• Sonuç bulunamadı

1.3. Kuramsal Çerçeve

1.3.3. Modern Kuramlar

1.3.3.3. Bir Sermaye Birikimi Olması Boyutuyla Kent

Harvey tarafından literatüre kazandırılan çalışmalarda mekânsal örgütlenme, kapitalist sistemin işleyişini mümkün kılan yegâne faktörlerdendir. Harvey, genel itibariyle kenti sermaye mantığı yaklaşımı üzerinden kurumsallaştırarak kapitalist birikim süreçleri bakımından kentsel yapılı çevrenin üstlendiği rolü gündeme getirmektedir (Şengül, 2001: 17). Harvey, rant sermayesi ve kriz teorisiyle bağlantılı olarak kentsel rant teorisini açıklarken sermaye birikiminin ortaya çıkardığı dinamiğe değinmektedir. Harvey’e göre kapitalistler arasındaki rekabetin neden olduğu aşırı birikim krize yol açar; yeniden istikrarı sağlamanın yolu sermayenin yapılı çevrede yatırım araçlarına yönlendirilmesi ile bulunabilir (Akın, 2007: 47).

Kentin kuşku bırakmayacak şekilde karmaşık bir şey olduğunu, kentle ilgilenirken karşılaşılan sorunların bir kısmının kente özgü bir karmaşıklık olduğunu söyleyen Harvey, kent olgusunun disiplinlerdeki bugünkü yapıyla kavramsallaştırılamayacağı görüşündedir. Kurumsallaştırmak şöyle dursun ona göre düşünmeyi dahi sağlayacak disiplinler arası bir çerçeve ortaya konamamaktadır. Kent planlamacıları, coğrafyacılar, sosyologlar, mimarlar ve iktisatçılar ya da diğer bilim insanları kapalı devre olarak kendi zaviyelerinden bakış açıları geliştirmektedirler. Oysa Harvey’e göre neredeyse bütün disiplinler kent ortamını kendi önerme ve kuramlarını deneyecekleri bir laboratuar ortamı olarak değerlendirmiş ve neredeyse hiçbiri kent hakkında önerme ve kuramlar ortaya koyamamıştır. Kent adı verilen karmaşık yapıyı kavramak istiyorsak aşılması gereken öncelikli sorun tam da budur (Harvey, 2003: 27).

Kentleşme dinamiklerini anlamlandırmak istiyorsak kapitalist toplumlarda bunun sermaye birikim süreçleri de bu değerlendirme esnasında göz önünde bulundurulmaksızın mümkün olamayacağını söylemektedir Harvey ve ona göre meta üretimiyle birlikte meta tüketiminin de gerçekleştiği sermayenin birinci çevriminde biriken sermayenin tekrar yatırıma dönüştürülmesi mümkün değilse oluşan birikimin ikinci çevrime aktarılması krizi çözebilecektir. İster piyasa aracılığıyla olsun ister devlet aygıtı vasıtasıyla, ikinci çevrime aktarılan kaynakların önemli bir bölümü kentsel yapılı çevreye yönlendirilmektedir. Yapılı çevreye yönlendirilen yatırımlar ise bir yandan fazla birikim sorununu ortadan kaldırırken, bir yandan da yeni

taleplerin ortaya çıkmasına yol açarak birinci çevrimde ortaya çıkan krizin çözülmesine yardımcı olmaktadır. Bu tür bir bakışla değerlendirildiğinde kentsel yapılı çevrenin oluşumunu sermaye birikim süreçlerinden ayırmanın olanağı kalmamaktadır (Güllüpınar, 2013: 76). Harvey, kent olgusunu ekonomik faktörlerden sermayenin birikim süreçleri bakımından incelerken sermaye birikimi mantığına değinmekte ve çoğu zaman bu durumdan kaynaklanan problemleri çalışmalarının merkezine yerleştirmektedir. Kapitalist ekonomik sistemin yapısal özelliklerinden kaynaklanan aşırı birikim krizi, özellikle ekonomik kriz dönemlerinde sermayeyi üretim alanından arsa spekülasyonunu da kapsayan kentsel yatırımlar alanına yönlendirdiğinden, kentin sermayenin de yeniden üretimini mümkün kılabilecek bir işleve sahip olduğu görüşündedir. Özetle ifade edilecek olursa bu durum sermayenin yeniden üretimi işlevi görürken, kentin kendisi de sahip olduğu alt yapı ve üst yapı biçimiyle bir sermaye birikimi haline gelmektedir (Doğan, 2001: 31).

Harvey’e göre kentleşmenin asıl önemi sanayi sermayesinin ürünlerine duyulan ihtiyacı tırmandırmasından kaynaklanmaktadır. Kapitalist ekonomik sistem kimi zaman artı değer üretiminde bir krizin içine düşmektedir. Artı değer elde edebilmek amacıyla çalışma sürelerinin uzatılması ya da yeni üretim araçlarına yatırım yapılması zaruret haline gelebilmektedir. Yüksek oranda birikim yaratan bu durum karlılık oranlarında düşüşü de beraberinde getirecektir. Buna benzer gerekçelerle gün yüzüne çıkan problemlerin bertaraf edilebilmesi adına sermayenin ikincil döngülerine yani bürolara, konutlara, fabrikalara yatırıma yönelmesi gerekecektir. Bu tercih değişikliğinin de nihai bir çözüm yolu olmadığı görülerek sermaye buradaki tıkanıklığı da aşmak adına üçüncül döngü olarak ifade edilen yollara yönelmek, teknoloji ve bilime yatırım yapar bir pozisyon belirlemek durumunda kalacaktır (Türk, 2015: 54).

Kentlerin ayrımlaşmış, eşitlikten yoksun mekânlar üretmesi Harvey’e göre kapitalist sermaye birikim süreçlerinin sonucunda gerçekleşmektedir. Dev bütçeleri olan, donanımlı personel istihdam ederek geniş ölçekli işler yapan inşaat firmalarının ürettiği konut alanları, kent mekânına her geçen gün daha hızla eklemlenmeyi sürdürmektedir. Kentte yaşanan imar ve yapılaşma sürecinde modern görünümlü, daha önce üretilenlere nispeten yaşam standartları yüksek konut alanları ile çöküntü

alanları olarak tabir edilen bölgelere özgü köhne, niteliksiz yapılar kimi örneklerde önlü arkalı, sırt sırta ya da yan yana görülebilmektedir. Harvey, serbest piyasa ortamındaki popülist yaklaşım tarzının toplumsal açıdan orta sınıfa ait olanları sözde korunaklı ve etrafı çevrili AVM’lere yerleştirdiğini, iş yoksul sınıfa gelince ise bu sınıftan olan kentlileri evsiz barksızlığın orta yerine attığını söylemektedir (Akın, 2007: 266). Şikago Okulu’nun kuramsal çerçeve çizme arayışı esnasında kentlere sınıfsal bakış açısını bilinçli bir yaklaşımla araştırma çerçevesi dışında bıraktığının altı çizilmelidir. Bu bakış açısını ekonomi politik ilişkisel düzeyde kent araştırmalarının gündemine sokanlar Castells, Harvey ve Lefebvre olmuştur (Serter, 2013: 76).

Sonuç olarak kavramsal, tarihsel ve kuramsal çerçevelerde ele aldığımız kent, kentlileşme, kentleşme kavramları ilk insan yerleşimlerinden günümüze dinamik bir sürece işaret etmektedir. İlk kentlerden bugüne insanların bir arada yaşama iradesinin ortak mekânı haline gelen kentler geçen zaman zarfında pek çok açıdan kavramsal tartışmaların odak noktasında olmuşlardır. Kentler pek çok gelişmeyle bir cazibe merkezine dönüşmüş, kendi kültürlerini yaratarak benzerlerinden ayrılmışlar ve bu kültür kentle anılan ve o kente özgü unsurları bünyesinde barındıran bir yapı haline gelmiştir. Sanayileşmeye dayalı olarak kentlerde yoğunlaşan nüfus miktarındaki artış bir yandan çevre sorunlarına neden olmuş ve nitelikli konutlara duyulan ihtiyacı artırmış diğer yandan her kentin kendisine özgü bir kimlikle ve özgün kent kültürüyle var olması sonucunu yaratmıştır. Ortak mekânlarda nesiller boyu varlığını devam ettiren insanlar kent kültürünü bütün unsurlarıyla kentsel kimlik olarak benimsemişler, kentleriyle anılır olmuşlar, kentsel alanı paylaşanlar da zamanla kimi semboller, yapılar ve kurallardan beslenen kentsel kimliğin bir parçasına dönüşmüşlerdir. Her kentin etkilenerek ve etkileyerek kendine özgü şekilde oluşturduğu maddi ve manevi değerler, kente aidiyeti duygu olarak beslemiş ve kentlilik bilincini doğurmuş, bu bilinç birtakım davranış kalıplarının benimsenip uygulanmasını beraberinde getirmiştir. Görece yeni bir kavram olan kentsel dönüşümün tarih sahnesinde süren uzun yolculukların ardından bugüne ulaşan kentlere dair gündemine, hedeflerine, yaklaşımına ve kente etkilerine diğer bölümlerde değinilmektedir.

İKİNCİ BÖLÜM

KENTSEL DÖNÜŞÜM OLGUSU, UYGULAMADAKİ YAKLAŞIMLAR Şüphesiz hemen her tanım kendi içinde bir anlamsal bütünlük ve düşünce boyutuyla bir arka plan ihtiva eder. Genel olarak ilk bölümde üzerinde durulan kent, kentleşme, kent planlaması alanlarında eser veren, tartışmalar geliştiren düşünürlerin metinlerindeki gibi kentsel dönüşüm kavramının da farklı boyutlarını ifade eden, farklı açılardan geliştirilmiş tanımlara başvurulabilir. Literatürde karşımıza çıkan tanımlar işin doğası gereği ortaya koydukları vizyon, belirledikleri amaç, yürüttükleri strateji ve benimsedikleri yöntemlere göre birbirlerinden ayrılmaktadırlar. Kentsel dönüşüm süreçlerinin ve sonuçlarının berrak bir dille ve gerçeğin ışığında en sağlıklı şekilde tahlil edilebilmesini gerektirecek bu çalışmanın ilk bölümünde kent, kentleşme, kentlileşme gibi kavramlar açıklanmaya çalışılmıştır. İlk bölümde amaçlanan şey saydığımız bu kavramlar sayesinde kentsel dönüşüm olgusunu ayakları yere basan bir analizle kavramaktır.

İkinci bölümdeyse soylulaştırma, yeniden canlandırma, yenileme, yeniden geliştirme, kentsel koruma gibi başlıklarla kentsel dönüşüm olgusunu açarak detaylandırmak yerinde olacaktır. Ayrıca yine bu bölümde Türkiye’deki mevzuat bakımından kentsel dönüşüme ilişkin yasal çerçeveye ve kentsel dönüşümde rol alan aktörler bakımından kurumsal çerçeveye değinilecektir. Bu çalışmanın hedefleri bakımından üçüncü bölüme hazırlık olarak yine kentsel dönüşüm uygulamalarının kentleşme, toplumsal hayat, kent ekonomisi, kentliler ve kentsel kimlik üzerindeki etkilerine genel olarak değinilmektedir.

2.1. Kentsel Dönüşüm Olgusu

Dinamik ve kaotik bir sistem olan kentsel alanlar siyasi, ideolojik, ekonomik, sosyolojik ve fiziki kimi etkiler eliyle el an değişmekte oldukları gibi bu kentsel alanların bazı değişim ve dönüşümlerin gerçekleşmesinin nedeni de olabildikleri varsayılmaktadır. Elbette insan yaşayışına etkileri bakımından kentlerin bizatihi kendileri de değişimin ve dönüşümün çoğu kez lokomotifi konumunda bulunmaktadır. Bir olgu olarak belirlenebilecek kentsel dönüşüm kavramının bir sürece işaret ettiği, belirli bir zaman zarfına tekabül ettiği ve fasılasız cereyan ettiği

söylenebilir. Kent planlaması çalışmalarındaysa kavram, başı sonu belli bir dönemde kentsel alanlarda fiziksel koşullar, sosyal ortam ve çevre koşulları bakımından gözlemlenen çöküşü ve çürümeyi bertaraf edecek bir reçete olarak sunulmaktadır.

Kentsel dönüşüm; hali hazırda var olan kentsel gelişmenin sosyoekonomik ve mekânsal açıdan yeniden değerlendirilmesi, kentin problemli alanlarının sağlıklı ve yaşanabilir olması için yıkıp yeniden yapma, canlandırma, sağlıklaştırma veya yeniden yapılandırma türünden projelerin üretilmesi, uygulanmasıdır (Kartal, 2013: 3). Bu kavram, küreselleşme, neoliberalizm ve dünya kenti kavramlarının birer kavram olmanın ötesine geçerek gerçeklik kazanmalarında temel araçlardan biridir. Kentsel yenileme kavramından daha geniş ölçekli bir içerik yüklenen kentsel dönüşüm artık önceden yapılaşmamış kentsel alanları da kapsar bir kavram haline gelmiştir (Bayram, 2006: 8).

Lichfield bu kavramın kentlerde gözlemlenen bozulmayı doğru anlamaya dönük bir ihtiyaçtan doğduğuna inanmakta ve temelinde dönüşümle ortaya çıkacak neticelere ilişkin bir toplumsal uzlaşmanın yattığını değerlendirmektedir. Lichfield’e göre kentsel dönüşüm, kentsel alanlarda yaşanan bozulma süreçlerini daha iyi anlama ihtiyacının doğurduğu ve sonuçlarına dönük bir uzlaşmaya dayanan çalışmalardır (İlkme, 2008: 5). Uygulanacak yöntemin ne olması gerektiği konusu üzerinde duran bir yaklaşımı benimseyen Donnison ise, kentsel dönüşümü tanımlarken bu kavramı kentsel alanların çöküntü bölgelerinde yoğunlaşan sorunların eşgüdüme dayalı bir perspektifle çözümlenebilmesi amacıyla ortaya konan yeni yol ve yöntemler bütünü olarak tanımlamaktadır.

Kavrama ilişkin olarak dış etkiye dayalı ve etkin bir sürece işaret eden ve kentsel dönüşümün kentsel mekânda barınan insanların yaşam kalitelerinde çıtayı yukarı taşımayı amaçladığını vurgulayan Roberts ise, kentsel dönüşümü bütünleşik ve kapsamlı bir eylem, bir vizyon olarak belirli bir alanın sosyal, ekonomik, çevresel ve fiziksel ortamının devamlılık içerisinde iyileştirilmesine dönük uygulamalar gerçekleştirmek olarak tanımlar (Polat ve Dostoğlu, 2007: 62). Biraz daha açacak olursak ona göre kentsel dönüşüm, belirli bir kentsel alanda önceden var olduğu halde giderek yok olan bir ekonomik faaliyetin tekrar geliştirilerek gün yüzüne çıkarılması, sosyal açıdan yitirilen kimi işlevlerin yeniden faal hale getirilmesi,

toplumsal dışlanmanın ve ötekileştirmenin bulunduğu alanlarda bunun yerine toplumsal bütünleşmenin ve kenetlenmenin tesis edilmesi, ekolojik dengenin yitirildiği bölgelerde bu dengenin tekrar kurulması ve çevre koşullarına kalite kazandırılmasıdır. Esasen kentsel dönüşüm, hiç var olmayan ve ilk kez planlanan yeni kentsel alanlara dair bir kavram değil bilakis hali hazırda ağır aksak da olsa varlığını ve fonksiyonlarını sürdüren kentsel alanların planlanarak yönetilmesine dair bir kavramdır. Kentsel dönüşümü farklı çıkarları ve aktörleri içeriğinde barındıran karmaşık, çeşitli ve genel olarak belirsizce tanımlanan bir eylemler dizisi olarak değerlendirenler de vardır (Aslan, 2013: 310).

Keleş ise kentsel dönüşümü bir kentin tümünün veya belli kesimlerinin değişmesi, başka bir biçime girmesi şeklinde açıklar, kelime anlamı bakımından birebir aynı olmamakla beraber, günümüz literatür kullanımında ve sosyal anlatımlarda trend bir kavram konumuna gelen kentsel dönüşüm karşılığında önceden de kullanılmış ve bugün de kullanılmakta olan; kentsel yenileme, yeniden canlandırma, yeniden yaratma, yeniden doğuş, yeniden geliştirme veya imar, yeniden yapılandırma, koruma, soylulaştırma gibi kavramlar bulunduğunu söyler. Keleş’e göre kentlerdeki köhnemiş ya da köhnemeye yüz tutmuş yaşam alanlarının toplumsal yaşama ve kent ekonomisine kazandırılmasında, yöntemleri, amaçları, konuları ve işlevleri birbirinden kısmen ya da fazlaca farklılıklar gösteren bu kavramların tamamından istifade edilebilir (Keleş, 2004: 74).

Kentsel alanlardaki sosyoekonomik, çevresel, fiziksel deformasyon ve çöküntüye çare olarak sunulan kentsel dönüşümü benzerlerinden ayıran şu üç özellik zikredilebilir (Selim, 2011: 8):

• Bir kentsel alanın doğasında değişiklik yaratmak ve yerleşik halkın yanı sıra oranın geleceğinde söz hakkı bulunan diğer aktörleri de sürece dâhil etmek hedeflenir.

• İlgili kentsel alanın kendine özgü potansiyeline ve problemlerine bağlı olarak devlet aygıtının temel işlevsel sorumlulukları ile kesişen hedef ve faaliyetleri kapsar.

• Ortaklıklardaki özel kurumsal yapıda değişkenlikler olsa da genellikle birbirinden farklı paydaşlar arasında gelişen bir ortaklık yapısı içerir. Kentsel dönüşüm uygulamasının salt fiziksel çevrede ortaya konacak bir dönüşümden çok daha geniş kapsamlı bir eylem alanı olduğunu söyleyenler bu türden uygulamaların BM Habitat programlarında açıklıkla ifade edilen temel ilkeler ekseninde şekillendirilmesi gerektiği görüşündedir. Bu uygulamaların çevre koruma, sosyal gelişim, ekonomik kalkınma kavramlarıyla beraberce değerlendirilmesi gerektiğini ifade ederler. Kentsel dönüşümün esasen şehir planlama biliminin müdahale araçlarından bir tanesi olduğu görüşünü ileri sürenler de bulunmaktadır (Şenyol Kocaer ve Bal, 2013: 446).