılığını ve kadın-erkek mesleki dağılımındaki farklılığı etkilediğini ve işgücü piyasasındaki kurumsal aksaklıkların tabakalaşma sürecinde etkili olduğunu ileri sürmektedir. Ortodoks Kuram’a tepki olarak gelişen Tabakalı İşgücü Piyasaları Teorisi ise ücret farklılıklarını talep yönlü incelemektedir. Teoride firma ve endüstrilerdeki işlerdeki verimlilik farklarının, işçilerin verimlilik farklarından daha büyük olduğu kabul edilmektedir. Kurumsal ve toplumsal faktörleri piyasa aksaklığı olarak değerlendirmemektedir. İşgücü piyasalarının tabakalı yapıda olmaları, gelir dağılımı, işsizlik ve ayrımcılık gibi sorunların kaynağını oluşturmaktadır. Tabakalı işgücü piyasalarının en önemli ayağını ise İkili İşgücü Piyasaları temsil etmektedir (Lordoğlu ve Özkaplan, 2007: 102). İkili İşgücü Piyasaları teoremi, 1960’lı yılların sonunda ABD’de özellikle zencilerin iş piyasasındaki işsizlik, yoksulluk gibi olumsuz koşullarını açıklamak için geliştirilmiştir ve kurumcu iktisat içinde yer almaktadır (Biçerli, 2014: 271).

Tabakalı İşgücü Piyasası’nda ekonominin gelişmiş ve gelişmemiş tabakalardan oluştuğu görülmektedir. İşgücü piyasasında; istikrarlı ve iyi ücret ödenen “iyi işler” in olduğu birincil alan ve istikrarsız ve kötü ücret ödenen “kötü işler”in olduğu ikincil bir alan biçiminde bölümlenmenin olduğu kabul edilmektedir (Uyanık, 2003: 13). İşgücü piyasasının birincil ve ikincil olarak iki parçaya bölen tabakalı işgücü piyasası teorisine

göre, birincil işgücü piyasasında yüksek ücret, iyi çalışma koşulları, istikrarlı istihdam ve iş güvenliği bulunmaktadır. İkincil işgücü piyasasında ise düşük ücret, düşük statü, uygunsuz ve kötü çalışma koşulları, terfi gibi olanakların bulunmadığı bir yapı söz konusu olmaktadır (Uyanık, 1999: 2). Birincil sektör için; kurumsallaşmış işletmelerde beya ve mavi yakalı çalışanlar, kamuda kadrolu çalışanlar, sendikalı olan işletmelerde çalışanlar örnek olarak verilebilir. İkincil sektör için ise; özelde küçük işletmelerde çalışanlar, kamuda sözleşmeli ya da geçici çalışanlar, sendikalı olmayan işletmelerde çalışanlar örnek gösterilebilmektedir (Kumaş ve Çağlar, 2017: 59).

Yaklaşıma göre kadınlar genellikle emek yoğun olan ve düşük ücretli işlerde; erkekler ise yüksek statülü ve yüksek ücretli birincil işlerde istihdam edilmektedir. İşveren açısından kadın işgücü, kadınların toplumsal konumları, nitelikleri, dayanışma noksanlıkları gibi gerekçelerle ikincil işgücü olarak görülmektedir. İşgücü piyasasındaki bölümlemeler hem yatay, hem de dikey olabilmektedir. Kuramın odak noktasını kadın ve erkek meslekleri arasındaki ücret faklılıkları oluşturmaktadır (Büyüknalbant, 2009: 25). Başka bir açıdan ise işgücü piyasalarında ikili yapıların ortaya çıkmasında, kadınların işgücüne katılımlarının artması ve göç olayının yaygınlaşması önemli nedenleri oluşturmaktadır. İkili işgücü piyasalarının daha da görünür duruma gelmesinde hem kadın işgücünün hem de göçmen işçilerin marjinal işlerde çalışması etkili olmuştur (Ataman, 2014: 110).

2.1.2.3. İstatiksel Ayrımcılık Modeli

Birçok ekonomik ayrımcılık analizleri, Edmund Phelps (1972) ve Kenneth Arrow (1973) sonrasında Duygusal Ayrımcılık Modeli’nden ziyade İstatiksel Ayrımcılık Modeli’ne odaklanmıştır. İstatiksel Ayrımcılık modeli, firmaların iş başvurusu yapanlar hakkında sınırlı bilgiye sahip olduklarını belirtmektedir. Model, başvuranlardan beklenen verimliliği anlayabilmek için yaş ve cinsiyet gibi kolay anlaşılabilir veriler içermektedir (Autor, 2003: 7).

Ekonomik ayrımcılığı, standart Neo-Klasik Ekonomik modellere göre açıklamanın zor olduğunu ifade eden Aigner ve Cain (2002: 175), modeli açıklamaya çalışırken siyah-beyaz, kadın-erkek arasındaki ücret ve kazanç farklılıkları keskin bir duruş sergilediğini belirtmektedirler. Değerlendirmeler, bireysel verimliliğe yönelik yapılmaya çalışılsa da söz konusu durum geçerliliğini hala sürdürmektedir.

Ataman (2014: 121)’a göre “İşgücü piyasasında ayrımcılık önyargı olmadan da ortaya çıkmaktadır. İşveren iş başvuruları arasında bir istatistik yaparak üretkenlik ve

meslek gibi konularda kişisel özellikleri çıkarmaktadır. Eğer kişi gruba uyum sağlamıyorsa önyargı olmasa dahi istatistiksel olarak dışarıda kalmaktadır.” Uzun dönemli çalışma ilişkileri kurmak isteyen işveren, iş başvurusu yapan adayların ırk, cinsiyet gibi faktörleri de göz önüne almaktadır. Başvuran adayların her birinin becerisini ve üretkenliğini test etmek pahalı bir işlem olabileceği gibi belirsiz sonuçlar da verebilmektedir. Dolayısıyla işverenler adayları gruba göre değerlendirerek, karakteri hakkında varsayımlarda bulunmaktadır. Kadınların bir süre sonra işi bırakma eğiliminin yüksek olduğunu ya da farklı ırka mensup bireylerin güvenilmez olduğunu düşünen işveren, kadınlara ve farklı ırktaki bireylere daha düşük ücret ödemeyi istemektedir (Lordoğlu ve Özkaplan, 2007: 239).

Ayrımcılığın istatistiksel teorileri, bireysel ayrımcılığı açıklayabilmekte; fakat grup ayrımcılığını açıklamada yetersiz kalmaktadır. Genelde kadınların erkeklerden daha düşük ücret alması istatiksel ayrımcılık sonucu değildir. İstatiksel ayrımcılık, eşit üretkenliğe sahip kadın ve erkek çalışanların farklı ücret alabilme nedenlerini açıklayabilmektedir (Yamak ve Topbaş, 2004: 145).

2.1.2.4. Marksist ve Sosyalist Yaklaşım

Karl Marx ve Friedrich Engels ‘Bilimsel Sosyalizm’ olarak bilinen ‘Marksist Sosyalizmi’ ortaya koyan düşünürlerdir. Marksist düşüncenin temelinde sınıfsız bir toplum yaratma fikri bulunmaktadır. Böylelikle bir sınıfın başka bir sınıfın hakimiyeti altına girmesi gibi durumların söz konusu olamayacağı düşünülmektedir. Bu toplumsal düzende, her bireyin özgür ve eşit olduğu bir sistem oluşturulması beklenmektedir (Tokol ve Alper, 2013: 29).

“Sosyalizm, genel olarak, kolektif veya sosyal mülkiyeti, özel mülkiyete tercih etmek isteyen fikir hareketidir. Sosyalizm, sosyal haksızlıklara karşı bir tepki ve tarihsel bir aşama olarak da tanımlanabilmektedir” (Özgüven, 2005: 143). Diğer yandan sosyalizm ile marksizmin kesiştiği noktada gelişen Sosyalist Evrim Kuramı’na göre insanlığın, sürecin sonunda “herkesin ihtiyaçlara göre pay alması” ve “herkese emeğinin karşılığına göre pay verilmesi” biçiminde iki temel ilkeye dayanan sosyalist bir sisteme ulaşacağı belirtilmektedir (Sezgül, 2010: 234). Bu noktada Marksist ve sosyalist yaklaşımların her ikisinde de söz konusu toplumsal düzende kadınlara ve kadın emeğine eşitçi bir yaklaşımdan bahsedildiği görülmektedir. Diğer taraftan Lenin (2008: 221) de kadının gerçek özgürleşmesini sosyalizme bağlamaktadır. Ev işletmeciliğinin

küçük işlerinin, sosyalist büyük ekonomiye dönüştürülmeye başlandığında kadının gerçek özgürleşmesinin gerçekleşeceğini savunmaktadır.

Sosyalist sistemin en köklü eleştirdiği sistemlerden biri kapitalist sistemdir ve sistemin kadını konumlandırdığı biçimi de eleştirmektedir. Kapitalist sistem tarafından çıkarları için emek arz ve talep arasındaki dengesizliğin biçimlendirilmesi yedek işgücü ordusunun özünü oluşturmaktadır. Kapitalist sistem işçilere işlerini kaybetme korkusu yaratarak maliyetlerini azaltma amacını yedek işgücü ordusu aracılığıyla yapmaktadır. Kapitalist sistem işçilerin bu korkularını kullanarak yedek işgücü ordusunu sömürü aracı haline getirmektedir. Marx’a göre emeğin sömürülmesi ile yedek işgücü arasında çok yakın bir ilişki bulunmaktadır (Omay, 2011: 139 – 140).

Kadınların da aile koruyucu rolü gereği işten çıkarılmaları fazla tepkiye yol açmayacağı için en iyi yedek işgücü ordusunu oluşturduğu düşünülmektedir (Büyüknalbant, 2009: 25).

Marksist analizde, emek tarihiyle ilgili olarak, kadın kültüründen çok üretimdeki kadın emeği üzerindeki erkek denetimini gündeme almıştır (Davidoff, 2009: 102). Sosyalizm yalnızca işçi sınıfını kapitalist sömürüden uzaklaştırmayı amaçlamamaktadır. Tüm toplumsal iktidar biçimlerini, ezilenlerin katılımıyla kapitalizmi ortadan kaldırmayı, yalnızca üretim ilişkilerini değil yeniden üretim ilişkilerini de dönüştürmeyi hedeflemektedir. Böylece sosyalizmin gerçekleştirdiği dönüşümün kadının lehine sonuçlar doğuracağı değerlendirilmektedir (Özbudun ve Sarı, 2007: 117).