• Sonuç bulunamadı

1. U LUSLARARASI İLİŞKİLER’DE HEGEMONYA KAVRAMININ GELİŞİMİ VE DÜNYA SİSTEMLERİ ANALİZİ

1.1.2. Hegemonya Kavramının Uluslararası İlişkiler’de Kullanımı

hâkimiyetini ve ideolojik liderliğini tanımlamak için kullanmıştır.14 Bununla birlikte 1917 Ekim Devrimi’nden sonra Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde hegemonya kavramının eskisi kadar yaygın şekilde kullanılmadığı bilinmektedir. Kavramın yeniden kullanılmaya başlanması ancak Üçüncü Enternasyonal’in 1919 Moskova ve 1920 Petrograd Dünya Kongreleri’ne rastlamaktadır.15 Hegemonya kavramı, Üçüncü Enternasyonel belgelerinde kullanılmaya başlandıktan sonra uluslararası geçerliliğe sahip bir terim haline gelmiştir. Buna göre kavramın bu dönemde benimsenen anlamı “proleteryanın sömürülen diğer sınıflar üzerinde hegemonyasını yaymasının, proleter sınıfın bir sorumluluğu” olduğunu söyleyen cümlede geçtiği şekli ile sınıf ilişkileri kapsamında belirlenmiştir. Hegemonya kavramına güncel anlamını kazandıracak İtalyan siyaset bilimci Gramsci’nin de kavrama Üçüncü Enternasyonel’in 1922’de düzenlenen Dördüncü Dünya Kongresi’ndeki kullanımlarda rastladığı sanılmaktadır. Nitekim Gramsci’nin kendisi de hegemonya terimini Lenin’den aldığını şu sözlerle dile getirmektedir: “Lenin tarafından praxis teorisine uygulanan hegemonyanın teorik ve pratik ilkeleri bu teoriye yapılmış olan çok büyük bir katkıdır.”16

Hegemonya kavramının ortaya çıkış süreci ile kavramın sahip olduğu anlam ve içerikte zaman içerisinde meydana gelen değişimin anlaşılması, hegemonya kavramının Uluslararası İlişkiler disiplini içerisindeki kullanım alanlarının anlaşılması için önem taşımaktadır. Nitekim Antik Yunan’dan itibaren önce siyasi, daha sonra askerî, son olarak ahlaki ve kültürel üstünlüğü tanımlamak üzere kullanılmış olan hegemonya kavramı, Uluslararası İlişkiler disiplininin ana akım teorileri tarafından farklı boyut ve kapsamlarda ele alınmaktadır. Uluslararası sistemin yapısı ile

“güç” ve “güvenlik” algılamalarında meydana gelen değişimlerin etkisi, hegemonya kavramının bugün ancak çok boyutlu bir bakış açısı ile analiz edildiğinde anlaşılabilmesini mümkün hale getirmektedir. Keyman’ın da belirttiği gibi hegemonya mücadelesinin alanı ve anlamı artık askerî güç ve ulus devletle kısıtlı değil aksine kimlik, kültür ve medeniyet olgularını içerecek ölçüde geniştir.17 Hegemonya mücadelesinin kapsam olarak bu şekilde genişlemiş olması kavramın disiplin içerisindeki ilk kullanımının bilinmesini önemli hale getirmektedir. Bu sebeple bir alt başlıkta hegemonya kavramının Uluslararası İlişkiler disiplini içerisinde ele alındığı teorik çerçeve ve bu teorik açıklamaların zaman içerisinde geçirdiği değişim ele alınmıştır.

1.1.2. Hegemonya Kavramının Uluslararası İlişkiler’de Kullanımı

Hegemonya kavramının önce şehir-devletleri ve bağımsız prenslikler arası ilişkileri nitelemek daha sonra sosyalist-komünist hareket tarafından ülke içindeki sınıfsal ilişkileri betimlemek için

14 Robert Cox, “Gramsci, Hegemony and International Relations: An Essay in Method”, Millennium - Journal of International Studies, 12 (2), 1983, s.163

15Drağulin, a.g.e., s.79

16Drağulin, a.g.e., s.80

17E. Fuat Keyman, “Küreselleşme, Uluslararası İlişkiler ve Hegemonya”, Uluslararası İlişkiler, 3 (9), 2006, s.7

12

kullanılması, kavramın her iki durumda da gücü elinde bulundurma ve hiyerarşinin en üst noktasında olma anlamlarını içerdiğini göstermektedir. Bununla birlikte 20. Yüzyılın başında sosyalist hareket tarafından ele alınan hegemonya kavramı, bu yüzyılın ortalarında oluşmaya başlayan çift kutuplu uluslararası sistem sebebiyle yeni bir içeriğe ulaşmıştır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra iki süper gücün birbirleri ile rekabeti üzerine kurulan yeni uluslararası sistem, niteliği gereği hegemonya kavramının sıkça kullanılmasına yol açmıştır. Nitekim Uluslararası ilişkiler yazınında son zamanlarda belki de en çok tartışılan terimlerden birisi hegemonya kavramı olmuştur.18

Soğuk Savaş döneminde kapitalist-liberal düzenin temsilcisi Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile Marksist-planlı ekonominin temsilcisi Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin nüfuz mücadelesi sürerken hegemonya kavramının içeriği de önemli bir dönüşüm geçirmiştir.

Gramsci’nin İtalya’daki sosyal sınıflar arası mücadeleyi tanımlamak üzere yeniden ele aldığı hegemonya kavramı, bu süreçten sonra uluslararası sistemdeki güç mücadelelerini açıklayabilecek içeriğe kavuşmuştur. Hegemonyanın oluşturulmasında “güç” kadar “rıza” unsurunun da önemine dikkat çekerek Gramsci’nin kavrama yeni bir içerik kazandırması, “hegemonya”nın Uluslararası İlişkiler disiplininde kullanılması sürecini hızlandırmıştır. Gramsci’nin “hegemonya”yı güç ve rıza unsurlarının birleşimi olarak kabul eden yaklaşımı, Robert Cox tarafından devletler arasındaki güç mücadelelerine uygulanmış ve kavram modern haline ulaşmıştır. Gramsci’nin “bir toplumda sınıfların hâkimiyeti nasıl ele geçirdikleri” sorusu üzerine şekillendirdiği hegemonya kavramı, Robert Cox tarafından ABD liderliğindeki dünya düzeninin açıklanması amacı ile ele alınması hegemonya kavramının Uluslararası İlişkiler’deki kullanım sürecini başlatmıştır.19 Özellikle 1970’lerden itibaren uluslararası ilişkiler/uluslararası politik ekonomi çalışmalarında yaygın bir şekilde kullanılmaya başlanan “hegemonya” kavramı, çok fazla şeyi ifade etmek için sıklıkla başvurulan “küreselleşme” ve “emperyalizm” kavramları gibi analitik bir aşınmaya maruz kalmıştır.

Bu aşamada Cox’un Gramsci’den Uluslararası İlişkiler’e uyarladığı, gücün sosyal temellerine vurgu yapan, zor ve rıza dengesine dayalı “hegemonya” tanımı Uluslararası İlişkiler analizlerinde en yaygın kabulü gören ve referans noktası olarak kullanılan bir nitelik kazanmıştır.20 Bununla birlikte uluslararası sistemde meydana gelen değişimin Uluslararası İlişkiler paradigmasında önemli değişimlere yol açması, hegemonya kavramının eleştirel bir yorum ile yeniden ele alınması sürecini başlatmıştır. Buna göre Uluslararası İlişkiler disiplini çerçevesinde hegemonyanın oluşumuna dair benimsenen geleneksel anlatının yeniden ele alınmasını gerekli kılan gelişmeler aşağıdaki gibi sıralanabilmektedir:

18Richard Higgott, 'Toward a Non-Hegemonic IPE: An AntipodeanPerspective', (Ed.) C. Murphy ve R. Tooze, The New International Political Economy, Boulder: Lynne Rienner Publishers, 1991, s.97

19Mehmet Âkif Okur, “Gramsci, Cox ve Hegemonya: Yerelden Küresele, İktidarın Sosyolojisi Üzerine”, Uluslararası İlişkiler, 12 (46), 2015, s.137

20Mehmet Âkif Okur, Emperyalizm, Hegemonya, İmparatorluk, Tarihsel Dünya Düzenleri ve Irak’ın İşgali, Ötüken Yayınları, 3. Basım, İstanbul, 2015, s.168-169

13

• Uluslararası sistemde 1970’lerin ortalarında iki süper güç arasındaki ilişkilerin yumuşama eğilimi göstermesi,

• 1973-74 petrol kriziyle ekonomik bağımlılığın öneminin anlaşılması,

• 1960’larda Japonya önderliğinde başlayan Asya ekonomilerinin yükselişinin 1970’ler ile 1980’lerde Güney Kore, Tayvan, Hong Kong, Singapur tarafından sürdürülmesi ve küresel sistemde yeni bir ekonomik merkezin ortaya çıkmaya başlaması,

• 1990’lar ile birlikte Çin’in dünyanın en dinamik iktisadi ve ticari genişleme merkezi haline gelmesi21

Uluslararası sistemin yapısında meydana gelen tüm bu gelişmeler, uluslararası sistemin temel dinamiklerini ve hegemonya olgusunu, Batı medeniyetinin deneyimini merkeze alarak açıklayan Uluslararası İlişkiler teroilerinin, sistemde meydana gelen değişimleri açıklamakta yetersiz kalmasına yol açmıştır.22 Bu süreçten önce geleneksel Uluslararası İlişkiler yaklaşımları hegemonya olgusunu ekonomik ve siyasi güç kapasitesinin artışına bağlı olarak büyük güçlerin yükseliş ve düşüşlere yol açan ardışık bir sistem içerisinde ele almışlardır. Uluslararası sistemde Asya’nın yeni bir ekonomik güç merkezi olarak ortaya çıkması disiplin içerisinde hegemonya kavramını daha geniş perspektiften ele alan çalışmaların yapılmasına katkı sağlamıştır. Bu çalışmalar arasında 1970’li yılların ortasında Immanuel Wallerstein ve Andre Gunder Frank tarafından ortaya konan çalışmalar, sonraki çalışmaları beslemesi açısından özellikle önem taşıyan ve hegemonya anlayışının yeniden şekillenmesinde referans noktası kabul edilen çalışmalar haline gelmiştir. Uluslararası İlişkiler’de Dünya Sistemleri Teorisi başlığı altında ele alınabilecek bu çalışmaların Wallerstein’ın deyimiyle 19. Yüzyıl sosyal biliminin kısıtlayıcı paradigmalarının aşılmasında gerekli çalışmalar olduğu kabul edilmiştir.23 Bu kapsamda Wallerstein’ın özellikle içinde yaşadığımız modern dünya sisteminin köklerinin 16. Yüzyılda oluştuğunu iddia eden çalışması24, hegemonya kavramının daha ekonomik merkezli fakat yine Avro-Amerikan kökenli bir tanımlama içerisinde şekillenmesine yol açmıştır. Bu tanımlamayı takip etmekle birlikte Paul Kennedy “Büyük Güçlerin Yükselişi ve Çöküşü” başlıklı kitabında 16. Yüzyıl ve öncesinde Avrupa’ya kıyasla çok daha gelişmiş ve ekonomik üretim anlamında lider konumda olan bir Çin İmparatorluğu olduğunu, İslam dünyasının ve Osmanlı İmparatorluğu’nun küresel sistem içerisinde rakipsiz bir gelişim süreci gösterdiklerini ortaya koymuştur.25 Fakat Kennedy, tüm bu büyük güçler arasında herhangi bir sistemli bağlantı

21Giovanni Arrighi, Adam Smith Pekin’de 21. Yüzyılın Soykütüğü, (Çev. İbrahim Yıldız), 2. Basım, Yordam Kitap, İstanbul, 2008, s.16

22Barkawi ve Laffey, a.g.e., s.330

23 Immanuel Wallerstein, Modern Dünya Sistemi I, Kapitalist Tarım ve 16. Yüzyılda Avrupa Dünya-Ekonomisinin Kökenleri, (Çev. Latif Boyacı), 7. Baskı, Yarın Yayınları, İstanbul, 2015, s.23

24Immanuel Wallerstein, Dünya Sistemleri Analizi, Bir Giriş, (Çev. Ender Abadoğlu ve Nuri Ersoy), 3. Baskı, Bgst Yayınları, İstanbul, 2014, s.51

25Paul Kennedy, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, (Çev. Birtane Karanakçı), 14. Basım, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2015, s.30-35

14

kurmamış26 ve 16. Yüzyılı modern uluslararası sistemin başlangıcı olarak kabul eden yaklaşımı sürdürmüştür. Benzer şekilde uluslararası sistemi “uzun döngüler” kavramsallaştırması ile ele aldığı çalışmasında G. Modelski, küresel sistemde hâkimiyet sağlamış olan dört büyük gücün Portekiz, Hollanda, Britanya ve ABD olduğunu söylemekte, uluslararası sistemi 16. Yüzyıldaki Batı medeniyetinin yükselişi ile açıklayan geleneksel bakış açısını sürdürmektedir.27

Wallerstein ve takipçilerinin temel argümanı olan modern dünya sisteminin köklerinin 16.

Yüzyılda ve Avrupa merkezli güçlerin öncülüğünde oluştuğu hipotezine en önemli eleştiri Andre Gunder Frank’tan gelmiştir. Frank’a göre bu Avro-Amerikan merkezli dünya sistemi modeli, yalnızca kuramsal açıdan yetersiz olmakla kalmamakta ayrıca ihtiyaç duyulmakta olan gerçek dünya ekonomisi kuramının aksi yönünde bir kuram olma özelliği taşımaktadır.28 Nitekim Wallerstein’ın modelinin kuramsal açıdan yetersiz bulunmasının en önemli gerekçesi 16. Yüzyıldan önceki uluslararası sistemin işleyiş mekanizmasının ve Çin’in modern dünyadaki rolünün ihmal edilmesi olmuştur.29 Bu eleştiriler kapsamında Andre Gunder Frank, Giovanni Arrighi, Janet Abu-Lughod ve Samir Amin gibi isimler 16. Yüzyıldan itibaren oluşan dünya sisteminden önce işleyen Asya merkezli bir dünya sistemi olduğunu ve bu sistemin merkezinde Çin’in bulunduğunu iddia eden çalışmalar ortaya koymuşlardır.

Uluslararası İlişkiler’de hegemonya kavramının Asya merkezli bir paradigma ile ele alınmasına yönelik çalışmalar arasında en öne çıkanı Janet Abu-Lughod tarafından ortaya atılan Sistemik Değişim Teorisi olmuştur. Avrupa Hegemonyasından Önce: 1250-1350 Arasındaki Dünya Sistemi başlıklı çalışmasında Abu-Lughod, uluslararası sistemde meydana gelen bir değişimin hegemonyanın türü ve niteliğinde de bir değişime yol açacağını savunmaktadır.30 Bu kapsamda çalışmada ortaya konulan iddialara göre 16. Yüzyıldan önce de bir dünya sistemi bulunmaktadır ve bu sistem birbiri ile karşılıklı bağımlı birden çok hegemon gücün birlikte var olduğu bir yapı sergilemektedir. Buna ek olarak, farklı hegemonyaların oluştuğu alt-sistemlerin her biri birbirinden farklı bir işleyiş mekanizmasına sahip olabilmektedir. Buradan hareketle Abu-Lughod, günümüzde

26Andre Gunder Frank ve Barry K. Gills, “5000 Yıllık Dünya Sistemi: Disiplinler Arası Bir Giriş”, Dünya Sistemi Beş Yüzyıllık mı Beş Bin Yıllık mı? (Der.) Andre Gunder Frank, Barry K. Gills, (Çev. Esin Soğancılar), (Yayına Hazırlayanlar: Alaeddin Şenel ve Yavuz Alogan), İmge Kitabevi, Ankara, s.49

27George Modelski, “The Long Cycle of Global Politics and the Nation-State”, Comparative Studies in Society and History, 20 (2), 1978, s.217

28A. Gunder Frank, Yeniden Doğu, Asya Çağında Küresel Ekonomi, (Çev. Kâmil Kurtul), İmge Yayınevi, Ankara, 2010, s.55

29Wallerstein, Modern Dünya Sistemi I, Kapitalist Tarım ve 16. Yüzyılda Avrupa Dünya-Ekonomisinin Kökenleri, s.22

30Janet Abu-Lughod, Before European Hegemony, The World System A.D. 1250-1350, Oxford University Press, 1989

15

ortaya çıkmakta olan dünya sisteminin giderek daha fazla oranda 13. Yüzyılda işleyen dünya sistemine benzeyeceğini savunmaktadır.

Uluslararası sistemde 1960’lı yıllarda Japonya öncülüğünde başlayan Asya ekonomilerinin yükseliş süreci, 1990’lı yıllarda başlayan Çin’in yükselişi ile yeni bir evreye girmiştir. Bu tarihten sonra Çin’in yükselişinin uluslararası sistemde yaratacağı etkiler üzerine incelemede bulunan çalışmalar, bu yükselişin mutlaka bir hegemonyaya yol açacağı üzerinde durmuşlardır. Ancak, hegemonya olgusuna yönelik olarak A. G. Frank ve takipçileri tarafından ortaya konan çalışmalar, Çin’in yükselişine alternatif bir bakış açısı geliştirmişlerdir. Bu kapsamda bir sonraki kısımda Uluslararası İlişkiler’in ana akın teorileri çerçevesinde geliştirilmiş olan hegemonya ve hegemonik geçişe ilişkin temel argümanlar ele alınmıştır.

1.2. Uluslararası İlişkiler’de Hegemonya, Hegemonik Kriz ve Hegemonik Geçişe İlişkin