• Sonuç bulunamadı

Finansal sistem modern ekonominin beyni olarak görülmekte ve ulusal ekonomi ile dünyanın geri kalanı arasındaki işlemlerin yoğunlaşmasını sağlamaktadır. Bu nedenle finansal sistem, finansal hizmetlerin etkin ve verimli çalışabilmesi için finansal yeniliklere, makroekonomik ve kurumsal çevredeki değişimlere tepki olarak finansal politika ve yapıların ayarlanmasını gerektirmektedir. Bu değişimleri sağlayarak gelişen bir finansal sistem beraberinde bilgi ve kurumsallaşmanın artması, gelişmiş ödeme sistemleri ile mal ve hizmet alışverişinin kolaylaşması ve tasarrufların harekete geçerek yatırımların artması gibi işlevleri de getirmektedir. Literatürde, finansal sistemin gelişmesini sağlayacak yollardan biri de finansal serbestleşme olarak ifade edilmektedir. Finansal serbestleşme, sermaye akımlarının uluslararası hareketliliğinde engellerin giderek ortadan kaldırılması sürecine değinirken, finansal gelişme finansal işlemlerin kalitesinin yükseltilmesine önem vermektedir. Bu bağlamda finansal piyasalarda gerçekleştirilen serbestleşmeyle sermayenin dağılımının daha da artarak üretken yatırım alanlarının oluşmasına olanak sağlayacağı düşünülmektedir. Ancak,

serbestleşme ile birlikte oluşan potansiyel riskleri en aza indirmek için finansal olayların dikkatli bir şekilde yönetilmesi gerekmektedir Finansal gelişme ve finansal işlemlerin serbestleşmesini içeren sürecin hem olumlu hem de olumsuz yönleri bulunmaktadır (Bhetuwal, 2007: 23; Gehringer, 2013: 3-4).

Son otuz yılda pek çok ülkede finansal piyasalara yönelik uygulanan politikalar finansal liberalizasyonun teşvik edilmesi yönüne ağırlık vermektedir. 1970'lerden bu yana pek çok ülke finansal serbestleşme politikalarını benimsemiş ve dünyada küreselleşmenin etkisiyle geniş çaplı bir finansal entegrasyon süreci başlamıştır. Liberalizasyon süreci genellikle sermaye akımlarının serbestleşmesi, finansal baskı politikalarının kaldırılması ve yabancı mülkiyet sınırlamalarının kaldırılması olarak karakterize edilmektedir. Finansal serbestleşme politikalarını benimseyen ülkeler, faiz oranlarının serbestleştirilmesi, zorunlu karşılık oranlarının düşürülmesi, piyasaya giriş engellerinin kaldırılması, bankacılık sektöründe hükümet müdahalesinin azaltılması ve bankaların özelleştirilmesi gibi uygulamalar gerçekleştirmişlerdir. Bu ülkeler aynı zamanda yabancı finansal aracıların katılımını da teşvik edici politikalara yer vermişlerdir. Genel olarak, finansal liberalizasyon eğilimi, devletin ekonomide doğrudan müdahalesinin azaltılmasına yönelik daha geniş bir eğilimin parçası olarak görülmektedir (Galindo, vd., 2002: 2-3; Demirgüç Kunt ve Detregiache, 1998; 4).

Finansal serbestleşmenin ekonomik gelişmeye olumlu katkılarının olacağı görüşüne sahip mükemmel piyasa modelleri, finansal serbestleşmenin hem borçlular hem de borç verenler için fayda sağlayacağı görüşünü savunmaktadırlar. McKinnon ve Shaw (1973) ile başlayan bazı araştırmalar, finansal kısıtlamaları kaldırmanın, faiz oranlarının rekabetçi piyasa dengesine doğru artması ve kaynakların verimli bir şekilde tahsis edilmesiyle birlikte, büyüme oranları üzerinde olumlu bir etki yapabileceğini belirtmektedir. Bunlara ek olarak sermaye hesabı liberalizasyonu firmaların ucuz yabancı fonlara erişmesini sağlayarak yerli finansal sistemin verimliliğini arttırması için baskı yapmaktadır. Finansal liberalizasyon ile birlikte fon arz edenler (tasarruf sahipleri) ve fon talep edenler (yatırımcılar) arasında genişleyen finansal aracılık, yatırımların etkinliğinin artmasına neden olarak ekonomik gelişmeye katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Kapur (1983) ve Mathiesson (1979)

ise, finansal serbestleşmeyle birlikte finansal kısıtlamaların kaldırılması, faiz oranlarının yabancı sermaye yatırımları için cazip hale geleceğini fakat ekonomik gelişmeye belirli makroekonomik düzenlemelerle olumlu katkı sağlayacağını savunmaktadır. Bunlara ek olarak sermaye kısıtlılığın ortadan kaldırılması, yerli ve yabancı yatırımcıların daha fazla portföy çeşitlendirmesi yapmalarını, böylece sermaye maliyetini düşürmelerini ve fonların kullanılabilirliğini artırmalarını sağlayabilmektedir. Aynı zamanda liberalizasyon süreci genellikle, verimsiz finansal kurumları yok ederek ve finansal altyapı reformu için daha fazla baskı yaratarak, olumsuz seçim ve ahlaki tehlike gibi bilgi eşitsizliği konularını hafifleterek finansal sistemin verimliliğini arttırmaktadır (Galindo, vd., 2002: 4; Ağır, 2010: 25; Ito, 2006: 305).

Literatürde yapılan sınırlı sayıdaki çalışma, geleneksel olarak finansal liberalizasyonun bankacılık krizlerinin ana belirleyicisi olduğunu varsaymaktadır. Finansal liberalizasyonun krizlere yol açacağı düşüncesi ilk olarak Alejandro (1985) tarafından gündeme getirilmiştir. 1970'lerden 1990'lara kadar Avrupa'da yaşanan finansal liberalizasyon reformlarının Avrupa'nın finansal krize karşı hassasiyetini arttırdığını ve Avrupa Para Birliği'nin başlangıcının bu süreci hızlandırdığı savunulmaktadır. Bu süreç, finansal düzenlemenin ve ekonomik büyümenin maliyetleri ile ilgili olarak ekonomi politikasındaki küresel eğilimleri kısmen yansıtırken, finansal serbestleşme sürecini zorunlu kılmıştır. Bu değişim dönemi İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana ortaya çıkan finansal eğilimleri hızlandırmıştır. Geniş kapsamlı olarak ilk serbestleşme 1970'li yılların sonunda Latin Amerika ülkelerinde gerçekleştirilmiştir. Daha sonra Hollanda ve Almanya, sırasıyla 1960'larda ve 1970'lerde liberalizasyon politikalarını hızlandırmış; Fransa ve İskandinav devletleri, sermaye kontrollerini ve faiz tavanlarını kaldırırken aynı anda bankaları özelleştirmişlerdir. Özellikle 1980'lerin sonu ve 1990'ların başında gelişme sağlayan finansal serbestleşme Japonya ve Kore olmak üzere pek çok dışa kapalı ekonominin bu sürece dahil olmasına neden olmuştur. Finansal liberalizasyonun dünya çapındaki dalgası, hızlı teknolojik gelişmeler, geniş kapsamlı küreselleşme ile birlikte ortaya çıkan şiddetli rekabet tüm dünyadaki finansal sistemleri büyük ölçüde etkilemiş ve dönüştürmüştür.

1980'li yıllardan itibaren IMF ve Dünya Bankası'nın temel politikası küreselleşmenin tüm dünyada teşvik edilmesi olmuştur. Bu doğrultuda, ülke ekonomilerinin liberalleşmesi için pek çok engelin kaldırılması hedeflenmiştir. Bu hedefler belirli standartlar oluşturularak bir politika uygulaması haline getirilmiştir. Bu uygulama, 1990 yılından itibaren Washington Konsensüsü olarak literatürde yer almıştır. 10 maddeden oluşan Washington Konsensüsü temelde ekonomide kamunun rolünün azaltılması, serbest piyasa anlayışının yaygınlaşması, mal ve sermaye akımlarının serbestleştirilmesi, finansal liberalizasyonun gerçekleşmesi ve döviz ve kur politikalarının serbestleştirilmesi politikalarının uygulanması gerekliliğini vurgulamaktadır. Neoliberal yaklaşımın öncülüğünü yapan bu Washington Konsensüsü pek çok gelişmekte olan ülkeye yapısal uyum programları altında uygulanmıştır (Şahbaz, 2003: 39).

Avrupa Para Birliği'ne üyelik hakkını elde etmek için, finansal liberalizasyon konusunda az deneyime sahip ve günümüzde yükselen piyasa ekonomileri olarak adlandırılan gelişmekte olan ülkeler de finansal piyasalarını dış sermaye piyasalarına hızla açmışlar ve eşi benzeri görülmemiş sermaye akımları ortaya çıkmıştır. Sermaye akımlarındaki bu artışlar yükselen piyasa ekonomilerinin yatırım oranlarının artmasına ve ekonomik büyümeyle birlikte refah düzeylerinin yükselmesine neden olmuştur. Ancak bu durum, özellikle finansal serbestleşme için gerekli alt yapıya sahip olmayan bu ülkelerin sıcak sermaye girişlerine ve bir kriz anında sermaye kaçırma riskine karşı daha savunmasız hale gelmelerine neden olmuştur. Özellikle 1990'lardan itibaren yükselen piyasa ekonomilerinde artan sermaye akımlarının olumlu etkileri tersine dönmüş ve finansal krizler yaşanamaya başlamıştır. Finansal liberalizasyonun ilk örneklerinden olan Latin Amerika ülkeleri Arjantin, Şili ve Uruguay gerekli düzenleyici ve koruyucu politikaları oluşturmadan finansal serbestleşmeye gittiklerinden dolayı bu süreçten olumsuz etkilenmişlerdir. Finansal liberalizasyon sürecine katılan pek çok ülke finansal ve reel krizlere yakalanmış ve söz konusu ülkelerde bu krizleri aşmaya yönelik pek çok politika değişiklikleri yapılmıştır (Eichacker, 2015: 324; Antzoulatos, vd., 2011: 2; Williamson ve Mahar, 1998: 11).

Çizelge 1.1. Finansal Liberalleşmeye Bağlı Olarak Yaşanan Krizler

Ülke Krizin Nedeni Diğer ülkelere

etkileri

Meksika 1994- 1995

Pezo'nun dolar karşısında değer kaybetmesi sonucu cari hesap açıklarının artması, ABD'nin faiz oranlarını yükseltmeye başlamasıyla Meksika’ya sermaye girişinin azalması ve döviz rezervlerinin önemli ölçüde azalmaya başlaması

Arjantin ve Brezilya (Tekila Etkisi)

Türkiye 1994- 1995

Faiz oranlarının düşürülmesiyle, fonların döviz ve borsaya yönelmesi sonucunda döviz kurlarının yükselmesi ve borçlanmanın artması. Asya Krizi (Tayland, Filipinler Endonezya, Güney Kore ve Malezya 1997-1998

1990'larda dolara bağlanan Tayland parasıyla birlikte ülkede yaşanan ekonomik gerilemeler sonucu (ihracattaki düşme, cari açıklardaki artma, şişen gayri-menkul fiyatlarının düşmeye başlaması ve bazı finans şirketlerinin zor duruma düşmesi) devalüasyon yapılması Asya bölgesinde finansal paniğe neden olmuş ve ülkelerin hepsine bu kriz yansımıştır.

Tayvan, Singapur ve Vietnam bu krizden etkilenmişler ve Japonya da ufak çaplı etkilere maruz kalmıştır

Brezilya 1999 Ödemeler dengesinin bozulması Arjantin

Türkiye 2000- 2001

Makroekonomik sorunlar(enflasyon), finansal liberalleşme (sermaye çıkışının artması), politik istikrarsızlıklar, devalüasyon, faiz oranlarındaki artış, vb.

Arjantin 2000

Ülkeden yoğun sermaye çıkışı, ülkeden mevduat çıkışlarının artmasıyla birlikte bankacılık sisteminin bozulması, Pezo'nun değer kaybına uğraması

Kaynak: Yay, vd. (2001); Delice (2003); Ergün (2010).

Çizelge 1.1.'de finansal liberalizasyon sürecine giren yükselen piyasa ekonomilerinin belirli dönem aralıklarında yaşamış oldukları krizler, nedenleri ve varsa krizin etki ettiği diğer ülkeler gösterilmektedir. Buradaki ülkelerin hepsi 1980 yılından sonra finansal serbestleşme politikalarını uygulamaya başlamışlardır. 1990 döneminde yükselen piyasa ekonomilerindeki krizlerin ülke çapında sebepleri olmasının yanında pek çok ortak neden bulunmaktadır. Bu kırılganlıkların ortak özellikleri şunlardır (Roubini ve Setser, 2004: 32);

 Cari hesap ve bütçe açıkları gibi makro ekonomik dengesizliklerden dolayı büyük kamu ve dış borç stoklarının birikmesi,

 Bu açıkların borçla finanse edilmesiyle ülkeleri likiditeye karşı savunmasız hale getiren ve döviz kurunda bir düşme riskini artıran borç krizine neden olması,

 Ülkenin uzun vadeli kredi itibarı için politika sağlanması konusunda oluşan şüpheler,

 Sabit veya yarı döviz kuru rejimlerinin cari hesap dengesizliği riskini arttırması,

 Zayıf bankacılık düzenlemeleri, örtülü veya açık hükümet garantileri ve aşırı yatırıma ve tehlikeli borçlanma biçimlerine aşırı bağımlılığa neden olan mikro ekonomik dengesizlikler,

 Politik dengesizlikler,

 Bir ülkenin ticaret hadlerini bozan emtia fiyat şokları, dünyanın önde gelen finans merkezlerinde meydana gelen faiz değişiklikleri ve yerli- yabancı yatırımcıların riskli finansal varlıklara yatırım yapma istekliliğindeki ani değişiklikler gibi yaşanan dış şoklar,

 Gelişmekte olan ekonomiler gelişmiş ekonomilere kıyasla şoklara daha fazla maruz kalma eğilimi göstermektedirler.

Finansal liberalizasyonun değerlendirilmesi sonucunda, ekonomik büyümede, finansal derinliğin artmasına ve kredi erişiminin genişletilmesine ilişkin beklenen gelişmelerin gerçekleşmediği düşünülmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde finansal liberalizasyon çabalarının başarısız olması ve yaşanan finansal krizler bu ekonomilere ciddi hasarlar yükselmiştir. Bu durum, finansal sektör gelişimi, ekonomik büyüme ve yoksulluğun azaltılması arasındaki ilişkileri anlamaya yönelik yeni girişimlere yol açmıştır. Sonuç olarak, gelişmekte olan ülkelere daha sağlam entelektüel bir yapı sağlamak için etkin ve yoksul yanlı finans sektörü politikaları geliştirilmeye başlamıştır. Finansal gelişmenin ekonomik büyümeye ve kalkınmaya olan katkısının tam olarak sağlanabilmesi için finansal sistemin geliştirilmesi konusunda politika seçeneklerinin yeniden incelenmesi sağlanmış ve özellikle gelişmekte olan ülkelerin ekonomik olarak alt yapılarının sağlamlaştırılması ve olası

şoklara karşı güçlü hale gelmesi konusunda pek çok görüş ortaya çıkmıştır (Kırkpatrick, 2000: 363). Bu görüşleri uygulayarak finansal serbestleşmeye ve gelişmeye ayak uyduran ülkeler daha güçlü hale gelmişlerdir. Örneğin, 1997 Asya Krizi'nden sonra Asya bankalarının bilançoları, konsolidasyon, yeniden sermayelendirilme, yeniden yapılandırma ve gerçekleştirilen reformlar sonucunda belirgin bir biçimde daha güçlü hale gelmiştir (Estrada, vd., 2010: 6).