• Sonuç bulunamadı

TÜRK BİLGESİ HACI BEKTÂŞ-I VELİ’NİN NÜBÜVVET/ PEYGAMBERLİK ANLAYIŞ

3. HACI BEKTAŞ-I VELİ’NİN NÜBÜVVET/ PEYGAMBERLİK ANLAYIŞ

Diğer ilahî dinler gibi, İslam Dini de peygamberlik/ nübüvvet kurumu üzerine inşa edilmiş- tir. Bütün ilahî- semavî dinler önem ve değerini elçilik müessesesine dayanmasından alır- lar. Nübüvvet konusu ilk akaid ve kelam eserlerinde pek yer almaz. Bilindiği gibi nübüvvet konusunun kelam kitaplarına girişi ve ayrıntılı olarak işlenişi bir takım iç ve dış etkenlerin tesiriyle olmuştur. İslâm fetihlerinin gelişmesiyle birlikte gün yüzüne çıkan Yahudi ve Hı- ristiyanlarla yapılan tartışmalar, Mu’tezile’nin konuya yaklaşımı, Şiîlerin faaliyetleri, eski fi lozofl arın, Hintli inanç gruplarından Sümeniyye ve Brahmanların peygamberlik anlayışları

bu etkenlerin başında sayılabilir.9 Bilindiği gibi nübüvvet, Allah ile kulları arasında dünya

ve ahiret hayatıyla ilgili ihtiyaç ve gereksinimlerin giderilmesi maksadıyla ifa edilen elçilik görevidir. Nübüvvet yerine “Allah ile kul arasında elçilik yapma” anlamına gelen risâlet kav- ramı da kullanılır. Risâlet ve nübüvvet kelimeleri ise masdar olup, peygamberlik anlamına gelmektedir. Kur’an-ı Kerim’de Hz. Muhammed (sas) için ‘Resul’ ve ‘Nebi’ kavramlarının

birlikte kullanıldığı görülmektedir.10 Ona resul denmesi Allah’a izafeten, nebi denilmesi ise

72

11 Bakara, 2/177; Bakara, 2/ 132, 28; Nisa, 4/ 136

12 “Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın resulü ve peygamberlerin sonuncusudur...” Ahzab, 33/40. 13 Özarslan, Selim, İslam İnanç Esasları/ Akaid Esasları (Temel Dini Bilgiler), Nobel Yayınları, Ankara, 2013, s.114.

14 Cüveynî, Ebu’l-Mealî Abdulmelik, Kitabu’l-İrşad ilâ Kavâtii’l-Edilleti fî Usuli’l İ’tikâd, thk. Esad Temim, Beyrut, 1413/1992, 256- 257; Nesefî,

Temhid fi Usuli’d-Din, 42; Sabûnî, el-Bidâye, 45-46; Taftazânî, Şerhu’l-Akaid, 61.

lara Allah’ın emir ve yasaklarını ulaştırıp bildirmesi bakımından da Nebi’dir. Türkçemizde nebi ve nübüvvet yerine daha çok Farsça asıllı peygamber (haber getiren) ve peygamberlik kelimeleri yaygın olarak kullanılmaktadır.

Peygamberlik, Allah’ın insanlara yönelik engin rahmetinin bir tecellisi olarak yol göster- me ve hakkı tebliğ etmeyi içerdiği gibi hakkı fi ilen yaşayıp örnek teşkil etmeyi de kapsa- maktadır. Nübüvvet ya da elçilik bütün ilahi dinlerin üç temel ilkesinden birini oluşturur.

Uluhiyet ve ahiret dinin diğer asli esaslarıdır.11 Peygamberler, kendilerinin Allah tarafından

görevlendirilen hak elçileri olduklarını ispatlamak için tabiat kanunlarını aşan, olağanüstü olaylar yani mucizeler göstermişlerdir. Kur’an’ın bildirdiğine göre son peygamber olan Hz.

Muhammed’in12 en büyük mucizesi, kâinat varlığını devam ettirdikçe eşsiz üstünlüğü ve

erişilmezliğini koruyacak olan Kur’an-ı Kerimdir.

İslâm düşünce tarihinde nübüvvetle ilişkin kafa yorulan konulardan birisi de peygamber gön- dermenin diğer bir deyişle nübüvvetin imkan dahilinde olup olmadığı sorunudur. İslâm dü- şüncesinde peygamberliğin gerekliliğine direkt olarak karşı çıkarak nübüvvete itiraz edenler İbnü’r-Râvendî ve Ebu Bekir Râzî olmuştur. Bunların dışında peygamberliğin gerekliliğine yönelik ciddi itiraz ve tenkitler İslâm kaynaklarında Berahime ve Sümeniyye adıyla anılan Hintli inanç gruplarından gelmiştir. Bunlar aklı gerçeğe ulaştırıcı yegâne bilgi aracı gördük-

lerinden vahyi ve peygamberliği gereksiz ve imkânsız görmüşlerdir.13

Ehl-i Sünnet kelâm bilginleri Berâhime ve Sümeniyye’nin aklın kabul etmediği şeylerin geçersizliğine dayanarak peygamberliği imkânsız/ muhal görmelerine, peygamberlerin ak- lın bilgisine güç yetiremeyeceği şeyleri getirdikleriyle karşılık vermişlerdir. Çünkü risalet, insanların akıllarının eksik kaldığı sahalarda, noksanlıklarını gidermek gayesiyle Allah ile insanlar arasındaki elçiliktir. Risaletin hedefi , insanların dünya ve ahiretteki çıkarlarıyla ilgili olan, fakat neliğini/ mahiyet kavramaya düşüncelerinin kâfi gelmediği illet ve kusurları orta- dan kaldırmaktır. Akıl zorunlu/ vacib ile imkânsız/ mümteni şeyler hakkında kolayca bir hük- me varabilirse de olurlu/caiz olanlar hakkında olumlu ya da olumsuz bir hükme varamaz. Bu

nedenle Allah’ın peygamber göndermesine insanlar açısından ihtiyaç vardır.14 Hünkar Hacı

Bektaş-ı Veli, İslâm kelam bilginlerinin üzerinde fi kir beyan ettikleri nübüvvetin/ peygam- berliğin gerekli olup olmadığı başka bir deyişle nübüvvetin mümkün olup olmadığı hususuna değinmemiştir. Hem bir mutasavvıf olması hem de nübüvvet konusunda yani Allah’ın emir ve yasaklarını insanlara iletecek bir elçi görevlendirdiği hususunda herhangi bir şüphesi ol- madığından ondan bu konuya değinmesi de beklenemez kanaatindeyiz.

Hacı Bektaş-ı Veli’nin nübüvvet anlayışı, Kur’an ve sahih sünnete dayalı bir inanç olarak karşımıza çıkmaktadır. Ona göre Muhammed Mustafa’nın elçiliğini inkar edenlerin bütün işlediği amelleri batıl olur, boşa gider: “ Tanrı’nın hükümlerinden birin bâtıl dutsa veya-

15 Hünkar Hacı Bektaş Veli, Makâlât, (Hazırlayanlar: Ali Yılmaz, Mehmet Akkuş, Ali Öztürk), TDVY., Ankara, 2007, v.11a 16 Hünkar Hacı Bektaş Veli, Makâlât, v. 8a.

17 Buhari, Muhammed b. İsmail, el-Camiu’s-Sahih, İman, 37, İstanbul, 1992; İmanla ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. Özarslan, Selim, İslam İnanç

Esasları/ Akaid Esasları (Temel Dini Bilgiler), Nobel Yayınları, Ankara, 2013, s. 14-18.

18 Hucûrât, 49/2; Hünkar Hacı Bektaş Veli, Makâlât, v. 11a. 19 el-Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, c.II, s. 90.

20 Aclunî, İsmail b. Muhammed, Keşfu’l-Hafâ, Kahire, trs. II, 262.

hut Muhammed Mustafa’yı inkâr etse…. Dükeli işledüğü amelleri hebâen mensûrâ olur.” 15

Onun Peygamberlik anlayışı Kur’an ve sahih sünnete dayanan Ehl-i Sünnet’in peygamberlik anlayışıyla da örtüşmektedir.

Hacı Bektaş-ı Velî, Makâlât’ında bireyin Allah’a kırk makamda ulaşabileceğini ve Ona dost olabileceğine kanidir. Bu makamlardan onu Şeriat, onu Tarikat, onu Ma’rifet, onu da Hakî- kat içindedir. Ona göre Şeriatın ilk makamı olan iman, Allah’a, meleklerine, kitaplarına,

peygamberlerine ve ahiret gününe inanmaktır.16 Peygamberlik kurumuna ve son elçi Hz.

Muhammed’e ve onun Allah’tan getirdiği ilahi mesajlara inanmayanlar Allah’a ulaşamaz ve onun rızasına nail olamazlar. Onun inanılması gerekli bu asli ilkeleri sayarken dayandığı nakli delil, kendisi belirtmese de Ehl-i Sünnet kelam bilginlerinin de iman esaslarını belirle- mede delil olarak kullandıkları Cibril ya da İhsan hadisi olarak bilinen meşhur hadis metni olduğu kanaatindeyiz. Zira Kur’an-ı Kerim’de anılan iman esasları sıralaması şöyledir: “...Lakin iyi olan, Allah’a, ahiret gü nü ne, meleklere, Kitab’a, peygamberlere inanandır...” (2.Bakara 177)

Hacı Bektaş-ı Veli’nin iman esaslarını sayarken kendisine dayandığını dü şü ndü ğü mü z Cib- ril veya İhsan Hadisi olarak bilinen hadis metninin ilgili kısmı şöyledir: “Birden karşımıza gü zel saçlı, sarık giymiş, çölde yaşadığını zannettiğimiz bir adam çıkageldi. İnsanların ara- sından geçerek, Hz. Peygamber’in (s.a.v) önünde durdu, Ey Allah’ın elçisi, iman nedir? diye sordu. Hz. Peygamber de: İman, Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna tanıklık etmen, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret

gününe, kadere, hayır ve şerrin Yüce Allah’tan olduğuna inanmandır, buyurdu..”17

Hacı Bektaş-ı Velî Makâlât’ında dört kapı (Şeriat, Tarikat, Ma’rifet, Hakîkat) ve Kırk Ma- kamı açıklarken Allah’ın varlığını müşahede etmek ve O’na uluşmak için bu makamların tamamının eksiksiz olarak katedilmesi gerektiğini, hiçbirini eksik bırakmamak gerektiğini vurgular. Bunlar içinde haramlardan sakınma da vardır. Ona göre bu haramlardan biri de nü- büvvetle ilişkindir ve Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de müminlerden seslerini Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmemelerini istemiştir: “Seslerinizi Peygamber’in sesinin üstüne yük-

seltmeyin” (Hucurat, 49/2)18 Hacı Bektaş-ı Veli’nin bu yaklaşımı onun Kur’an buyruklarına

ve Hz. Muhammed’in şahsında peygamberlik kurumuna verdiği önem, değer ve bağlılığı yansıtmaktadır. Yine Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli, bireyi onun yaratıcısı olan Allah’a kavuş- turacak olan kırk makamı açıklarken Hz. Peygamber’in hadislerini sıklıkla anar ve onla- rı görüşlerinin doğruluğuna delil olarak kullanır. Bunlardan biri de Hz. Peygamber’in şu

hadisidir: “el-Kabru ravzatün min riyâzi’l- cinân”.19 Yani kabir, cennet bahçelerinden bir

74

bir başkasıdır. 21

Hacı Bektaş-ı Veli’ye göre Tevrat Musa’ya, Zebûr Davud’a, İncil Rûhullah olan İsa’ya, in-

dirildiği gibi Furkan (Kur’an) da Hz. Muhammed Mustafa’ya verilmiştir.22 Hz. Muhammed

Hak dinin son elçisidir. Onun nübüvvet anlayışına göre, Hz. Muhammed Mustafa kendisine kitap gönderilenlerin en büyüğü (Mürseller mihteri), peygamberlerin başı (peygamberler serveri), sözünde duranların efendisi ve günahkârların (yazuklular) şefaatçisidir. O bu dü- şüncesini şu ifadelerle dile getirmektedir: “ …Dürûd ve tahiyyat ve aferin ve salavât ol mür- seller mihteri peygamberler serveri seyyid-i bâ-vefâ Muhammedü’l- Mustafa aleyhi’s-selam

kim yazuklular şefa’atcısıdur…” 23

Hacı Bektaş-ı Veli, Hz. Peygamber’i Kur’an’da anılan “Ahmed”24 adıyla anar ve onun Al-

lah’ın elçisi olduğunu belirtir. Bununla birlikte O’nun balçığının rahmet ile yoğrulduğunu

söyler.25 Onun bu düşünüş ve algılayışı, Kur’an’ın Hz. Peygamber’in gönderiliş algısına

uygundur. Nitekim Yüce Allah, elçisi hakkında şöyle buyurmaktadır: “Resulüm! Biz seni

ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” 26

Hacı Bektaş-ı Veli’nin nübüvvet anlayışına göre Hz. Peygamber çeşitli vesilelerle Allah’la iletişim halindedir. Hünkar besmele okumanın faziletlerini anlattığı Besleme Tefsiri’nde Hz. Peygamber’in miraçta yaşadığı ruhanî hayattan kesitler sunar. Burada Yüce Allah, elçisi Hz. Muhammed’e hitap etmekte, Hz. Peygamber de Allah’a soru yöneltmekte ve böylece Hz.

Peygamberle Allah arasında konuşma ve iletişim gerçekleşmektedir.27

Bu karşılıklı iletişimde Hz. Peygamber Allah’a hitaben “Ya, İlahi” demekte, Yüce Allah da

Hz. Peygamber’e “Ey benim Habibim” diyerek karşılık vermektedir.28 Hacı Bektaş-ı Ve-

li’nin Hz. Peygamber’i Allah ile konuşturması, Allah’ın elçisine konuşması, vahyin somut- laşmış halinin temsili olarak düşünülebilir.

Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli, insanlığın atası ve peygamberlerin ilki olan Hz. Adem’in yaratı- lışından, yaratılırken geçtiği aşamalardan, Allah’ın bütün isimleri öğretmesinden ve nihayet

meleklere Ademe secde etmeleri yönündeki emrinden de ayrıntılarıyla bahseder.29

Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli’nin Uluhiyet anlayışına göre Yüce Allah, bir tek olup30 Kâdim-i

Lâ-yezal yani öncesiz ve sonrasız iken31, nübüvvet anlayışına göre de Hz. Muhammed Mus-

21 Hacı Bektaş Veli, Makâlât, v. 4b. 22 Hünkar Hacı Bektaş Veli, Makâlât, v. 2b.

23 Hacı Bektaş Veli, Besmele Tefsiri (Şerhi Besmele), Hazırlayan, Hamiye Duran, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2009, Orijinal metin,

v.1b, s. 41.

24 Saf, 61/6. Hz. Peygamber’in adı Kur’an’da bir defa Ahmed, dört defa da Muhammed şeklinde geçer. Muhammed şeklinde geçtiği sûreler

şunlardır: Âl-i İmrân 3/144; Ahzab, 33/40; Muhammed 47/7; Fetih 48/29.

25 Hacı Bektaş Veli, Besmele Tefsiri (Şerhi Besmele), v. 16b. 26 Enbiyâ, 21/107.

27 Hacı Bektaş Veli, Besmele Tefsiri (Şerhi Besmele), v. 15b, 17a.

23 Hacı Bektaş Veli, Besmele Tefsiri (Şerhi Besmele), Hazırlayan, Hamiye Duran, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2009, Orijinal metin,

v.1b, s. 41.

24 Saf, 61/6. Hz. Peygamber’in adı Kur’an’da bir defa Ahmed, dört defa da Muhammed şeklinde geçer. Muhammed şeklinde geçtiği sûreler

şunlardır: Âl-i İmrân 3/144; Ahzab, 33/40; Muhammed 47/7; Fetih 48/29.

25 Hacı Bektaş Veli, Besmele Tefsiri (Şerhi Besmele), v. 16b. 26 Enbiyâ, 21/107.

27 Hacı Bektaş Veli, Besmele Tefsiri (Şerhi Besmele), v. 15b, 17a. 28 Hacı Bektaş Veli, Besmele Tefsiri (Şerhi Besmele), v. 24a. 29 Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli, Makâlât, v. 19a.

30 Hünkar Hacı Bektaş Veli, Makâlât, v. 14a. ; “İlahınız bir tek Allah’tır” Bakara, 2/163. 31 Hünkar Hacı Bektaş Veli, Makâlât, v. 12b.

32 Hünkar Hacı Bektaş Veli, Makâlât, v. 18a.

33 Hacı Bektaş Veli, Besmele Tefsiri (Şerhi Besmele), v. 24b. 34 Hucurât, 49/10.

35 Tevbe, 9/71.

36 “Hiçbiriniz kendisi için istediğini(mümin) kardeşi için istemedikçe iman etmiş olamaz.” Buharî, İman, 7; Müslim, İman, 71.

tafa, Hak dinin son elçisi, peygamberlerin en büyüğü ve günahkar müminlerin şefaatçisidir. Nübüvvet kurumunun son elçisi olan Hz. Muhammed’in şefaatçiliğini birçok defa tekrarlar ve bir defasında da Allah’ın ağzından Hz. Muhammed’in kulların şefaatçisi olduğunu belir-

tir.32

Hacı Bektaş-ı Veli, Allah’ın Peygamber’e emirlerini tutup, nehiylerinden kaçınanlara, kötü işlerinden pişman olup tövbe edenlere, Allah’tan başka ilah olmadığını, Allah’ın rahman ve rahim olduğunu dilinden düşürmeyenlere Firdevs cennetini hazırladığını, müminlere söyle-

mesini emrettiğini bildirir.33

4. SONUÇ

Bilindiği gibi din, milletlerin kültür dokularının oluşmasında ve güçlenmesinde önemli bir yer tutmakla birlikte aynı zamanda sosyal barış ve refahın, birlikte yaşama arzusunun gelişip yaygınlaşmasında da aktif bir role sahiptir.

Hacı Bektaş Veli’nin anlamaya, anlatmaya ve yaşamaya çalıştığı İslam Dini, inananlarını ya da kendisini benimseyenleri kardeşler ve dostlar olarak nitelendirir. Nitekim şu Kur’an ayetleri bu gerçeği açıkça ifade ederler: “İnneme’l müminûne ihvetün” /“Müminler ancak

kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki esirgenesiniz”34

“Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin dostlarıdır.”35 Dostlar ise birbirlerini se-

ver ve dayanışma içerisinde olurlar. İslam dininin tebliğcisi Hz. Peygamber de din kardeşli-

ğinin şartını mümin bireyin kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemesine bağlar.36

Öyleyse din ortaklığı müntesiplerinin tasada ve kıvançta birlikte olmalarını zorunlu kılar. Hal böyle iken kahir ekseriyeti Müslüman olan ve aynı dine bağlı olan Türk Dünyasının ekonomik, sosyal ve siyasal açıdan bir entegrasyonun içinde olmaması ancak büyük ihmal- lerle açıklanabilir. Günümüz dünyasında Türk Cumhuriyetlerinin birbirleriyle entegrasyon- suzluk içinde bulunması büyük oranda onların ortak değerleri olan din birliğine yeterince önem vermemelerinden kaynaklanmaktadır. Bunda Türk Dünyasının büyük bir kısmının uzun yıllar boyunca yaşadığı komünist idarenin etkisi ile dini eğitimden mahrum kalması, 3-4 nesil boyunca dini bilgilerin yeterince verilmemesi etkin rol oynamaktadır. Yaşanan bu fi ili durum ve idarenin dini değerlere sıcak bakmaması da dinî ve moral değerlerin kaybına neden olmuştur. Söz konusu Türk Dünyası arasındaki bu entegrasyonsuzluğu gidermek için en önemli ortak paydamız olan din birliğine dinin öngördüğü biçimde yeniden sarılmamız, bunu gerçekleştirmek için de vahyi temellere dayanan sağlıklı din bilgisi ve kültürünün nasıl verileceğine dair plan ve programlar hazırlamalıyız. Buna öncülük edebilecek dini ve kültü- rel bilgi birikimine sahip olan ülke ise hiç şüphesiz Türkiye Cumhuriyetidir.

Neticede Hacı Bektaş-ı Veli’nin nübüvvet anlayışı, İslam dininin ana kaynağı Kur’an ve ikinci kaynağı sahih sünnete dayalı bir inanç olarak karşımıza çıkmakta, bu haliyle de ül-

76

kemiz insanlarının ve Müslümanların bü yük çoğunluğu ile Türk Dünyasının tamamının benimseyip kabul ettiği Ehl-i Sünnet inanç/ kelam ekolünün peygamberlik/ nübüvvet anla- yışıyla pek çok noktada uyuşmaktadır. Bu uyum Türk Dünyasının din anlayışının birliği ko- nusuna anlamlı katkılar sağlayacak düzeydedir. Din, inanç ve mefkure anlayışındaki birlik ise Türk Dünyasını siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel yönden bir araya getirecek ve dünya insanlığının barış ve huzuruna anlamlı katkılar sunacaktır.

Benzer Belgeler