• Sonuç bulunamadı

1.5 “BÜYÜCÜ” KİMLERE DENİR?

1.7. ESKİ TÜRK İNANIŞLARINDA BÜYÜ

Dünyanın bütün milletlerinde olduğu gibi eski Türklerin sosyal yaşamlarında da büyü ve sihir önemli bir yere sahipti. Konuya girmeden önce Ziya Gökalp’ın büyü ve sihir ile ilgili olarak verdiği şu iki cümleyi nakletmek istiyoruz:

“Eski Türklerde ‘sihir’ (büyü) de Tisin dinine bağlıdır. Hatta ‘büyü’ kelimesinin de bu dinin kurucusu olan ‘Buğu’dan türemiş olması muhtemeldir.” (Gökalp, 2005: 45).

Türklerin Gök Tanrı inancından sonra kabul ettikleri Şamanizm, bir din olmayan; ancak dinsel ve toplumsal işlevleri bulunan, toplumsal taleplere cevap veren ve dinî bir öğretisi bulunmayan bir sistemdir (Bayat, 2004: 20). Bu inanışın din büyükleri ise kam ya da şaman adı verilen kimselerdi. Şamanın birçok görevi vardı: İnsanların tanrılar ile iletişim kurmasını sağlamak, tanrılara kurban sunmak, çeşitli hastalıkları tedavi etmek, ölen insanların ruhlarını öteki dünyaya götürmek gibi. Konumuz açısından şamanın en önemli görevleri ise, büyü yapmak ve cin çarpmasını kendine has yöntemler ile tedavi etmektir.

Eski Türklerin sosyal yaşamlarındaki büyüsel işlemler hakkında bilgi veren bizim için en önemli ve en eski eser, 1072 yılında Kaşgarlı Mahmut tarafından kaleme alınan Dîvânü Lûgati’t-Türk’tür. Türk dilinin ilk sözlüğü olan bu eser, on birinci yüzyılın ortalarına kadar Türklerin yaşayışları hakkında bilgi verir. Bu eserin ışığı altında eski Türklerin büyüsel işlemleri hakkında bilgi vereceğiz.

Eserde büyü ile ilgili olarak şu kelimeler yer alır: “Abakı, arkış, arwalmak, arwaş, arwaşmak, arwış, ısrık, kam, kovu, kovuz, kösgük, monçuk, örüng, yalwı, yat, yatlamak, yel.”

“Arwaş, arwış, arkış, yalwı” eserde büyü anlamında kullanılan kelimelerdir. Büyü “kam”lar tarafından yapılır ve kamların yaptığı bu işe “arwaşmak, arwalmak” adı verilir. İnsanlar “yel, kovuç ve kovuz” dan yani cin çarpmasından korunmak için kamlara başvururlar. Oğuzlarda “kovuç” yerine “kovuz” kelimesi kullanılır, “yel kovuz bitigi” ise, cin çarpmasına karşı afsun, üfürük anlamına gelir. Cin çarpan kişinin yüzüne soğuk su serpilir, sonra da “kovuç kovuç” denir. Daha sonra bu kişi üzerlik ve öd ağacı ile tütsülenir. Kamlar yaptıkları büyülük işlemlerden sonra büyüyü yaptıran kişiden “örüng” adı verilen parayı alırlar. “Örüng”, afsuncuya verilen para demektir. Bu kelimenin günümüzdeki karşılığı “arılık”tır.

Eski Türkler bazı büyülük işlemleri kamlara başvurmadan kendileri de yapabilirlerdi. Göz değmesinden sakınmak için üzüm bağlarına ve bostanlara “kösgük” adı verilen korkuluk dikerlerdi. Yine göz değmesinden sakınmak için bahçelere, bostanlara “abakı” adı verilen korkuluklardan dikerlerdi. “Monçuk” ise hayvanları bilhassa atları korumak için hayvanın boğazına takılan aslan tırnağı, muska gibi şeylerdir.

Eserde yer verilen, Türklerin yaşamında önemli bir yeri olan diğer bir uygulama ise “yat” adı verilen taş ile yağmur yağdırmaktı. Kamlar, yada taşına afsun yaparlar ve suretle yağmur veya kar yağdırır, rüzgâr estirirlerdi. Kaşgarlı Mahmut bu olayı gördüğünü söyler ve şöyle anlatır: “Bu Türkler arasında tanınmış bir şeydir. Ben bunu Yağma ülkesinde gözümle gördüm. Orada bir yangın olmuştu, mevsim yaz idi; bu suretle kar yağdırıldı ve ulu tanrının izniyle yangın söndürüldü.” (Divanü Lûgat-it-Türk Tercümesi (III), 1999: 3).

Eserde on birinci yüzyılda Türkler arasında tılsım yapmanın yaygın bir işlem olduğunu Türkmen maddesinde görüyoruz. Bu maddede tılsım ile ilgili şu bilgiler verilmektedir:

“Zülkarneyn çekilip gittikten sonra Hakan Şu geldi, Balasagun’a kadar ilerledi. Kendi adını vererek ‘Şu’ adındaki şehri yaptırdı. Oraya bir tılısım koydurdu. Bugün leylekler o şehrin karşısına kadar gelirler, fakat şehri geçemezler. Tılısım bugüne kadar bozulmamıştır.” (Divanü Lûgat-it-Türk Tercümesi (III), 1999: 416).

Yusuf Has Hacib tarafından kaleme alınan ve İslami Türk edebiyatının ilk yazılı eseri olma özelliği taşıyan Kutadgu Bilig adlı eserimizde büyü ile ilgili inanışlara rastlamaktayız. Bu kitap, dört önemli temel üzerinde oluşturulmuştur: Doğruluk, saadet, akıl, kanaat. Yazar bu dört kavramın her birine Türkçe adlar vermiş ve bunları sırası ile padişah, vezir, vezirin oğlu ve vezirin kardeşi olarak kabul etmiş, kendi düşüncelerini de bu dört kişiyi konuşturmak suretiyle vermiş ve böylelikle eserini meydana getirmiştir. Aklı temsil eden ve vezirin oğlu olan Öğdülmüş, kanaati temsil eden ve vezirin kardeşi olan Odgurmuş’a efsuncular ile nasıl münasebette bulunması konusunda şunları söyler:

“EFSUNCULAR İLE MÜNASEBETİ SÖYLER

4361 Bunlardan (tabiplerden) sonra efsuncular gelir; cin ve periden gelen hastalıkları bunlar tedâvi ederler.

4362 Bunlar ile de görüşmek- tanışmak gerektir; cin ve peri çarpmasından gelen hastalıkları okutmak lazımdır.

4363 Eğer sana faydaları dokunmasını istersen, ey mert yiğit, onlara karşı da iyi muâmele et. 4364 Tabip efsuncunun sözünü beğenmez; efsuncu da tabibe kıymet vermez.

4365 Birinin sözüne göre, ilaç alınırsa, hastalığa iyi gelir; diğerinin sözüne göre, muska taşırsan, cinler senden uzaklaşır.” (Kutadgu Bilig, 1994: 315)

İslamiyet’ten önceki Türklerde çeşitli bela, afet ve cinlerden korunmak için muska ya da tılsımlı şeyler kullanmak âdeti yaygındı. Ancak, Türklerin İslamiyeti kabulünden yaklaşık üç buçuk asır sonra, yani on birinci yüzyılın ortalarında, 1070 yılında, tamamlanan bu eserde

görüldüğü üzere Türkler, İslamiyet’ten önceki inanışlarını tamamen terk edememişlerdir. Günümüzde hâlen tartışılan, modern tıp ile batıl inanışların çatışması eserden edindiğimiz bilgiler ile on birinci yüzyıla kadar gitmektedir. Her ne kadar modern tıp muska taşımak, hastalıkları okutmak gibi uygulamaları reddetse de Türkler asırlardır bu batıl inanışlarından sıyrılamamışlardır.

Akrep, yılan ve zehirli örümcekler tarafından ısırılan insanları bu durumdan kurtarmak için Müslüman Türkler “arbakçı” adı verilen kişilere okuturlardı. Bunlar, günümüzde “ocak” adı verilen kişilerin atalarıdır. Eskiden arbaklar okudukları her durum için ayrı afsunlar ile her türlü hastalığı iyileştirirken, günümüzdeki ocaklar sağaltma konusuna göre farklılık gösterirler; yılan ocağı, siğil ocağı, vs. Bu afsunlara örnek olması amacı ile iki farklı uygulama için kullanılan afsuna yer vermek yerinde olacaktır:

“ Türkmenlerde Yılan Afsunu 1. Nur yılan, temir yılan, at yılan, su yılan,

2. Ok yılan, gömülgen yılan, ketle marı, ajdurharı çöl kesen ala yılan, 3. Hindustanî, kara yılan, kör marı, erkek yılan, urkoçı yılan,

4. Bogoz yılan, kısır yılan,

5. Hökm-i Davud, hökm-i Süleyman, ilçi geldi, üsven geldi, 6. Kösvend geldi, Brev, reberev küf! Çık!

Böy (Tarentula) Afsunu

7. Möy, möy, siyah möy, surh möy, ala möy, 8. Kuzlogan möy, kuzlaguçı möy, yetim möy, 9. Dul möy, tulsak möy, kul möy, kultak möy, 10. Erende möy, çerende möy, gizlende möy, 11. Hökm-i Davud.

12. Hay geldi, hoy geldi, kara çonok koy geldi. 13. Ayağının tozu geldi, pigamernin kızı geldi. 14. Hökm-i Davud...” (İnan, 2000: 146-147)