• Sonuç bulunamadı

1946-1950: 1946 GENEL SEÇİMLERİ VE MUHALEFET YILLARI

Türkiye, II. Dünya Savaşı’nda, Müttefiklerin yoğun ısrar ve baskılarına rağmen savaş dı-şında kalmayı başardı ve neticede komşuları Yunanistan, Bulgaristan ve İran gibi işgale uğramadı. Ancak Türkiye, savaş boyunca bir milyon erkeği silah altında tutmakla nere-deyse savaşmış kadar yıprandı. Savaşın Müttefikler lehine sona ermesiyle savaştan galip gelen ülkeler uluslararası sistemi, bir önceki dünya savaşının sonuçlarından da çıkardık-ları derslerle siyasi ve ekonomik anlamda yeniden şekillendirmeye başladılar. Türkiye de savaşın sonucu belli olmasına rağmen Almanya’ya savaş ilan ederek kurulan bu yeni dün-ya sisteminde yerini almak üzere 24 Ekim 1945’te Birleşmiş Milletlere (BM) elli ülkeyle birlikte kurucu üye oldu. Bu kararın alınmasında Sovyetler Birliği’nin Türkiye’ye yönelik siyaseti de etkili oldu. Sovyetler Birliği savaştan sonra, Kurtuluş Savaşı sırasında Türkiye ile imzaladığı ve 1935’te on yıllığına uzattığı Dostluk ve Tarafsızlık Anlaşması’nı yenile-meyeceğini açıkladı. Ayrıca Kars, Ardahan ve Artvin şehirleri ile Boğazlarda askerî üs is-tediğini bildirince Türkiye’yi, ABD’nin başını çektiği Batı Bloku’na daha fazla yönlendirdi ve Türkiye’deki liberalleşme taleplerine katalizör oldu.

Resim 3.1 Adnan Menderes, Time Dergisi Kapağı Kaynak: (3 Şubat 1958)

(https://tr.wikipedia.

org/wiki/

Dosya:Adnan_

Menderes_

Feb._3_1958.jpg)

Türkiye, 24 Ekim 1945’te BM’yi kuran elli bir ülkeden biri olarak üye oldu.

II. Dünya Savaşı sırasında tarımda istihdam edilen nüfusun önemli bir bölümünün silah altında tutulması, ziraat üretimini düşürdükçe büyük toprak sahiplerinin fiyatları kontrolünü kolaylaştırdı. Bu dönemde nüfus artışına paralel talep artışı karşısında arzdaki daralma enflasyon, karaborsa ve hayat pahalılığına dönüştü. Ekmeğin dahi karneye bağ-lanmasıyla sembolize edilen savaş yılları, CHP kadrolarının halk nezdindeki son kalan itibarını da iyice zedeledi. Özellikle büyük kentlerdeki karaborsanın yol açtığı sermaye birikimi ortaya savaş zenginlerinin başını çektiği yeni bir kentli burjuvazi çıkarmıştı. CHP iktidarının ise bu gelişmeler karşısında aldığı ilk önlem olağanüstü servet vergisi olarak 11 Kasım 1942 tarih ve 4305 sayılı Yasa’yla konulan varlık vergisi oldu. Vergi ödeyecekle-ri Müslüman, Gayödeyecekle-rimüslim ve Dönme olarak bölen bu yeni vergi, keyfi uygulamalarıyla kent burjuvazisini CHP iktidarıyla karşı karşıya getirdi. Diğer bir önlem ise büyük toprak sahiplerinin tarıma elverişli alanlarda beş bin dönümden, elverişsiz alanlarda ise iki bin dönümden fazla arazilerini kamulaştırılıp topraksız köylüyü çiftçiye dönüştürmeyi hedef-leyen Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu idi. Bu Kanun da ülke arazilerin zaten %70’ten fazlasının devlete ait olduğunu bilen büyük toprak sahiplerinin yoğun muhalefetiyle kar-şılaştı. İnönü’nün keskin devletçilik uygulamaları sonucu belirgin bir ekonomik darboğaz ve karşılığında toplumsal muhalefet bir dip dalga olarak hazırdı.

Bu gelişmeler ülkede siyaset ve ekonominin daha fazla liberalleşmesini gerektiren dö-nüşümleri tetikledi. II. Dünya Savaşı sırasında CHP’nin tek parti yönetimine karşı biri-ken muhalefet ilk önce 29 Mayıs 1945’teki Şükrü Saraçoğlu başbakanlığındaki hükûmetin 1945 ilk yedi aylık bütçesi oylamasında gün yüzüne çıktı. Oylamada Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan, Mehmet Fuad Köprülü, Feridun Fikri Düşünsel, Yusuf Hikmet Bayur ve Emin Sazak ret oyu vermekle kalmayıp aynı gün yapılan güven oylamasında hükûmete bir de güvensizlik oyu verdiler. Asıl kırılma ise Çiftçiyi Topraklandırma Kanu-nu görüşülürken ortaya çıktı. Dedesinden kalan Aydın’daki otuz bin dönümlük Çakırbeyli Çiftliği ile kendisi bizatihi toprak ağası olan Menderes, Sovyet tipi bir kamulaştırma ve kolhozlaştırma olacağı iddiasıyla toprak reformuna bizzat karşı çıktı.

Parti içi muhalefet hâline gelen Bayar, Menderes, Koraltan ve Köprülü 7 Haziran 1945’te CHP Meclis Grubunda açıktan görüşülmek üzere parti tüzüğü ve bazı kanun-larda değişiklik talep eden Dörtlü Takrir diye şöhret bulacak bir önerge verdilerse de CHP grubunda imza sahipleri haricinde önerge oy birliğiyle reddedildi. Dörtlü Takrir, alenen parti yönetiminde zımnen de ülke yönetiminde özgürlükçü düzenlemeler yapıl-masını talep ediyordu. Sonrasında Menderes ve Köprülü Vatan gazetesinde CHP iktidarı-na karşı oldukça sert muhalif yazılar yazmaya başladılar ve özellikle Toprak Reformu Yasa Tasarısı’nın 17. ve 21. maddelerine dair artan muhalefetleri sonucunda 21 Eylül 1945’te CHP’den ihraç edildiler. Bu ihraçları protesto eden Koraltan da aynı akıbetle karşılaştı.

Bu ihraçlar karşısında Bayar’ın tepkisi ise önce milletvekilliğinden daha sonra da par-ti üyeliğinden ispar-tifa etmek şeklinde oldu. 1 Aralık 1945’te parpar-ti kuracaklarını açıklayan Bayar, İnönü ile Çankaya Köşkü’ndeki görüşmesinde muhatabını laiklik ve dış politika esaslarının koruyacakları konusunda ikna etti. Böylece CHP’den ayrılan Bayar, Menderes, Koraltan ve Köprülü 7 Ocak 1946’da Bayar’ın Genel Başkanlığında DP’yi kurdular. DP programı ekonomi ve siyasette liberalleşmeyi önceleyen tutumuyla demokratikleşmeyi, bürokrasinin tırpanlanması ile CHP devletçiliğinin sorunlu boyutlarını ifade edilerek özel girişimciliğin teşvikini işlemekteydi. Bu bağlamda, parti tanıtım gezilerinde Bayar’ın vur-gusu halk iradesi ve halk iktidarına odaklanıyordu.

Dörtlü Takrir: 7 Haziran 1945’te dönemin CHP milletvekilleri Bayar, Menderes, Koraltan ve Köprülü’nün partinin Meclis Grubunda açıktan görüşülmek üzere verdikleri yürütmenin CHP’nin tüzel kişiliğinden soyutlanmasını, çok partili hayata geçilmesini, tek dereceli seçim sistemiyle serbest seçimlerin yapılmasını ve üniversite özerkliğini dillendiren önergedir.

Demokrat Parti, 7 Ocak 1946’da Celal Bayar’ın Genel Başkanlığında kuruldu.

Bu gelişmeler sonrasında CHP, genel seçim tarihini bir yıl öne çekti. 5 Haziran 1946’da Milletvekili Seçim Yasası değiştirilerek 21 Temmuz 1946’da yapılan genel seçimler bazı ilkleri barındırmaktadır. Türkiye siyasi tarihindeki ilk çok partili seçim olan bu seçim, tek turlu seçim esasına ve aday esaslı blok oy sistemine dayanmaktaydı. Bu açılardan 1946 genel seçimleri Türkiye siyasi tarihinde bir kilometre taşı olmasına rağmen CHP, tek parti iktidarının daha önceki yerel ve genel seçimlerinde olduğu gibi açık oy-gizli tasnif ve adli denetimden yoksunluk ile darb-ı-mesel hâline gelen usulsüzlüklerden dolayı çok sık refe-rans verilen bir şaibeli seçim olarak tarihe geçmiştir.

Kuruluşunun üzerinden yedi ay geçmesine, ülkenin her tarafında örgütlenememesine ve en önemlisi açık oy-gizli tasnif ile sembolleşen muhtemel seçim usulsüzlük ve yolsuz-lukları nedeniyle DP, genel seçimlere katılıp katılmama konusunda kısa bir tereddüdün ardından katılma kararı aldı. CHP’nin, DP’nin genel seçimlere katılma kararı sonrasında basın üzerindeki baskısını arttırması ise beklenin aksine seçim sonuçlarına CHP’nin aley-hine yansıdı. Dahası, zaten kötü durumdaki dış ödeme dengesinin giderek bozulmasıyla 7 Eylül 1946’daki devalüasyon da DP’nin daha fazla toplumsal iltifata mazhar olmasını sağladı. Bu gelişmeler ışığında toplumsal muhalefeti saflarına çekmeyi başaran DP, bütün sorunlara rağmen CHP karşısında takdire şayan bir başarı elde etti. Seçim sonuçlarına göre CHP 395, DP 66 ve Bağımsızlar da 4 sandalye kazanmışlardı. Seçimde uygulanan sis-tem, eleştirilere yol açtı. DP’nin oyların sayım ve dökümü tutanakla belirlendikten sonra oylarla birlikte ilgili belgelerin yakılması ve sistemin tutanakların çok kolay değiştirilebile-ceğine dair itirazı aleyhine sonuçlanırken parlamentonun yeni aritmetiği şöyle gerçekleşti:

CHP 403, DP 54 ve Bağımsızlar da 8 milletvekili.

DP’nin başarısı CHP’yi de daha liberal bir tutuma ve toplumsal itirazlara daha duyarlı hâle getirmişti. Seçimler sonrasında hükûmeti kurmakla görevlendirilen Başbakan Recep Peker, 7 Eylül Kararları (1946) ile daha liberal bir ekonomi anlayışını uygulamaya yönel-mişse de bunu siyasi alana taşımaktan imtina etti. Aynı yıl bütçe görüşmeleri esnasında Başbakan Peker ile DP’liler arasındaki tartışmalar DP’nin TBMM Genel Kurulunu topluca terk etmesiyle sonuçlanınca Cumhurbaşkanı İnönü araya girerek bir yumuşama sağladı.

7 Ocak 1947’de yapılan I. Demokrat Parti Kongresi’nde siyasi sisteme yönelik ciddi eleştiriler yapıldı. Seçim Kanunu’nun değiştirilmesi, Anayasa’ya aykırı kanunların temiz-lenmesi ile Cumhurbaşkanı tarafsızlığının (eş zamanlı olarak parti başkanı olmamasının) altı çizildi. Bu değişikliklerin yapılmaması hâlinde DP’nin sine-i millete döneceği vurgu-lanırken özgürlük ve demokrasi taleplerini içeren Hürriyet Misakı kabul edildi. Sonra-sında CHP ile ilişkilerde artan tansiyon karşıSonra-sında harekete geçen İnönü, her iki partiyle de yaptığı görüşmeler sonrasında yayımladığı 12 Temmuz Beyannamesi ile siyasi par-tilerin, demokrasinin vazgeçilmez unsurları olarak altı çizilirken DP’ye baskı yapılma-yacağının güvencesini taahhüt etti. Böylece İnönü’nün desteğini yitiren Başbakan Recep Peker, 35’ler olarak bilinen CHP’nin ılımlı kanadından da eleştiri yağmuruna tutulunca Başbakanlık görevinden istifa etmek durumunda kaldı. Peker’in yerini Dışişleri Bakanı Hasan Hüsnü Saka aldı ve 10 Eylül 1947’de yeni hükûmeti kurdu. Başbakan Saka, selefi Peker’e kıyasla muhalefetle daha ılımlı ilişkiler kurabildi. İki parti arasındaki gerginliğin azalmasında bazı antidemokratik yasaların değiştirilmesi, Köy Enstitülerinin öğretmen okullarına dönüştürülmesi girişimleri ile valilerin il başkanlığı uygulamasına son verilme-si gibi uygulamaları etkili oldu.

İlginç bir şekilde, Saka’nın yumuşattığı hava DP’de, CHP’ye karşı sert muhalefet iz-lenmesini isteyen ve Aşırılar olarak adlandırılan Hikmet Bayur, Osman Bölükbaşı, Ke-nan Öner, Osman Nuri Köni, Mustafa Kentli, Enis Akaygen ve Sadık Aldoğan tarafından parti yöneticilerinin CHP’ye karşı muvazaa (danışıklı davranma) suçlamalarına kadar vardı. DP’deki bir grup partiden ayrılarak 19 Temmuz 1948’de fahri başkanlığını Mare-şal Fevzi Çakmak’ın ve Genel Başkanlığını Hikmet Bayur’un üstlendiği Millet Partisini (MP) kurdu. Bunda Bayar’ın devr-i sabık yaratmayacaklarını, yani kendilerinin iktidara gelmeleri durumunda önceki CHP dönemini sorgulamayacaklarını söylemesi etkili oldu.

Ayrılığın getirdiği güvensizlik DP’de o kadar derindi ki gerek 17 Ekim 1948 gerekse de 16 Ekim 1949’daki ara seçimlere DP ve MP, CHP karşısında ittifak hâlinde değil, ayrı partiler olarak seçimlere girdiler. Bunun üzerine DP, CHP’ye muhalefetini sertleştirirken 20-25 Haziran 1949’daki II. DP Kongresi’nde ilk kongredeki istekler tekrarlandığı gibi yaklaşan genel seçimlerde milletvekili adaylarının %80’ini parti örgütünce tespit edilmesi kabul edildi. CHP’nin Millî Husumet Andı şeklinde istihza ettiği kongrede alınan Millî Te-minat Andı’na göre, oylar iktidar tarafından değiştirildiği takdirde CHP, milletin meşru müdafaa hakkından doğan husumetiyle baş başa kalacaktı.

DP’nin 1946 genel seçimlerinden beri dillendirdiği Seçim Kanunu değişikliği CHP’nin uzlaşmasıyla ancak 16 Şubat 1950’de gerçekleştirilebildi. Yapılan değişiklikler eşliğinde Se-çim Yasası; seçme yaşını 22 ve seçilme yaşını 30 olarak belirleyen gizli oy-açık tasnif, tek turlu, her ilin bir seçim çevresi kabul edildiği, liste usulü çoğunluğa dayalı, yargının dene-timine açık şekilde yeniden düzenlendi. Ayrıca bu Yasa’ya göre oluşturulan 11 kişilik Yük-sek Seçim Kurulunun (YSK) altı üyesinin Yargıtay ve beş üyesinin de Danıştay tarafından gizli oyla seçilmesi kabul edildi. Bu Yasa’yla bunun dışında başka yenilikler de getirildi:

Seçimlerin yargı güvencesi ve denetimine alınması, en az beş şehirden adayı olan siyasi partilerin radyo propagandasından yararlanmaları, muhtemel usulsüzlük ve yolsuzlukla-rı önlemek için sivil memur ve askerler ile milletvekillerinin görevli olduklayolsuzlukla-rı şehirlerin seçim kurullarına seçilememeleri gerek siyasi partilerin gerekse de bağımsızların sandık başlarında gözlemci bulundurabilmeleri gibi. Yine de DP, bütün gayretine rağmen nispi temsil ilkesini yasaya aldıramadı.

CHP, DP’nin giderek kazandığı toplumsal teveccühün ve sebeplerinin elbette farkın-daydı. DP, MP’nin kurulmasıyla kan kaybı yaşarken CHP de muhafazakâr halkın talepleri-ni dikkate almaya başladı. Öncelikle medrese mezunu bir tarihçi olan Mehmet Şemseddin Günaltay’ı 16 Ocak 1949’da Başbakanlığa getirdi. Öte yandan, İstanbul’da bir İmam Hatip Kursu ile Ankara Üniversitesine bağlı bir İlahiyat Fakültesi açtı. İlkokul müfredatına ise din dersi koydu. Seçimler yaklaştıkça CHP bir yandan TL’nin değerini koruyacağını, diğer yandan da yabancı sermaye girişini kolaylaştıracağını, özel girişimi desteklerken devletçi-liği sınırlandıracağını, vergi reformu yapacağını, partinin sembolü altı okun Anayasa’dan çıkarılacağını ve çift parlamentolu bir yapıya geçileceğini vaaz ediyordu. Bir anlamda DP’nin kuruluşuna olanak veren Toprak Reformu Kanunu, CHP marifetiyle büyük toprak sahiplerini de memnun etmek üzere seçimlerden hemen önce 14-22 Mart 1950’de kendi lehine uygulanamayacak şekilde değiştirildi. CHP, özellikle değiştirmediği liste ile çoğun-luk sistemine güvenerek seçimleri alacağını düşünüyordu. Hatta o dönem birden fazla ilden aday olmak mümkün olduğu hâlde Cumhurbaşkanı İnönü ve Başbakan Günaltay haricinde hiçbir CHP adayı bu hakkı kullanmadılar. CHP ve DP tüm şehirlerde, MP 22 ilde, Millî Kalkınma Partisi (MKP) altı ilde, Toprak Emlak ve Serbest Teşebbüs Partisi, Türk Sosyal Demokrat Partisi ve Çiftçi Partisi ise sadece İstanbul’da seçime katıldılar. CHP aday listelerini 22 Nisan’da, DP ise 24 Nisan 1950’de açıkladılar. DP, 8 Mayıs 1950’de ilan ettiği seçim bildirisini son dönemde liberalleşen CHP çizgisindeki vaatlerde bulunmakta ve daha sonraları halk iradesini istemenin sembol sloganı olacak “söz milletindir” şeklin-de bitmekteydi. İşte bu atmosferşeklin-de Türkiye 14 Mayıs 1950 genel seçimlerine gitmekteydi.

1950-1954: 1950 SEÇİMLERİ VE MENDERES’İN