• Sonuç bulunamadı

Bahsi geçen Hint destanı ile Hindistan’daki hazineleri bulan şahsa (Delagran?) dair kaynaklarda bir

TİMURUN HAYALİ KARŞISINDA KARİLERE

8 Bahsi geçen Hint destanı ile Hindistan’daki hazineleri bulan şahsa (Delagran?) dair kaynaklarda bir

bilgiye rastlayamadık (A.N.).

نارغلاد

Celalettin, Frenk medeniyetini zeka ve say’ın icaznüma bir muhassalası olduğunu bildiği için takdir eder ve fakat hiçbir zaman Şark’ın manevi güzelliklerini meftuniyetle tebcilden hali kalmazdı. Hatta onun fikrine nazaran Şark feyzi alemşümul bir ana ve Avrupa onun tekemmül etmiş ve bununla beraber muhtelif sebeplerden naşi maderzâd fazilet ve saffeti kaybetmiş bir evladı idi. Bir gün dostlarından biri ile görüşürken dermiyan ettiği şu fikir Garp ve Şark hakkındaki telakkisini pek güzel izah eder:

“Bazı kühûlet devresine vasıl olmuş ağaçlar üstünde bazen bir taze filiz doğar, bu filiz az zaman içinde o kadar neşvünema bulur ki ağacın bütün nesgini içer ve ağaç bir kuru kadid halini alır. Fakat genç filizin bu tegallisi muvakkattir. Yarın kuruyan gövdeden yeni bir fidan çıkacak ve öbür filiz onun inşa ve işâ’ı altında ezilecektir. İşte benim nazarımda Avrupa ve Asya’nın bugünkü ve yarınki vaziyetleri ihtiyar ağaçla genç filizin macerasında mündemiçtir”.

Celalettin Şevket şark ve garp âlemini, yekdiğeriyle mukayese ederken gösterdiği fikr-i selametini her şeyden evvel menşei olan ailenin ve muhitin tesirlerine medyun idi. Celalettin’in peder ve validesi şimdi inkıraz halinde bulunan eski, asil ve civanmert bir haneye mensup idiler. Celalettin bütün Arap ve İran edebiyatı ile meşbu ve aynı zamanda Garp medeniyetinin tefevvukunu görerek derin bir intibah hissi ile mütehassis olan babasının tertip ettiği program dahilinde tahsil görmüştü. Kendisi çocukluğunda İstanbul’un kibar aileleri arasında teessüs etmeye başlayan sakîm ve belki de mühlik itiyada muhalif olarak Frenk mürebbiyelere tevdi edildi ve Fransızcaya kendi lisanını Arabi ve Farisiye ait esaslı malumat ile beraber güzelce tahsil ettikten sonra yani on beş yaşında başladı. Parisli muallimi, Celalettin’e ilk defa olarak La Fonten [La Fontaine]’in en meşhur efsanelerini öğrettiği zaman o Şeyh Sadi’nin, Mütenebbi’nin müntahap parçalarını ezberlemiş bulunuyordu. Genç asilzadenin ta yirmi beş yaşına kadar devam eden tahsil seneleri hep bu iki muhtelif edebiyata ait işitilenlerle geçti. Celalettin Şark’ı ne kadar yakından tanıdı ise Garp’a da o kadar sıkı ve samimi bir tarzda temas etti. İşte böyle bir terbiye ve tahsil sayesinde Celalettin, “Şarklı bir Frenk” namıyla tevsim edilebilecek bir Avrupaperestkârı değil, Şark’ın bütün yüksek ananelerine merbut İslâm’ın muâsisine muttali ve bununla müftehir mütemeddin bir yirminci asır Müslümanı oldu. Onun ne Şark’ı ve ne de Garp’ı ihmal etmediği hayatının her safhasında her münasebetle göze çarpardı. Mesela bir hafta tatil günü Beşiktaş’ta ressam Zonaro’nun sergisine veyahut programında “Mozar [Wolfgang Amedeus Mo- zart], Berlioc [Hector Berlioz], Sensans [Camille Saint-Saens]ın isimleri görülen bir musiki müsameresine giderse ertesi hafta Galata Mevlevihanesi’ne şitab eder, cuma ayinini pek samimi bir aşinalıkla takip ettiği gibi mesnevinin beliğ ahengiyle neyin lâhuti nağmesini de derin bir vecd ve istigrak içinde dinler idi. Bir sabah ihtiyar dostu arkeolog Ravlenson’la görüşür, akşam “bakiyyet-üs selef” ıtlakına bi-hakkın, sezâ- vâr olan, şair ve mütebahhir Hoca Hayret Efendi’nin meclisine girerdi. Yazıhanesinin

154 GÖZDE GÜNGÖR üstünde Alfred dö Musse [Alfred de Musset] ile Buharalı Şevket, Hayyam ile Löpardi [Giacomo Leopardi] dil-firib bir perişanlık içinde yekdiğerine mülaki olurdu. Beyoğ- lu’ndaki kitapçı dayısı, Celalettin’i ne kadar iyi tanıyorsa Hakkâklar çarşısındaki sahaf Recai Efendi de onunla o kadar sıkı bir muarefe hasıl etmişti.

Garp edebiyatının bilhassa Şark’a ait asarını büyük bir merak ve tecessüsle mütalaa ettiği gibi Gote [Goethe]nin mülhematı olan “Garp ve Şark Divanı” misillü eserlerden kütüphanesinde kıymettar bir ko[leksiyon]vücuda getirmiş Celâlettin’in Şark hakkındaki merbutiyeti sade kalbî ve meşhur tabire göre “eflâtunî” bir alâkadarlıktan ibaret değil idi. Bu merbutiyet ateşine bir arzu tevlit edecek kadar derin ve aşikane idi. Şark’ın yani Müslümanlığın muhteşem mazisi hakkındaki tetkikatı Celalettin’e Müslümanların bugünkü halini feci bir şekil altında gösteriyor ve ona bu düşen, inhizama uğrayan âlemi ihya ve ilâsına çalışmak lüzumunu anlatıyor ve bu uğurda sarf edilecek mesainin necabet ve kutsiyeti cazibedar bir bedahetle ihsas ediyordu.

İhtimal ki maceracılığını bazılarının nazarında bir kusur teşkil edecek kadar müfrit olan ve fakat her halde samimiyet ve ulüvv-i cenabından şüphe olunamayan Cemalettin Efgani İstanbul’da iken Celalettin’in pederi ile pek çok görüşmüş idi. Şeyhin, İttihad-ı İslam hakkındaki müheyyiç hitabeleriyle meşbu olan babası, Celalettin’e daha belki genç yaşında iken bütün bu fikirleri telkin etmiş ve oğlunu ittihad-ı İslam’ın bu mu- kaddes davanın hararetli bir mürevvici haline getirmişti. Celalettin’in sonraki tahsil ve tetebbuu kendisinde hep bu pederinden aldığı fikri tembih etmiş idi.

*

Sonbaharın güzel günleri geçmiş, şimdi ufkun matemi bir renk ile muhat olduğu ve muannit ve müziç yağmurların mütemadiyen nüzul ettiği karanlık mevsim başla- mıştı. Bir ikindi üstü odasında sıkılan Celalettin, muayyen bir hedef olmaksızın yalnız bulunduğu yerde kalmamak için sokağa çıktı. Divanyolu’nda birçok dostlara uğramak ve yemek vaktine kadar onlarla görüşmek hatırına geldi. Aynı zamanda Beyoğlu’na çıkarak tiyatroya gitmeyi de düşündü. Fakat onu meçhul bir cazibe çarşıya doğru çekti ve götürdü. Celalettin bedestana uğrayarak kendisi için tedarikini emr ü tembih ettiği eski tarzda bir gümüş hokkayı aldıktan sonra Zincirlikapı’dan çıktı ve hakkâklar çarşısında Danişmend Efendi’nin dükkânına girdi. Otuz seneye yakın bir zamandan beri aynı dükkanda kitapçılık eden Danişmend Efendi, İstanbul’un gittikçe azalan şayan-ı dikkat olduğu kadar sevimli enmüzeçlerinden biri idi. Bu adamın hüviyetini tarif için denebilir ki: o, para kazanmak için değil, mümkün olduğu kadar çok kitap okumak için dükkan açmıştı.

Mutavassıt bir aileye mensup olan Danişmend Efendi gençliğinde tahsile başlamış ve fakat bazı aile gavaili kendisini henüz layıkıyla tenevvüre vakit bulmadan hayat cidalgâhına atmıştı. İlk tahsil seneleri Danişmend’in üzerinde gayet derin izler bırakmış ve okuyup öğrenmek şevk ve arzusu bir kandil gibi kalbinde ışık saçmaya başlamıştı.

Danişmend, evkaf nezaretinde birkaç sene ufak bir memuriyette bulunduktan sonra diğer bir meslek intihabına karar vermiş ve gerek mizacına ve gerek perverde ettiği mütalaa aşkına en muvafık bir iş olan kitapçılığı intihap etmişti. İşte otuz senedir şu hakkâklardaki dükkânda kitap satmaktan ziyade okumakla vakit geçiriyordu. Bir iptidai hocası, sınıfındaki talebeden her birinin hüviyetini nasıl iyi bilirse Danişmend Efendi de dükkânındaki kitapların hepsini dikkatle okumuş olduğu için o kadar iyi bilirdi. Kendi- sinin tabiatî şi’riyesi olduğu ve bazı kitaplara haşiyeler yazdığı bile mervî idi. Herhalde Danişmend âdi sahaf değil, münevver ve kıymetşinas bir hafız-ı kütüb idi. Kendisinin sadık ve daimi müşterileri fazl ve irfanını ve samimiyetini taktir etmişler ve kendisiyle dost olmuşlardı. Bunlar meyanında Celalettin Şevket hiç şüphe yok ki ilk safta idi.

Celalettin, Danişmend Efendi’ye mu’tadi veçhile “Azizim merhabalar” diye selam verdikten sonra minder üstüne oturdu. Ve ihtiyar sahafın eline geçen yeni kitapları tetkike başladı. Celalettin önündeki ciltlerin her birini eline alır almaz Danişmend Efendi derhal onun mündericatından, meziyet ve noksanlarından bahsediyor, ara sıra “Bu kitabın yaprakları soğan sarmaktan başka bir şeye yaramaz” tarzında şiddetli tenkitlerde bulunuyor veyahut “Bu kitabı iki kere okuyacaksınız” diye beğendiği kitapları methediyordu. Bir aralık Danişmend minderden kalkarak dükkânın içeri tarafına doğru gitti ve asr-dide olduğu pek eski üsluptaki cildinden anlaşılan bir kitap getirerek Celalettin’e dedi ki: “Bu kitap senin gibi kıymetşinâsân için hazineye değer. Geçen gün büyüklerden birinin terekesinden aldım.”

İhtiyar sahafın böyle her kitap hakkında ibzal olunmayan bir hararetli tehalükle Celalettin’e takdim ettiği eser, ...9 namında Türkistan ahvaline dair tarihi bir telif idi.

Celalettin kitabın mevzuunu pek de cazip bulmadı ise de cildin nefasetine meclub olarak ve biraz da Danişmend’in rey-i taktirini ihmal ediyor gibi görünmek istemeyerek kitabı satın aldı ve Danişmend’in mu’tadi veçhile kendisine uzattığı enfiye kutusundan bir tutam enfiye alarak Bayezid Meydanı tarikiyle avdet etti.

Celalettin akşam yemeğinden sonra odasına çekildiği zaman hala yağmur ke- silmemişti. Güzel mevsimin tamamıyla üfûl ettiğini müziç bir inatla ilan eden bu devamlı yağan yağmur genç mütefekkire müphem bir sıkıntı verdi. Masa üzerinde duran evvelce okumaya başladığı kitabın mütalâasına devam etmek istemedi. Bir sigara yakarak mindere uzanan Celalettin bir müddet sonra bu halden de sıkılarak bir şey ile meşgul olmak için etrafına göz gezdirdi. Masanın bir tarafında o gün satın aldığı kitap duruyordu. Görülmemiş yeni bir şey karşısında hissedilen hevesle Celâlettin onu eline aldı ve sayfalarını çevirmeye başladı. Ansızın gözüne ilişen bir sername genç müdekkikin tecessüsünü şiddetle tahrik etti: “Bab-ı Çiharem: Dervasf-ı Defain-i Semarkand”.

Benzer Belgeler