• Sonuç bulunamadı

Farklı Bilimsel Bakış Açılarından Erkek(lik)

1.3. Erkek(lik)

1.3.2. Farklı Bilimsel Bakış Açılarından Erkek(lik)

Erkeklik ve erkeklik çalışmaları alanına ilişkin genel bir giriş yapmak amacıyla, erkekliğin nasıl bir toplumsal inşa süreci olduğunu ve hegemonik erkeklik kavramını açıklamaya çalıştık. Şimdi çalışmamıza, erkeklik çalışmaları alanına tıp, antropoloji, psikoloji gibi farklı bilim dallarının bakış açılarına değinerek devam edeceğiz.

Diamond (2006, s. 140-183), “Erkek Türü Tehlikede mi?” ve “Erkekler İkinci Cinsiyet Olma Yolunda mı?” sorularının cevaplarını ararken farklı alanlardaki bilim insanlarının erkekler ve erkekliğin geleceğine ilişkin bulgularını ortaya koymaktadır. Farklı alanlardaki bilim insanlarının çalışmalarının bazılarından aşağıda kısaca söz edeceğiz:

Dünya Erkek Sağlığı Kongresi Başkanı Dr. Meryn, Erkeklerin Geleceği ve Sağlığı: Erkekler, Nesillerinin Tükenmesiyle Karşı Karşıya mı? (2001) başlıklı yazısında “Dünyanın birçok toplumunda daha kat edilecek çok yol olmasına rağmen, kadınların artık geleneksel olarak erkeklere mahsus olan işlerin neredeyse tümünü yaptığı (hatta bazı durumlarda, daha iyi yaptığı) açık bir gerçektir” demektedir.

Dünya Sağlık Organizasyonunda kıdemli bir danışman olan Dr. Davis, Duman Su Gibi Aktığı Zaman: Çevresel Aldatmaca Masalları ve Kirliliğe Savaş (2002) adlı kitabının “Erkekleri Kurtarın” adlı bölümünde, erkeklerin baba olmakta giderek daha çok zorlandığını ve erkeklerin gerçek bir gerileme içinde olduğunu vurgulamakta ve “Günümüzde erkek bebeklerde bir sorun varmış gibi görünüyor” şeklinde bir ikazda bulunarak şu sözleri eklemektedir: “30 yıl öncesine kıyasla bugün daha az erkek çocuk dünyaya gelmekte ve daha çoğunda inmemiş testis ve penis arızaları gibi sorunlar bulunmaktadır. Birçok genç erkekte, 1990’ların ilk yıllarına oranla daha fazla testis kanserine rastlanmakta ve bu hastalık giderek daha genç yaşlarda ortaya çıkmaktadır”.

 Birleşmiş Milletler (2000) istatistiklerine göre, en çok rastlanan on beş ölüm nedeninin tümünde erkeklerin ölüm oranı kadınlara kıyasla daha yüksek görülmekte ve erkekler kadınlardan altı yıl erken ölmektedir.

Dr. Pollack ve Dr. Levant, Yeni Bir Erkek Psikolojisi (1955) adlı kitaplarında erkek hassasiyetinin temelinde yatan ve yaşamlarının daha sonraki evrelerindeki sorunlara neden olan erkek davranışlarını şu özellikleriyle tanımlamaktadırlar: Saldırgan, baskın, başarı odaklı, rekabetçi, kesinlikle kendi kendine yeten, risk almaya hazır, macera arayan, duygusal açıdan sınırlı, kadınsı olma potansiyeline sahip her türlü eylem ve reaksiyondan kaçınan.

Bir başka bilim insanı Dr. Helen Fisher Birinci Cinsiyet: Kadınların Doğal Yetenekleri Dünyayı Nasıl Değiştiriyor adlı kitabında kadınların yetenek ve becerilerinin giderek daha yararlı olduğunu göreceklerini, erkeklerinse önemli bir değişiklik olmadığı takdirde daha da geriye düşeceklerini ve erkeklerle kadınların düşünce tarzlarındaki farklılıkların kadınların lehine olacağını ifade etmektedir. Kadınların düzenli bir şekilde, çevreyi ve şartları dikkate alarak düşündüklerini ve konuları bir bütünlük içinde ele aldıklarını; erkeklerinse dikkatlerini bölümlere ayırdıklarını, parça parça ve bölümlere odaklı düşündüklerini vurgulamaktadır. Gittikçe daha karmaşık hale gelen, dolayısıyla çevre ve şartların çok önemli olduğu günümüz dünyasında bu düşünce tarzının erkekler için büyük bir dezavantaj yaratacağını belirtmektedir. Erkekler gücü her zaman rütbe ve mevki ile bağdaştırırken, kadınlar gücü hayati bir insan ilişkileri ağı olarak görmektedirler. Kız çocukları sevilmek, erkek çocuklar saygı duyulmak istemektedirler. Saygı duyulması ihtiyacı erkekliğin temelinde vardır.

 Erkeklik konusu üzerine önemli çalışmalarda bulunanlardan biri olan antropolog Lionel Tiger, Erkeklerin Çöküşü adlı kitabında sanayi dünyasında yeni bir modelin ortaya çıktığını söylemektedir. Erkeklerle kadınlar açıkça farkında olmasalar da bu model onların sanayi toplumundaki tecrübelerinin temelinde yatmaktadır. Bu, kadınların güven ve güçlerinde bir artış, erkeklerin güven ve güçlerindeyse bir erime modelidir. Bu durumun iş gücündeki değişimde açıkça görüldüğü; erkekler işten çıkarılırken, kadınların işe girdiği, günümüzde sanayi dünyasındaki işgücünün % 40’ını kadınların oluşturduğu ve son 20 yılda daha çok kadının ev dışında çalışmaya başlamasına karşılık işgücündeki erkek sayısının azaldığı belirtilmektedir. Tiger, erkeklerin iş hayatında gittikçe daha az başarılı olmaları ve daha başka nedenlerle bir eş olarak fayda sağlamak yerine yük olacakları; kaynak sağlamak yerine kaynakları kullanacakları; sorun çözmek yerine sorun yaratacakları düşüncesinde olan kadınlar tarafından yararlı olacakları muhtemel ‘baba’ görevinden azledildiklerini belirtmektedir. Bununla birlikte, daha çok kadın erkek olmaksızın çocuk sahibi olurken, daha çok erkek aile sevgisinden yoksun kalmakta ve daha çok sayıda kadın, yetiştirmek zorunda oldukları çocukları olsa bile mutsuz evliliklerini bitirmeye karar vermektedir. Kadınlar artan ekonomik güçleri nedeniyle kendilerini ve çocuklarını geçindirmek için erkeklerin gelirine ihtiyaç duymamaktadır. Kadınlar arasındaki erkeklerin lüzumsuz oldukları veya olabilecekleri inancı, erkekleri gün geçtikçe daha çok saran bir korku haline gelmektedir. Bu his,

Diamond’un Hırçın Erkek Sendromu’nun7

temelinde yatan etkenlerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır.

 Dr. Andrew Hacker Uyumsuz: Kadınlar ve Erkekler Arasında Büyüyen Uçurum adlı kitabında, kadınlar daha iddialı oldukça ve hayatlarındaki erkeklere karşı daha eleştirel bir tutum içerisine girdikçe flört edecekleri ya da evlenecekleri erkeklerde görmeyi arzuladıkları niteliklerin erkeklerin çoğunda bulunmadığını fark ettiklerini belirtmektedir. Nitekim Batı dünyasının tümünde erkeklerle kadınlar arasında geçmişte hiç olmadığı kadar büyük bir ayrım görülmekte ve bu ayrımın daha da artacağı sonucuna varılmaktadır.

 Paul Harrington, eğitim görmüş kadınların kendilerine denk gördükleri bir eş bulmakta gittikçe zorlandıkları bir ‘evlilik uçurumu’ ortaya çıktığını belirtmektedir.

 Genç ve bekâr erkek nüfusun yüksek olduğu ülkeler arasında Irak, İran, Cezayir, Türkiye, Mısır, Hindistan, Afganistan, Çin ve İsrail bulunmaktadır. Savaş ve şiddetin bu ülkelerde süreklilik taşıyan bir kaygı olduğu bilinmektedir. Bekâr erkek nüfusunun en belirgin olduğu yer Çin’dir. Çin’in gelenekleri çok sıkı uygulanan her çifte bir çocuk politikası, evlenecekleri erkekler için çok yüksek standartlar koyan daha iyi eğitimli bir kadın nüfusu gibi faktörler bir araya gelerek Çin’in istikrarını tehdit eden, dolayısıyla tüm dünyayı etkileyebilecek demografik bir kâbus yaratmıştır. Önümüzdeki yirmi yıl boyunca kırk milyon kadar genç Çinli erkek, evlenip bir aile kurmayı başaramayacaktır. Diamond’a (2006) göre erkekler toplumdaki önemli rollerini kaybettikçe fiziksel olmasa bile psikolojik olarak tükenmiş olacaklardır.

Dr. Louann Brizendine8 (2011, s. 24-28) cinsiyetler arasındaki biyolojik farklılıklar hakkında daha berrak bir anlayışın, kadınların da erkeklerin de kabul etmiş olduğu olumsuz ve basmakalıp erkeklik anlayışını gidermeye yardımcı olabileceği düşüncesiyle yola çıktığı çalışmalarında kadın ve erkek beyinlerini incelemektedir. Brizendine bir zamanlar inanıldığı gibi, beyin mimarisinin doğumda ya da çocukluğun bitişinde son halini almadığının, hayat boyunca değişmeye devam ettiğinin altını çizmektedir. İnsan beyni bildiğimiz en yetenekli öğrenme makinesidir. Bu yüzden içinde büyüdüğümüz kültür ve bize öğretilen davranış biçimleri beynimizi şekillendirmekte ve yeniden şekillendirmekte büyük bir rol oynamaktadır. Eğer bir erkek çocuğu “erkek olmak için” yetiştirildiyse, yetişkin bir erkek olduğunda

7 Biyokimyasal değişimler, hormonal dalgalanmalar, stres ve erkek kimliğinin kaybıyla bağlantılı olan

erkeklerde meydana gelen aşırı duyarlılık, endişe, asabiyet ve öfke durumu. Daha ayrıntılı bilgi için bkz: http://theirritablemale.com

8

San Francisco, California Üniversitesi’nde nöro-psikiyatr profesörü olarak görev yapan Dr. Louann Brizendine, hormonal nedenlerle duygudurum, konsantrasyon, enerji, kaygı, cinsel fonksiyon gibi konularda sorunlar yaşayan her yaştan kadının tedavi edildiği Kadınlar ve Genç Kızlar için Duygudurum ve Hormon Kliniği’nin (Women’s and Teen Girl’s Mood and Hormone Clinic)kurucusudur. Bir süre öncesine dek Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde görev yapan Brizendine, tıp eğitimini Yale Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Berkeley’deki California Üniversitesi Nöro-biyoloji bölümünde almıştır. İlk kitabı olan Kadın Beyni (2006) yirmi bir dile çevrilen yazarın diğer çalışması olan Erkek Beyni (2010) yılında yayımlanmıştır.

beyninin mimarisi ve beyin devrelerinin yapısı, “erkekliğe” çoktan yatkınlık kazanmış olacak ve zamanla bu yönde daha da şekillenecektir. Erkek ve kadın beyinleri rahme düşüş anından itibaren farklıdırlar. Bir erkeğin beynindeki ve bedenindeki tüm hücrelerin eril olduğunu söylemek bilinen bir şeyi tekrar etmek gibi olsa da bu, aslında şu anlama gelmektedir: Kadın ve erkek beyinleri arasında her hücre seviyesinde farklılıklar vardır. Eril hücrede Y kromozomu vardır, dişi hücredeyse yoktur. Bu küçük fakat önemli farklılığın beyin üzerindeki etkisi, genler hormonların daha sonraki dozajlarını belirlediği için çok erken başlamaktadır. Rahme düşüşten yaklaşık sekiz hafta sonra küçük testisler beyni marine edecek ve yapısını başkalaştıracak kadar testosteron üretmeye girişmektedirler. Kadın beyninde östrojen, progesteron ve eksitosin hormonları, beyin devrelerini kadınsı tip davranışlara hazır hale getirirken; erkek beynindeyse testosteron, vazopressin ve MİE (Mülleriyan inhibe edici faktörü) en erken ve kalıcı etkileri bırakan hormonlardır. Kadın ve erkek hormonlarının beyin üzerindeki davranışsal etkileri çok büyüktür. Erkekler uzamsal bilgiyi işleme ve duygusal sorunları çözme konusunda farklı beyin devrelerini kullanmaktadırlar. Kadın ve erkek beyinleri başkalarının hissettiklerini kendilerine özgü yöntemlerle duymakta, görmekte, sezmekte ve ölçmektedir. Kadın ve erkek beyinlerindeki devreler çok benzerdir ancak kadın ve erkekler aynı hedeflere farklı devreleri kullanarak ulaşmakta, aynı görevleri farklı devreler aracılığıyla gerçekleştirmektedirler.

Brizendine’ın nörolojiden evrimsel biyolojiye kadar birçok alanda gerçekleştirdiği klinik çalışma ve araştırmalar farklı bir resim ortaya koymaktadır. Erkeklerin farklı beyin ve hormon yapıları, erkeğe özgü bir gerçeklik yaratmaktadır. Erkek Beyni adlı kitabını yazmayı düşünmeye başladığı zaman görüştüğü herkes neredeyse aynı şakayı yapmıştır: “Epey kısa bir kitap olacak! Kitap değil belki ama broşür olur”. Erkek beynini sadece “bel altı beyin”e indirgemek iyi bir espri malzemesi olabilmekte ama bir erkeğin beyninin tamamını temsil etmemektedir. Gerçekte erkek beyni tam bir sorun çözme makinesidir ve hayatı boyunca hem genler hem de eril seks hormonları tarafından oluşturulan bir tasarıma göre yeniden ve yeniden şekillenmektedir. Erkek beyninin biyolojisi erkeğe özgü davranışları şekillendirmektedir. Erkeklerin hipotalamusta beynin cinsel dürtüye adanmış olan kısmı kadınlarınkinden 2,5 kat daha büyüktür. Bir erkeğin görsel korteksinde gece gündüz cinsel düşünceler titreşmekte ve bu da onu cinsellikle ilgili tüm fırsatları değerlendirebilmeye hazır halde tutmaktadır. Kadınlar genelde penisin –nörolojik nedenlerden ötürü- kendi kafasına göre hareket ettiğini fark etmemektedirler. İlişkiler kadınlar için ne kadar önemliyse erkekler için de o kadar önemlidir. Erkeklerin aşk ve şehvet devreleri bir kere uyumu yakaladıklarında, en az bir kadın kadar âşık olmaktadırlar. Yolda bir bebek varsa erkek beyni büyük bir değişim geçirerek baba beynine dönüşmektedir. Erkekler, kadınların ve toplumun kendilerinden genel

olarak ne istediğini ve beklediğini bilmektedir. Erkekler güçlü, cesur ve bağımsız olmak zorundadırlar. Yakınlığa ve sevgi dolu bir sarılmaya kadınlar kadar, hatta belki onlardan daha aç olsalar da, eğer bu arzularını belli ederlerse diğer erkekler ve kadınlar tarafından zayıf olarak değerlendirilebilmektedirler. Yapılan çalışmalar sonucunda bilim insanları erkeğe özgü nöronların itiş-kakış gibi stereotip erkek davranışları ile doğrudan bağlantılı olabileceğini bile ortaya koymaktadırlar. Çalışmalar, erken yaşlardan itibaren erkeklerin kızlardan daha farklı etkinliklerle ilgilendiğini göstermektedir. Farklı bir bakış açısıyla Brizendine, bu farklılıkların kültür ve yetiştirilmeyle kuvvetleniyor olabileceğini ancak bütün bunların beyinde başladığını belirtmektedir (Brizendine, 2011, s. 23-33). Tıp, antropoloji, psikoloji gibi farklı alanlardaki bilim insanlarının erkekler ve erkekliğin geleceğine ilişkin çalışmalarından verdiğimiz örnekleri arttırmak elbette ki mümkündür. Farklı alanlarda konunun farklı yönlerinin ele alındığı çalışmaların bulguları toplumsal cinsiyet çalışmaları alanına katkı sağlayacaktır. Bununla birlikte günümüz toplumlarındaki kadın-erkek ilişkilerinin karakteristik yapısı; kadının ve erkeğin iç dünyasında neler olup bittiği; birbirlerinden neler istedikleri/bekledikleri vb. konuların irdelendiği popüler kitapların “Bestseller”9 -en çok satan- listelerinde ön sıralarda yer aldıkları görülmektedir. Bu durum her iki cinsiyetin de birbirini tanımak, anlamak böylelikle birbirlerinin hayatlarını kolaylaştırmak istediklerinin göstergesi olarak yorumlanabilmektedir.