• Sonuç bulunamadı

Gedik, Girdâr ve Süknâ

1. BÖLÜM: MUKÂTAANIN TARİHİ SEYRİ

1.3. Osmanlı Döneminde Uzun Süreli Tasarruf Hakkı Veren Sair Uygulamalar

1.3.2. Gedik, Girdâr ve Süknâ

Recep Efendi “Süknâ ve girdâr lafızlarının fıkıh kitaplarında ne manaya geldiği, bu hakların bey‘i, şirâsı, hibesi, vakfedilmesi ve şüf‘ası sahih olur mu?” şeklindeki soruya

74 İbn Âbidin, Reddu’l-muhtâr, 6/10-11.

75 “…İcâre-i tavîleyi tecvîz eden fukahâ-i ulü’l-elbâb kavilleri üzere her üç yılda bir akd-i cedîd olup akd-i

sânînin ibtidâsı akd-i evvelin intihâsı olmak üzere yirmi bir sene tamamına değin…” Eyüp Mahkemesi 19

Numaralı Sicil (1028-1030/1619-1620), haz. Yılmaz Karaca ve Rasim Erol (İstanbul: İSAM Yayınları,

2011), 102b-2; Başka örnekler için bkz., Eyüp Mahkemesi 3 Numaralı Sicil (993-995/1585-1587), haz. Baki Çakır vd., (İstanbul: İSAM Yayınları, 2011), 39a-3, 35a-1, 35a-2, 35b-2, 38b-2; Hasköy Mahkemesi 5

cevap mahiyetinde 16. yüzyılın sonlarında yazdığı risalede76 süknâ ve girdârı şu şekilde izah etmiştir:

“Süknâ, tüccar ve sanat erbabının vakıf dükkanlara mütevellinin izni ve hakk-ı karâr bulunmak kaydıyla koydukları raf, dolap ve sandık gibi alet ve edevattır. Buna ilaveten vakıf veya mîrî araziler üzerinde karâr hakkı bulunmak şartıyla inşa edilen bina ve dikilen bağ ve ağaçlara da süknâ denir. Fürû fıkıh kitaplarında süknâ ve girdâr lafızları bu manada kullanılır.77

İbn Âbidin de vakıf dükkanlara mütevellinin izni ile süknâ yerleştiren kiracıların bu dükkanlarda hakk-ı karârlarının sabit olacağını, onların bu dükkanlarda girdârlarının olacağını ve buna kendi zamanlarında gedik dendiğini ifade eder.78 Reddu’l-muhtâr’da ise Câmiu’l-fusûleyn’den yapılan nakilde; kiracının vakıf arazide inşa ettiği bina veya diktiği ağaç için hakk-ı karârının olduğu ve bunun girdâr diye isimlendirildiği zikredilmektedir. Fetâvâ’l-hayriyye’den yapılan nakilde ise girdâr, kiracının mütevelli izniyle vakıf arazide ihdâs ettiği bina, ağaç veya ziraate elverişli olmayan arazilere kiracının kendi arazisinden getirdiği verimli toprak (kibs) olarak tanımlanmakta ve girdâr sahiplerinin bu arazi üzerinde hakk-ı karâra sahip oldukları ifade edilmektedir.79

Bütün bu ifadelerden de anlaşıldığı üzere fıkıh kitaplarında yer alan süknâ ve girdâr kavramları, Osmanlı döneminde mukâtaa80 ile kiralanan vakıf veya mîrî arazilerde ihdâs edilen mülk bina ve ağaçları, tüccar ve sanat erbabı tarafından vakıf dükkanlara konulup gedik diye de adlandırılan alet ve edevâtı veyahut bu mülkler sebebiyle elde edilen hakk-ı karârhakk-ı ifade etmektedir. Buradan hareketle süknâ ve girdârhakk-ın, mukâtaa ve gediği de kapsayan Osmanlı dönemi öncesine ait birer üst kavram olduğunu söylemek mümkündür.81

İbn Âbidin’in et-Tecnîs ve Câmiu’l-fusûleyn’den yaptığı nakilde süknânın, aynıyla kâim yani somut bir varlığa sahip aynın ismi olduğu ve süknânın, girdârın bir türü olduğu ifade

76 Zikredilen risale ve yazarı hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Kaya, Osmanlı hukukunda İcâreteyn, 53-54.

77 İskilibî (der.), Mecmau’l-fetâvâ, 134a.

78 Muhammed Emin b. Ömerİbn Âbidin, Mecmuatü Resâil-i İbn Âbidin (İstanbul: Osmanlı Matbaası,

1325), 2/156; İbn Âbidin, Reddu’l-muhtâr, 4/391.

79 İbn Âbidin, Reddu’l-muhtâr, 4/522; Cengiz Kallek, “Kirdâr”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm

Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2002), 26/61.

80 Mukâtaa, bir vakıf arsanın üzerine hakk-ı karâra sahip olmak suretiyle kendine ait bina inşa etmek veya

ağaç dikmek isteyen kimseye kiralanmasını ifade etmektedir.

edilmektedir.82 Bu ifadeden anlaşıldığı üzere süknâ olarak adlandırılan şey, soyut bir şey olmayıp bilakis vakıf dükkanlara kiracılar tarafından ilave edilen raf, dolap gibi alet-edevât veya vakıf arazide ihdâs edilen bina ve ağaç gibi somut varlığı olan şeylerdir. Yine bu ifadeden süknânın girdârın bir türü olması hasebiyle daha dar, girdârın ise daha geniş bir anlama sahip olduğu anlaşılmaktadır. Recep Efendi’ye göre mîrî veya vakıf arazi üzerinde olan süknâ ile vakıf dükkanlarda olan süknâların arasında hukuken hiçbir fark yoktur.83 Bu ifade de süknâ ve girdârın iç içe geçmiş kavramlar olduğunu göstermektedir. Recep Efendi, bir kimsenin vakıf dükkanda olan süknâsını bir başkasına satması durumunda mütevelliden izin alması gerektiği kanaatinin halk arasında yaygın olmasına karşın bunun büyük bir hata olduğunu belirtir. Ona göre süknânın ilk olarak inşasında mütevellinin izni gerekli olup sonrasında yapılan alım-satım veya yıkılan süknânın yeniden inşasında mütevellinin izni gerekli değildir. Ayrıca Bezzâziyye’de süknânın satılması durumunda şüf‘asının sahih olmayacağı zikredilmiştir. Recep Efendi, süknânın hibesinin de caiz olduğunu söyler. Şöyle ki; vakıf veya mîrî arazi üzerinde olan süknâ ve girdâr bulundukları yerin mütemmim cüzü (arza ittisali hılkî) ise bunların hibesi sahih değil, ancak bulundukları yerin mütemmim cüzü değil ise hibeleri sahihtir.84

Konuyla alakalı risalesinde Recep Efendi, karâr hakkı bulunan süknânın, hisseleri nispetince vârislerine miras olarak intikal edeceğini, vâris bulunmadığı takdirde ise beytü’l-mâla kalacağını, mütevellilerin buna el koymasının meşru olmadığını belirtir. Recep Efendi, bu risalenin padişaha arzından önce konunun padişaha yanlış anlatılması hasebiyle “Vakıf dükkanlarda bulunan mülk süknânın sahipleri vefat edince süknâsını oğluna ve kızına vereler, oğlu ve kızı yoksa mütevelliler vakıf için zaptede.” şeklinde padişah tarafından şer‘a aykırı bir fermanın sâdır olduğunu ifade etmektedir. Ancak bu risalenin padişahın tasvibine mazhar olması sebebiyle ilgili fermanın ilga edilerek, süknâya sahip olan kişinin oğlu ve kızı olmadan vefat etmesi durumunda süknânın sair vereseye ve alacaklılara intikal edeceği, mütevellilerin bu süknâya el koymalarının zulüm olması hasebiyle meşru olmadığı hükmü kabul edilmiştir. Süknâ hakkı kendisine intikal eden kimseler ecr-i misil miktarı kirayı düzenli olarak ödedikleri ve süknânın vakfa zararı olmadığı sürece bu haktan yararlanabilmektedirler. Mütevellinin, vârisleri süknâyı

82 İbn Âbidin, Mecmûatü Resâil-i İbn Âbidin, 2/154.

83 İskilibî (der.), Mecmau’l-fetâvâ, 135a.

yıktırmaya zorlaması meşru değildir. Ancak süknâ en baştan mütevellinin izni ve hakk-ı karâr şartı bulunmadan yapılmış ve süknâ da vakfa zarar veriyorsa bu takdirde süknâ yıktırılır. Bununla beraber süknânın vakfa zararı yoksa mütevellinin izni olmadan yapılmış olsa dahi ecr-i misil ile mutasarrıfları elinde bırakılması meşrudur.85

Süknâ ve girdâra nispeten daha dar bir kapsama sahip olan gedik, ticaret ehlinin veya sanat erbabının vakıf dükkanlara mütevelli izni ve hakk-ı karârları sabit olmak şartıyla yerleştirdikleri alet ve edevattan ibarettir.86 İbn Âbidin ecr-i misil miktarı kirayı ödediği müddetçe gediğin de kiracının elinden alınıp bir başkasına kiralanamayacağını, ecr-i misilden maksadın ise kiracının gedik olarak binaya ilave ettiği şeylerden hâli olarak sadece bina için ödemeyi kabul ettiği meblağ olduğunu belirtir.87

Kısaca ifade edecek olursak gedik, girdâr ve süknâ kavramları sahibine ilgili mülkte karâr hakkıyla tasarruf yetkisi veren uzun süreli birer kira çeşididirler. Süknâ ve girdâr kavramları hem vakıf arazide mülkiyet üzere ihdâs edilen bina ve ağaçlar için hem de sanat erbabı tarafından sanatlarını icra etmek için vakıf dükkanlara koyulan alet ve edevât için kullanılmaktadır. Buna karşın gedik kavramı sadece vakıf dükkanlara kiracıları tarafından mülkleri olmak üzere yerleştirilen dolap, raf gibi alet ve edevât için, mukâtaa kavramı ise sadece vakıf araziler üzerinde mülkiyet üzere ihdâs edilen bina ve ağaçlar için kullanılmaktadır. Bununla beraber bütün bu uygulamalarda kiracı ecr-i misil miktarı kirayı ödediği müddetçe tasarruf hakkına sahip olmakta, vefat edince mülk bina veya eşyaları tüm vârislerine intikal etmekte, bazı şartlar altında bunları vakfedebilmekte veya hibe edebilmekte, ihtiyaç duyduğunda ise satabilmektedir. Dolayısıyla bütün bu uygulamaların hukuki sonuçları itibariyle aralarında önemli bir fark bulunmadığı anlaşılmaktadır. Her ne kadar bu kavramlardan her biri diğerinin yerine kullanılsa da girdârın daha geniş bir anlam çerçevesine sahip olup diğerlerini kapsadığı söylenebilir. Girdâr ve süknâ tabirleri Osmanlı öncesine ait fıkıh kitaplarında yer alan kavramlar olmakla beraber gedik kavramının ilk defa Osmanlı’da kullanıldığı anlaşılmaktadır. Ancak her ne kadar Osmanlı öncesinde gedik kavramı kullanılmamış olsa da bu uygulamanın girdâr ve süknâ gibi farklı adlar altında Osmanlı öncesinde uygulanmaya

85 İskilibî (der.), Mecmau’l-fetâvâ, 134a-135a.

86 Ömer Hilmi, İthâfu’l-ahlâf, 17; Nazif Öztürk, Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi

(Ankara: TDV Yayınları, 1995), 263; Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, 156.

başladığını söylemek mümkündür.88 Bu ayrıma yukarıda da zikredildiği üzere İbn Âbidin, vakıf dükkanlara mütevelli izni ile süknâ yerleştiren kiracıların bu dükkanlarda girdârlarının olacağını ve buna kendi zamanlarında gedik dendiğini ifade ederek değinmiştir.