• Sonuç bulunamadı

1.1.2. Kentleşme

1.1.2.2. Kentlerde Karşılaşılan Sorunlar

1.1.2.2.1. Günümüz Kentlerinde Göç Sorunu

Pek çok kaynakta farklı ve çeşitli tanımları bulunmakla birlikte en kolay ifadesiyle bir göç hareketi ya da göç kavramı coğrafi olarak sınırları belirgin bölgeler ve/veya idari alanlar arasındaki yerleşim yeri bir başka ifadeyle ikametgâh değişiklikleri şeklinde bir tanıma sahiptir. Bu bilgiye ilave olarak söylenmelidir ki kimi ülkeler bakımından biri diğerinden farklılık gösteren dillerin konuşulduğu coğrafyalar arasındaki nüfus hareketleri de göç tanımı ile adlandırılırken bu tanım kimi ülkeler için göçün orijini veya göçü veren yerleşim yeri ile göçün tanım alanı veya göçü alan yerleşim yeri arasındaki minimum uzaklık kriterine göre de tanımlanabilmektedir (Hoşgör, 1998: 104).

Göçü mekân değişimi olarak değerlendirirsek; kıta içi göç / deniz aşırı göç, ülke dışı göç / ülke içi göç, genel nüfus hareketlilikleri bir yana aynı belde içinde gerçekleşen yer değiştirmelerini dahi göç olarak tespit etmek mümkün olacaktır. Demografik değerlendirmeler bakımından konu ele alınacak olursa, göç kavramı değerlendirilirken göç eden kişilerin sayısal durumu yani niceliksel boyut ön plana çıkmaktadır. İktisat bilimine göre esasen de uluslararası iktisat bilimi teorisyenleri bakımından gerçek göç hali birtakım üretim faktörlerinin ülkeler arasında yer değiştirmesi durumudur. Sosyal politika alanının konusu haline geldiğindeyse göç kavramı gündeme geldiğinde anlatılmak istenen emek göçüdür ve bir göç olayı sosyal boyutlarıyla değerlendirilmektedir. Sosyal psikoloji bilimi açısından; göç sürecinin doğuşu, gerçekleşmesi ve etkileri, bu süreçte etkin olan motivasyonlar, grup ve toplum boyutunda gelişen psikolojik öğeler göç eylemini değerlendirme sürecinde devreye girmektedir. Sosyoloji ise, göçe en geniş açıdan bakan bilim dalıdır diyebiliriz (Gezgin, 1994: 14).

Bütün bunlara ilaveten söylenebilir ki hemen her bilim dalı açısından kendine özgü bir ya da birden fazla tanımı bulunduğu halde bazı akademik çevreler göçe dair temel genel geçer bazı parametreler üzerinden bir tasnif yapmak eğilimindedirler. Bazılarına göre göç, belirli bir zaman ve mekânda bireylerin veya sosyal grupların,

kısa veya daimi süreli bir mekân ve sosyokültürel alana yerleşmeleri (Türkyılmaz, 1998: 25) olarak tanımlanabilirken; başka bir göç tanımında ise yerleşme kastı ön plana çıkarılarak genellikle yerleşmek amacıyla bir yerleşim yerinden bir başka yerleşim yerine, bir ülkeden başka bir ülkeye gitme eylemi olarak tanımlanmıştır (Keleş, 2008: 58). Hiç şüphesiz bu tanım geliştirme çabalarında fiziksel ortamların yakınlık ya da uzaklığı önemli bir kriter olduğu gibi, ülkeye ait ulusal sınırların içinde kalınıp kalınmadığı da temel bir veri olmaktadır.

Kırsal nitelikteki yerleşim alanlarından kentsel nitelik taşıyan yerleşim yerleri istikametinde gelişen göçlerin yarattığı olumsuz sonuçları maddeler halinde değerlendirmek gerekirse (Koçak ve Terzi, 2012: 168-169):

• Bu nüfus hareketlilikleri hali hazırda kentlerin barındırdığı nüfusun yoğunluğu nedeniyle kentlerde konut sıkıntısı meydana getirmektedir.

Gecekondulaşma, çarpık kentleşme türünden sonuçlarla

karşılaşılabilmektedir.

• Göçle gelen nüfusun yarattığı yeni yerleşimler nedeniyle hızlı büyüyen kentlerde sanayi tesisleri önceden kent dışı alanlarda kurulmuşken göçle gelen nüfus nedeniyle kentin yaşamsal sınırları içinde kalabilmektedir. • Göçle gelen hızlı nüfus artışıyla birlikte mevcut eğitim, sağlık ve alt yapı

hizmetlerinde aksamalar ve yetersizlikler baş gösterebilmektedir.

• Göçle gelerek kente dâhil olan nüfus ile hali hazırda yıllara sari olmak üzere kent ortamında yaşamını sürdüren nüfus arasındaki kültürel farklılıklar yeni potansiyel çatışma alanları ve kültürel fay hatları olarak karşımıza çıkabilmektedir.

• Doğal koşulları itibariyle niceliksel açıdan belli bir sayıda ferdi barındırma imkânına sahipken göçle gelen yeni nüfusu taşıyamayacak düzeyde olan kentlerde çevresel kimi sorunların da ortaya çıkması hayli muhtemeldir.

• Göç alan kentlerde göçün etkisiyle istihdam ve işgücü, kentin yönetimi, mekânsal değişmeler, gelirin dağılımı ve kentin kültürel yapısında değişmeler yaşanabilmektedir.

• Aldığı göçler nedeniyle kontrolsüz olarak nüfusu artan kentlerde asayiş vakalarında, toplumsal mahiyette olaylarda ve işsizlik rakamlarında artış kaçınılmaz olmaktadır.

Bir kentin sınırları içerisinde yaşayan kişilerin, yaşadıkları kentin kendine özgü değerlerinin farkında olarak kente özgü tutum ve davranışları benimsemeleri, yaşamlarında bunlara özel bir konum belirleyip belirlemedikleri özetle “kentlilik bilinci” olarak ifade edilmektedir. Bireylerin, yaşadıkları kentle olan aidiyet veya sorumluluk duygusuyla orantılı olarak geliştiği ileri sürülen kentlilik bilinci; kent kültürünü anlamak, bireyin kentin dinamiklerini benimsemesi, kendini güvende hissetmesi ve kentsel olay ve olgulardan sorumluluk hissetmesi çerçevesinde değerlendirilmektedir. Bireyin bu duygulara sahip olması bir açıdan onun yaşadığı kent ile bütünleşmesini ya da diğer bir ifadeyle kentlileşmiş olmasını ifade eder. Kent kültürünü ve kentlilik bilincini içinde barındıran kentlileşme olgusu bireyde bir süreç içerisinde gelişmektedir. Bu süreç bireylerin davranış, ilişki, değer yargıları, yaşam biçimi gibi birçok faktörde değişikliğin oluşması ile şekillenmektedir. Bu süreç kentin sosyoekonomik, fiziksel, yönetimsel alanlarıyla da yakından ilişkilidir (Kartal, 1983: 92).

Ayrıca, toplumsal sınıf farklılıklarının yanında etnik ve dini farklılıkların ortaya çıkardığı alt kültür değerlerinden oluşan mozaik çeşitlilik de bireyleri bir arada tutan ve kentlilik bilincini, kent kültürünü, modern kent anlayışını ve işleyişini belirleyen önemli faktörlerdir (DeFazio, 2011: 6-7; Keleş, 2013: 80; Kentleşme Şurası, 2009).

Bu bağlamda kente yönelik gerçekleşen göç hareketi, kentlilik bilinci ve kent kültürüne doğrudan etki eden önemli bir olgu olmaktadır. Mevcut toplum yapısına kendi inanç, davranış, tutum ve değer yargılarıyla katılan her birey birçok farklı olay ve değerle karşı karşıya kalmaktadır. Bu buluşma ve tanışmada uyum son derece önemli olmaktadır. Bireyin önceki yaşanmışlıkları ve değer yargıları yeni kentin genel kabul görmüş değer yargıları ve yaşam biçimi ile örtüşmediği diğer bir ifadeyle benzeşmediği durumlarda uyumsuzluk, psikososyal ve toplumsal sorunlar ile çatışma durumu kaçınılmaz olmaktadır. Bu tabloda uyum ve adaptasyona yönelik gereken toplumsal ve kamusal tedbirler alınmadığı durumlarda bireyler sorunlarını kolaylıkla

çözemeyecek hatta bazı durumlarda bireylerin suça yönelmesi dahi yaşanabilecektir. Suça yönelme hususunda ekonomik unsurların ve toplumumuzda özellikle “mahalle baskısı” olarak ifade edilen yaşanılan çevreden doğan etki büyük rol oynamaktadır.

Kent kültürü ve kentlilik bilinci kapsamında, günümüz kentlerinin ortak bazı özellikleri öne çıkmaktadır. Örneğin; kırsal bölgelerle veya geleneksel ve nispeten daha az göç almış eski kentlerle karşılaştırıldıklarında modern ve çok göç alan kentlerde daha heterojen bir kültür söz konusu olmaktadır. Göçün, kentlerde daha önce yaşayan bireylerle yeni gelen yerleşimciler arasındaki farklılıklara hassas ve açık olduğu değerlendirilmektedir. Bu açıdan kentin eski ve yeni bireylerinin birbirlerine karşı hoşgörü ve saygı göstermeleri beklenmektedir. Bu yönüyle kent kültürü ve kentlilik bilinci, sosyolojik açıdan farklı gelenek ve göreneklere sahip insanların belli kurallar çerçevesinde toplum içinde bir arada yaşamasını ifade eden geniş bir kavramdır. Bununla birlikte kent kültürü ve kentlilik bilinciyle ilişkili olarak, yaşanan uyumun önemli göstergelerinden biri de kente özgü kültüre veya sosyal birikim ve değerlere kentteki bireylerin ne kadar aşina olduğu ve gelecekte ne kadar bu uyuma sadık kalacağıdır (Şahin ve Anık, 2016: 151-152).

Bir başka açıdan değerlendirildiğinde ise kentlere göçün kent kültürü üzerinde olumlu etkilerinin olabileceği düşünülmektedir. Göç süreci iyi yönlendirildiğinde ve kontrol altında tutulduğunda diğer bir ifadeyle kentin kaynaklarının ve alt yapısının yaşayan nüfusa verilmesi gereken hizmeti karşılayabilecek bir dengede tutulması ile yaşanabilecek modern kentler inşa edilebilmektedir. Kentsel alana göçle yeni gelen bireylerin sosyokültürel özelliklerinin mevcut kültür ile harmanlanması sonucu daha kuvvetli bir topum yapısı ortaya çıkmaktadır. Nitekim binlerce yıllık bir süreçte ortaya çıkan ve enerjisini yaşanan büyük göç hareketlerinden alan Anadolu toplum yapısı bu şeklide hayat bulmuştur.

Kent kültürü ve kentlilik bilincinin gelişmesine etki eden bir diğer husus ise kentlere yönelik yaşanan göçün sadece il sınırları dışından değil kentin kendi bünyesinde bulunan ilçe ve köylerinden kent merkezine doğru yaşanmış olmasıdır. Bu durumda kent bilinci ve kent kültürü kavramları daha kolay şekillenmektedir. Çünkü kente göç ile gelen yeni bireyler daha önceden kendilerini kentin bir parçası

hatta bazı durumlarda da asli unsuru olarak görmektedir. Bu bireyler ekonomik ve yaşamsal entegrasyonlarını tamamladıktan sonra artık kenti daha fazla benimsemeye ve kendi kültürel zenginliklerini kente aktarmaya hazır duruma gelmektedirler.