• Sonuç bulunamadı

Ailenin evrensel bir tanımını yapmak oldukça zordur. Türkçe Sözlük’te (2009, s. 45) aile, “evlilik ve kan bağına dayanan, karı, koca, çocuklar, kardeşler arasındaki ilişkilerin oluşturduğu toplum içindeki en küçük birlik; karı, koca ve çocuklardan oluşan topluluk; aynı soydan gelen veya aralarında akrabalık ilişkileri bulunan kimselerin tümü; birlikte oturan hısım ve yakınların tümü; eş, karı; aynı gaye üzerinde anlaşan ve birlikte çalışan kimselerin bütünü; temel niteliği bir olan dil, hayvan veya bitki topluluğu” olarak tanımlanmaktadır. Genel olarak aile, “anne, baba ve çocuklardan oluşan bir birim” olarak tanımlansa da, aslında bu tanım ailenin bir türü olan “çekirdek aile”yi ifade etmektedir. Ailenin kesin ve evrensel bir tanımını yapmanın güçlüğü nedeniyle farklı aile tanımları belirli özellikleri sıralayan açıklamalar şeklinde karşımıza çıkmakta ve yapılan her bir tanım aileyi farklı bir kategori içerisine yerleştirmektedir.

En genel tanımıyla aile, biyolojik ilişkiler sonucu insan neslinin devamını sağlayan; toplumsallaşma sürecinin ilk ortaya çıktığı; karşılıklı ilişkilerin belirli kurallara bağlandığı; o güne dek toplumda oluşturulmuş maddi ve manevi zenginlikleri kuşaktan kuşağa aktaran;

biyolojik, psikolojik, ekonomik, toplumsal, hukuksal vb. yönleri bulunan toplumsal bir birimdir (Sayın, 1990, s. 2). Bir başka tanıma göreyse aile, genelde iki cins arasındaki ilişkileri ve neslin devamlılığını düzenleyen, standartlaştıran bir sistemdir (Aydın, 2000, s. 35). Aile; üyeleri arasındaki ilişkiler yönünden grup tanımı içerisine yerleştirilebildiği gibi, sosyal hayatın ana şekillerinden biri olması bakımından topluluk ve örgüt, birliğin yürütülmesinde başvurulan sistemleştirilmiş kurallar yönünden kurum ve toplumsal hayatın içindeki temel unsurlardan biri olması yönünden de toplumsal yapının bir parçası olarak düşünülebilmektedir (Gökçe, 1990, s. 207). Aile kurumunun farklı yer ve zamanlarda farklı görünümler taşımasının nedeni, onun içinde bulunduğu kültürlerin farklılığıdır. Toplumsal yapıda etkili ve egemen olan ilkelerin değişmesiyle birlikte ekonomik, siyasi, dini ve ahlaki alanlarda görülebilecek değişmeler aile kurumunun da yeniden şekillenmesine yol açmaktadır (Kurt, 2006, s. 517).

İnsanın doğumundan itibaren zihni yazılımını ilk gerçekleştirdiği ortam olan aile, birbirini tamamlayan iki farklı rol çiftinden oluşur: anne-baba yani kadın-erkek. Kadın ve erkek arasındaki rol dağılımı ilk önce erillik-dişillik boyutunda kendini gösterir. İlk çocukluk döneminde cinsiyete dayalı değerler ve davranış biçimleri bilinçsiz olarak öğrenilir. Eril kültürlerde hırslı ve rekabet yönelimli olmak, dişil kültürlerdeyse alçakgönüllü olmak içselleştirilir. Gelişen sanayi toplumunda kadının, anne, eş, ev kadını ve çalışan olarak toplumda birçok rolü bir arada üstlendiği görülmekte ve aile dışında ya da evinde etkinlik göstermesi arasındaki uygunluk ölçüt olarak alınmamalıdır. Ekonomik olanaklar ve gereklilikler burada değerlerden daha büyük rol oynamaktadır (Kartarı, 2006, s. 92-94).

Aile üyeleri arasındaki ilişkiler, cinsiyete dayalı işbölümü eşitsizlikleri üzerine kurulan kadın ve erkeğin rol ve sorumlulukları aracılığıyla belirlenmektedir. Bu anlamda öngörülen erkek egemen/ataerkil aile biçiminde, erkeğin aile reisliği ve otoritesi, aile ücretine dayalı kadının bağımlılığı ve aile içi şiddet, aile ideolojisi tarafından meşrulaştırılmakta ve aynı zamanda aile içi güç ilişkilerinin temelini oluşturmaktadır (Koçak Turhanoğlu, 2011, s. 188). Birçok batı dilinde ortak olan ve aile anlamına gelen familya (familia, famille, family) sözcüğü, köle anlamına gelen Latince “famulus” sözcüğünden türemiştir. Familya bir babanın kölelerinden, çocuklarından oluşan bir topluluktu. Babanın oğlu üzerindeki egemenliği ölünceye dek, kızı üzerindeki egemenliği de evleninceye dek sürerdi. Bu salt egemenlik evlilikle birlikte kocaya aktarılmaktaydı (Tayanç ve Tayanç, 1977’den akt. Yörükoğlu, 2007, s. 21).

Özellikle sanayi öncesi toplumlarda ve kırsal yörelerde görülen geleneksel geniş aile, geniş akrabalık bağlarını içermekte ve birçok üyeden oluşmaktadır. Geleneksel geniş ailede çocukların evlendikten sonra dahi eve yakınlıklarının korunması sağlanarak aile bağlarının

güçlendirilmesi amaçlanmaktadır. Aile üyeleri zamanlarının büyük bir çoğunluğunu bir arada geçirmekte ve dayanışma, “biz” duygusu ön plana çıkmaktadır. Sanayi öncesi toplumlarda kurumların henüz yaygınlaşmamış olması nedeniyle geleneksel geniş ailenin pek çok işlevi bulunmaktadır. İlk olarak geleneksel geniş aile hem üretim hem de tüketim birimi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun yanı sıra üreme yoluyla neslin devamının sağlanması, çocuğun toplumsallaşması ve eğitimi, aile üyelerinin psikolojik tatmini, ekonomik bir birim olması, dini bilgi ve pratiklerin aktarılması, itibar sağlaması, koruyuculuk görevi, boş zamanların değerlendirilmesi gibi işlevleri de bulunmaktadır.

Geleneksel geniş aile, ekonomik bir birim veya ortaklaşa bir işletme özelliğini taşımaktadır. Burada ortaklaşa mülkiyet söz konusudur. Mülke sahip olan birey değil, akraba topluluğudur. Mülk, aile başkanının yani en yaşlı erkeğin denetimi altındadır. Baba mülkünde birleşmenin anlamı budur (Yasa, 1990, s. 198). Aile üyelerinin toplum içindeki statüleri de aileleri tarafından belirlenmektedir. Bununla birlikte geniş aile, bir yardımlaşma ve toplumsal güvenlik kurumudur. Aile özellikle dışarıdan gelebilecek her türlü maddi ve manevi tehlikelere karşı üyelerini koruyarak, güvenliği sağlayıcı bir rol sergilemektedir. Geleneksel geniş aile yapısı içinde yaşa ve cinsiyete bağlı olarak dağılım gösteren bir iş bölümüne rastlanılmaktadır. Aile içinde bütün üyelerin rolleri belirlidir. Üyelerine dini bilgi ve pratikleri öğretmekle kalmaz aynı zamanda üyelerinin ibadet ve dini pratikleri yerine getirip getirmediklerini denetler.

Toplumsal değişme üç kuşağın bir arada yaşadığı geniş aileleri dağıtırken baba ve dede otoritesini de derinden etkilemiştir. Toprağından ve evinden kopamayan yaşlı kuşaktan kente göçen olmamış, dolayısıyla akrabalar dört bir yöreye dağıldığı için akrabalık bağları zayıflamıştır. Buna karşılık, aile içindeki eşitlik artmış, çocuklar daha özgür bir hale gelmiştir (Yörükoğlu, 2007, s. 46).

Çekirdek aile anne, baba ve evlenmemiş çocuklardan oluşan, sanayi devrimi sonrası kent toplumlarının aile yapısı olarak karşımıza çıkmaktadır. Çekirdek aileyi geleneksel geniş aileden ayıran en önemli özellik, hem üye sayısının hem de işlevlerinin geleneksel geniş aileye oranla daha az oluşudur. Geleneksel geniş aile yapısı içinde yer alan yakın akrabalar çekirdek ailede yer almamakta, böylelikle de verilen kararlar üzerindeki etkileri azalmaktadır. Çekirdek aile yapısı içinde eş seçimi, ikamet edilecek yer seçimi, aile planlaması gibi konularda bireyler genellikle kendileri karar vermektedirler. Çekirdek aileyi geleneksel geniş aileden ayıran diğer bir özellikse azalan işlevlerdir. Çekirdek ailenin iki temel işlevi bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, insan türünün devamını sağlamayı amaçlayan üreme işlevi ve çocuğun toplumsallaştırılması; ikincisiyse aile üyelerinin psikolojik doyumunun

sağlanmasıdır. Geleneksel geniş aileye özgü diğer işlevler çekirdek ailede ya tamamen ortadan kalkmış ya da etkisi azalarak diğer toplumsal kurumlarca üstlenilmiştir.

Çekirdek aileyle sanayi toplumu arasındaki ilişkiyi açıklamaya çalışan en bilinen kuram Parsons’a aittir. Parsons’ın savı, çekirdek ailenin sanayi toplumunun ihtiyaçlarına olağanüstü bir şekilde uyum sağladığına yöneliktir. Parsons, sanayi toplumlarının önemli özelliği olan ekonomik farklılaşmanın geniş aile ile bağdaşmazken çekirdek aile ile ideal bir şekilde uyuştuğunu belirtmektedir. Parsons yalnızca çekirdek aile sisteminin daha geniş ailelerle ekonomik farklılaşmayı azalttığını ve böylece aile dayanışmasının temelini zayıflatan endüstriyel rekabetçi ücret-iş sorunlarını önlediğini öne sürmektedir. Aynı zamanda çekirdek aile, endüstriyel ekonominin talep ettiği gibi, coğrafi ve ekonomik olarak hareketli olabilen yeterince küçük bir birliktir (Bilton vd., 2008, s. 230).

Çekirdek aile birincil ilişkilerin yoğun ve samimi bir şekilde yaşandığı aile ortamıdır. Sanayi toplumunun bireyde yaratmış olduğu stres, yorgunluk, mutsuzluk gibi olumsuz durumlar çekirdek aile ortamı içinde hafiflemektedir. Bu aile yapısı içinde aileyle ilgili konularda tüm aile üyeleri birlikte karar vermektedirler. Bu özelliğiyle çekirdek aile, geleneksel geniş aileye oranla daha eşitlikçi bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Çekirdek ailenin geniş aileden bir diğer farklılığı daha fazla kırılgan olmasıdır. Toplumsal değişme sürecinde boşanma oranlarının zaman içinde sürekli olarak arttığı görülmektedir. Geleneksel toplumlarda ikinci ya da üçüncü evlilikler ancak eşlerden birinin ölümü halinde söz konusu olurken sanayi toplumlarında bu durum daha çok boşanmaların artışından kaynaklanmaktadır (Arslantürk ve Amman, 2008, s. 395). Çekirdek aile yapısını etkileyecek en önemli unsur, kendisini meydana getiren üyelerden herhangi birinin çeşitli nedenlerle aileden kopmasıdır. Çünkü bu durumda aile, temel işlevlerini gerçekleştiremez. Anne ya da babadan herhangi birinin yokluğu ailenin biyolojik işlevini ortadan kaldıracağı gibi aile birliğinin temelini teşkil eden sevgi ve eşler arası dayanışma duygularının varlığından bahsetmeyi de imkânsızlaştırır. Çocuk anne ya da baba modelinden birinden uzak yetişecek, aile görevlerini tamamlamamış olacaktır. Evli çiftlerin çocuklarının olmadığı durumlarda eşler arası ilişkilerde birtakım kopukluklar görülebilmektedir. Bazı iç ve dış nedenlerle sevgi bağı gevşek evliliklerde, çocuk bağlayıcı bir unsur olabilmektedir. Çocuğun olmaması bazı hallerde eşler arası ilişkinin tamamen kopmasına da yol açmaktadır (Gökçe, 1990, s. 222).

Toplumsal değişme süreciyle birlikte aile kurumu sahip olduğu kabul edilen işlevler açısından da önemli bir değişime uğramıştır. Aile, işlevlerinin bir kısmını diğer toplumsal kurumlara aktarmıştır. Ailenin değişen toplumda bazı temel işlevlerini yitirdiği fakat üyelerine manevi destek olma işlevinin eskiye kıyasla daha büyük bir önem kazandığını ileri süren yapısal işlevselci görüş, ailenin bu işlevinin diğerleri gibi başka kurumlarca

yüklenilemeyeceğini ve yalnız bu işleviyle ailenin toplumda varlığını sürdürebileceğini savunmaktadır. Bu yaklaşıma göre aile, işlevlerinin önemli bir bölümünü yitirmekle birlikte, kendi yapısında da bazı değişiklikler geçirerek sanayi toplumuyla olumlu ilişkiler kurabildiği bir dengeye ulaşmıştır. Bu yaklaşımın eleştiriye en açık tarafı, sanayileşme sürecinin her toplumda aynı hız ve biçimde gerçekleşeceğini ve aynı gelişmişlik düzeyini yaratacağını varsayması ve değişme sürecinde ailede ortaya çıkacak ‘olası’ iç ve dış çelişkileri ve çatışmaları göz ardı etmesidir (Gökçe, 2011, s. 52-53). Bu noktada, geçmişten günümüze ailenin üstlendiği işlevleri genel olarak yapılan sınıflandırmalar doğrultusunda açıklanmalıdır.

Ailenin Biyolojik İşlevi

Ailenin en önemli işlevlerinden biri, insan neslinin devamlılığını sağlamaktır. Evlilik, eşlerin cinsel ilişkilerini yasallaştırırken aile de karı-koca ile çocukların birbirlerine karşı hak ve yükümlülüklerini düzenlemektedir. Çocuk yapma işlevi toplumsal bir onayla aile kurumuna verilmiştir. Ailenin bu işlevi, tüm aile türleri için geçerlidir. Ancak yaşanan hızlı toplumsal değişmeler sonucunda ortaya çıkan alternatif yaşam biçimleri ve yeni aile türleri içinde doğurganlığın hiç olmadığı ya da asgari düzeyde gerçekleştirildiği oluşumlar dikkat çekmektedir.

Ailenin Psikolojik Doyum Sağlama ve Sevgi İşlevi

Birincil ilişkilerin en yoğun yaşandığı yer şüphesiz aile ortamıdır. Aile ortamı içinde ilişkiler yoğun, samimi ve duygusal niteliktedir. Bu ilişkiler aile üyeleri arasındaki bağlılığı ve biz duygusunu güçlendirerek, aile üyelerinin psikolojik doyuma ulaşmalarını sağlamaktadır. Tezcan’a göre (2010, s. 132) aile sevgi ve güven duygusunun doğal kaynağıdır ve sevgi çocuğun en temel duygusal gereksinimidir. Günümüz çekirdek ailesinde anne ve babanın dışarıda çalışmasıyla birlikte çocuk onlarla uzun süre birlikte olamamakta ve onların sevgisinden yoksun kalmaktadır. Özellikle sanayi toplumuna geçişle birlikte çekirdek aile ortamında ortaya çıkan stres, yorgunluk, moral bozukluğu gibi sorunların giderilmesinde ailenin psikolojik doyum sağlama ve sevgi işlevi gün geçtikçe daha fazla önem kazanmaktadır.

Ailenin Toplumsallaştırma ve Eğitim İşlevi

Bireyin toplumsallaşmasını da içeren eğitim süreci ilk olarak ailede başlamaktadır. Bu süreç içinde aile, üyelerine içinde yaşadıkları toplumun kültürünü de aktarmakla yükümlüdür. Özellikle sanayi öncesi toplumlarda ve kırsal bölgelerde görülen geleneksel geniş aile yapısı içinde aile büyüklerinin çocukların eğitilmesinde önemli payı bulunmakta; mesleki bilgi- beceri aile ortamında verilmekteydi. Çekirdek aileye geçişle birlikte eğitim kurumları ailenin bu işlevini büyük oranda üstlenerek ailenin yükünü hafifletmiştir çünkü çocuğun eğitimini devlet örgün öğretim kurumlarıyla üzerine almıştır. Çocukların okula başlama yaşı düşerken,

okuldan çıkış yaşı yükselmiştir. Günümüz aileleri de geçmişe oranla, formal eğitim konusunda daha ilgili ve bilgili bir hale gelmişlerdir.

Aile yaşantısı ve beklentileri çoğu kez duygularla yüklü olup, çocuğun benlik kavramının biçimlenişinde ve toplumsal beklentilerin aktarılmasında önemli bir yere sahiptir. Ailenin daha önceleri sahip olduğu işlevlerin çoğunu başka kurumlara devretmesine rağmen günümüzde en önemli toplumsallaştırma aracı olmaya devam etmektedir (İçli, 2009, s. 122).

Ailenin Ekonomik İşlevi

Sanayi öncesi dönemin geleneksel yapılarında ailenin en temel işlevlerinden biri, ekonomik bir birim olmasıdır. Bu aile yapısı, kendi temel ihtiyaçlarını karşılayabilen bir üretim ve tüketim birimidir. Ancak günümüzün modern ailesinin üretim birimi olma özelliğinin yok olmasına karşın tüketim birimi olma özelliği devam etmektedir. Aile zaman içinde maddi ihtiyaçlarının üretimiyle ilgili görevlerinin büyük bir kısmını ekonomi kurumuna devretmiştir.

Ekonomik anlamda ailede yaşanan bir başka değişim, ailede erkeğin görevi olarak kabul edilen eve ekmek getirmekle ilişkilidir. Çalışma yaşamına ücretli olarak giren kadın, eğitim düzeyinin yükselmesi; ekonomik zorluklar nedeniyle kadının gelirine olan ihtiyacın artması; ucuz işgücü oluşturması gibi nedenlerle giderek artan oranda çalışma yaşamında yer almaya başlayınca, aile ve toplum içindeki değeri ve konumu da değişmiştir. Kadının çekirdek aile yapısına geçişle birlikte erkeğe ait olarak tanımlanan kamusal alana çıkması ve aileye ekonomik anlamda katkı sağlaması, ailenin ortalama gelirini ve yaşam düzeyini yükseltmiştir. Kadının ve erkeğin çekirdek aileye olan ekonomik katkıları birbirini tamamlayıcı bir niteliğe kavuşmuştur.

Ailenin Dini İşlevi

Dini değer ve alışkanlıkların ilk edinildiği ve aktarıldığı yer aile ortamıdır. Aile büyükleri dini değer ve alışkanlıkları kuşaktan kuşağa aktarmakla ve verdikleri dinsel eğitimin aile üyeleri tarafından yerine getirilip getirilmediğini kontrol etmekle yükümlüdür.

Ailenin Boş (Serbest) Zamanları Değerlendirme İşlevi

Sosyolojide “üçüncü zamanın değerlendirilmesi” olarak da bilinen aile üyelerinin birlikte eğlenme, dinlenme, güzel ve nitelikli zaman geçirmeleri aile ortamı içinde gerçekleşmektedir. Bu işlev, özellikle modern toplumlarda çocukların zarar görmemeleri, zararlı alışkanlıklar ve arkadaşlıklar edinmemeleri açısından oldukça önemli hale gelmektedir. Bununla birlikte tüm aile üyelerinin boş zamanlarını birlikte keyifli bir şekilde geçirmeleri modern toplumun bireylerde yarattığı stres ve yorgunluğun atılmasında ayrı bir önem kazanmaktadır.

Toplumsal değişme süreciyle birlikte ailenin işlevlerinden bazılarının zayıfladığı bazılarının da tamamen ortadan kalktığı ya da diğer toplumsal kurumlara aktarıldığı

bilinmektedir. Bununla birlikte çocukların bakımı, yetiştirilmesi, onlara ilk sosyalleşme ortamının ve nesillerin devamlılığının sağlaması gibi temel işlevleri nedeniyle aile varlığını ve önemini sürdürmeye devam etmektedir. Dönmezer (2001, s. 18) ailenin gerçek işlevlerine, sürekli değişen ve gelişen bir dünyada yeni kavuştuğunu belirtmekte ve bu işlevleri şöyle sıralamaktadır:

 Toplumsal kuralları ve değerleri bireylere aktarma,

 Bireyleri diğer toplumsal kurumlara bağlama,

 Başka kurumlara ve kişilere devredilemeyecek (cinsellik, sosyalleşme, sevgi vb.) yükümlülükleri yerine getirme,

 Üyelerini denetleyerek, toplumsal amaçların gerçekleşmesine katkıda bulunma,

 Dinamik yapısıyla toplumsal değişmede etkin bir araç rolü oynama.

Toplumun en küçük birimi olan ailenin en küçük üyesi olan çocuk, Türkiye’de Aile Değerleri Araştırması’nın (2010) bulgularında da belirtildiği gibi, aile değerleri içinde özel bir değere ve konuma sahiptir. Bu nedenle çalışmamıza, anne ve babaların çocuk sahibi olma konusundaki istekleri, çocuklarına atfettikleri anlam ve değerler, doğurganlık tercihleri gibi konularda Türkiye’ye ilişkin verilerin elde edildiği Çocuğun Değeri I (1975) ile Çocuğun Değeri II (2003) araştırmalarına ve Kağıtçıbaşı3’nın bu araştırmaları temel alarak oluşturduğu

Aile Değişimi Kuramı’na değinerek devam edeceğiz.