• Sonuç bulunamadı

Cinsiyet (Sex) / Toplumsal Cinsiyet (Gender) Ayrımı

1.2. Toplumsal Cinsiyet

1.2.1. Cinsiyet (Sex) / Toplumsal Cinsiyet (Gender) Ayrımı

Toplumsal cinsiyete ilişkin bir çalışmaya başlarken şüphesiz ki ilk yapılması gereken, cinsiyet ve toplumsal cinsiyet kavramlarını tanımlamak ve aralarındaki ayrımı ortaya koymaktır. Kadın ve erkek genetik açıdan birbirinden farklıdır. Kadında iki X, erkekteyse bir X bir de Y kromozomu bulunmaktadır. Bebeğin cinsiyetini baba5

tayin eder çünkü bebeğe aktarılacak olan Y kromozomu sadece onda vardır. Anneyse yalnızca X kromozomunu sağlamaktadır. Kromozom farkı kendisini hormonal ve fizyolojik karşıtlıklar da göstermektedir. İnsanlar cinsel açıdan iki biçimlidir (dimorfik). Bu cinsel iki biçimlilik, meme ve genital bölgelerdeki karşıtlıkların yanı sıra, kadın ve erkek biyolojilerindeki bariz farklılıklara da işaret etmektedir. Kadın ve erkek, sadece genital ve üreme organları gibi birincil ve meme, ses ve saç dağılımı gibi ikincil cinsiyet özellikleri bakımından değil, aynı zamanda ortalama ağırlık, uzunluk ve fiziksel güç açılarından da farklılıklar göstermektedir. Ancak, genler ve fizyolojiyle belirlenen bu özellikler, tam olarak ne derece farklılık göstermektedir? Bu farklılıkların, erkeğin ve kadının davranış biçimleri üzerindeki etkileri nelerdir ve farklı kültürlerde bunlara ne tür anlamlar yüklenmektedir? Çevre yanlısı antropologlar, farklı kültürlerde kadın ve erkek rollerinin önemli derecede çeşitlilikler gösterdiğini keşfettiler (Kottak, 2002, s. 442). Cinsiyet rolleri ve biyoloji konusunda antropolojik tutum şu şekilde ifade edilebilir:

“Kadının ve erkeğin biyolojik doğası, insan organizmasını sınırlayan dar bir kapalı alan gibi değil de, aksine, üzerine çeşitli yapıların inşa edilebildiği bir temel olarak görülmelidir.” (Friedle, 1975, s. 6’dan akt. Kottak, 2002, s. 442).

Kadın ve erkeğin, biyolojik özellikler bakımından farklı olduğu kabul edilmekte ve bu doğuştan gelen farklılığa “cinsiyet” adı verilmektedir. Bununla birlikte, kadın ve erkek olmanın biyolojik anlamının dışında bir dizi sosyo-kültürel yan anlamı da bulunmaktadır. İngilizcede cinsiyetin toplumsal boyutuna işaret eden “gender” sözcüğü kullanılırken; Türkçede “gender” sözcüğüne tam olarak karşılık gelen bir sözcük bulunmadığı için “toplumsal cinsiyet” kavramı olarak uyarlanmaktadır. Türk Dil Kurumu (TDK) tarafından yayınlanan Türkçe Sözlük’te (2009, s. 372) cinsiyet, “bireye, üreme işinde ayrı bir rol veren ve erkekle dişiyi ayırt ettiren yaradılış özelliği, eşey, cinslik, seks” olarak tanımlanırken, TDK tarafından yayınlanan sözlüklerde toplumsal cinsiyet kavramına yer verilmemektedir.

Toplumsal cinsiyetin biyolojik değil, sosyal bir inşa olduğu düşüncesi yakın zamanlarda ortaya çıkmıştır. Kavramı, sosyolojiye kazandıran Ann Oakley’e göre cinsiyet, biyolojik

5 Her biri eşleşen yirmi üç kromozom içeren bir kadın yumurtası ve bir erkek spermi bir embriyo oluşturmak için

birleşmektedir. Bu kromozom çiftlerinden birine, başka bir ifadeyle çocuğun cinsiyetini belirleyen çifte, anne bir X kromozomuyla katkıda bulunurken, baba ya bir X ya da bir Y kromozomuyla katkıda bulunmaktadır. Eğer baba X kromozomuyla katkıda bulunduysa dişi (XX) embriyo, Y kromozomuyla katkıda bulunduysa erkek (XY) embriyo üremiş olmaktadır.

kadın-erkek ayrımını ifade ederken, toplumsal cinsiyet erkeklik ile kadınlık arasında, buna paralel ve toplumsal bakımdan eşit olmayan bir bölünmeye gönderme yapmaktadır (Marshall, 1999, s. 98). Kadın ve erkek arasındaki köken bakımından biyolojik nitelikte olmayan farklılıklar ve onların yüklendikleri rollerin ve ilişkilerin sosyal olarak yapılandırılması olan toplumsal cinsiyet, kişinin kültürel, toplumsal rolü, ruhsal-içsel tanımlaması ve onların temsil edilmesi anlamında kullanılmaktadır. Cinsiyeti doğa belirlerken, toplumsal cinsiyeti kültür belirlemekte ve toplumsal cinsiyet kimliği hakkındaki anlayışlar, bunlarla bağlantılı olan cinsel tutum ve eğilimlerle birlikte, çok erken yaşlarda oluşmaktadır (Johnston vd., 2001, s. 563-584). Bununla birlikte toplumsal cinsiyet, kültürden kültüre olduğu kadar, aynı kültür içinde de zaman içinde de farklılık gösterebilmektedir. Yaşanılan toplumsal yapı ve dönem, kadın ve erkeğin sosyal ilişkilerini belirlemede etkin bir rol oynamaktadır (Giddens, 2000, s. 98). Değişen bir süreklilik izleyen toplumsal cinsiyetin içeriği, tarihsel süreçler bağlamında da değişebilmektedir. Bu kavram ile ekonomik, politik, sosyal süreçlerin kadınların ve erkeklerin konumunu ve bu konumun değişimi nasıl etkilediği sınanmaktadır (Kayasü, 1997, s. 179).

Çoğu kültürde, erkek, kadına göre daha saldırgan olma eğilimi göstermekle birlikte, iki cins arasındaki davranış farklılıklarının kaynağı biyolojik değil, kültüreldir. Cinsiyete bağlı farklılıklar biyolojiktir ancak toplumsal cinsiyet, bir kültürün kadına ve erkeğe atfettiği ve telkin ettiği tüm özellikleri kapsamaktadır. Başka bir deyişle, toplumsal cinsiyet, kadınlık ve erkeklik özelliklerinin kültürel yapılanmasını ifade etmektedir (Rosaldo, 1980’den akt. Kottak, 2002, s. 443).

Toplumsal cinsiyet kavramına ilişkin çok çeşitli tanımlamalar bulunmaktadır. Toplumsal cinsiyet kavramına ilişkin literatüre bakıldığında, kavram aşağıdaki tanımlamalar ekseninde açıklanmaktadır:

 Toplumsal cinsiyet insanların eril ve dişil olarak, üremeye dayalı bölünmesi kapsamında ve bölünmeyle bağlantılı olarak örgütlenmiş pratiktir. Toplumsal cinsiyet var olan bir şey değil; aksine sürekli olarak yeniden öğrenilen ve üretilen bir olgudur. Toplumsal cinsiyet, “bir nesne olmaktan çok bir süreç” niteliğindedir (Connell, 1998, s. 190-191).

 Toplumsal cinsiyet erkeklerin ve kadınların öznel kimliklerinin sadece toplumsal kökenlerini belirgin kılmanın bir yoludur. Bu tanımlamada toplumsal cinsiyet cinsiyeti olan bir bedene zorla kabul ettirilmiş bir toplumsal kategori olarak değerlendirilmektedir (Scott, 2007, s. 11).

 Toplumsal cinsiyet bir toplumun üyelerinin kadın veya erkek olmaya bağladığı sosyal konumlar ve kişisel özelliklerdir (Macionis, 2012, s. 329).

 Toplumsal cinsiyet bireyler için beklenti örüntüleri oluşturan, günlük yaşamın toplumsal süreçlerini düzenleyen, ekonomi, ideoloji, aile, siyaset gibi toplumsal

örgütlenmelerin içine yerleşerek onları biçimlendiren bir kurumdur (Onaran, Büker ve Bir, 1998, s. 2-3).

 Toplumsal cinsiyet kadın ve erkek için toplumsal olarak oluşturulmuş roller, öğrenilmiş davranışlar ve beklentilere işaret etmek için kullanılan bir kavramdır (Ecevit, 2003, s. 83).

 Toplumsal cinsiyet kavramı cinsiyetin biyolojik özelliklerinden bağımsız olarak kadın ve erkeğin toplumsal algılanışlarına ve kültürel olarak kadın ve erkek olma süreçlerine işaret etmektedir. Toplum kadını ve erkeği tarihsel süreç boyunca bazı alanlara ait kılmakta; yaşanılan toplumsal yapı ve dönem kadının ve erkeğin sosyal işlevlerini belirlemektedir. Kadının ve erkeğin görünürlüğü ve değeri yine kültür tarafından belirlenmektedir (Demez, 2005, s. 29).

 Toplumsal cinsiyet tekrarlanan eylemlerin edimsel etkisidir. Sabit bir düzenleyici çerçeve aracılığıyla ve bunun içinde tekrarlanan eylemler, varoluşun doğallığını ve somut görünümünü üretmek için zaman içinde kemikleşmekte ve toplumsal cinsiyetin doğuştan ve sabit olduğu sanısını yaratmaktadır. Bu nedenle toplumsal cinsiyet, heteroseksüelliğin bozulmamış kalması için kullanılan bir araçtır (Butler, 1990).

Modern cinsiyet rejimleri, cinslerin ikili karşıtlığına ve bunların aralarındaki hiyerarşik düzene dayalı kadınlık-erkeklik tanımlamalarına dayanmaktadır. Bu zihniyetin kapitalist sömürge düzeninin dünya çapındaki gelişimine paralel olarak ortaya çıktığı ve bunun Batı modernliğinin temel bir özelliği olduğu iddia edilmektedir. Modern cinsiyet rejimleri bu ikili karşıtlık kurma mantığının yanı sıra insan davranışlarının ve toplumsal olanın cinsiyetlendirilmesi yoluyla işlemektedir. Cinsiyetin tek tek insanların özelliklerinden toplumsal anlamlar sistemine aktarılması ve cinsiyet özelliklerinin karşıtlıklar/zıtlıklar olarak işleyen “doğal bir düzen” olarak tanımlanması bu cinsiyetlendirme mekanizmasının temelini oluşturmaktadır (Bourdieu, 1998’den akt. Sancar, 2009, s. 49). Toplum erkeklere ve kadınlara, kabul edilmiş eril veya dişil ölçütlerinden aşırı ölçüde sapmanın diğer cinsiyet tarafından reddedileceği korkusunu aşılayarak toplumsal cinsiyet uyumunu teşvik etmekle birlikte, yapısal ve ahlaki olarak toplumu bütünleştirmektedir (Macionis, 2012, s. 344).

Simone de Beauvoir (1993) 20. yüzyılın en etkili yapıtlarından biri olarak kabul gören İkinci Cins adlı yapıtında, insanlık tarihi boyunca kadının, erkekler tarafından erkeğin “öteki”si olarak tanımlandığını; doğa ve beden ile özdeş kılınarak kültür ve uygarlık yaratma sürecinden dışlandığını belirtmektedir. Kadının “öteki” olarak toplumsal, tarihsel, kültürel ve psikolojik kurgulanışına ilişkin çözümlemesiyle Beauvoir, çağdaş feminist kuramın en önemli temellerinden birini atmıştır. Ona göre kadınlık ve erkeklik kalıplarını belirleyen sembolik yapılar, bütün toplumlarda bir uzlaşmaz karşıtlıklar (dikotomiler) diyalektiğine dayanmaktadır. Bu dikotomide, eril olan kültür, dişil olan doğa ile ilişkilendirilmektedir.

Birbirine karşıt biçimde kurgulanmış bu iki alan arasında adaletsiz bir hiyerarşi vardır. Tıpkı kültürün doğaya egemen olması gibi, erkek de kadına egemen konumdadır (Berktay, 2010, s. 26). Toplumsal cinsiyet çalışmalarının hızla yayılması kadınları, Beauvoir’ın da belirttiği gibi, yalnızca erkekler için var olmaya indirgeyen dikotominin sonunu getirmiştir (Touraine, 2007, s. 20).

Ataerkil sistem erkeklerin etrafında kurulmuştur, çoğunluğu erkek olmakla birlikte her iki cinsiyetin de yer alabileceği bir alandır ancak kurallar erkekler tarafından belirlenmektedir. Kadınlar bu sistem içinde yer alabilmek için ataerkilliğin belirlediği kuralları benimsemek, bu kurallar doğrultusunda davranmak ve bunları yeni nesillere aktarmak zorundadırlar. Erkeklerin kendi aralarında kurdukları tüm mekanizmalar, üretim ve yeniden üretim süreçlerini ellerinde bulundurmak, devamlılığını sağlamak ve kontrol altında tutmak üzerine oluşturulmuştur. Yeniden üretim süreci, ataerkinin belkemiğini oluşturmaktadır.

Ataerkil ağ, değerlerini erkeklerin belirlediği bir alan olsa da, kadınların bu alan içindeki yaşamda büyük rolleri bulunmaktadır. Kadınlar anne olarak kültürlenme sürecinin baş aktörleridir. Kimi kilit noktalarda en güçlü ve geçerli ataerksel niteliklerle donanarak erkekler üzerinde baskı kurabilir ve verilen kararları etkileme gücüne sahip olabilirler. Ancak bu durum, ataerkilliğin esas sahiplerinin hegemonik erkekler olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Ataerkil ağ, içinde çeşitli çatışmaların, pazarlıkların olduğu bir alandır. Kadın ve erkekler arasında kimi zaman uzlaşılan, kimi zaman da karşı koyulan, zamanla yeniden gözden geçirilip değiştirilebilen bir pazarlık süreci söz konusudur. Kandiyoti’nin (2007) sosyal bilimler literatürüne kazandırdığı “ataerkil pazarlıklar” kavramı ile ataerkillik olgusu daha fazla açıklık kazanmaktadır. Kandiyoti, bu terimle iki cinsiyet arasında geçen, her ikisinin de rıza gösterdiği ancak zaman içinde de değişebilen, karşı koyulabilen ve yeniden tanımlanabilen bir ilişki ağına dikkat çekmektedir. Bu pazarlıkların niteliği toplumdan topluma farklılık göstermekle birlikte kadınların aktif veya pasif direnişlerinin hem niteliğini hem de biçimini etkilemektedir. Ataerkil pazarlıklar toplumsal cinsiyet ilişkilerinin yeniden kurulması sırasında birtakım mücadelelere ve tarihsel dönüşümlere açıktırlar.

Daha önce de belirttiğimiz gibi, ilk olarak cinsiyet ve toplumsal cinsiyet kavramlarının tanımlarından yola çıkarak bu iki kavram arasındaki ayrımı ortaya koymaya çalıştık. Şimdi bizim için asıl önemli olan toplumsal cinsiyete ilişkin sosyolojinin üç temel yaklaşımına kısaca göz atacağız (Macionis, 2012, s. 343-346).

Yapısal işlevsel yaklaşım toplumu pek çok ayrışmadan oluşan ancak bütünleşen

parçalara sahip karmaşık bir sistem olarak görmektedir. Bu bakış açısından hareketle toplumsal cinsiyet, sosyal hayatı düzenlemenin bir aracı olarak görev yapmaktadır. Parsons (1942, 1951, 1954) toplumsal cinsiyetin, en azından geleneksel yapı içinde toplumun

bütünleşmesine yardım ettiğini belirtmektedir. Toplumsal cinsiyet, erkekleri ve kadınları aile birliğine bağlayan ve her iki cinsiyete önemli görevleri üstlenmeleri için sorumluluk yükleyen tamamlayıcı roller dizgesini oluşturmaktadır. Kadınlar evi idare etmekte ve çocuk yetiştirmekte; erkekler iş gücüne katılarak aileyi daha geniş bir dünyayla birleştirmektedir. Bu nedenle de toplumsal cinsiyet, toplumsallaştırmada önemli bir rol oynamaktadır. Toplum kadınlara ve erkeklere, dişil veya eril ölçütlerden aşırı ölçüde sapmanın diğer cinsiyet tarafından reddedileceği korkusunu aşılayarak toplumsal cinsiyet uyumunu teşvik etmektedir.

 Gündelik yaşamda yüz yüze etkileşime odaklanan bir mikro düzey toplum görüşünü benimseyen sembolik etkileşim yaklaşımı, bireylerin toplumsal cinsiyeti kişisel performanslarının bir parçası olarak kullanıp etkileşimde bulunurken deneyimledikleri gerçekliği, toplumsal olarak oluşturduklarını öne sürmektedir. Toplumsal cinsiyet nasıl davranacağımıza ilişkin faydalı bir rehber olabilir ancak toplumsal cinsiyet toplumun yapısal bir boyutu içinde bireyler olarak herhangi birimizin ani kontrolünün ötesindedir ve bazılarına diğerleri üzerinde güç tanımaktadır. Dolayısıyla gündelik toplumsal etkileşim kalıpları, toplumdaki toplumsal cinsiyet tabakalaşmasını yansıtmaktadır. Gündelik etkileşim aynı zamanda da bu eşitsizliğin erkekler lehine pekiştirilmesine yardımcı olmaktadır.

Sosyal çatışma yaklaşımına göre toplumsal cinsiyet sadece davranışa değil, güce ilişkin de farklılıklar içermektedir. Toplumsal cinsiyete ilişkin geleneksel düşünceler toplumun kolayca işlemesini sağlamaktadır. Kadınlar statükoyla mücadele ederken, ayrıcalıklarını korumaya çabalayan erkeklerin işine yaramaktadır. Bu yaklaşım yoğun bir şekilde Marx’ın ve Engels’in düşüncelerini yansıtmaktadır. Marx erkekler üzerine yoğunlaşırken, Engels toplumsal cinsiyet tabakalaşması kuramını geliştirmiştir.

Aşağıdaki tabloda toplumsal cinsiyete ilişkin sosyolojinin üç temel yaklaşımı kısaca aktarılmaktadır.

Tablo 1.1. Toplumsal Cinsiyete İlişkin Sosyolojinin Üç Temel Yaklaşımı

Kaynak: Macionis, 2012, s. 344.

Toplumsal cinsiyet kavramı hakkında aktarmaya çalıştığımız bilgilere, toplumsal cinsiyete ilişkin toplumsallaşma ve rol kavramını ele alarak devam edeceğiz.