• Sonuç bulunamadı

1. ŞEYH GÂLİB’İN HAYATI, ESERLERİ, EDEBÎ KİŞİLİĞİ

1.1. Mutlak Gerçeklik

1.1.1. Hakk’a Tapınma Çeşitlilikleri ve Putperestlik

Kâinattaki her şeyin, tek ve mutlak bir gerçekliğin farklı formlardaki görüntü veya tecellîleri olarak kabul edildiği bir inanç sisteminde canlı ya da cansız her şey bütün itibari varoluşlarını tek bir gerçek varlıktan almak suretiyle varlık alanına çıkarlar. Dolayısıyla kâinatta mevcut olarak belirtilen her türlü “şey” gerçek bir varlıklarının bulunmamaları yönüyle hiçliğe, tek ve gerçek bir varlığa bağlı ve bağımlı olarak zahiren var olmaları yönüyle de “Hak” denilen mutlak gerçek veya daha yaygın olarak kullanılan adıyla “Allah”a yakın bir durum arz ederler. Var olarak nitelendirilen her şeyin aslında Hakk’ın bir yansıması oluşu, Hakk’ı algılama ve ona ubudiyet noktasında insanlar arasında farklı inançların gelişmesinde etkili olmuştur. İnsanların bu farklı algıları, dünya üzerinde farklı İlah tasavvuru olan sayısız dinlerin meydana gelmesine sebep olmuştur. Bütün bu dinler içerisinde; isimleri, ibadet şekilleri ve ritüelleri farklı olmakla birlikte öz itibarı ile somut bir takım nesnelerin İlah kabul edildiği, tarihin hemen her döneminde dünya üzerinde yaşayan insan toplulukları arasında oldukça fazla sayıda taraftar bulan “putperestlik” dikkat çekmektedir. Bizzat insan tarafından meydana getirilmiş somut bir varlığı kendisi için yaratıcı olarak belirlemek ilk bakışta ilkel ve anlamsız görünse de meselenin arka planında Hakk’ın tecellî sürecinin önemli izlerinin olduğu görülecektir.

Bu noktada putperestlik ile ilgili olarak İbn Arabî’nin üzerinde önemle durduğu bir durum söz konusudur. “Resûlullah putperestliği, avâmın idrâk gücünün derin

olmayıp sathî olduğunu ve bunların yalnızca ‘sûretlere’ tapınıp onların ardına geçemeyeceklerini bildiğinden yasaklamıştır.” (Izutsu, 2005: 126-127). İslam’da

putperestliğin yasaklanmasının, insanların putların suretlerinin ardındaki hakikati göremeyecekleri, dolayısıyla da onlara gerçek manada ulûhiyet atfedecekleri endişesinden kaynaklandığını belirten İbn Arabî, ilk bakışta adeta putperestliği mubah göstermeye çalışan dolaylı bir şirk faaliyetini müdafaa eder gibi görünse de onun ortaya koymaya çalıştığı asıl husus, varlık olgusunun tekli ve bütüncül niteliğinin kavranabilmesine yöneliktir. Zâhirî anlamda puta tapmak her ne kadar dinle bağdaşmaz bir mahiyet arz etse de, varlık veya varoluş olgusunun tek bir kaynağa dayandırıldığı “Vahdet-i Vücûd” nazariyesinde, Allah’a şirk koşmak olarak kabul edilen putperestlik dahi olumlu şekilde tevil edilmeye hak kazanır. “Nûh’un kavminin taptığı putlar, İbn

Arabî’nin görüşüne göre, tam doğru olarak ‘İsimlerin Kesreti’ idi; yâni bunlar İlâhî İsimler’in büründükleri çeşitli somut sûretlerdi. Bu kapsamda putlar bizâtihî kutsal

idiler.” (Izutsu, 2005: 89). Put ve putperestlik hakkında sarf edilen bu ifadeler aslında

“varlık” ile ilgili iki boyut için simgesel bir temsil durumunu ifade etmektedir. Eğer kâinatta “var” olarak nitelendirilen her şey Hakk’a ait bir yansıma ise put da bu şekildeki yansımalardan biri olarak varlığını Hak’tan almaktadır. “İnsân İlâh olarak

neye tapınırsa tapınsın bu özel sûretin altında aslında Hakk’ın bizzât kendisine tapınmaktadır; zîrâ bütün âlemde görünen yalnızca Hakk’ın özel tecellîlerinden başka bir şey değildir.” (Izutsu, 2005: 334). Put netice itibarı ile sembolik bir ilah olarak

gerçek ilah olan Allah’ı remzeder. Böyle bir sembol düzleminin gerçekleşmediği, putun bir sembol, yansıma veya suret olarak değil de bizzat kendisi olarak ulûhiyet kazandığı bir inanç sisteminde dahi dolaylı olarak gerçek mabuda bir tapınma söz konusu olacaktır, zira “Her şey odur” (Heme ost) veya en azından “Her şey ondandır” (Heme ez ost) inancı, bu şekilde bir bakış açısını zorunlu kılar.

Bu noktada klâsik şiirin sembol dünyasında putperestlik, şarap, afyon, meyhane, deyr, zünnâr gibi İslam dinince küfre veya haram alanına ait nesne ve kavramların kullanılmasının altında yatan ince manaya da dikkat çekmek yerinde olacaktır. Söz konusu sembollerin olumsuz çağrışımları, muhatabında uyandıracağı beklenmedik, güçlü ve çarpıcı etkileri dolayısıyla tercih edilmektedir. Ayrıca bu tür din-dışı sayılabilecek sembollerin kullanılmasında, yasak ve haram olana karşı insan tabiatında var olan arzu ve eğilim de önemli bir sebeptir. Nitekim İbn Arabî, Tercumânu’l-Eşvâk adlı eserindeki şiirlerinin sembolik yapısına ilişkin önemli bir ayrıntıdan şu şekilde söz eder:

“(Tercumânu’l-Eşvâk’ta) rabbânî marifet ilimlerine (lordly

gnostic sciences), ilâhî ışıklara, ruhanî sırlara, aklî bilgilere ve Şer’î uyarılara imada bulunuyorum. Ama tüm bunları erotik aşk ve cinsel göndermelere sahip bir dille ifade ettim; çünkü nefisler bu tür ifadelere tutkundur.” (Chittick, 2007: 319).

Yaşamını dünyada sürdürmekte olan ve her türlü zevk sağlayan nimeti, kendi yaşamındaki tecrübelere dayalı olarak bilip tanıyabilen insan için en ulvî hakikatleri idrâk etmenin zevki, ancak onun bilip tanıdığı bir zevk unsuru vasıtasıyla elde edilebilir. Okurun muhayyilesinde, şeriat noktasında en iğrenç ve kerîh unsurlar olan bu semboller aslında dünya hayatının zâhirî zevklerini remzeden sıradan teşbih unsurları olmanın

ötesinde eşyanın cevher itibarı ile aynılığına ve âlemdeki zıtlıkların meydana getirdiği “bir”liğe de işaret etmektedir.

Aşağıya alınan bir beytinde Gâlib, her şeyin varoluş bakımından gerçek varlık olan Hakk’a dayandığı bir anlayışta putperestlik gibi teolojik anlamda İslam dini için çok tehlikeli olan bir inancın tasavvuf boyutundaki derin manasına işaret etmektedir:

Deyr-i aşkın büt-perestânı heme Hak-bîndir Berhemenler sûret-i dîvâre etmez iltifât (G.31/3)

“Aşk tapınağının bütün puta tapıcıları Hakk’ı görenlerdir, Brahmanlar

duvardaki suretlere değer vermez”

Gâlib’in tasavvuf birikiminin sanatçı kişiliğiyle bütünleşmesinin güzel bir örneğini temsil eden yukarıdaki beyit, üzerine oldukça fazla düşünür ve âlim tarafından sayfalarca yazı yazılmış “varlık” ve “varlığın birliği” gibi önemli konuları iki cümlede oldukça açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Beytin anahtar kelimelerinden birisi, belki de en önemlisi, “aşk” kavramıdır. Yukarıda belirtilmeye çalışılan putperestlik olgusu ve bu olgunun derininde yatan ince ayrıntıları görebilmek veya daha doğru bir ifadeyle “sezebilmek” için “aşk manastırı”nın mensubu olmak gerekmektedir. Beyitte bahsedilen putperestlerin önemli özellikleri aşkla bakabilmeleri ve buna bağlı olarak “suretin” ya da görünenin ardında gizli olan “Hakk”ı yani görünmeyen veya bâtın olarak tanımlanabilecek olan mutlak gerçekliği görebilmeleridir. Gâlib bu beyitte Hakk’ın algılanması ile ilgili olarak dinler üstü veya ötesi olarak adlandırılabilecek önemli bir hususun da altını çizmektedir. Bu husus Izutsu tarafından şu şekilde açıklanmaktadır:

“Bütün ilâhlar eninde sonunda Tek ve aynı olan Allah’dır; fakat

her millet ya da her ümmet O’na özel bir sûretinde inanmakta ve tapınmaktadır. İbn Arabî buna ‘çeşitli dinî inançlarda yaratılmış olan İlâh’ demektedir.” (Izutsu, 2005: 124).

Yaratılmış olan İlâh ifadesi, bireysel olarak veya en azından belli bir dine mensup insanların kolektif bir biçimde inandıkları İlah algısıdır. Başka bir ifadeyle, kişilerdeki algı ve tahayyül farklılıklarına bağlı olarak ortaya çıkan sayısız ve çeşitli İlah

tasavvurudur. Bu durumun doğal bir neticesi olarak yeryüzünde yaşayan insanlar Hakk’ı, kendi kabiliyetleri çerçevesinde idrâk edebilmekte, bu idrâk Hakk’ı bazen herhangi somut bir şey olarak, bazen metafizik ya da hayali âleme ait soyut bir şey olarak bazen de izafi olarak nitelendirilen bu somut ve soyut her türlü eşyanın haricinde, gerçeklik veya hakikat denilen daha üst bir varlık kategorisine ait, mutlak bir tanımsızlık ve kayıtsızlık boyutunda gerçekleşmektedir. Gâlib’in “Berhemenler” ifadesi Hakk’ın farklı inançlarda ortaya çıkan bu algı çeşitliliğine işaret etmenin yanında özel bir anlamı daha ihtiva etmektedir. Brahmanizm Vedaizm, Budizm ve Taoizm gibi Doğu medeniyet dairesinde neşet etmiş inanç sistemlerinde varlığa ve varlığın mertebelerine bakış, birçok yönden tasavvuftaki varlık anlayışıyla benzeşmektedir.