• Sonuç bulunamadı

Birçok durumda e hâli yerine i hâli kullanılmıştır.

İnci Enginün

39 Birçok durumda e hâli yerine i hâli kullanılmıştır.

Kalkas – Bu haletlerin menşei senin kocan Minilas’tır zannolunur.

Eline – Beli menşei odur pek iyi adamdır, muhabbetine çok çalıştım, kendimi zorlatır, ona ihtisas eylemeğe ragıba oldumsa da, buna kudret bulamadım. Bu sebeple çok maceralar oldu.

Kalkas – Bu sözlerin mânası nedir, ona muhabbet etmeğe kudret-yab olmadınsa nasıl geçiniyordun?

Eline – İzdivacına beni istediği vakit ona rıza gösterdim, ondan başka diğer kimseler bana talip oldular. Tezahüm eyledilerse de, başkasına rıza vermedim, ona muvasalat ey- ledim, çok uzatmayım benim izdivacım vasıtasıyla Sparta’ya padişah oldu. Güya cihazım mukabilinde bu memleketin tahtını ona vermişim, hakikatte onu padişah eden benim. Kalkas –Kendisi pek iyi adam, zannederim bu nimeti elbette inkâr etmez.

Eline – Ya ben fena mıyım, dostum öyle değildir, nisânın en güzelinin visaline mazhar olacağını çobana Zühre’nin vaat eylediğini ve Zühre’nin kendi cümle nisânın güzeli olmağla çobana mahsus (s. 10) olacağını tefekkür ettikçe hâlim diğer gûn oluyor. Kalkas – Artık Zühre meramına nail olacaktır.

Eline – Bu iyi çobanın hâli acaba nasıl olacaktır?

Kalkas – Ey hanım Zühre ne emrederse elbette nafiz olur, yerini bulur.

Eline – Mukaddema sana söylediğimin sıhhati zahir oldu, saadet makadire tâbidir, tesadüften ibarettir.

Kalkas – Senin bu çobanın aczden naşi bir itizar vâhidir ki, âdeta mağlup tarafından sudur eder.

Eline – Artık benim özrüm vazıhtır, beni bundan ziyade söyletme. Kalkas – Beli bu babda tahayyüle kudretin yoktur.

Eline sağ taraftan sol tarafa intikal edip der

– İşte benim tâliim böyledir. Arabamla yürüdüğüm vakitte çok yerlerde, avamlar yüksek sesle hakkımda derler ki, bu afet hüsnen melike değildir, aşkbaz bir mahbubedir. Kalkas – Aman aman ey melike-i muhtereme senin hakkında maşuka-ı aşk-baz dediklerini işitiyor musun?

Eline – Evet bu sözleri işitiyorum. Bu haletlerle beraber çobanın Zühre’ye rağbet ettiğinde hakkı vardır. Benim dahi tahayyüş ve hiffet etmekte ve her türlü hareketimde suçum yoktur ki, hevai tuyurdan bir tayrın kızıyım, âşıka-ı muhtâle olmayıp da ne olayım naz ve şive etmeyip de ne edeyim.

Bu muhavere esnasında heykelin dışarısında mizmar sesiişitilip ol vakit, Kalkas sağ tarafa bakıp Eline’ye söyler

– Çabuk gir gir ey melike, zira âşık-ı nevcivan Orist Bey geldi. Eline – Benim biraderzadem şeytan geldi mi?

Kalkas – Beli bu taraftan geldi, şerr ü fitne taifesi dahi beraberindedir.

Herkes tabiatının muktezasını icra eder, heykele girelim, onlardan uzak olalım (diyerek süratle heykele yürümeğe başlar, o esnada “Kalkas” diye nida eder birisinin sesi işitilir.) Kalkas – Çabuk gir, ey melike çabuk gir. Ben burada durayım ki birader-zadeni ısrar ettiği şeytanlık icrasından men edeyim, zira heykelde bir fesat koparmağa ve kurban takdim eylemek ihtiramatına halel vermeğe kadirdir.

Eline – Onu neşatlı, ferahlı görüyorum.

Kalkas – Beli böyledir, lakin onun mekâid (aaaaaaa)ve mefasidini bilirim, tesiratından havfederim.

Eline heykele girmezden evvel sağ tarafına gelip Kalkas’a dedi- Acîb hareketlere, garip işlere bak. İşte Orist ile cariye Bertonis [Parthoenis] gereği gibi ülfet üzere beraberdirler. Giydiği rubalara nazar et, böyle melbusatı ancak böyle zenler giyer (Eline heykele girer)” Eserin yazarlar üzerindeki etkisi çoktur. Tiyatroyu çok seven Ahmet Mithat,

Avrupa’da Bir Cevelan adlı eserinde seyrettiği bazı oyunlar dolayısıyla İstanbul’da-

kileri de hatırlar. Bunlardan biri Berlin’de gördüğü Wagner’in Firari Hollandez’idir [Uçan Hollandalı]. Onu seyrederken tekniğin esere kattıklarına hayran olur ve onları ayrıntılarıyla anlatırken İstanbul’da ilkel şartlarda oynanan Belle Hélène operetinin yetersiz teknik özelliklerini hüzünle hatırlar:

Bu akşam tiyatroya âdeta pek gönülsüz olarak gelmiş bulunduğum hâlde bu oyunun he- men her perdesi deniz sahilinde ve deniz üzerinde vuku bulmak hasebiyle saha-i temaşa tezyinat ve tertibatında gösterilen maharet hoşnutsuzluğumu bir itminan-ı tamma tahvil eyledi. Yapılmış olan deniz epeyce bir mesafeye kadar canfes ferşiyle yapılıp köpüklü ve mütemevvic bir surette boyanmış olduktan maada hava tulumbalarıyla altından rüzgâr dahi verilerek o kadar güzel temevvüç eyliyordu ki uzaktan âdeta deniz zannolunuyordu. Bunun üzerinde birkaç büyük gemi bulundurularak hele bir tanesi müteharrikti. On beş yirmi kişiyi istiab eyleyen bu gemi vaktiyle Güllü Agop Efendi’nin Belle Elen ve Dikran Çuhaciyan Efendi’nin Leblebici Horhor oyunlarında saha-i temaşa üzerine getirdikleri sandallar gibi yan taraftan görünüşten ve perde kenarından sürünüşten ibaret bir suretle hareket etmeyip yan cihetinden iskeleye yanaşmış olduğu zaman gerçek gemiler gibi rıhtımdan küpeşteye uzatılan koca bir kalas tahtası üzerinden yürüyerek girilip çıkıldığı gibi bilahare demir almaya başlayan baş tarafı denize açıldıktan sonra kıç tarafının erbab-ı temaşa cihetine dönmesi ve nihayet yelkenler açılıp gemi harekete gelerek senanın sağ tarafına doğru yürüdükte teknenin diğer kenarının da görünmesi ve bir kavis resm ederek yürüyüp sağ cihete doğru gözden kayboluncaya kadar gitmesi ve sirenlerine tayfalar çık- ması bir geminin iskeleden kıyamını tamamı tamamına tahayyül ettiriyordu.40

Birçok hikâye ve romanda Güzel Helen’den söz edilmektedir. Araba Sevdası’nda 40 Ahmet Mithat Efendi, Avrupa’da Bir Cevelan, s. 443.

70 İNCİ ENGİNÜN

1286/1870 Mayıs ayı başlarında açılan Çamlıca Bahçesi’ne kadın erkek rağbet ederler, hatta civar semtlerden gelirler. Bahçede dönemin modalarını takip eden “süslü hanım- lar, şık beyler” dolaşır, bahçedeki iskemlelere otururlar “ve çalgıcıların –o zamanlar İstanbul’ca pek moda olan Belle Hélène operasından çaldıkları havaları dinleyerek gezinenleri temaşa ile eğlenirler.”41 Bihruz Bey’in Periveş’le tanıştığı günün gecesin-

de gördüğü karmakarışık rüyada, “kaplumbağalar dans etmeğe, fino köpeği de Belle

Hélène operasından bir parçayı terennüm ederek” havlamaya başlar (s. 252). Bihruz

Bey, bu rüyayı ertesi gün hatırladığında “Fino köpeğinin Belle Hélène’i şante etmesi hepsinden drol! Lel le le lel lel... lel le le lel lel... lel le le lel lel... lel lel lâ...” (s. 262) demekten ve operadan melodileri tekrarlamaktan kendisini alamadığı gibi, keyifli ol- dukça bu operayı terennüme devam eder (s. 263, 280). Bihruz Bey, Periveş’e vereceği mektup müsveddesini zar zor hazırladıktan sonra keyiflenir ve “gâh ıslık çalarak, gâh ağzından ‘lel lele lel lele... lel lele lel lel’ diye mühmel lafızlar çıkararak Belle Hélène havalarını terennümle odanın içinde dolaşmaya” başlar (s. 260).

Araba Sevdası’nda anılan Belle Hélène ile ilgili olarak Tanpınar çok ilginç bir

yorumda bulunur: “Arabadan, Çamlıca’dan sonra kitabın bir kahramanı daha vardır. O da Bihruz Bey’e aşkı öğreten La Belle Hélène operetidir. Bu operet, kitabın hem manasını, hem de bahsettiği âlemin seviyesini verir. Operet veya vodvil, o bir şakadır.”42

Niyazi Akı da Ali Haydar Bey’in Rüya Oyunu’nun “Telemak tercümesinden ya- hut La Belle Hélène’den gelen Yunanî bir ilhamı kolayca sezdir”diğine işaret eder.43

Doğrusu buna ilham demekten çok, karşı konulamaz bir taklit demeği tercih ediyo- rum. Zira Rüya Oyunu’nun ilk perdesi bir rüyadır.44 Bey, rüyasında deniz kenarında

bir güzel görür. Bu güzel Kalipso’dur. Ona hemen âşık olur, yanına gider, yolunun buraya bilmeden düştüğünü söyler. Kalipso, beyin böyle konuşmasını beğenir, çünkü bu sahillere insanoğlunun ayak basması kendi iznine bağlıdır. Kalipso beyi gülistanına götürür. Kızlar dans etmektedir. Bey hem onları hem de bahçeyi tasvir eder. Kalipso’nun “Aşkıma al bu badeyi nuş et / Gam-ı ferdayı gel feramuş et / Neşesi sende yadigârım

ola” (s. 7) diyerek sunduğu içkiyi içer.

Kalipso ona adını söyler, ülkesinin kendi yanağının güneşiyle aydınlandığını anlatır. Sonra bir gün sahilde iki adam görmüş, onları sorgulamış, Telemak ve Men- tor olduklarını, gemileri batınca dalgaların kendilerini buraya attığını öğrenmiştir. Çok yorgundurlar. Telemak Truva savaşından dönen babası Ülis’i aradığını anlatır. O hikâyesini bitirince Kalipso, Telemak’a babasının vefasız bir adam olduğunu, bu 41 Recaizade Mahmut Ekrem, Araba Sevdası yahut Bihruz Beyin Âşıklığı, s. 213.

42 Tanpınar, On Dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, s. 485.

Benzer Belgeler