• Sonuç bulunamadı

Evlilik, kadın ve erkeğin birbirleri üzerinde cinsellik kullanım haklarına sahip olmalarını sağlayan bir sözleşme sonucu oluşan birlikteliktir. Tüm toplumlar için cinsel ilişkilerin kontrolünün gerekliliği evrensel bir problemdir. Bu nedenle evlilik de evrensel bir kurumdur (Haviland, 2002, s. 263). Her toplum ya da kültür, kimin kiminle evlenebileceğini, nasıl evleneceğini, nerede kimlerle oturacağını, çocukların nasıl ve kiminle evleneceğini, kadın ve erkeğin karşılıklı hak, ödev ve yetkilerini vb. ayrı ayrı belirlemiştir (Tezcan, 2010, s. 135). Evlilik olarak adlandırılan bu meşru beraberliğin bir ürünü olarak çocuklar ailenin tamamlayıcılarıdır. Görüldüğü gibi, toplumun temelinde aile, ailenin temelinde de evlilik yer almaktadır. Sevgi, saygı ve uyuma dayalı sağlıklı bir evlilik, sağlıklı aileleri; sağlıklı aileler de sağlıklı toplumları oluşturacağı düşüncesinden hareketle evlilik kurumu ayrı bir önem kazanmaktadır.

İngiliz antropolog Edmund Leach (1955), evrensel bir evlilik tanımına ulaşılması konusunda ümitsizdir. Buna karşın Türkkahraman (2006, s. 155) evliliği, karşıt cinsten iki yetişkin bireyin cinsel ilişkilerinin toplumun koyduğu ölçütler çerçevesinde yürütülmesi olarak ifade etmekte ve her ne kadar son yıllarda bazı Batılı ülkelerin kanunları aynı cinsten olan kişilerin evliliklerine izin verse de, evrensel olarak bütün toplumlarda evliliğin iki karşıt cinsten kişi arasında kurulan bir ilişki olduğunu belirtmektedir. Leach, birkaç farklı hak türünün evlilik olarak sınıflanan kurumlarla tayin edildiğini ileri sürmüştür. Bu haklar, kültürden kültüre değişir ve hiçbiri tek başına evliliğin tanımlanması için bir temel oluşturmaya yeterli yaygınlıkta değildir. Leach’e göre evlilik;

 Bir kadının çocuklarının yasal babasını ve bir erkeğin yasal annesini tayin eder.

 Eşlerden birine veya ikisine, diğerinin cinselliğine tek başına sahip olma hakkı verir.

 Eşlerden birine veya ikisine, diğerinin emeği üstünde haklar verir.

 Eşlerden birine veya ikisine, diğerinin malı-mülkü üstünde haklar verir.

 Çocukların yararı için birleşik bir mal-mülk fonu yani bir ortaklık oluşturur.

 Eşler ve onların akrabaları arasında sosyal olarak anlamlı bir “hısımlık ilişkisi” kurar (Leach, 1955’ten akt. Kottak, 2002, s. 396-397).

Kottak’a (2002, s. 397) göre, bu liste farklı kültürel bağlamlarda evliliğin bazı yönlerine dikkat çekmektedir. Kottak, tüm insan toplumlarında bir biçimiyle bulunan bir kurumu teşhis etmek için birkaç tanıma gereksinim duyulduğuna inanmakta ve şu tanımı önermektedir:

“Evlilik, kadının doğurduğu çocukların, karı ve kocanın evlatları olarak kabul edilmesi bakımından toplumsal olarak tanınan bir erkek (koca) ve toplumsal olarak tanınan bir dişi (karı) arasında toplumsal olarak onaylanan bir ilişkidir. Koca, çocukların gerçek biyolojik babası (genitor) veya sadece toplumsal olarak tanınan babası (pater) olabilir”(Kottak, 2002, s. 397).

Güney Hindistan’ın Malabar kıyısında yaşayan Nayarlar konumuzla ilgili ilginç bir örnektir. Nayarların akrabalık sistemi anasoylu olmakla birlikte, kadın-erkek ilişkilerinin boyutu oldukça farklıdır. Erkeklerin geniş bir hanede bir arada yaşadığı Nayarlarda en yaşlı erkek hane yönetiminden sorumludur. Geleneksel Nayar evlilikleri sadece formaliteydi. Genç kız, bir erkekle evlilik töreniyle evlenir, daha sonra genellikle kocasıyla cinsel ilişkiye girmeden evine geri dönerdi. Erkek de kendi evine dönerdi. Bundan sonra, Nayar kadınlarının birçok cinsel eşi olurdu. Çocuklar, annenin hanesinin ve akraba grubunun üyeleri olurlardı; biyolojik babanın akrabaları olarak düşünülmezlerdi. Gerçekte birçok Nayar çocuğu, babasının kim olduğunu bile bilmemekteydi. Bir erkek babalığı üstlenir, kadına bazı hediyeler ve bir ebe getirir ve çocuğun meşru olması için babalığı bir ayinle kabul ederdi. Çocuğun doğumundan sonra baba dilerse çocuğun bakımıyla ilgilenebilirdi. Ancak babanın çocuğuna bakmak gibi bir zorunluluğu yoktu. Çocuğun eğitiminden ve bakımından dayılar sorumludur (Kottak, 2002, s. 398; Haviland, 2002, s. 267).

Evlilik üzerine incelemeler yapan F. Müler Lyer, insanların üç önemli gereksinimden dolayı evliliğe sürüklendiklerini belirtmektedir. Bunlar; ekonomik ihtiyaçlar, çocuk arzusu ve sevgidir. Lyer, bu istençlerin insan topluluklarında her zaman varlıklarını sürdürdüklerini; ancak belirli dönemlerde önemlerinin değiştiğini ifade etmektedir. Örneğin ilkel toplumlarda ekonomik ihtiyaçların, eski medeniyetlerde çocuk yapma arzusunun ve modern uygarlıklardaysa sevginin ağır bastığını dile getirmektedir (Koening, 2000, s. 137-138’den akt. Türkkahraman, 2006, s. 157). Doğal akışı içinde değişen ekonomik sistemle birlikte soy izi sürme yöntemi de biçim değiştirmiştir. Anaerkil toplumda birey, dayısının mirasçısı konumundayken, ataerkil topluma geçişle babasının mirasçısı olmuştur. Ataerkil toplumda baba ve oğul arasındaki ilişki, anaerkil toplumda erkekler arasında var olan tüm ilişkilerden daha yakındı. Babaya yüklenilen doğal işlevler, anaerkil toplumda baba ve dayı arasında bölüşülmekteydi. Sevgi ve ilgi babadan gelirken, yetke ve mal dayıdan gelmekteydi (Russell, 1999, s. 20).

Erkeklerin evlenecekleri eşlerinde “bekâret” istemeleri ataerkil sistemin ortaya çıkmasıyla başlamıştır. Anaerkil sistemin var olduğu yerlerde genç kadınlar da erkekler gibi diledikleri şekilde davranabilmekteydiler ancak kadınlar evlilik dışı tüm cinsel ilişkilerin kötülüğüne inandırıldıktan sonra buna göz yumulmadı (Russell, 1999, s. 21). Yalom’a (2002, s. xiv-xv) göre geçmişte, çoğu evlilik kalpten çok cüzdandan geçmekte, başka bir deyişle erkekler kadınlarla çeyizleri için evlenirken, kadınlar da erkeklerle kendilerine bakabilecekleri için evlenmekteydiler. Kutsal Kitabın çıkışından 1950’lere kadar eşine bakmak kocanın göreviydi. Kadınsa bunun karşılığında cinsellik, çocuk ve evin bakımını sağlamaktan sorumluydu. Bu durum her iki tarafın kabul ettiği bir karşılıklılık ilişkisi olmakla kalmamakta, aynı zamanda dini ve medeni yasalara da yazılmaktaydı. Günümüzdeyse kocanın karısına tek başına bakmak zorunda olduğu varsayımı geçerliliğini yitirmektedir. Çoğu çift artık her iki tarafın da aile gelirine katkıda bulunması beklentisiyle evlenmektedir. Aslında bir ailenin tek bir maaş yani sadece erkeğin kazancı ile geçinmesinin giderek daha zor bir hal alması, ailenin geçimini iki kişinin sağlamasını doğal hale getirmektedir. Bu durum evliliklerin geçirdiği değişimin sadece ekonomik bir yönü olarak karşımıza çıkmaktadır. Bireylerin evlilikten beklentileri, evlenme biçimleri, yaşları, ritüelleri, evliliklerini yaşama tarzları gibi evliliğe ilişkin birçok örüntü değişimden payına düşeni almaktadır. Özellikle kadının toplum içindeki konumunun ve değerinin artması, çalışma hayatına katılması, eve sağlayacağı ekonomik katkıya ihtiyaç duyulması gibi sayabileceğimiz birçok neden evlilik kurumunun yaşadığı değişimde etkili olmaktadır.