• Sonuç bulunamadı

1. ŞEYH GÂLİB’İN HAYATI, ESERLERİ, EDEBÎ KİŞİLİĞİ

2.5. Hayal ve Rüya

Varlık olgusunun gerçeklik düzleminde ele alınışı, mutlak gerçek olan Hakk’ın varlığı karşısında “var” olarak adlandırılan her şey için, bir varlığı varmış gibi görünen ancak en azından bilinç düzeyinde bir gerçekliği bulunmayan “hayal” veya “rüya”

kavramlarını akla getirmektedir. İnsan yaşamında bilincin açık olduğu uyanıklık durumunun gerçekliği karşısında, uyku durumunda görülen ve bilinçaltının dışa vurumu şeklinde gerçekleşen rüyalar ve yine uyanıklık durumunda olmakla birlikte belli bir düşünsel faaliyet sonucunda zihinde beliren kurgusal durum ve olayları ifade eden hayaller gerçek olmayanı temsil etmektedir. Varlık meselesi bağlamında, insanın uyanıklık halinde içerisinde bulunduğu dünya ve bu dünyada her türlü duyusal algıya konu olan nesne, olay ve olgular bütünü mutlak ve gerçek olan varlığı temsil etmektedir. Aynı şekilde insanın rüya ve hayalleri de gerçek olmayan varlıklar için benzetme unsuru olarak kullanılmaktadır. Bu şekilde bir analoji aynı olmamakla birlikte varlığın gerçekliği için kullanılan ışık-gölge sembolizmiyle büyük paralellik göstermektedir. Gâlib’in aşağıdaki beytinde gerçek(lik) ve hayal kavramları arasındaki ilgi hakkında önemli ipuçları bulunmaktadır:

Veren bu sûret-i mevhûma revnâk reng-i hüsnündür Gülistân-ı hayâlim nev-bahârım varsa sendendir (G.87/3)

“Bu hayali surete parlaklık veren senin güzelliğinin rengidir, hayal gülistanım

ilkbaharım varsa sendendir”

Gâlib, ilk mısradaki “sûret-i mevhûm” ifadesini hem özel anlamda kendisi ve dolayısıyla da “insan” için hem de genel manada âlemi meydana getiren eşya için kullanmaktadır. İkinci mısradaki hayal ve bahar kelimelerine getirilen birinci tekil şahıs iyelik ekleri “sûret-i mevhûm” tamlamasının şairin kendisini ifade etmek için kullanıldığını gösterse de bir diğer anlam katmanında bu özel kullanım beyitte mecâz-ı mürsel sanatıyla bütün varlık âlemine teşmil edilebilir biçimde yer almaktadır. İlk bakışta beyitteki şahısların Gâlib ve onun bağlı olduğu dergâhın kurucusu ve en büyük şeyhi durumundaki Mevlânâ oldukları, Gâlib’in şeyhinden nasıl feyz aldığının anlatıldığı izlenimi uyanmaktadır. Ancak daha dikkatli bir tahlil yapıldığında beyitte yer alan ifadelerin varlığın gerçekliği hususunda yapılmış ontolojik bir itiraf olduğu görülmektedir. Bu şekilde bakıldığında beyitte ikinci tekil şahsın Hakk’ı temsil ettiği anlaşılmaktadır. Hakk’ın güzelliğinin veya yüzünün renginin hayali bir surete güzellik kazandırması, tecellî faaliyeti neticesinde varlık kazanan insana ve âleme işaret

etmektedir. Küçük âlem olan insan da büyük insan olarak adlandırılan âlem de varlıkları Hakk’a nispet edildiği müddetçe var olarak kabul edilmektedir.

Beyitteki “reng” kelimesi hile anlamı da göz önüne alınarak tevriyeli kullanılmakta ve Hakk’ın yansımasının ortaya çıkardığı varlıkların bir yanılsama mesabesinde olduğuna imada bulunulmaktadır. Hayal bahçesi ve ilkbahar kavramları varlıktaki veya tecellî formlarındaki çokluk ve çeşitliliğe dikkat çekmekte ve âlemde bulunan veya onu meydana getiren canlı cansız her türlü şeyin Hakk’ın farklı tecellî formları olduğu vurgulanmaktadır. Hak’tan âleme doğru seyreden bütün bu ontolojik sürecin mahiyetine işaret eden ifadeler ise “varsa” ve “sendendir” ifadelerinde saklı bulunmaktadır. Şart kipinin kullanıldığı “varsa” kelimesi kendinden önce yer alan kavramların var olmalarını kendinden sonra yer alan “sendendir” yargısına bağlarken söz konusu kavramların hayalî ya da vehmî olduğunun altını çizmektedir. Diğer bir ifadeyle ilk mısradaki hayali suret ile ikinci mısrada yer alan hayal bahçesi ve ilkbahar kavramları aslında “yok” hükmündedir. Bunlara “var” denilecek veya bu kavramlar “varlık”la vasıflandırılacaksa bu varlık ancak Hakk’ın varlığının kaynaklık edeceği tali bir varlık olacaktır.

Hayal mefhumu gerçeklik karşıtı olarak ele alındığında olumsuz ve değersiz gibi algılansa da aslında gerçeği aksettirmesi ve bir anlamda gerçek olana kapı aralaması yönüyle müspet bir özellik arz etmektedir. Ontolojik olarak da madde âlemi ile gerçek varlığı temsil eden Hakk’a ait alan arasında bir ara form durumundaki hayal âlemi; izafi, vehmi ve hâdis olanın kadîm ve mutlak gerçek olana katıldığı metafizik alanı karşılamaktadır. İnsan için bu âleme girebilmek, belli bir olgunlaşma düzeyine ulaşmaya ve buna bağlı olarak Hakk’ın ona bunu ihsan etmesine bağlıdır. Ancak her insanın, uyku esnasında görmüş olduğu rüyalar, hayal âleminin en yüzeysel biçimde tecrübe edilmesi için önemli vasıtalardan biridir. Yine insanlara verilmiş olan hayal etme, zihinde canlandırma faaliyeti, bu âleme sınırlı da olsa kapı aralamaktadır. Aşağıdaki beyitte bir âşık sıfatıyla konuşmakta olan Gâlib, mutlak mâşuk olan Hakk’ın cilvesinin tasavvurunun bile onun iç dünyasında büyük bir değişim meydana getirdiğini şu şekilde ifade etmektedir:

Döner sahîfe-i Erjenge bâliş-i hıştım

“(Onun) Nazının cilvesi rüyama gelince kerpiç yastığım Erjeng’in sayfalarına

döner”

Tasavvuf inancının, sistemli bir biçimde pratiğe dökülerek bir hayat tarzı haline getirildiği tarikatlarda, manevi olgunlaşma yolunda ilerleyen bir müridin en önemli tecrübelerinden birisi “halvet” adı verilen halktan uzaklaşılıp Hak’la bütünleşmenin arzulandığı süreçtir. Bu süreçte mürit, kendisini dış dünyaya tamamen kapatmak suretiyle kendi iç derinliğine yönelir ve böylece mutlak sevgili olan Hakk’ı gönlünde hissetme, ona ulaşma veya onunla buluşma anının gerçekleşmesini bekler. Beyitte yer alan ifadeler dikkatlice ele alınacak olursa bir salikin “Halvet” durumunda tecrübe ettiği bir halin resmedildiği kolaylıkla görülecektir. Halvette, masiva olarak nitelenen ve Hak’tan gayrisini ifade etmek için kullanılan kesrete yani âleme ait unsurlardan bedenen ve ruhen soyutlanmak için dünya nimetlerinden mümkün mertebe uzak durmak gerekmektedir. Bunun neticesinde mürit veya derviş hayatta kalmasına yetecek kadar yiyecek ve bir miktar su ile gıdalanıp kuru bir taş veya kerpici kendisine yastık olarak kullanarak zorlu yaşam koşullarında iç dünyasına çekilecektir. Bu zorlu şartlar, belli bir süre sonra onda Hakk’ın zuhura getireceği olağanüstü manevi lezzetler için birer vasıta durumuna geçecektir. Beyitte kerpiç yastık anlamındaki “bâliş-i hışt”ın bir resim mecmuasına dönmesi, bu dönüşümü sağlayan unsurun da sevgilinin naz ve cilvesinin hayali olması durumu, müridin elde ettiği manevi lezzetleri ortaya koymaktadır. Hakk’a vasıl olmak, onun ilgisine mazhar olabilmek için çekilen sıkıntı bir anda rahmete dönüşmekte, mürit madde âleminden hayal âlemine kapı aralamaktadır. Sevgilinin naz ve cilvesinin rüyalara girmesi veya hayal edilmesi, âşık durumundaki mürit veya dervişin sürekli olarak Hak’la iştigal ettiğini, tefekkür ve tahayyül dünyasını Hakk’a hasrettiğini göstermektedir. Düşünce ve duygu dünyasının tamamen ve sürekli olarak Hakk’a yöneltilmesi, fiziksel anlamda süreç içerisinde yer alan zorlukları, mana âleminde “Erjeng”in sayfalarında yer alan güzel tasvirler gibi güzelliklere dönüştürmektedir. Beyitteki “hayâl” ve “Erjeng” ifadeleri olumlu çağrışımlar yapmakla birlikte, varlığın gerçekliği meselesine de göndermede bulunmakta, salik veya mürit için tecrübe edilenin henüz gerçek varlık alanına ait olmadığı belirtilmektedir.

Ünlü Yunan filozofu Aristo ile İbn Arabî’nin varlığa bakış açılarını özetlerken Izutsu şu ifadelere yer vermektedir:

“Varlık kavramının, üzerinde çok kuvvetli bir teshîr icrâ ettiği

Aristoteles’in aksine İbn Arabî’nin felsefesinin hareket noktası âdî mânâda gerçeğin somut düzeyindeki Varlık kavramı değildir. İbn Arabî için tabîattaki eşyâ rüyâdan başka bir şey değildir.” (Izutsu, 2005: 41).

Eşyanın rüyadan başka bir şey olmadığı yönündeki tasavvur, aşağıdaki beyitte Gâlib tarafından şiir ve şairlik bağlamında şu şekilde değerlendirilmktedir:

Çözülmüyor dil-i sad-pâremizden ukde-i nazm Aceb ki zülf-i tahayyül dolaşdı şânemize (G.309/5)

“Şiirin düğümü yüz parça olan gönlümüzden çözülmüyor, tuhaftır ki tarağımıza

hayal saçları dolaştı”

Bir şairin şiirle olan bağının onun hayal gücünün kuvvetiyle ilişkilendirildiği beyitte, hayalin zülf yani saçla irtibatlandırılması ve kesret âlemine bir göndermede bulunulması söz konusudur. Şiir, gerçekliğin hayal boyutunda bir yansımasıdır. Âlemin çoklu yapısı, mutlak tek olan gerçek varlığın bir yansıması ve onun hayal düzlemindeki karşılığı mesabesinde bulunması noktasından hareketle beyitte bir gerçek-hayal karşıtlığı ortaya konulmaktadır. Hayal saçının tarağa dolanması, düğümlenmesi tasavvuru, gerçek varlığı yani “vahdet” durumunu müşahedeye engel olan hayal âlemine ya da “kesret” durumuna bir işarettir. İlk mısrada yer alan, gönlün yüz parçaya bölünmüşlüğü anlamındaki “dil-i sad-pâre” ifadesi kesret âleminde bulunulduğunun ve bu âlemi aşmak suretiyle mutlak birlik anlamındaki “vahdet” âlemine kapı aralanamamış olduğunun bir itirafıdır. Şiirin kapalı yapısı bağlamında, ihtiva ettiği çözülmesi güç sembolik yapısı bir düğüm olarak nitelendirilmekte ve bu düğüm şiirin öznesi durumundaki sevgilinin “zülf”ü ile ilişkilendirilmektedir. Saçların birbirine karışarak düğüm halini alması gerçeği, hayal ya da kesret âleminin mahiyetini ve bu âlemin gerçek varlıkla olan ontolojik bağını idrâk etmedeki zorluğun sembolü olarak kullanılmaktadır.