• Sonuç bulunamadı

Gizlilik İlkesine Bağlı Dışa Kapalı Politika Oluşturma Sürecinden

3. BÖLÜM: KAMU POLİTİKALARININ OLUŞTURULMASI SÜRECİNDEKİ

3.2. Araştırmada Elde Edilen Verilerin Analizi ve Değerlendirilmesi

3.2.1. Kamu Politikalarının Oluşturulması Sürecinin Değişen Yapısı

3.2.1.4. Gizlilik İlkesine Bağlı Dışa Kapalı Politika Oluşturma Sürecinden

Yapılan mülakatlarda, yönetimde gizlilik ilkesinden şeffaflık ilkesine geçildiğinin test edilmesine ilişkin doğrudan bir soru bulunmamaktadır. Ancak mülakatta sorulan soruların birçoğuna olumlu yanıt verebilmek için şeffaf bir yönetim yapılanmasının olması gerekmektedir. Aksi takdirde mülakatta yer alan bütün sorular, olumsuz bir biçimde yanıtlanmalıdır. Bu sebeple yapılan mülakatların tamamında, yönetimde şeffaflık ilkesinin var olup olmadığı değerlendirilebilir.

Geleneksel kamu yönetimi anlayışının en temel ilkelerinden birisi de, yönetimde gizlilik ve dışa kapalılıktır. Bu ilke, bürokrasinin, belki de en önemli ve sonuna kadar savunduğu ilkelerin başında yer almaktadır. Çünkü bu ilke geleneksel dönemde bürokrasiyi, diğer aktörler karşısında üstün ve ayrıcalıklı kılmaktadır. Bu gerçekten hareketle geleneksel kamu yönetimi modelinin ürettiği tüm mal, hizmet ve çıktılarda, gizlilik ilkesini esas aldığı görülmektedir. Nitekim sayın büyükşehir belediye başkanı;

“artık günümüzde hiçbir şeyin kapalı kapılar arkasında yapılması mümkün değildir”

şeklindeki açıklamasıyla, geleneksel dönemdeki gizliliğe işaret ettiği görülmektedir. Benimsenen bu ilke doğrultusunda, bütün mal, hizmet ve çıktıların, dış etkilerden uzak bir biçimde, doğrudan kamu yönetiminin bizzat kendisi tarafından üretildiğini söylemek mümkündür. Dış dünya ve çevresi ile olan bütün bağları koparan bu yapı, ne yazık ki zamanla hem devlet ile toplum arasındaki mesafenin artmasına, hem de üretilen mal, hizmet ve çıktıların toplumun talep ve beklentilerini karşılamaktan uzak olmasına neden olmaktadır. Yine sayın büyükşehir belediye başkanının; “geçmiş dönemde yapılan bir

alt geçit var ancak bu alt geçitten memnun olan bir tek kişi yok. Sürekli şikâyet alıyoruz. Dönemin şartlarında nasıl yapılmış, topluma danışılmış mı, kime hizmet etmek amacıyla yapılmış gerçekten bilen yok” şeklinde serzenişte bulunduğu görülmektedir. Bu

serzeniş, geçmiş dönemdeki kamu politikalarının nasıl oluşturulduğunu çok net bir biçimde ortaya koymaktadır.

Bu noktada yapılan mülakatlardan bürokrasiye ilişkin önemli bir sonuç ortaya çıkmaktadır. Mülakata katılan kişiler, geleneksel dönemde bürokrasinin statükocu ve değişim karşıtı olduğunu söylemektedirler. Bu sonuç, düşünce kuruluşunun; “Türkiye’de kamu yönetimi ile ilgili yapılan tüm reformlar ne yazık ki çok ciddi bir

179

bürokratik direnç ile karşılaşmıştır. Bu bürokratik direnç, ne yazık ki dışa kapalı bir grubun veya bir imtiyazlı sınıfın direnci olarak karşımıza çıkmıştır” şeklindeki

açıklamasında açıkça görülmektedir. Bununla birlikte bürokrasinin elinde bulundurduğu güçle siyasiler üzerinde bir vesayet oluşturduğu dile getirilmektedir. Bu bağlamda sayın bakan; “Türkiye’de uzun yıllar siyasi irade, bürokrasiye teslim olmuştur. Geçmiş

dönemde siyasilerin kendileri uğraşmaktansa birçok işi bürokrasiye devrettiği görülmektedir. Bu durum Türkiye’de, bürokrasi tarafından siyasi irade üzerinde kurulan vesayetçi bir anlayışı ortaya çıkarmıştır” şeklindeki açıklamaları, bu durumu

doğrulamaktadır. Yine bakan beyle yapılan mülakattan, Türkiye’de bir dönem kamu politikalarının, uluslararası aktörlerle bürokrasi tarafından oluşturulduğu ve hayata geçirildiği sonucuna ulaşılmaktadır. Bürokrasinin dışa kapalı olması ve gizlilik ilkesini benimsemiş olması nedeniyle de, siyasilerin karar süreçlerine etki edemediği de elde edilen bir diğer sonuçtur.

Elde edilen bir diğer sonuç da, yine bu yapının, dış etkilere kapalı olması nedeniyle üretilen mal, hizmet ve çıktıların diğer aktörler tarafından denetlenememesidir. Öyle ki bakan beyin; “günümüzde vatandaşların, denetleme aşamasında mutlaka bulunması

gerektiğini” dile getirmesi ve “yönetim süreçlerine katılmaya yönelik kanalların açılmış olmasına rağmen, vatandaşların denetleme süreçlerinde bulunmalarına ilişkin kanalların yeterince açılamadığını” söylemesi, geçmiş dönemdeki denetimin nasıl

olduğunu açıkça ortaya çıkarmaktadır. Ayrıca her ne kadar geleneksel dönemde bürokrasinin siyasilere karşı sorumlu olduğu kabul edilse de, siyasilerin geçici olması, uzmanlık anlamında yetersiz olmaları ve bürokratik yapının genel özellikleri sebebiyle büyük oranda sorumluluktan kaçındıkları görülmektedir. Yine mülakatlardan, siyasilerin de bu durumdan etkilendikleri ve zamanla vatandaşlara hesap vermekten uzaklaştıkları sonucuna ulaşılmaktadır. Bu durum, kamu yöneticilerinin keyfi davranışlarda bulunmalarına ve bağımsız bir biçimde hareket etmelerine olanak tanımıştır. Rektör beyin; “geçmiş dönemdeki yöneticilerin her şeyi ben bilirim

mantığıyla hareket ettikleri” yönündeki söylevi bunu ispatlamaktadır.

Bu noktada ortaya çıkan bir diğer sonuç da, vatandaşların hem bürokrasiye hem de siyasilere müdahale edememesi nedeniyle sunulan hizmetlerin kalitesizleşmesi, verimsizleşmesi ve günün koşullarına ayak uyduramamasıdır. Büyükşehir belediye

180

başkanının ifadeleri, bu sonucu açıkça desteklemektedir. Ayrıca mülakata katılanların hepsi; “geleneksel dönemde diğer politika aktörleri ile müzakere yönteminin olmadığı,

yönetme işlevinin sadece devletin bir görevi olarak görüldüğü” konusunda

hemfikirdirler. Bir diğer ifadeyle geleneksel dönemde oluşturulan politikaların genel olarak “ben yaptık oldu” mantığı çerçevesinde gerçekleştirildiği görülmektedir. Bu sebeple mülakata katılanların tamamı; “geleneksel dönemde oluşturulan politikaların

başarıya ulaşma ihtimallerinin de oldukça düşük olduğu” noktasında birleşmektedirler.

Yeni kamu yönetimi modelinin en önemli özelliklerinden birisi, yönetimde gizliliğin ve kapalılığın istisnai bir kural haline getirilerek, şeffaflığın temel ilke olarak benimsenmesidir. Bu anlayış, hem kamu yönetiminde hem de kamu politikalarının oluşturulması sürecinde oldukça önemli bir yapısal değişim meydana getirmiştir. Her şeyden önce artık oluşturulan politikaların kapalı kapılar arkasında halktan gizli bir biçimde oluşturulması mümkün değildir. Az öncede belirtildiği üzere sayın büyükşehir belediye başkanının; “artık günümüzde hiçbir şeyin kapalı kapılar ardında yapılması

mümkün değildir” diyerek, günün şartlarının yönetimde şeffaflığı zorunlu kıldığını dile

getirmekte olduğu görülmektedir. Çünkü şeffaflık ilkesi ile birlikte halk, karar alma ve politika oluşturma süreçlerine ilişkin her türlü bilgi ve belgeye kolaylıkla ulaşma ve isteme hakkına sahip olmaktadır. Dolayısıyla halk, bilebildiği bir şey hakkında daha fazla söz söylemeye ve daha fazlasını talep etmeye başlamaktadır. Bu da, kamu yöneticilerinin diledikleri gibi karar almalarını, toplumdan bağımsız bir biçimde hareket etmelerini ortadan kaldırmaktadır.

Yapılan mülakatta; vatandaşların, çeşitli yollarla toplumsal bir sorun veya konuya ilişkin görüşlerini, taleplerini ve beklentilerini açıkça ifade edebildikleri görülmektedir. Bu çerçevede özellikle son dönemde, yeni iletişim araçları ve sosyal ağların sıklıkla kullanılmakta olduğu dile getirilmektedir. Örneğin rektör bey; “öğrencilerin talep ve

beklentilerini yeni iletişim araçları ve sosyal ağlar üzerinden kendilerine iletebildiklerini” ifade etmektedir. Yine sayın büyükşehir belediye başkanı; “iletişim araçlarının gelişmesi, kamu yöneticilerinin daha şeffaf ve daha denetlenebilir bir hale getirmekte ve daha katılımcı politikalara yönelmesine sebep olmaktadır” söyleviyle

yeni iletişim araçlarının şeffaflık konusundaki önemine işaret etmektedir. Çünkü yeni iletişim araçları ve sosyal ağlar, vatandaşların, görüş ve düşüncelerini çok kolay bir

181

biçimde yöneticilere ulaştırabilmektedir. Diğer taraftan yeni iletişim araçları ve sosyal ağlar, bir politikaya ilişkin vatandaşların, tepkilerini çok hızlı bir biçimde diğer kişilerle ve yöneticilerle paylaşabilmesini ve bir kamuoyu baskısı oluşturarak bazı durumlarda o politikanın uygulamadan dahi kaldırılabilmesini sağlayabilmektedir. Bunun da kamu yöneticilerinin hareket alanını önemli ölçüde sınırlandırdığı görülmektedir.

Diğer taraftan şeffaflık ilkesi, bilinebilir olmanın yanında dışarıdan gelen her türlü etkiye açık olmayı da gerektirmektedir. Dolayısıyla bu yeni yapı, toplumun gerektiğinde karar alma ve politika oluşturma süreçlerine katılabilmesini, denetleyebilmesini ve yapılan yanlışlardan ötürü hesap sorabilmesini sağlamaktadır. Nitekim düşünce kuruluşları da, hesap verme sürecinin oldukça önemli olduğunu ve politika süreçlerinde mutlaka uygulanmasının gerekli olduğunu dile getirmektedirler. Böylelikle karar alıcıların ve politika oluşturucuların, toplumun talep ve beklentilerini dikkate alması gerektiği açıkça ortaya çıkmıştır. Nitekim sayın bakan; “gerek merkezi yönetimin, gerek

de yerel yönetimlerin günümüzde, kamu politikalarının oluşturulması sürecinde toplumun talep ve beklentilerini dikkate alması gerektiğini” dile getirmektedir. Ayrıca

yapılan mülakatlardan, “oluşturulacak politikaların, çeşitli yollarla topluma

duyurulduğu, hatta bununla da yetinilmeyerek bu süreçlere vatandaşların veya onların temsilcilerinin katılmalarını sağlanmaya yönelik yeni katılma yöntemlerinin geliştirildiği” dile getirilmektedir. Yine diğer aktörlerin doğrudan katılmalarının

sağlanamadığı durumlarda görüş ve düşüncelerini yansıtan çalışmaları var ise bunlardan istifade edildiği bulgusuna ulaşılmıştır. Bu doğrultuda hem sivil toplum kuruluşları, hem de düşünce kuruluşları; “bir politikaya ilişkin olarak zaman zaman karar alıcıların,

kendilerinin görüş ve düşüncelerine başvurduklarını” dile getirmektedirler. “Örneğin yeni anayasa yapım sürecinde, enerji ve su politikalarının oluşturulması sürecinde, karar alıcılardan gelen talep üzerine rapor hazırladıklarını” belirtmektedirler. Ayrıca

sayın büyükşehir belediye başkanı; “uygulamaya konulan politikalara yönelik olarak

toplumdan gelen yoğun tepkiler üzerine bu politikanın uygulanmasından vazgeçilebildiğini” belirtmiştir.

Gizlilik ilkesine bağlı dışa kapalı politika oluşturma sürecinden şeffaf ve dış etkiye açık bir politika oluşturma sürecine geçişin, sadece basit bir yapısal değişim olarak tanımlanması mümkün değildir. Zira bu değişimin, devlet-toplum ilişkilerinde de

182

önemli değişimler ortaya çıkardığı görülmektedir. Her şeyden önce bu değişim, alınan kararların ve oluşturulan politikalarının meşruiyetinin arttırılmasını sağladığı söylenebilir. Çünkü toplumun gözü önünde ve herkesin bilebildiği, ulaşabildiği ve gerektiğinde oluşturulması sürecine etki edebildiği karar ve politikaların sorgulanması pek mümkün değildir. İkincisi karar ve politikaların bu şekilde oluşturulması, devlet ile toplum arasındaki kopukluğun ve uzaklığın giderilmesine imkan sağlayacak ve böylelikle devlete olan güven artacaktır. Bu da, oluşturulan kamu politikalarının toplum tarafından daha fazla benimsenmesi, sahiplenilmesi ve savunulması sonucunu ortaya çıkaracaktır. Yapılan mülakatlardan, bu şekilde oluşturulan politikaların hedeflenen sonuçlara çok daha kolay bir biçimde ulaşarak başarılı olacağı sonucu ortaya çıkmaktadır.

3.2.2. Yeni Faktörlerin Kamu Politikaları ve Oluşturulması Süreci Üzerindeki