• Sonuç bulunamadı

Eski ile Yeni Arasında Bulunanlar (Mutasavvıtîn)

1.2. Kavram-Kapsam-Faaliyet Ekseninde “Ara Nesil”

1.2.2. Eski ile Yeni Arasında Bulunanlar (Mutasavvıtîn)

Malumat Mecmuası, Servet Gazetesi, Terakkî, Musavver Fenn ü Edeb, İrtikâ, Hanımlara Mahsus Gazete, Tercüman-ı Hakikat gibi gazetelerde edebi faaliyetlerini icra eden bu grup sanatkârları, Tanzimat dönemi ikinci nesli gibi Batı edebiyatlarıyla etkileşime açık olmakla beraber, Muallim Naci’nin başını çektiği klasik zevki devam ettirme anlayışına da yakındırlar. Bu nedenle klasik edebiyatın dil ve üslup özelliklerini önemli ölçüde sürdürürler. Ancak Batı edebiyatlarının etkisi de oldukça açık şekilde görülür. Bu açıdan, bu grup içerisinde yer alan sanatkârların amacı, eski ile yeniyi harmanlayarak eskiyi kendi içinde yeni bir anlayışla sunmaktır. Yenileşme konusunda aşırılığa gitmeden, ılımlı bir yol izlenmesi gerektiğini savunurlar. Ahmed Râsim, Recep Vahyi, Ali Kemal, Halil Edib, Ali Sedat, Halit Eyub, Mehmed Celâl, Müstecabizâde İsmet gibi sanatkârlar, bu grup içine dâhil edilebilir.

Eski ile Yeni arasında bulunanlar, bir diğer adıyla Mutasavvıtîn “1880 ile 1900

arasında kalan gruba verilen isimdir” (Uç, 2006: 407). Bu grupta yer alan sanatkârlar,

Mutasavvıtîn ismini kendileri bulmamışlardır ve bu isimden de memnun değillerdir. Nitekim bu memnuniyetsizliği Malumat dergisinin Edebiyat bölümünde “İcmâl-i Edebî” başlıklı yazıda şu sözlerle ifade ederler:

“(…) Âsâr-ı kadîmemiz âsâr-ı İraniye’yi taklit mahsulü, âsâr-ı cedidemiz efkâr-ı garbiyenin kisve-i lisân-ı Osmani’de mütecelli bir semere-i gayr-i makbulü olduğu cihetle fikr-i acizanemizce bu yolda devam ile terakkiyat-ı matlubenin istishali muhal olduğunu ve asıl bizce terakki hiçbir milletin mahsulat-ı edebiyesini taklit etmeyerek tabiat-ı lisana göre bir edeb-i milli vücuda getirmekle mümkün olacağını evvel ve ahir serd ve beyan etmiştik. Bu mülahaza-i halisânemizden münfail olan bazı müfritin cevaben yazdıkları makal-ı mufassalada hülûsumuzun mükâfatı olmak üzere arafnişinân gibi bir paye-i tavassut vermişler ve kendileri doğruca cennet-i âlâya terakkiye şerefyâb-ı duhul olduklarını herkesi dahi tuttukları yolu takibe davet etmişlerdir.” (“İcmâl-i Edebi”, Malûmât, Nr. 145, s. 498)

Yukarıdaki parçadan hareketle Mutavassıtîn, Türk Edebiyatı’nın milli bir hüviyete bürünebilmesi için öncelikle taklitten kurtulmamız gerektiğinin altını çizer. Bu anlamda Mutasavvıtîn “milli bir edebiyat fikrini Ömer Seyfettin ve arkadaşlarından

önce savunur” (Uç, 2006: 408) ve milli bir edebiyat oluşturma hususunda ilk adımı

atmış olur. Mutasavvıtîn, yönünü tamamen Batı Edebiyatı’na dönmüş olanlarla Divan Edebiyatı’nı devam ettirme niyetinde olanların arasında kalmaktadır. Cennet ile cehennem arasında olduğu kabul edilen yere, “araf” ismi verilir. İşte bu grup içerisinde yer alan sanatkârlar da, Mutasavvıtîn isminin bu nitelikte olduğunu söyler. Grup üyeleri kendilerine böyle bir isim vermediğini, Mutasavvıtîn isminin başkaları tarafından verildiğini söyler. Saf bir dille yazmak için çeşitli yarışmalar düzenleyen bu grup sanatkârları, Türkçe’nin bağımsız bir dil olduğu düşüncesinde birleşirler. Bu yüzden, azami ölçüdeki tasfiye hareketine karşıdırlar. Bu grup içerisinde değerlendirilen Ahmed Râsim, divân edebiyatını devam ettirmek isteyenler ve yüzünü tamamen Batı Edebiyatı’na dönen sanatkârları şöyle bir mukayeseye tabii tutar:

“Biri şarkın kullanıla kullanıla, ba-husûs bizim illerde geze geze adeta fersûdeleşmiş mezâmin-i mensucasından yama yama üstüne dikili bir libâs örtünerek buna bir hilât-ı fahîre süsü vermeye çalıştığı halde diğeri değil sarık sarmak, püskülünü bile kaldırdığı serpuş-ı milliyi benimsememekte sırtına (bonjur), (frak), (redingot) giyerek o zamanın hikâyât-ı marûfesinden olduğu üzere dilde pardon, elde baston kar gibi kolalı gömleğinin boynunda murassa altın iğne takılı (plastron) kravatı, ütülü paçası, dar pantolonu, burnu sivri lostrin iskarpini ile adeta tebdil-i tebaiyet eylemiş gibi gezinmekte idi.”

(Ahmed Râsim, 1924: 166-167)

Ahmed Râsim yukarıdaki ifadelerinde, Divân Edebiyatı’nı sürdürmek isteyenler, yani muhafazakârlar ile yönünü Batı Edebiyatı’na dönenler, yani yenilikçilerin hayat tarzlarından bahseder. Bu hayat tarzları, bu sanatkârların edebi faaliyetlerine de sirayet eder. Doğu ve Batı Edebiyatları’nın sentezinden ortaya çıkan müstakbel bir edebiyatın işinin kolay olmayacağını düşünen Ahmed Râsim, milli bir edebiyat oluşturma konusunda yapılması gerekenleri şöyle sıralar:

“1-Fikr-i intihâlin ebediyen zihinlerden ihrâcı.

2-Avrupa edebiyatını bu derece-i müterakiyeye isâl eden müessirât-ı hâriciye ve zâtiyenin tetebbu ve tedkiki ile hüviyet ve mâneviyetini anladıktan sonra onlar gibi düşünüp Türk gibi yazmalı. Yani ihtisâsât ve tasvirât bütün bir Türk ihtisâsât ve tasvirâtı olmalı.

3-Mâdem ki Şark ve Garp’in ittihadından mütehassıl bir edebiyata mâlik olacağız. Şark edebiyatına da vukuf-ı tam hâsıl ederek şimdi bizim vukuf ve irfânımız gibi insanı mutavassıtîn gürûhuna sokacak hâl-i mütereddidâneyi izâle etmeli. Hiç olmazsa Türklük hissiyâtını benimsemeli.

4-Hissiyât-ı âliyeyi yalnız kendimiz için yazıp okumak tarikini iltizâm etmeyerek milletin muhtaç olduğu mâlûmât-ı umûmiyeyi yazılarımızla tamîm ederek ve bunun için dahi ulûm ve fünûn-ı edebiyeye ve ahvâl-i hissiye-i millete ve şerâit-i ictimâiyemizle

âdât ve ahlâk-ı ümmete ıttılâ hâsıl eylemeliyiz. Tâ ki kalem dediğimiz nâşir-i irfân bizden memul ettiği feyzi alsın.

5-Bizim terâkib-i cedide ihtirâıyla cebr-i tabiat değil, tebdil-i fikr ü meşreb ettiğimizi gösteren reh-i nâ-refteye sapılmadan evvel düşünmek denilen hâlet-i dimâğiyeye cereyân-ı tâm vererek temin-i terakki edecek makâsıd-ı âliye-i edebiyeye doğru akıp gitmeyi öğrenmeliyiz.

6-Bir yerde ulûm ve fünûn terakki edemeyince, edebiyatın terâkki ettiği görülmediği bedihiyât-ı tarihiyeden olduğunu ve bizde ise terakki etti denilen edebiyatın Frenk, Acem, Garp, Latin, Yunan vesaireden dökülüp gelen enkazdan yapılma derme çatma bir şey bulunduğunu tarafeyn teslim eylediği cihetle evvelâ kendimiz bir tarik-i mesâi keşfe derk o yolda çalışmalıyız. Bu türlü çalışamazsak efkâr-ı sâire hammalı oluruz. O zaman hissiyât-ı edebiye nâmına Yeni Cami arzuhâlcileri gibi daima bir başkasının efkâr ve mülâhazâtını yazmak tehlikesine uğrarız. Onun için bu noktayı nazar-ı dikkat önünde bulundurmalıyız. 7-Mukaddeme-i âsâr-ı deha şimdiden sizin ve bizim taht-ı itirâfımızda bulunan Frenk mukallidliği ile beraber muhtelifât-ı kudemâdan olan Arap ve Acem taraftarlığını kimde görür isek derhâl muahezât-ı şedide ile onu ortadan izâleye bezl-i makderet eylemeliyiz. Ta ki, kıvâm-ı hissiyât- milliyeye bu yüzden bir halel gelmesin. Yani taklide tabi nazarla bakmaktan vazgeçerek efkâr-ı sâlime-i mevcûdâneye kuvvet vermeliyiz. 8-Üstâd-ı sâhibi kemâlin tehzîb ve ıslâh-ı lisân hakkındaki mütaleâtına bir vüsat-ı makule vererek dilimizi düzeltmeye ve imlamızı imlaya getirmeye çabalamalıyız. Yoksa sizin, bizim şiir dediğimiz leyâl-i telâkkî, vedâ, tahattur, bilmem nere tahassüsâtı, sabaha karşı, zekâ, dehâ gibi söylenmelerle tesis-i edeb edemeyiz. Fünûn-ı edebiyenin her şubesinde mütehassıs yetiştirmeye gayret etmeliyiz.” (Ahmed Râsim, 1924: 67-70)

Ahmed Râsim, sıraladığı bu maddelerle Mutavassıtîn grubun edebiyata dair görüş ve düşüncelerini, hayata geçirmek istedikleri edebi faaliyetleri aktarır. Ona göre

çalıntı fikirler tamamen terk edilmelidir. Ahmed Râsim, Batı Edebiyatı’ndan yararlanmaya kesinlikle karşı değildir. Ancak bunu gerçekleştirirken Batı Edebiyatı’nı husule getiren ve onun gelişimini sağlayan etmenler iyi analiz edilmeli; Batı aydınları gibi düşünmeli ama bir Türk aydını gibi yazılmalıdır. Onun şiddetle karşı çıktığı şey, fikir hırsızlığı ve taklittir. Edebi eserde Türklük duygusunun işlenmesinin gerektiğini savunur. Edebi bir eser vücuda getiren sanatkârın milletten kopuk olmaması gerektiğini, milletin duygusunu, ahlâkını ve genel vaziyetini bilmesi gerektiğini anlatır. Sadece Batı Edebiyatı’nı değil, Arap ve Acem Edebiyatlarının da olduğu gibi alınmasına karşı çıkan sanatkâr, kendimize has fikirler ortaya koymanın gerekliliğini savunur. Tüm bu görüş ve düşüncelerden ortaya çıkan sonuca göre, Mutasavvıtîn grubu gelişme ve ilerlemeye kesinlikle karşı değildir. Ancak intihâl ve taklit, Türk Edebiyatı’na bir katkı sağlamaz ve gereken ilerlemeyi gerçekleştirmez. Mutasavvıtîn, Batılı devletlerde olduğu gibi, kendi sorunlarımızın ele alıp değerlendirilmesini, ilmin ve fennin verdiği olanaklar doğrultusunda çalışmalar yapılmasını, Türklük bilincini korumak için özen gösterilmesini ve Türk dili konusunda çalışmalar yapılmasını talep eder.