• Sonuç bulunamadı

Tablo 5.2.1. Hastaların Hayatlarından Memnuniyet Düzeyleri

Memnuniyet Düzeyi Sayı Yüzde Çok Memnunum 43 10,2

Memnunum 329 78,0 Memnun Değilim 35 8,3 Hiç Memnun Değilim 15 3,6 Toplam 422 100,0

Örneklem grubunun hayattan memnuniyet durumuna ilişkin alınan verilere göre, %10,2 oranıyla 43 kişi hayatından çok memnun, %78 oranıyla 329 kişi hayatından memnun, % 8,3oranıyla 35 kişi hayatından memnun değil ve %3,6 oranıyla 15 kişi hayatından hiç memnun değildir. Bu veriler ışığında örneklemimize dâhil olan HD tedavisi alan KBY hastaları genel olarak hayatlarından memnun görünmektedirler.

Hastaların hayatlarından memnun olmaları, hastalıklarına uyum sağladıklarının bir göstergesidir. Hastalığına uyum sağlayan hastalar ise tedavi süreçlerine önemli katkılarda bulunacaklardır.

Tablo 5.2.2. Hastaların Kendilerini Bedensel Engelli/Özürlü Hissetme Durumları

Verilen Cevaplar Sayı Yüzde Geçerli Yüzde Tamamen 32 7,5 7,7 Kısmen 153 36,3 37,1 Hiç 227 53,8 55,1 Toplam 412 97,6 100,0 Cevapsız 10 2,4 Toplam 422 100,0

Ankete katılan deneklerin, kendilerini bedensel engelli/özürlü hissetme durumlarına ilişkin sorulan soruya % 2,4 oranla 10 kişi cevap vermemiştir. Geriye kalan 412 hastadan % 7,7 oranla 32 kişi kedisini tamamen engelli/özürlü olarak hissettiğini, % 37,1 oranla 153 kişi kendisini kısmen engelli/özürlü hissettiğini, %55,1 oranla 227 kişi ise hiç engelli ya da özürlü hissetmediğini ifade etmiştir.

Verilere baktığımızda hastaların daha çok (%55,1) engelli ya da özürlü hissetmediğini belirtse de yine de önemli bir kısmın (%44,8) kendisini kısmen veya tamamen özürlü/engelli olarak hissettiğini görmekteyiz.

Parsons’un hasta rolü kavramında hastalar tekrar sağlıklı günlere dönebilmeleri ve Goffman’ın damga kuramında damgalanmış kişilerin sosyal kimliklerini tekrar kazanabilmeleri için öncelikle içinde bulundukları durumu kabullenmeleri gerekmektedir. Hasta olduğunu kabullenmeyen birisi sağlığına kavuşmak için çaba göstermez, bu yüzden Parsons’a göre hasta rolünü kabullenmeyen kişi sapkındır. Yine Goffman’a göre damgalanmış kişilerin sosyal kimliklerine sahip olmaları için öncelikle kendilerinin damgalanmış olduğunu kabul etmeleri gerekmektedir. Böylece diğer kişilerle daha iyi bir şekilde ilişki kurarak bir telafi süreci içerisine girerler. Yaptığımız çalışmada hastaların yaklaşık yarısının kendisini tam veya kısmen engelli

ya da özürlü olarak hissettiğini görmekteyiz. Bu sonuç Parsons ve Goffman’ın kuramlarıyla paralellik göstermektedir. Ancak kendisini sürekli olarak bu şekilde gören kişiler toplumsal rollerinden ya da toplumsal ilişkilerden tamamen çekilirse problemlerle karşı karşıya kalırlar. Çünkü bu durumu kabul ettikten sonraki aşamada hastalar, engele neden olan bu durumu aşmak ya da etkilerini en az duruma getirmek zorundadırlar. Böylece ellerinden geldiğince toplumsal rollerini yerine getirmeye başlarlar ve geliştirdikleri toplumsal ilişkiler neticesinde sosyal kimliklerini yeniden kazanırlar.

Tablo 5.2.3. Hastaların, Diyaliz Makinesine Bağlı Oldukları İçin Kendilerini Diğer İnsanlara Göre Nasıl Değerlendirdikleri

Kendini Nasıl Değerlendirdiği Sayı Yüzde Kendimi Onlardan Eksik Görüyorum 147 34,8

Hiçbir Eksiklik Hissetmiyorum 185 43,8 Kendimi Diğer İnsanlarla Kıyaslamam 52 12,3 Fikrim Yok, Bunu Hiç Düşünmedim 38 9,0

Toplam 422 100,0

Örneklemi oluşturan HD tedavisi gören KBY hastalarına yöneltilen, diyaliz makinesine bağlı olmalarından dolayı kendilerini diğer insanlara göre nasıl değerlendirdiğine ilişkin soruya deneklerden %34,8 oranıyla 147 kişi kendini diğer insanlardan eksik gördüğünü, % 43,8 oranla 185 kişi kendisinde hiçbir eksiklik hissetmediğini, % 12,3 oranla 52 kişi kendisini diğer insanlarla kıyaslamadığını ve %9 oranla 38 kişi bu konuda hiçbir fikri olmadığını, daha önce hiç düşünmediğini belirtmiştir.

HD tedavisi ile yaşamlarını sürdüren kronik hastalığa sahip kişiler bir taraftan fizyolojik rahatsızlıklar, bir taraftan psikolojik ve diğer yandan sosyal problemler yaşamaları kendilerini algılama biçimlerini değiştirmektedir. Goffman’ın damga kuramında damgalanan kişilerin bu durumla baş edebilmek için öncelikle

damgalarını kabul ettiklerini görmekteyiz. Yani herhangi bir konuda eksikliğe sahip olan hasta bu durumuyla baş edebilmek için öncelikle bu eksikliği kabul etmelidir. Bu kuramla bağlantılı olarak ankete katılan hastalar çoğunlukla (%43,8) eksiklik hissetmediğini söylese de, bir kısmının (%34,8) kendisini diğer insanlardan eksik hissettiğini görmekteyiz. Ancak bu eksik hissetme iyi anlamda olduğu kadar, hasta psikolojisini kötü yönde etkileyerek çeşitli olumsuzluklara da neden olabilmektedir. Eksikliği hisseden ve eksikliğini tamamlamak için mücadele eden kişilerde olumu sonuçlar çıkabilirken, eksikliği kabul eden ancak bunu telafi etmek herhangi bir çaba harcamayarak hayata küsen kişiler için olumsuz etkilerde bulunabileceği söylenebilir.

Tablo 5.2.4. Hastaların, Hastalıklarını Doktorların Söylediği Tıbbi Nedenler Dışında Hangi Nedenlere Bağladıkları

Bağladığı Nedenler Sayı Yüzde Yanlış Beslenme 7 1,7 Bilgisizlik ve Cehalet 14 3,3 Allah’ın Takdiri ve İmtihanı 131 31 Ailemin İlgisizliği ve Hataları 3 0,7 Yoksulluk ve Fakirlik 8 1,9 Ülkemizdeki Yanlış Sağlık Politikası ve

İnsana Değer Verilmemesi 13 3,1 Kalıtımsal Olduğunu Düşünüyorum 29 6,9

Tamamen Kendi Hatalarımdan

Kaynaklandığını Düşünüyorum 49 11,6 Tıbbı Gerekçeler Dışında Her Hangi Bir

Nedene Bağlamıyorum 168 39,8 Toplam 422 100,0

Anketimize katılan HD tedavisi gören KBY hastalarının, hastalıklarını tıbbi nedenler dışında neye dayandırdıklarına ilişkin verilere baktığımızda, %1,7 oranla 7 kişinin yanlış beslenmeye, % 3,3 oranla 14 kişinin bilgisizlik ve cehalete, % 31 oranla 131 kişinin Allah’ın takdiri ve imtihanına, %0,7 oranla 3 kişinin ailesinin ilgisizliğine ve hatalarına, % 1,9 oranında 8 kişinin yoksulluk ve fakirliğe, % 3,1 oranla 13 kişinin ülkemizdeki yanlış sağlık politikası ve insana değer verilmemesine, %6,9 oranla 29 kişinin kalıtımsal olduğuna, % 11,6 oranla 49 kişinin tamamen kendi hatalarından kaynaklandığına, %39,8 oranla 168 kişinin ise tıbbi gerekçeler dışında herhangi bir nedene bağlamadığını görmekteyiz.

Modern tıpta hastalıkların nedeni tıbbi gerekçelere dayandırılmaktadır. Bu nedenle ankete katılan hastaların hastalıklarının nedenleri bakımından modern tıbbı öncelikli tuttukları söylenebilir. İkinci olarak ise din kurumu ön plandadır. Çünkü hastalar hastalıkların nedenini Allah’ın takdiri ve imtihanı şeklinde görmektedirler. Bu durum aynı zamanda bizlere geleneksel bir yapıyı da göstermektedir. Çünkü modern insanlardan hastalıklarını Allah’ın takdiri ve imtihanına dayandırması değil, tıbbi gerekçelere dayandırması beklenir. Bu nedenle hastaların bir taraftan modern, diğer taraftan ise geleneksel bir yapıda oldukları görülmektedir.

Tablo 5.2.5. Hastaların, Hastalıklarına Neden Olarak Kimleri ve Neleri Sorumlu Tuttuğu

Neyi ve Kimi Sorumlu Tuttuğu Sayı Yüzde Ailemi ve Yakınlarımı Sorumlu Tutuyorum 12 2,8

Kendimi Sorumlu Tutuyorum 30 7,1 Ülke Yönetimini ve Yanlış Sağlık Politikalarını Sorumlu

Tutuyorum 11 2,6

Eğitim Kurumlarını ve Öğretmenleri Sorumlu Tutuyorum 1 0,2 İş ve Mesleğimi Sorumlu Tutuyorum 2 0,5 Allah’ın Takdiri ve Kaderim Olarak Algılıyorum 109 25,8

Kimseyi Sorumlu Tutmuyorum 231 54,7 Ailemi, Yakınlarımı ve Kendimi Sorumlu Tutuyorum 1 0,2

Ailemi, Yakınlarımı Sorumlu Tutuyorum ve Aynı Zamanda da Allah’ın Takdiri ve İmtihanı Olarak

Düşünüyorum

1 0,2 İş ve Mesleki Yaşantımla Kendimi Sorumlu Tutuyorum 1 0,2 Ülke Yönetimini ve Yanlış Sağlık Politikalarının Dışında

Allah’ın Takdiri ve İmtihanı Olarak Düşünüyorum 1 0,2 Allah’ın Takdiri ve Kaderim Dışında Hiç Kimseyi

Sorumlu Tutmuyorum 22 5,2

Toplam 422 100,0

Örnekleme alınan deneklerin hastalıklarına ilişkin olarak kimleri ve neleri sorumlu tuttuklarına ilişkin olarak, %2,8 oranında 12 kişinin ailesini ve yakınlarını sorumlu tuttuğunu, %7,1 oranla 30 kişinin kendisini, %2,6 oranla 11 kişinin ülke yönetimi ve yanlış sağlık politikalarını, % 0,2 oranla 1 kişinin eğitim kurumlarını ve öğretmenleri, %0,5 oranla 2 kişinin iş ve mesleğini sorumlu tuttuğunu, %25,8 oranla 109 kişinin hastalığını Allah’ın takdiri ve kaderi olarak algıladığını, %54,7 oranla 231 kişinin ise kimseyi sorumlu tutmadığını görmekteyiz. Yine 0,2 orana 1 kişinin

ailesini, yakınlarını ve kendisini, %0,2 oranla 1 kişinin iş ve mesleki yaşantısıyla kendisini, % 0,2 oranla 1 kişinin ailesini ve yakınlarını sorumlu tutarken aynı zamanda da Allah’ın takdiri ve kaderi olarak algıladığını, %0,2 oranla 1 kişinin ülke yönetimi ve yanlış sağlık politikaları dışında Allah’ın takdiri ve kaderi olarak düşündüğünü, son olarak da %5,2 oranla 22 kişinin Allah’ın takdiri ve kaderi dışında hiç kimseyi sorumlu tutmadığını görmekteyiz.

Genel olarak baktığımızda hastalar ilk olarak hastalıklarına ilişkin kimseyi sorumlu tutmazken, ikinci olarak hastalıklarını daha çok Allah’ın takdiri ve kaderi olarak görmektedirler. Bu sonuç bizlere din kurumunun sağlık ve hastalıkla ilgili algılamalarda etkin bir yapıda olduğunu göstermektedir. Hastaların hastalıklarını kaderleri olarak görmesi, onların manevi olarak rahatlamasına neden olmakta ve hastalığa karşı direncini arttırmaktadır. Din kurumunun bu şekilde kullanımı hastalığa karşı pozitif bir etki yapmaktadır. Ancak yanlış algılanan kader inancı, tedavi konusunda negatif etkiye neden olabilmektedir.

Tablo 5.2.6. Hastaların Hastalıkları ile İlgili Yeterli Bilgi ve Bilince Sahip Olma Durumları

Bilgi ve Bilinç Durumu Sayı Yüzde Pek Bilgili Değilim Ne Denilirse

Yapıyorum 106 25,1 Bilinçli ve Bilgili Olduğumu

Düşünüyorum 285 67,5 Bu Konuda Eğitilmem ve

Bilinçlendirilmem Gerektiğini Düşünüyorum

20 4,7 Hastaların Bilgili Olması Gerekmez,

Tedavi Merkezleri Gerekeni Yapar 11 2,6 Toplam 422 100,0

Ankete katılan deneklerin hastalıklarıyla ilgili yeterli bilgi ve bilince sahip olmalarına ilişkin verilere göre, % 25,1 oranla 106 kişi pek bilgili olmadığını, ne

denilirse yaptığını, % 67,5 oranla 285 kişi bilinçli ve bilgili olduğunu, % 4,7 oranla 20 kişi bu konuda eğitilmeleri gerektiğini, % 2,6 oranla 11 kişi de hastaların bilgili ve bilinçli olmasının gerekmediğini, tedavi merkezlerinin gerekeni yapacağını ifade etmiştir.

Verilere göre hastalıkla ilgili bilgili ve bilinçli olma durumuna ilişkin en yüksek oran olan %67,5’lik kısım yeterince bilgili olduğunu düşünmekteyken, ikinci sırada gelen %25,1’lik kısım pek bilgili olmadığını, ne denilirse yaptığını ifade etmektedir.

Günümüzde geçmişe oranla tıptaki gelişmelerin artması, bilgilerin artması ve yaygınlaşması hekimlerin tıp alanındaki hâkimiyetlerini azaltmıştır (Cirhinlioğlu, 2001). Geçmişte sağlık ve hastalık konusunda bilgiye sahip olan tek kişi doktorlarken, günümüzde hastalar da hastalıkları ile bilgileri edinebilmekte ve doktorun bu konudaki otoritesine karşı çıkabilmektedir. Yapığımız çalışmada da bu durumu destekleyen bir sonuç görmekteyiz. Ankete katılan hastaların % 67,5’lik kısmı hastalıkları ile ilgili yeterince bilgiye sahip olduklarını belirtmektedirler. Bu tür hastaların doktorlarıyla karşılıklı bir ilişki içinde olduğu düşünülebilir. Ancak hastalığı ile ilgili yeteri kadar bilgiye sahip olmayan, ne denilirse yapan % 25,1’lik kısımdaki hastalar kendilerini tamamen hekimin otoritesine bırakmışlardır ve bu tür hastaların hekimle ilişkisi doktorun daha aktif pozisyonda olduğu paternal ilişki türüdür. Hasta hekim ilişkilerine dair yapılan diğer araştırmalarda yaygın olarak paternal ilişki gözlenmesine rağmen yaptığımız çalışmada söz konusu hastalar kronik hastalığa sahip olduğundan ve doktorlarıyla çok daha fazla ilişki kurmak zorunda olduklarından karşılıklı ilişki türü daha yaygın olarak görülebilmektedir. Hastaların hastalıklarıyla ilgili yeterli bilince sahip olması oldukça olumlu bir sonuçtur.

Tablo 5.2.7. Hastaların Hastalıkla Birlikte Mutlu Yaşamak Mümkün mü Sorusuna Verdiği Cevaplar

Cevaplar Sayı Yüzde Evet 275 65,2 Hayır 50 11,8 Kısmen 70 16,6 Fikrim yok 27 6,4

Toplam 422 100,0

Örnekleme katılan deneklere yöneltilen hastalığı kabullenip tedaviye bilinçli bir şekilde uyum sağlayarak, hastalıkla birlikte elden geldiğince mutlu yaşamak mümkün mü sorusuna % 65,2 oranla 275 kişi mümkün, % 11,8 oranla 50 kişi mümkün değil, % 16,6 oranla 70 kişi kısmen mümkün olduğu şeklinde cevap verirken, % 6,4 oranla 27 kişi ise bu konuda fikri olmadığını söylemiştir.

Verilere göre hastalıkla birlikte mutlu bir şekilde yaşanabileceğini söyleyenler çoğunluktadır (%65,2), ancak kısmen mutlu bir şekilde yaşanabileceğini söyleyenler % 16,6 oranla ikinci sıradadır. Üçüncü sırada ise %11,8 oranla hiçbir şekilde mutlu olarak yaşanamayacağını söyleyenler bulunmaktadır.

Parsons’un hasta rolü kavramında hastaların, hastalıklarına bağlı olarak bazı rolleri yerine getirmesi gerekmektedir. Ona göre kendisinden beklenen rolleri yerine getirmeyenler sapkın olarak nitelendirilmektedirler. Hasta rollerinden birisi, hastanın kendisini hasta olarak nitelendirmesi ve doktorla işbirliği yaparak tedavi olmasıdır. Bu şekilde davranan hasta eski sağlıklı günlerine dönebilecektir. Goffman’ın damga kuramında da damgalanmış kişinin öncelikle damgasını kabullenmesi gerekmektedir. Anketten edinilen bilgiye göre hastaların çoğunun (%65,2) hastalıkla birlikte mutlu bir şekilde yaşamanın mümkün olduğunu belirttiğini görmekteyiz. Bu sonuç hastaların çoğunun hastalıklarını kabullendiğinin göstergesi niteliğindedir ve bu anlamda Parsons ve Goffman’ın kuramları ile de paralellik arz etmektedir.

Tablo 5.2.8. Hastalıkla Birlikte Mutlu Bir Şekilde Yaşamak Mümkün Diyen Hastalarda, Bu Mutluluğu Sağlayan En Önemli Etkenler

Tablo 5.2.7’de de görüleceği üzere örneklemimize katılan deneklerin 50’si hastalığı kabullenip tedaviye bilinçli bir şekilde uyum sağlayıp, hastalıkla birlikte elden geldiğince mutlu yaşamanın mümkün olmadığını, 27 kişi ise bu konuda fikri olmadığını söylemiştir. Hastalığı kabullenip tedaviye bilinçli bir şekilde uyum sağlayıp hastalıkla birlikte elden geldiğince mutlu yaşamak mümkündür diyenler, bunu sağlayacak etkenlere ilişkin görüşlerini bildirmişlerdir. Buna göre % 4,5 oranla 19 kişi hastanın bilgili ve eğitim düzeyinin yüksek olmasıyla, % 33,6 oranla 142 kişi dini inancının güçlü olmasıyla, % 1,9 oranla 8 kişi ekonomik durumunun iyi olmasıyla, % 39,3 oranla 166 kişi ailesinin ilgi ve desteğini almış olmasıyla, % 0,9 oranla 4 kişi iyi bir uzman psikolog ya da danışmandan destek almasıyla, % 1,5 oranla 8 kişi ise bunlardan başka sebeplere dayalı olarak hastalıkla birlikte mutlu bir şekilde yaşamanın mümkün olabileceğini belirtmişlerdir.

Verilere göre hastaların, hastalıkla birlikte mutlu bir şekilde yaşaması için en önemli koşul ailesinin ilgi ve desteğini almış olmasıdır. İkinci sırada dini inancının

Mutluluğu Sağlayan Etkenler Sayı Yüzde Bilgili ve Eğitim Düzeyinin Yüksek

Olması 19 4,5 Dini İnancının Güçlü Olması 142 33,6 Ekonomik Durumunun İyi Olması 8 1,9 Ailesinin İlgi ve Desteğini Almış Olması 166 39,3

İyi Bir Uzman Psikolog ya da

Danışmandan Destek Alması 4 0,9

Başka 6 1,5

Mümkün Olmadığını Söyleyenler ve Bu

Konuda Fikri Olmayanlar 77 18,1 Toplam 422 100,0

güçlü olması, üçüncü sırada ise bilgili ve eğitim düzeyinin yüksek olması gelmektedir.

Görüldüğü üzere kişinin mutluluğunu sağlayan etkenler aileleri ve dini inançlarının güçlü olmasıdır. Bu sonuç bizlere toplumumuzda geleneksel yapının etkinliğini göstermektedir. Çünkü aile ve din kurumları geleneksel toplum yapılarında büyük önem taşırlar. Modernleşme yolunda bir ülke de olsak da insanların sağlık ve hastalığa karşı bakış açısından, ailenin ve dinin gücü etkisini korumaya devam ettiği görülmektedir.

Kronik hastalığa sahip hastalar çevresindeki insanlara ve özellikle ailelerine muhtaçtırlar. Bu anlamda ailelerin hastalara karşı ilgili ve duyarlı olması, hastaların hastalık süreçlerini daha rahat geçirmelerine neden olacaktır. Hastaların rahat ve huzurlu olmaları ise onları daha mutlu bir hale getirecektir. Bu nedenle anketten çıkarılan sonuç hastalar açısından oldukça olumludur.

Tablo 5.2.9. Hastaların Tedavi Sürecinden Vazgeçmeyi Düşünüp/Düşünmediği Durumu

Düşünme Durumları Sayı Yüzde Zaman Zaman Düşündüğüm Oluyor 24 5,7

Hayır, Hiç Düşünmedim 398 94,3 Toplam 422 100,0

Ankete katılan HD tedavisi alan KBY hastalarının tedavi sürecinden vazgeçmeyi düşünüp düşünmediğine ilişkin soruya % 5,7 oranla 24 kişi zaman zaman düşündüğü, % 94,3 oranla 398 kişi ise hiç düşünmediği şeklinde cevap vermiştir. Buna göre hastaların çoğu (%94,3) tedavi sürecinden vazgeçmeyi düşünmemektedir.

Parsons’ın hasta rolü kavramına göre hastanın toplumsal işlevlerini sağlıklı günlerindeki gibi devam ettirebilmesi için öncelikle hastalığını kabullenmesi ve tedavi olması gerekmektedir. Yaptığımız çalışmada da hastaların büyük bir oranla

(%94,3) tedavi sürecinden vazgeçmeyi hiç düşünmediğini belirttiğini görmekteyiz. Bu şekildeki davranış biçimi hastanın, hasta rolünü kabullendiğini göstermektedir. Bu bakımdan Parsons’ın hasta rolü kavramı ve çalışmamızın bu sonucu arasında paralellik bulunmaktadır.

Tablo 5.2.10. Hastaların Tıp Dışı Tedavi Yöntemlerine Başvurma Durumu

Başvurma Durumu Sayı Yüzde Evet 60 14,2 Hayır 361 85,5 Cevapsız 1 0,2

Toplam 422 100,0

Örneklemimize katılan HD hastalarının tıp dışı tedavi yöntemlerine başvurmalarına ilişkin verilere göre %0,2 oranla 1 kişinin bu soruya cevap vermediğini görmekteyiz. Bunun dışında % 14,2 oranla 60 kişi tıp dışı tedavi yöntemlerine başvurduğunu, % 85,5 oranla 361 kişi ise başvurmadığını ifade etmiştir.

Modern tıbbın tam olarak çare bulamadığı kronik hastalığa sahip kişiler alternatif tıbba başvurabilmektedir. Alternatif tıbba başvurma ile eğitim, hastalığın türü, dini inanış, sosyokültürel yapı gibi değişkenler arasında bağlantı bulunmaktadır. Modern tıbbı benimseyenlerin alternatif tıbba başvurmaları söz konusu değildir. Bu bakımdan alternatif tıbba başvurma aynı zamanda modern tıbba meydan okuma anlamına gelmektedir ve bu anlamda postmoderndir. Yapılan çalışmadan elde edilen verilere göre hastaların çoğu (%85,5) alternatif tıp yöntemlerine başvurmamaktadırlar. Bu sebeple çalışmaya katılanların daha çok modern tıbba teslim olduklarını söyleyebiliriz.

Tablo 5.2.11. Hastaların Başvurdukları Tıp Dışı Tedavi Yöntemleri

Başvurulan Yöntemler Sayı Yüzde Şifalı Su ve Bitkiler Kullanıyorum 38 63,3 Hoca, Şifacı Gibi Kişilere Başvuruyorum

ve Onlardan Destek Alıyorum 2 3,3 Diğerleri 1 1,7 Şifalı Su ve Bitkilerle Muska vb. Araçlar

Kullanıyorum 1 1,7 Şifalı Su ile Bitkiler Kullanıyorum ve Hoca,

Şifacı Gibi Kişilere Başvuruyorum 2 3,3 Muska vb. Araçlara ve Hoca, Şifacı Gibi

Kişilere Başvuruyorum 7 11,7 Şifalı Su ve Bitkiler Kullanıyorum, Muska

vb. Araçlara ile Hoca, Şifacı Gibi Kişilere Başvuruyorum

9 15,0 Toplam 60 100,0

Ankete katılan deneklerden toplam 60 kişi tıp dışı tedavi tekniklerine başvurduklarını ifade etmişlerdir. Tıp dışı tedavi tekniklerine başvuran hastalara ikinci olarak hangi yöntemleri tercih ettikleri sorulmuştur. Hastalara bu sorular için birden fazla seçeneği tercih edebilecekleri bildirilmiştir. Alınan verilere göre deneklerden % 63,3 oranıyla 38 kişi şifalı su ve bitkileri kullandığını, % 3,3 oranla 2 kişi hoca, şifacı gibi kişilere başvurarak onlardan destek aldığını, % 1,7 oranla 1 kişi seçeneklerin dışında tıp dışı tedavi yöntemlerine başvurduğunu, % 1,7 oranla 1 kişi şifalı su ve bitkilerin yanında muska vb. araçlar kullandığını, % 3,3 oranla 2 kişi şifalı su ve bitkilerle hoca, şifacı gibi kimselere başvurduğunu, % 11,7 oranla 7 kişi muska vb araçlarla birlikte hoca ve şifacı gibi kimselere başvurduğunu, % 15 oranla 9 kişi ise şifalı su ve bitkiler kullandığını, aynı zamanda da muska vb. araçlarla hoca ve şifacı gibi kişilere başvurduğunu söylemiştir.

Verilere göre tıp dışı tedavi yöntemlerine başvuran hastalar çoğunlukla (%63,3) şifalı su ve bitkileri tercih etmektedirler. İkinci sırada ise % 15 oranla şifalı su ve bitkilerin yanında muska ve benzeri araçlar kullandığını ve hoca ve şifacı kişilere başvurduğunu belirtenler bulunmaktadır. Üçüncü sırada ise % 11,7 oranla muska vb. araçlar kullananlarla hoca ve şifacılara başvuranlar bulunmaktadır. Hastaların alternatif tıpta tercih ettikleri yöntem ile sosyokültürel yapı, eğitim, coğrafi faktörler gibi pek çok etken arasında ilişki bulunmaktadır. Bu bağlamda medya ile alternatif tıp yöntemlerine başvurma hakkında bağlantı kurmak yanlış olmayacaktır. Medya aracılığıyla yapılan pek çok şifalı su ve bitki reklamı, hastaların bu yönde tercih yapmalarına neden olmaktadır. Yine hastaların hoca, şifacı gibi kişilere düşük oranla başvurmaları, modern tıbbı öncelemeleriyle açıklanabilir.