• Sonuç bulunamadı

3.10. DENİZ HAYDUTLUĞU-KORSAN SORUNU VE TÜRKİYE’NİN ADEN

3.10.1. Deniz Haydutluğu ve Korsan Sorunu

Eski çağlardan beri denizlerde süregelmiş tehditlerden olan deniz haydutluğu ve korsanlık faaliyetleri bazen bazı devletlerin de desteklemeleri ile çözümlenmesi zor bir durum almıştır.

IMB (İnternational Maria Broeu)’nin 2007 yılında yayımlamış olduğu rapora göre; 2005-2006 yılları arasında 515 saldırı meydana gelmiş olup, gemi mürettebatı ve yolcularına yönelik 628’i rehin alma, 90’ı fidye istemek için kaçırma, 15’i ölü, 39’u

yaralı, 15’i kayıp olmak üzere toplam 826 ciddi saldırı yapılmıştır. Somali bölgesinde 2007 yılı içerisinde 31 deniz haydutluğu olayı rapor edilmiş olup aynı bölgede 2006’da 10 saldırı raporlanmıştır. Söz konusu rapordan da anlaşılacağı gibi Somali’de 2007 yılında meydana gelen deniz haydutluğu-korsanlık olayları 2006’ya göre %300 artış göstermiştir. 2007 yılında dünyada en fazla gemi kaçırma olayları Somali sularında olmuş ve 11 saldırıda 154 mürettebat rehin alınmıştır (Ece (2008), “Stratejik Sularda Deniz Haydutluğu ve Korsanlık”, http://www.denizhaber. com/index.php?sayfa=yazar &id=11&yazi_id=100350, 17.05.2010).

Dünya ticaretinde deniz yolları ulaşımının payı % 90 gibi büyük bir oranda olup buradan da ulaşımda deniz taşımacılığının ne kadar önemli olduğu anlaşılmaktadır. Deniz taşımacılığının yapıldığı deniz yolları üzerinde stratejik boğaz ve geçitler bulunmakta ve yolcu ve ticaret gemilerinin güvenli bir şekilde seyir edebilmeleri için buraların güvenliği büyük önem arz etmektedir. Dünyada bugün için kabul edilen stratejik geçişler on tanedir. Akdeniz’i kontrol eden Cebelitarık, Süveyş Kanalı ve Başbakanlık tezkeresi ile Türkiye’nin de deniz gücü ile katıldığı ve son yıllarda deniz haydutluğu-korsanlık olaylarının sıklıkla yaşandığı Aden Körfezi ve Babülmendep Boğazı bu stratejik geçişlerden bazılarıdır.

Uluslararası Denizcilik Örgütü verilerine göre, 2008 yılında dünya deniz haydutluğu saldırılarının üçte biri, Aden Körfezi ve Hint Okyanusu’nun Afrika sahillerinde meydana gelmiş, saldırıların % 72’sinin demir yerleri ve limanda meydana geldiği belirtilmiştir. Ocak-Kasım 2008 aylarında 96 gemiye deniz haydutluğu saldırısı gerçekleştirilmiş ve bu gemilerden 40’ı deniz haydutlarınca ele geçirilmiştir.

Deniz haydutları hızlı botlara sahip olup, saldırılarını ana bir gemiden genellikle kaçırılmış bir balıkçı gemisinden uydu telefonları kullanarak koordine etmektedir. Kaçırılan gemileri serbest bırakmak için en az 10.000 ABD Dolar istenirken fidye için başlangıçta 2 milyon ABD Dolar’ı talep edilmektedir (The Times (2008), Aktaran, Ece (2008), “Stratejik Sularda Deniz Haydutluğu ve Korsanlık” http://www. denizhaber.com/index.php?sayfa=yazar&id=11&yazi_id=100350, 17.05.2010).

Dr. Jale Nur Ece, Deniz Haydutluğu Saldırılarının Değerlendirilmesi başlıklı yazısında deniz haydutluğunun nedenlerini şöyle tespit etmiştir:

“Deniz haydutluğunun bir ya da birkaç nedeni bir arada olup bunlardan en önemlisi saldırı bölgelerindeki ülkelerdeki işsizlik, ücret düşüklüğü, açlık gibi iktisadi sorunlar, siyasi istikrarsızlık ve iç savaş ortamı, balık kaynaklarının ve denizi koruma arayışları, cazip kazanç imkânları sunması nedeniyle karlı bir sektör haline gelmesi, söz konusu bölgelerdeki güvenlik tedbirlerinin ve denetimin yeterli olmayışı, deniz haydutlarının yakalanması ve yargılanması gibi yasal sorunlardaki eksikliklerin deniz haydutlarını cesaretlendirmesidir.” (Ece (2010), “Deniz Haydutluğu Saldırılarının Değerlendirilmesi”,http://www.denizhaber.com/index. php?sayfa=yazar&id=11&yazi_id=100510, 17.05.2010).

2003-2009 döneminde deniz haydutluğunun en sık yaşandığı iki bölge ve yüzdelikleri şöyledir. Güney Doğu Asya (%31,2) ardından dünya ticaretinin yaklaşık % 10’unun ve petrol taşımacılığının yaklaşık %30’unun Süveyş Kanalı yoluyla yapıldığı Aden Körfezi ve Somali civarında (%30,7) meydana gelmiştir. 2003 yılında Güney Doğu Asya’da 170 saldırı olmuş; fakat bu sayı 2009’da bu bölgede alınmış olan bölgesel işbirliği sayesinde 45’e gerilemiştir. Afrika’da ise, durum tam tersine seyretmiştir. 2003’de Afrika’da 35 saldırı sayısı varken 2009’da bu sayı 264 gibi korkunç bir rakama yükselmiştir. Bu bölgenin enerji koridoru olması ve bu bölgeden geçmekte olan gemilerin ve yük değerlerinin fazla olması sebebiyle söz konusu bölgeler deniz haydutlarının yasa dışı eylemlerini yapma sahası haline gelmiştir. 2009 yılı istatistiklerine göre, Afrika bölgesinde meydana gelen saldırıların büyük bir kısmı % 87,8’i Aden Körfezi ve Somali’de meydana gelmiş bunun başlıca sebepleri ise, bu bölgelerdeki siyasi istikrarsızlık, iç savaş, işsizlik, açlık, balık kaynaklarını ve denizi koruma isteği vb.dir.

Deniz Haydutluğu ve korsanlık olaylarına karşı devletler XIX. Yüzyıldan itibaren artan bir işbirliği içerisine girmişler ve bu tür olayları önlemek için çalışmalar ve sözleşmeler yapmışlardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

1) Uluslararası Denizcilik Örgütü (International Maritime Organization-IMO): Uluslararası deniz taşımacılığı alanındaki teknik kural ve yönetmeliklerin saptanmasında işbirliği ortamı yaratmak, deniz ve seyir güvenliği konularında olabilecek en yüksek standartların benimsenmesini sağlamak ve uluslararası ticarette ayrımcı ve kısıtlayıcı uygulamalarla denizcilik şirketlerinin haksız uygulamalarını önlemek amacıyla kurulan Birleşmiş Milletler’e bağlı uzmanlık kuruluşu olan örgüt, 1948’de bir sözleşmeyle kurulmuş ve sözleşmesi 17 Mart 1958’de yürürlüğe girmiştir.

İlk toplantısını Ocak 1959’da yapan örgüt, 22 Mayıs 1982’de bugünkü adını aldı ve o tarihten günümüze aynı isimle çalışmalarına devam etmektedir (Çalış, Akgün ve Kutlu, 2006: 571).

2) 1988’de devletler Denizde Seyir Güvenliğine Karşı Yasadışı Eylemlerin Önlenmesine Dair Sözleşme (SUA) yapmışlardır.

3) Uluslararası Denizcilik Örgütü (IMO) kararları ve genelgeleri, Bölgesel İşbirliği Anlaşmaları,

4) Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararları (2008 yılında sadece Somali ve Aden Körfezi’ndeki deniz haydutluğu olayları için 1816, 1838, 1844, 1846 ve 1851 sayılı beş karar alınmıştır).

5) Gemi kaptanları arasındaki iletişimi kolay hale getirmek için Cibuti Kod düzenlemesi yapılmıştır (Ece (2010) “Deniz Haydutluğu Saldırılarının Değerlendirilmesi”, http://www.denizhaber.com/index.php?sayfa=yazar&id=11&yazi_ id=100510, 17.05.2010).

Somali ve Aden Körfezi deniz haydutluğu olaylarında NATO’nun Avrupa Birliği’ne üye devletlerin, BM üyesi devletlerin 2008’den bu yana deniz güçlerinin bu bölgelerde bulunmasına en büyük dayanak ise, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 100.cü maddesi olmuştur.

Madde100: Deniz haydutluğunun önlenmesi konusunda işbirliğinde bulunma yükümlülüğü. Bütün devletler, açık denizde veya hiçbir devletin yetkisine tabi bulunmayan diğer herhangi bir yerde deniz haydutluğunu cezalandırmak üzere mümkün olan en büyük ölçüde işbirliğinde bulunacaklardır (Özman, 1984: 143-151; Aktaran, Bozkurt, 1999: 149).

Aden Körfezi ve Somali çevresinde 2009 yılı ve sonrasında deniz haydutluğu ve korsanlık olaylarının azalmasında, söz konusu bölgelerdeki bölgesel işbirliği çerçevesinde ortak devriyenin, NATO ve diğer ülkelere ait deniz güçlerinin görev yapması, gemi içinde alınan güvenlik önlemlerinin artırılması ve Aden Körfezi’nde 493 deniz mili uzunluğunda ve 10 deniz mili genişliğinde “Uluslararası Tavsiye Edilmiş Transit Koridoru (IRTC)’nun tesis edilmesi etkili olmuştur (Ece (2010) “Deniz

Haydutluğu Saldırılarının Değerlendirilmesi”, http://www.denizhaber. com/ index.php? sayfa=yazar&id=11&yazi_id=100510, 17.05.2010).

3.10.2. Yasama ve Yürütme Organlarının Tutumu

Aden Körfezi’ne asker gönderilmesi hakkındaki Başbakanlık tezkeresi Bakanlar Kurulunda görüşülmüş ve Aden Körfezi’ne asker gönderilmesi karara bağlanmıştır. Başbakan Erdoğan’ın imzasını taşıyan tezkere, 10.02.2009 tarihinde görüşülmek ve onaylanmak üzere TBMM Genel Kurulu’na getirilmiştir.

TBMM’ye gönderilen Başbakanlık tezkeresinde Aden Körfezi, Somali karasuları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde seyreden ticari gemilere yönelik korsanlık, deniz haydutluğu ve silahlı soygun eylemlerinin uluslararası gündemin ön sıralarında yer alan ciddi bir uluslararası güvenlik sorunu olduğuna dikkat çekilmiştir. Can ve mal emniyetini tehdit eden, uluslararası ticareti ve deniz taşımacılığını olumsuz etkileyen, Somali ve Afrika ülkelerine yapılan insani yardımların deniz yoluyla intikalini güçleştiren bu yasa dışı eylemlerin Türkiye’yi de yakından ilgilendirdiği vurgulanan tezkerede bölgede bugüne kadar 500’e yakın korsanlık, deniz haydutluğu ve silahlı soygun olayının yaşandığı belirtildi. Ayrıca söz konusu tezkerede uluslararası toplumun korsanlık ve silahlı soygun ile etkin mücadele yapamamasının sebepleri arasında, Somali’de kamu düzenin sağlanamamış olması, korsan ve deniz haydutlarının ve silahlı soygun icra eden kişilerin çok geniş bir deniz alanında faaliyet göstermeleri ve yargılanmaları konusunda karşılaşılan belirsizlikler olduğu ifade edilmiştir (Çakmak (2009), “Hükümetten Somali Tezkeresi” (http://www.iha.com.tr/ haber/detay.aspx?nid=54994&cid=8, 19.05.2010).

Başbakanlık tezkeresinin son kısmında şu ifadeler yer almaktadır:

“Bu yaklaşım ülkemiz tarafından da desteklenmektedir. Zira bazı durumlarda ülkemizin korsan/deniz haydutları ve silahlı soygun icra eden kişileri yargılama yetkisi 237 sayılı Türk Ceza Kanunu hükümleri gereği ortaya çıksa bile mesafe uzaklığından kaynaklanan fiziki imkânsızlıklar, mücbir sebepler ve özel koşullar sebebiyle 1851 sayılı kararda öngörülen teslim sisteminin işletilmesinin uygun olacağı değerlendirilmektedir. Tabiatıyla bu usullerin işletilmesi sırasında ülkemiz, iç mevzuatından ve taraf olduğu uluslararası sözleşmelerden kaynaklanan yargı yetkisini mahfuz tutacaktır. Bu düşüncelerle yukarıda belirtilen çerçevede faaliyette bulunmak üzere gereği, kapsamı, zamanı ve süresi hükümetçe belirlenecek

şekilde TSK unsurlarının Aden Körfezi, Somali karasuları ve açıkları, Arap denizi ve mücavir bölgelerde görevlendirilmesi ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin hükümet tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için Anayasa’nın 92. maddesi uyarınca 1 yıl süreyle izin verilmesini arz ederim.” (http://www. turkishnavy.net/Adentezkeresi.pdf (2009) “Aden Tezkeresi”, 19.05.2010; http://www.resmi-gazete.org/tarih/20090213-2.htm, 19.05.2010).

Kamuoyunda Aden Tezkeresi olarak bilinen yurtdışına asker gönderme kararını görüşen TBMM üyeleri Hükümet adına, Grupları adına ve şahsı adına konuşmalarını yapmışlardır. Bu tezkere hakkında konuşmalar yapan TBMM üyelerinin isimlerini ve yaptıkları konuşmaların özetlerini şu şekilde belirtebiliriz.

İlk söz, Hükümet adına Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’e verilmiştir. Gruplar adına: Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Sayın Kürşat Atılgan, Cumhuriyet Halk Partisi adına Sayın Şükrü Elekdağ, Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Sayın Selahattin Demirtaş, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Sayın Vahit Erdem.

Şahıslar adına: Sayın Suat Kınıklıoğlu, Sayın Kamil Erdal Sipahi konuşmuşlardır. Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül konuşmasının başında Aden Körfezi ve civarındaki korsanlık/deniz haydutluğu olaylarından, silahlı soygun vakalarından ve 2008 yılındaki artışından bahsetmiş; Aden Körfezi ve bölgesine niçin asker göndermemizin nedenlerini belirtmiştir. 2008 yılı sonu itibariyle 3’ü Türkiye bağlantılı 15 gemi ve 37’si Türk olmak üzere 300’ü aşkın denizcinin rehin alındığını, söz konusu üç geminin Yasa Neslihan, Karagöl ve Bosphorus Prodigy, sırasıyla 6 Ocak, 13 Ocak ve 2 Şubat 2009 tarihinde serbest bırakıldıklarını, bu bölgede seyir halinde olan ticaret gemilerimizin ise, korsanların saldırılarından tesadüfen kurtulduklarını ve ileride buna benzer olayların yaşanmasının yüksek olduğunu belirtmiştir. Hiçbir ülkenin böylesi bir sorunu tek başına çözemeyeceğini ve uluslararası toplumun işbirliğinde bulunması için BM Güvenlik Konseyi’nin 2008 yılında beş adet karar almış olduğunu ve bunların 1816, 1838, 1844, 1846 ve 1851 sayılı kararlar olduğunu söylemiştir. Son olarak Sayın Vecdi Gönül, böyle bir görevlendirmenin, aynı zamanda Güvenlik Konseyi geçici üyeliğimizin yüklediği sorumluluklara paralel olarak bu alanda yürütülen uluslararası gayretlere daha aktif bir katkıda bulunmamızı sağlayacağını belirtmiş ve TBMM üyelerinden Aden Tezkeresi için destek olmalarını talep etmiştir.

Grubu adına Milliyetçi Hareket Partisinden Kürşat Atılgan yaptığı konuşmasında, dünya ticaretinin %90’nın deniz ticareti ile yapıldığını ve stratejik deniz yollarının öneminden ve bugün için stratejik deniz yollarının 10 adet olduğundan, gerek tarihte ve Soğuk Savaş Döneminde gerekse şimdi dikkat edildiği zaman dünyadaki olayların, savaşların merkezinde bu stratejik noktaların olduğunu belirtmiş ve bunlardan birinin de korsanlık/deniz haydutluğu ve silahlı soygunların cereyan ettiği Aden Körfezi ve Somali kıyısı olduğunu ifade etmiştir. Aden Körfezi’nin bulunduğu noktanın dünya ticareti için çok büyük bir öneminin olduğunu ve Doğu ile Batıyı birbirine bağladığından bahsetmiştir. Ayrıca deniz haydutluğuna karışan Somalililerin bugün içerisinde oldukları duruma nasıl ve kimler tarafından getirildiği hakkında bilgiler vermiş, Türk askerinin bölgeye gideceğini ve diğer görevlerde olduğu gibi bu görevini de başarılı bir şekilde yapıp geleceğini ifade ederek Aden Tezkeresi’ne MHP Grubu olarak olumlu oy vereceklerini beyan etmiştir.

CHP adına İstanbul milletvekili Sayın Şükrü Mustafa Elekdağ konuşmuş ve konuşmasında, Somali’nin yönetme gücünden yoksun ve otorite boşluğundan dolayı iç savaşlarla boğuşan, yoksul bir Afrika ülkesi olduğunu bu yüzden ülkenin kıyı bölgelerindeki kontrolün korsanlık ve deniz haydutluğu yapan veya faaliyetleri destekleyen savaşçı aşiretlerin eline geçtiğini ve bu haydutların da gerçekleştirdikleri yasa dışı eylemlerin uluslararası ticareti ve deniz taşımacılığını olumsuz şekilde etkilediği, can ve mal emniyetine çok ciddi tehdit oluşturduğu hususunda bugün dünyada tam bir görüş birliğine varıldığını ifade etmiştir.

Sayın Elekdağ, Türkiye’nin uluslararası sözleşmelerin getirdiği yükümlülükleri yerine getirdiğini; fakat ABD eski başkanı George Bush döneminin Türkiye’ye yönelik özellikle PKK ve Irak’a asker gönderme tezkeresi olan 1 Mart tezkeresinin TBMM tarafından kabul edilmemesinin ardından yaşanan soğuklukları ve buna paralel olarak ABD’nin Türkiye tarafından tepki alan Kuzey Irak ve Ortadoğu politikasından bahsetmiştir. Yeni seçilmiş olan ABD Başkanı Barak Hüseyin Obama’nın Türkiye’ye karşı ılımlı politika takip edeceğini ümit ettiğini ifade etmiş, Türkiye-Amerikan ilişkilerinin seyrinde Amerika’nın PKK ve Barzani’ye yönelik tutumunun etkili olacağını önemle vurgulamıştır. Sayın Elekdağ ayrıca, ABD’nin Avrupa’da ve Ortadoğu bölgesindeki problemleri çözmeye çalışırken Türkiye’nin yardımına ihtiyaç göstereceğinden bahsederek ilişkilerin düzeltilmesi için ABD’nin

Türkiye’ye bazı konularda yardımcı olması gerektiğini ifade etmiş; CHP Gurubunun tezkereye olumlu oy vereceğini belirtmiştir.

DTP Grubu adına konuşan Sayın Selahattin Demirtaş, Aden Körfezi ve Somali kıyılarında devam etmekte olan korsanlık/deniz haydutluğu ve silahlı soygunların Afrika’da, Somali’de, Ruanda’da, Nijarya’da, Etiyopya’da, o bölgenin tamamında yaşanan yoksulluğun, açlığın etkili olduğunu ve olayların bitirilmesinde bunların giderilmesinin önemli olduğunu belirtmiştir. Ayrıca, 20. yüzyılda dünyadaki mücadelelerin merkezinde ve savaşların sebeplerinde petrol ve petrol sevkiyatı güvenliğinin rolünden bahsetmiş, dünyada bugün için enerji açısından petrol ve doğalgaza bağımlılık oranının %70 olduğunu, 2030 yılında bu bağımlılık oranın artarak %72 veya %73’e ulaşacağını bu sebepten dolayı 21. yüzyılda da aynı durumun korunmaya devam edeceğinin görüldüğünü ifade etmiştir.

Sayın Demirtaş, Somali ve bölgesindeki iç savaşların çıkış sebeplerinin, bugünkü siyasal ve sosyolojik ortamı hazırlayan şeyin de Batılı emperyal güçlerin oradaki politikalarının, yüzyıl öncesine dayanan sömürgeci anlayışlarının olduğunu, sömürgeci devletler tarafından Afrika’nın zenginliklerinin kendi ülkelerine aktarıldığını ifade etmiştir. Yukarıda özetini verdiğimiz gerekçelerle DTP Grubu’nun, Türkiye’nin bu oynanmakta olan oyunun içerisinde yer almasını doğru bulmadıklarını, Türkiye’nin uluslararası alandaki etkili bir güç, etkili bir ses olma konumunun ezilen ve sömürülen halkların yanında yer alıp, emperyal güçlere karşı tavır koymasıyla olabileceğini, Aden Tezkeresi’ni belirtmiş olduğu gerekçelere istinaden doğru bulmadıklarını ve Tezkere’ye hayır oyu vereceklerini ifade etmiştir.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Sayın Vahit Erdem konuşmuştur. Sayın Vahit Erdem konuşmasının başlarında 21. yüzyılın küresel tehdit algılaması ve karşı tedbirler konusunda kısa bir değerlendirme yapmıştır. 21. yüzyılın geçen yüzyıla kıyasla çok farklı bir güvenlik yapısına sahip olduğunu, buna bağlı olarak da yeni ve farklı bir savunma anlayışı ve sisteminin gelişmeye devam etmekte olduğunu vurgulamıştır. Geçen yüzyılda tehditlerin, ağırlıklı olarak ülkeler arası çatışma veya bloklar arası gerginlikler, çatışmalar varsayımına göre değerlendirildiğini, devletlerin ve blokların savunma sistemlerini de bu varsayımdan hareketle konvansiyonel ordulara ve silah sistemlerine dayandırdıklarını böylece, karşılıklı caydırıcılık veya nispi olarak simetrik çatışmanın söz konusu olduğunu belirttiği konuşmasına şöyle devam etmiştir:

“İçinde bulunduğumuz çağın tehditleri geçen yüzyıla göre şekil değiştirmiştir. İçinde bulunduğumuz dönemde asimetrik ve önceden tahmin edilemeyen ve devamlı yenileri eklenen bir tehdit çevresi ve yapısıyla karşı karşıya bulunuyoruz. Terörizm, bölgesel ve etnik çatışmalar, kitle imha silahlarının yayılması, illegal silah ve insan ticareti, bilgisayar sistemlerine elektronik saldırı, enerji güvenliği ve son yıllarda karşılaşılan korsanlık, deniz haydutluğu bugün karşılaştığımız belli başlı tehditlerdir. Yarın ne gibi yeni tehditlerle karşılaşılacağını şimdiden tahmin etmek de mümkün değildir. Bu yeni tehdit yapısı ülkelerin savunma sistemlerinin ve orduların yeniden yapılandırılması sürecini de başlatmıştır. Pek çok ülke, silahlı kuvvetlerini, ülke savunması yanında ülke ötesi tehditleri de karşılayacak şekilde yapılandırmışlardır ve bu yöndeki yapısal değişim çalışmaları devam etmektedir. Nitekim, Türkiye de 1990’lı yıllardan itibaren pek çok uluslararası, özellikle NATO operasyonlarında yer almaktadır. Balkanlarda Bosna-Hersek ve Kosova, Afganistan başta olmak üzere, Türkiye, NATO’nun tüm sınır ve alan dışı operasyonlarında yer almıştır. Çağımızda bu tehditlerin hiçbirinin hiçbir ülke tarafından tek başına karşılanması mümkün görülmemektedir. Bu gerçekten hareketle ülkeler ve savunma kurumları arası iş birliği geliştirilmekte ve gittikçe yoğunluk kazanmaktadır. Nitekim, NATO da bu gerçekten hareketle bir taraftan yeni üyelerle genişleme politikası uygularken bir yandan da iş birliği ve ortaklık politikaları çerçevesinde ilişkilerini Avustralya, Japonya ve Güney Kore’ye kadar uzatmıştır. Bu bağlamda uluslararası ilişkiler, istihbarat paylaşımı, dayanışma büyük önem taşımaktadır.”

Sayın Erdem konuşmasının devamında şunlara değinmiştir. Korsanlık ve silahlı soygun eylemlerinin son dönemde gelişen bir tehdit biçimi ve uluslararası bir güvenlik sorunu haline geldiğini, Aden Körfezi, Somali kara suları ve açıkları, Arap Denizi ve bölgelerinde uluslararası ticareti ve teniz taşımacılığını etkileyen bir boyuta eriştiğini, ayrıca bölgedeki söz konusu olayların Somali ve Afrika ülkelerine yapılan insani yardımları da olumsuz yönde etkilediğini ifade etmiştir. Bölgeye asker göndermede uluslararası meşruiyetin temellerinin başta BM Güvenlik Konseyi’nin konu ile alakalı almış olduğu ve imkânı olan ülkelere korsanlık ve silahlı soygunculukla mücadeleye aktif olarak katılma çağrısında bulunan 1851 sayılı kararı ve Somali karasularına girmek için gereken iznin alınması olduğunu belirtmiş; Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Somali Geçici Hükümeti’nin rızasını almak için 09.01.2009’da New York’ta yapmış olduğu başvurunun, 13.01.2009’da Somali Geçici Hükümeti’nce kabul edildiğini ve alınan izin hakkında BM Genel Sekreterliği’nin de bilgilendirildiğini söylemiştir.

2008 yılı içerisinde Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine büyük bir oy çoğunluğuyla seçilmesinde özellikle bölge ülkelerinin-korsanlık olaylarının cereyan ettiği ülkelerin-büyük destek verdiklerini ve 1 Ocak 2009’dan bu yana BM Güvenlik Konseyi’nde geçici üye olarak yer alan Türkiye’nin görev ve sorumluluğun bilincinde, uluslararası barış ve istikrarı tehlikeye düşüren ve milli menfaatlerimizi olumsuz etkileyen korsanlık ve deniz haydutluğu ile mücadele etme konusundaki çabalara destek vererek uluslararası ve milli sorumluluğun gereğini yerine getireceğini ifade etmiştir.

Sayın Erdem konuşmasını şu cümlelerle tamamlamıştır:

“Bu yukarıda saydığım sebepler ve gerekçelerle, Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının kararda zikredilen bölgelerde görevlendirilmesi, gerekli düzenlemelerin Hükümet tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için, Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca bir yıl süreyle izin verilmesini Ak Parti Grubu olarak destekliyoruz. Burada memnuniyetle ifade ediyorum ki, diğer iki parti grubu da bu kararı destekliyor çünkü küreselleşen tehditlere karşı-sözlerimde de ifade