• Sonuç bulunamadı

3.1. KRONİK BÖBREK YETMEZLİĞİNİN TANIMI VE TEDAVİ

3.1.3. HEMODİYALİZ

3.1.3.3. Hemodiyaliz Tedavisi Alan Hastalarda Rol Değişimi

Hasta kişi sosyolojik olarak ele alındığında, fert olarak toplumun bir üyesi konumundadır. Hastalanmadan önce sosyal sistem içerisinde belirli rol ve görevlere sahip olan bireylerin, hastalandıktan sonra sosyal ilişkileri daralmakta, rol ve görevlerinde sorumsuzlukları artmaktadır. Bu nedenle hastalık, sağlığın zıddı olarak

insanlar arası sosyal ilişkilerin azalması, hastanın sosyal statüsünde işgal ettiği rol ve görevleri ifa edememesi ve kendi iradesi dışında, başka bir deyişle kendi hatası olmadan bir sorumsuzluk ortamında yaşamasına neden olmaktadır. Kişiler hastalandıktan sonra belirli faktörlerin etkisi altında kalarak sağlıklı durumlarındaki sosyal yetkilerini kullanamaz hale gelirler. Ancak iyileşme neticesinde tekrar eski konumlarına da dönebilme imkânları bulabilmektedirler (Türkdoğan, 2006: 18).

Bireylerin hastalanmaları sonucunda eski statülerinin getirmiş olduğu rolleri yerine getirmesine engel olan hastalıklardan birisi de kronik böbrek yetmezliğidir. Kronik böbrek yetmezliğinin tedavisinde kullanılan yöntemler organ nakli, periton diyalizi ve hemodiyalizdir. Hemodiyalize bağlı olarak yaşayan hastalar, toplumsal rollerini yerine getirme konusunda çeşitli problemlerle karşılaşmaktadırlar.

Hemodiyaliz hastaları tedavi almaya başladığı ilk dönemlerde fiziksel sorunlara bağlı olarak sağlık algılamalarında problemler yaşamakta ve toplumsal rollerini sergilemekte güçlüklerle karşılaşmaktadırlar. Uzun dönemde ise fiziksel işlevlerde ve sağlık algılamasında bozuklukla birlikte fiziksel ve duygusal problemlere bağlı olarak rol güçlükleri de ortaya çıkmaktadır (Göker, 2008: 15).

Rol dediğimizde aklımıza annelik- babalık, arkadaşlık ve dostluk, cinsel açıdan karı ve koca rolleri, evlatlık rolü, iş ve mesleki roller, öğrencilik rolleri, günlük kişisel bakım rolleri, dini roller gibi pek çok toplumsal rol aklımıza gelmektedir. Kronik böbrek yetmezliği tedavisi gören hemodiyaliz hastaları, hastalanmadan önceki yaşamlarına göre bu tür rollerini sergileme düzeyinde değişim yaşamaktadırlar.

Hemodiyaliz tedavisi gören hastalar daha önce değinildiği gibi fiziksel, psikolojik ve sosyal açıdan birçok problemle karşı karşıya kalmaktadır. Ancak bu sıkıntılarla yaşayan sadece hasta bireyin kendisi değildir. Hastanın bakımını üstlenen kimseler (ki bunlar genellikle aileleridir), birçok problem yaşamaktadırlar. En yaygın olarak görülen problemler, fiziksel, psikolojik, emosyonel, sosyal ve mali problemler olmakla birlikte, yorgunluk, sosyal izolasyon, kişiler arası iletişimdeki problemler de sıklıkla görülmektedir (A. İlaslan, 2009: 20).

Hemodiyaliz uygulaması, hastaların tıbbi ve psikolojik durumu ve bunlara uyumu dışında da tüm yaşantısına etki etmektedir. Birçok hasta eski işine geri dönememekte ve yine birçok hastanın aile içi ilişkileri ve rolleri değişmektedir. Aile dinamikleri ve ev içindeki sosyal ortamın kültürel yapısı, hastanın ilişkilerini ve beklentilerini etkilemektedir. Eşe bağımlılığın artması ve hastanın değişen rollerine uyum sağlaması yeni sorunları beraberinde getirmektedir. Birçok erkek hasta için evde eskisinden daha fazla zaman geçirmesi ve ev içi işlerle daha fazla meşgul olması kaygı yaratmaktadır (Küçük, 2005: 169).

Hemodiyaliz hastalarını aileleri açısından ele aldığımızda, sağlıklı aile üyelerinin de rollerini olumsuz etkilediğini, yaşam düzenlerini ve ruhsal durumlarını da bozduğu görülmektedir. Özellikle aile reisi konumunda bulunan babanın ya da annenin uzun süre hastalanması, ailenin ekonomisinin kötüye gitmesine, küçük çocukların bakımsız kalmasına neden olmakta, diğerinin okuldaki başarısını ya da iş yerindeki çalışma performansını kötü yönde etkilemektedir (D. Hacımusalar, 2005: 10). Bütün bunların sonucu olarak da aile içi dengeler yeni bir hal almaktadır.

Yapılan çeşitli araştırmalarda kronik böbrek hastalarına en büyük desteği veren grubun aileleri olduğu sonucuna varılmıştır. KBY hastaları da en çok ailelerini etkilemektedirler. KBY hastalığına sahip bir hasta bulunan bir ailenin yapısı, hasta olmayan süreçtekinden farklı bir yapıya bürünmektedir. Hastanın hastalık sürecindeki her değişim ailesini de etkilemektedir. Aile içi uyum, iletişime, ailenin gelişim evresine, kültürel yapıya, inançlara, ekonomik duruma ve teknolojiden yararlanmaya kadar pek çok faktörden etkilenmektedir (Aydemir vd., 2002: 30-31; Gordon ve Edwards, 1997: 274). Foucault’ya göre de hastalığın ve yaşamın doğal mekânı ailedir, içten bakımın yumuşaklığı, bağlılık gösterilmesi ve herkesin hastanın iyileşmesi konusundaki arzusu hastalığın yenilmesi açısından son derecede önemlidir. Hastanın en doğal, en ilksel, yapı olarak en sağlam, hem kendi içine dönük hem de tamamen saydam, hastalığın kendisi ile baş başa kalınan yer aile ocağıdır (Foucault, 2002: 34).

Gürbüz’ün 2009’da Kayseri’de diyalize giren çocuklar ve ebeveynleri üzerine yaptığı araştırma, aile kurumunun hasta açısından önemini bir kez daha ortaya

koymaktadır. Yapılan çalışmada hastanın bakıcı rolünün %67. 3 oranında anneler tarafından üstlenildiği ortaya konulmuştur. Annenin refakatçi olarak kaldığı durumlarda diğer çocukların bakımı ve ev işleri rolünün anneanne, babaanne, hala gibi yakın akrabalar tarafından yürütüldüğü bildirilmektedir (Gürbüz, 2009: 33). Görüldüğü üzere hastalık durumunda aile arasında bir bütünleşme ortaya çıkmaktadır.

Diğer kronik hastalıklarda görüldüğü gibi kronik böbrek yetmezliğinde de ortaya çıkan ağrı, yorgunluk ve sosyal etkinliklerden uzaklaşma kişilerin iş, aile ve sosyal yaşamlarında rol değişimine neden olmaktadır (Kocaman, 2008: 143). Bu rollerini kendi başlarına yerine getiremeyen hastalar ise depresyon ve kontrolü yitirme korkusuyla yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadırlar.

Diyaliz hastalarının üçte ikisi, hastalıklarından önceki iş yaşamına dönememektedir. Hastaların iş yaşamına dönmesi sosyoekonomik durumlarına ve çalıştıkları iş koluna bağlıdır. Örneğin tamamen fiziksel güce dayalı bir işte çalışan işçiye göre, bir öğretmenin işe dönme olasılığı daha fazladır. Erkeklik kavramını doğrudan doğruya yaptıkları işle bağlantılı olarak düşünen erkek hastaların yaşadığı iş kaybı, psikolojilerini olumsuz yönde etkilemektedir (Levy, 1997: 370). Bu sebeple hastalıktan kaynaklanan iş kaybının kadınlardan çok erkekleri etkilediği söylenebilir. Normal iş yaşamına dönmek veya rutin olarak iş yaşamını sürdürmek, diyaliz hastaları için sadece ekonomik değil, aynı zamanda psikolojik bir ihtiyaçtır. Bu konu ile ilgili olarak Bakioğlu’nun yaptığı çalışmada (Y. Bakioğlu, 1995: 72) diyaliz hastalarının %60’ının yarım ya da tam gün iş yaşamına geri dönebileceği, evde tedavi görenlerde de bu oranın %80’e çıkacağını söylemiştir. Ki bu hastaların %20’si zaten emeklilik yaşına gelmiştir.