• Sonuç bulunamadı

Fotokopide buradaki bir-iki kelime çıkmadığı için eksik kalmıştır (A.N.).

TİMURUN HAYALİ KARŞISINDA KARİLERE

10 Fotokopide buradaki bir-iki kelime çıkmadığı için eksik kalmıştır (A.N.).

Tiflisli Türk izah etti: “Mücahit bahadır Şeyh Şamil, Kafkasya’da Ruslarla çar- pıştığı esnada bir İslam mıntıkası halkını cihad-ı mukaddese davet için oraya müritle- rinden kırk kişiye bir bayrak ve bir teber tevdi ederek göndermiş. Bu kırk kişi mahal-ı maksuda gidip vazifelerini ifadan sonra avdetlerinde Ruslar bunlara hücum etmişler, Şeyh Şamil adamları pek kahramancasına mukavemette bulunmuşlar ve katiyen teslim olmak istememişler ve muhakkak ölümün hayali karşısında hunhar düşmanları kırıp doğramaya aht etmişler. Bu hun-rizâne ve şanlı mukavemet müritlerden sonuncu neferin şehadetine kadar devam etmiş. Neticede Moskoflardan yirmisi zabit olmak üzere tam beş yüz yirmi nefer telef olmuş. İşte gördüğünüz balta ve bayrağın hikâyesi budur. Herifler bu müzeyi güya kendi şan ve şereflerini te’yid için açtılar. Halbuki bu gibi eşya ve ganimetler Moskof’un şerefini değil bizim, Kafkas Müslümanlarının gurur-ı millîmizi artırıyor. Orhan Turgut: “Ne parlak bir intikam!” diye mırıldandı.

İki arkadaşı Kafkasya’nın payitahtından müfarakat etmezden evvel onun pek eski ve pek tarihi olan kalesini ziyaret etmeyi unutmadılar. Tiflis’e hâkim olan bu kale pek eski mazisinden kat‘-ı nazar, zuhur-ı İslam’dan sonra şehri zapt eden Arap sergerdeleri tarafından tahkim olunmuş, Selçukiyanın devr-i istilasında Alparslan’ın hâkimiyeti zamanında harap olmuş ve birçok hun-rizâne vekayi‘ görmüş ve Timurlenk askerinin hücumlarına da maruz kalmıştır. Filhakika Semerkand emir-i zafer-şiarı, Gürcistan Kralı Altıncı Bakrat zamanında kanlı bir cidalden sonra Tiflis Kalesi’nin zapt ve muarızı Bakrat’ı esir etmiştir. Kale bir müddet Safeviler’in elinde kaldıktan sonra Osmanlılar tarafından zapt edilmiştir ve bunlar Kür Nehri’nin diğer sahilinde bu kalenin karşısında, bilahare Meteh namını alan ve el-yevm siyasi mahkûmlar için mahpus ittihaz edilen kaleyi müceddiden bina etmişlerdir. Osmanlılardan sonra eski kale harabiye yüz tutmuş ve bir daha tamir ve ihyasına muvaffakiyet hâsıl olamamıştır. Güneş nokta-i guruba yaklaşmıştı, Katar gittikçe yükselen bir satıh üzerinde yavaş yavaş ilerliyordu. Ansızın karşıda muhteşem bir levha irtisam etti: Dağlar arasında, nehrin iki sahilinde rengarenk damlarıyla, büyük mabet ve abideleriyle, üstüvane şek- lindeki kubbeleriyle harap kaleleriyle, zümrüdin bahçeleriyle Tiflis nazarlar önünde uzanıp gidiyordu. İki arkadaş seyyah bu güzel levhayı gözden kayboluncaya kadar seyrettiler. Biraz sonra gece hulûl etti. Celalettin yemekten evvel bir çay içmek için istihzaratta bulunurken, Turgut Tiflis’ten satın aldığı gazeteleri karıştırmaya başladı. Bunlar arasında meşhur Molla Nasreddin mecmuası da var idi. İki arkadaş karşı karşıya oturup çay içtiler. O esnada Celalettin Turgut’a dedi ki: “Azizim, Kafkas şivesi biraz gariptir. Bilmem o şiveyle ülfet hâsıl ettin mi?”

– “İki şive arasında pek de büyük fark görmüyorum. Bu şivelerin ikisi de aynı lisanın muhtelif iki safhasını gösteriyor. İstanbul şivesi pek çok rikkat ve zarafet kesp etmiş bir cemiyetin lisanı, diğer şive ise tekâmülün devr-i iptidaisinde bulunan bir zümrenin ifadesidir. İki lehçe arasındaki tehalüflerin başlıcalarından biri fiil-i muzaridir.

166 GÖZDE GÜNGÖR Muzari, Kafkas şivesinde kaide-i umumiyeye tevfikan teşkil edildiği hâlde İstanbul şivesinde kaide-i umumiyenin birçok istisnaları vardır. Eminim ki pek az bir zaman zarfında bu gibi ufak tefek farklar da zail olacaktır”

Celaleddin mizahi mecmuayı gözden geçirdikten ve Molla Nasreddin’in resimle- rini yapan sanatkâr hakkında meftuniyetini izhar ettikten sonra bir hikâyeye başladı. “Mecmuanın isminden hatırıma geldi: Bir Timur’la Nasreddin Hoca hikâyesi dinlemiştim. Hakikat-i tarihiyeye ne kadar muvafıktır bilmem, fakat her hâlde bu hikâye nüktelidir. Timurlenk Ankara Muharebesi’nden sonra Akşehir’e gelmiş ve güya orada Nasreddin Hoca’yı huzuruna çağırtmış. Düşün bir kere: bir tarafta Timur, dünyanın en ciddi bir adamı diğer tarafta Nasreddin Hoca: muhitine en ziyade lakayt görünen bir mahluk... Haileler mucidi bir cihangir karşısında bütün bir asrı kahkaha- larla güldüren bir nekre-gû.. Ezdadı birleştirmeği seven Şekspir [Shakespeare] Victor Hugo gibi şairler için ne parlak bir tezat!..”

Katar bir istasyonda durmuştu. Bunun Salahlı kasabası olduğu şimendifer memur- ları ilan ettiler. Turgut beşuş bir çehre ile dışarıya baktı ve arkadaşına memnuniyetinin sebebini izah etti.

– Bundan sonra ta Semerkand’a kadar hep Türk yurtları göreceğiz. Hep millet- taşlarla meskûn bir yerde seyahat her zaman ele geçmez bir nimettir. Biz şimdi hakiki bir Türk ilindeyiz. Şu koyun derisinden kalpak giyen ve az çok Çerkezleri andıran yolcuları görüyor musun? Tiflis’ten Gence’ye kadar olan yerlerde oturan bu Türk ahaliye (Terekeme) derler...”.

Ertesi gün iki arkadaş uykudan uyandıkları vakit katar Gence İstasyonu’na gel- mişti. İndiler. Osmanlı tarihinde Şirvan, Nahcivan şehirleriyle beraber birkaç kere zikri geçen Gence ismi Celalettin’in tecessüsünü tahrik etti. Celalettin Tiflis’te kendileriyle beraber aynı kompartımana râkib olan ve Bakü’ye giden bir Türk mühendisinden çay esnasında Gence hakkında malumat istedi. Genç mühendis cevaben dedi ki: “Hiç şüphe yok ki Kafkasya Müslümanları için en parlak merkez-i temeddün Bakü’dür. Fakat benim fikrime kalırsa muzır ihtiraslardan ve hummalı gürültülerden azade ve oldukça münevver bir zümrenin yurdu olan Gence bazı cihetlerden Bakü’ye faiktir. Gence’nin mazisini araştırırsanız pek şerefli hatıralar bulursunuz. Rus istilası esna- sında Kafkasya’nın en mühim yerleri gafil ve korkak hanlar tarafından bila-müşkülat düşmana teslim olunmakta iken Gence istiklâlini muhafaza ediyordu. Gence hanı kanlı bir muharebeden sonra mahdumu ile beraber şehit düşmedikçe memleketini teslim etmedi. Ziyad Hanzadelerden olan bu muhterem hanın ismi Cevad Han’dır”.

Celalettin hiç olmazsa şu şehirde araba ile bir cevelan yapmak istedi. Fakat muha- tabı kendisine şehrin istasyondan hayli uzak olduğunu söyledi ve çay içtikleri salonun penceresini açarak hayli uzaklarda irtisam eden ağaçlıkları gösterdi ve “İşte Gence

orasıdır”, dedi. Keşke kabil olsa idi de Gence’ye gitse idik... Şehir adeta cesim bir bahçe halindedir. Şehrin birçok görülecek yerleri vardır. Mesela, Hamse sahibi mevlana Nizamî’nin türbesi Gence civarındadır. Bir de “İmamzade” denilen bir ziyaretgâh11

vardır... İslamların numune mektebi de görülmeğe şayandır.”.

Katar Gence’den müfarakat ettikten üç dört saat sonra büyük bir istasyon önünde tevakkuf edince iki yolcu büyük bir kalabalık gördüler. Büyük şehirlerin istasyonlarında trenlerin esna-yı muvasalat ve azimetlerinde göze çarpan hayat ve istical asarı burada da aynıyla meşhud idi. Celalettin yolculardan birine bu yerin neresi olduğunu sordu.

– “Buraya Yavlah [Yevlah] derler. Burası Karabağ ve Şeki eyaletlerinin istas- yonudur. Oraların halkı Bakü’ye ve Tiflis’e gidecekleri zaman hep buraya gelirler. Şu karşıda başlarında devetüyü rengindeki papaklarla koşuşan adamlar Karabağlıdır. Bunlar işleri için Bakü’ye gidiyorlar”.

Celalettin bu Karabağ ve Şeki isimlerine aşina çıktı. Vaktiyle Kafkasya’da seyahat etmiş dostlarından biri kendisine bu iki memleket hakkında malumat vermişti. Celalettin o günden beri Karabağ’ı üdeba ve şuara ve sair hünerveran vatanı olmak üzere tanımış ve Şeki Şeyh Şamil menakıbını ve onun bir fasl-ı giryanı olan Hacı Murad hikâyesini okurken birkaç kere kendisinin nazar-ı dikkatini celp ederek hafızasında iz bırakmış idi.

Tren şimdi demir bir köprüden Kür Nehri’nin sol sahiline geçiyor ve düz ve vasi bir saha içinde tam süratle kat‘-ı mesafeye başlıyordu. Artık ne kardan bir iklil taşıyan şahikalar, ne ser-efraz ve muazzam silsile-i cibal ve ne de kesif ormanlıklar yok idi, yalnız büyük bir ova vardı ki mezruatı biçilmiş bi-payan bir tarla gibi üryan ve arızasız imtidat ediyordu.

Benzer Belgeler