• Sonuç bulunamadı

Sözlü Sunumlar Oral Presentations

Akar 4 Ertuğrul Sunan 5 , Mehmet Koyuncu

1On Dokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kulak Burun Boğaz ve BaĢ-Boyun Cerrahisi Anabilim Dalı, Samsun 2On Dokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kulak Burun Boğaz ve BaĢ-Boyun Cerrahisi Anabilim Dalı, Odyoloji

Bölümü, Samsun

3Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Ankara 4On Dokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyofizik Bölümü, Samsun

5On Dokuz Mayıs Üniversitesi Mühendislik Fakültesi, Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Bölümü, Samsun

Günümüzde giderek artan cep telefonu(CT) kullanımı, beraberinde sosyal,ekonomik ve sağlık sorunlarını da beraberinde getirmektedir. CT'nin iĢitme üzerine etkisi ile ilgili literatürde birçok çalıĢma bulunmaktadır. Bu çalıĢmalarda CT'lerin iĢitme üzerine bir etkisi gösterilmemiĢ ve sıklıkla dıĢ tüy hücreleri araĢtırılmıĢtır. ÇalıĢmalarda DPOAE testi kullanılmıĢtır. Literatürde CT kaynaklı radyofrekansın kohlea geliĢimi üzerine etkisini histopatolojik olarak gösteren bir çalıĢma bulunmamaktadır.

Bu çalıĢmanın amacı intrauterin hayattan kohlea geliĢimi tamamlanana kadar geçen sürede EMR'ye tabi tutulan sıçanlarda EMR'nin duyma fonksiyonları ve kohlea geliĢimi üzerinde yol açtığı değiĢiklikleri göstermektir.

Sekiz Albino Wistar gebe sıçan kontrol, 900MHz, 1800MHz olarak 3 gruba ayrılmıĢtır. 3 grup da gebeliğin 12. gününden baĢlayarak doğuma kadar olan sürede 1saat/gün EMR'ye tabi tutulmuĢtur. 900 ve 1800MHz gruplarındaki yenidoğan sıçanlar 21 gün boyunca 1saat/gün EMR'ye tabi tutulmuĢtur.Fonksiyonel duyma için DPOAE testi kullanılmıĢ, ayrıca her gruptan rastgele 8 yenidoğan sıçan seçilerek kohlea yapılarındaki değiĢiklikleri göstermek için elektron mikroskobik inceleme kullanılmıĢtır.

DPOAE testi sonucunda gruplar arası belirgin bir fark bulunmamıĢtır, ancak elektron mikroskobik değerlendirme gruplar arasında normal, apoptotik ve nekrotik hücre sayılarının belirgin olarak farklı olduğunu ortaya koymuĢtur. Sonuçlarımız korunmuĢ duyma fonksiyonlarına rağmen kohleada belirgin hücresel harabiyet olduğunu göstermiĢtir.

Hamile kadınlar ve çocuklar EMR'ye maruz kalmaktan mümkün olduğunca kaçınmalıdır.

Anahtar Kelimeler: distorsiyon, elektromanyetik radyasyon, histopatolojik değerlendirme, kohlear geliĢim,

The effect of electromagnetic radiation generated by GSM radiofrequency source on cochlear development: an experimental study

Ender Seçkin1, Figen BaĢar Süren2, Sinan Atmaca1, Fevziye Figen Kaymaz3, AyĢegül Süzer3, AyĢegül

Akar4, Ertuğrul Sunan5, Mehmet Koyuncu1

1Department of Otolaryngology Head & Neck Surgery, Ondokuz Mayıs University School of Medicine, Samsun 2Subdepartment of Audiology and Department of Otolaryngology Head & Neck Surgery, Ondokuz Mayıs

University School of Medicine, Samsun

3Department of Histology and Embryology, Hacettepe University School of Medicine, Ankara 4Department of Biophysics, Ondokuz Mayis University School of Medicine, Samsun

5Department of Electric & Electronic Engineering, Ondokuz Mayis University School of Engineering, Samsun

Although the use of mobile phones (MP) has increased tremendously, there are also detrimental social, economic and health factors associated with their use. Several studies exist on determining the effects of MP use on auditory system. These studies have shown no hearing changes caused by MP use and have frequently evaluated outer hair cell functions and DPOAE test has been used. No histopathologic study investigating the RF effect caused by MP on cochlear development has been encountered in the literature.

The purpose of this study is to show the changes in hearing on rats that were exposed to EMR emitted by RF source since intrauterine life until the end of the cochlear development period.

Eight Albino Wistar pregnant rats were included in this study. These pregnant rats were divided into 3 groups as control, 900 MHz and 1800 MHz. All 3 groups were exposed to EMR for 1 hour/day starting on 12th day of pregnancy until delivery. Pregnant rats in control, 900 MHz and 1800 MHz groups gave birth to 24, 31 and 26 newborn rats respectively. Newborn rats in 900 and 1800 MHz groups were exposed to EMR for 1 hour/day for 21 days after delivery. Hearing evaluations of newborn rats were done with Distortion Product Otoacoustic Emissions (DPOAE) test and 8 newborn rats in each group were randomly selected for electron-microscopic evaluation.

DPOAE tests revealed no significant difference among the groups, but electron-microscopic evaluation revealed significant difference among the groups with regards to number of normal, apoptotic and necrotic cells. Our results clearly show cochlear cellular damage despite the presence of normal functional hearing. We strongly suggest that EMR exposure should be avoided in pregnant women and young childen.

Keywords: cochlear development, distortion, electromagnetic radiation, histopathologic evaluation, product

otoacoustic emmissions, radiofrequency source

S29

Boris genini aĢırı ekspre eden farelerde vasküler anomaliler Leyla Satı1, Caroline Zeiss2, Ramazan Demir1, James McGrath2

1Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Antalya 2Yale Üniversitesi Tıp Fakültesi, KarĢılaĢtırmalı Tıp Anabilim Dalı, New Haven, CT, USA

BORIS (Brother of the Regulator of Imprinted sites;CTCFL), epigenetik süreçlerin yeniden programlanmasında görev aldığı ifade edilen, erkek üreme hücre-hattına özgü bir proteindir. EriĢkin hayvanlarda testisin sadece bazı hücrelerinde bulunduğu gibi, pek çok kanser hücresinde de ekspre olmaktadır. Bu nedenle, kanser-üreme hattı ya da kanser-testis genlerinden biri olarak sınıflandırılmaktadır. Bununla birlikte literatürde, bu genin uygun olmayan ekspresyonunun embriyonik ya da postnatal geliĢimsel anomalilere yol açıp açmayacağı konusunda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.

Fare Boris geni, GFP (yeĢil fluoresan protein) ve tetrasiklin (Tet) duyarlı element içeren iki yönlü Tet plasmidine (pTRE-Tight-Bl-AcGFP1) klonlandı. Bu sistem Boris transgen ekspresyonunun, ikinci bir transgen olarak rtTA‘in ve içme suyunda tetrasiklin analoğu olan doksisiklinin varlığında görülebilmesine imkan sağlar. Transgenik fare soylarının oluĢturulabilmesi için elde edilen plasmid, fare zigotlarına enjekte edildi. Kurucu (ata) fare hatlarını belirleyebilmek için bu zigotlardan doğan fareler PCR metodu ile analiz edildi. Daha sonra bu fareler Cre rekombinaz ve rtTA transgenlerini taĢıyan transgenik soylar ile çiftleĢtirildi. Bu Ģekilde erkek farelerle çiftleĢtirilen diĢi fareler, gebelikleri boyunca doksisiklin ile muamele edilerek, gebelikleri doğuma kadar takip edildi ve yavrulardaki embriyonik hasarlar değerlendirildi (n=10).

ÇalıĢmamızda, literatürde ilk kez tetrasiklin ile indüklenebilir Boris transgenik fareler elde edildi ve Boris/rtTA transgenik farelerin, hayatlarının ilk gününde (postnatal 0. gün) öldükleri gösterildi. Bazı yavrularda ciddi vasküler anomaliler görüldü. Genotipleme ile doğrulanmak suretiyle, bu genden etkilenen yavrularda, kan damarı dilatasyonları ile göze çarpan bir Ģekilde, beyinlerinde lokalize hemoraji belirlendi. Dikkat çekici vasküler anomaliler, özellikle göz yapısında belirgindi.

Sonuçlarımız, Boris geninin fare damarlanmasının geliĢiminde kritik rol oynadığını ortaya koymuĢtur. Gelecek çalıĢmalarımızda, Boris geni ve vasküler hastalıklar arasındaki olası iliĢkiler üzerinde yoğunlaĢılacaktır.

Vascular abnormalities in mice overexpressing full length Boris gene Leyla Satı1, Caroline Zeiss2, Ramazan Demir1, James McGrath2

1Akdeniz University School of Medicine, Department of Histology and Embryology, Antalya 2Yale University School of Medicine, Department of Comparative Medicine,New Haven CT, USA

Brother of the Regulator of Imprinted sites (BORIS; CTCFL) is a novel male germ-line spesific protein that has been implicated in the reprogramming of epigenetic processes. BORIS is present only in specific cells of adult testis and expressed in many cancer cells. Therefore, it has been classified as a cancer-germline or cancer- testis gene. However, there is no information regarding whether inappropriate expression of this gene can lead to embryonic or postnatal developmental abnormalities.

The mouse Boris gene was cloned into the Bidirectional Tet plasmid (pTRE-Tight-Bl-AcGFP1) that contains GFP and a tetracycline (Tet) responsive element which permits expression of the Boris transgene when doxycycline is present in the drinking water and a second transgene rtTA is present. This plasmid was injected into mouse zygotes to create the transgenic strains. Mice born from injected zygotes are screened by PCR to determine founder lines. These mice were then bred to transgenic strains that carry a Cre recombinase and a floxed rtTA transgene. Females bred to such males and who were on doxycycline during the pregnancy were allowed to give birth, and altered embryonic defects in the offspring were analyzed (n=10).

In this study, we generated tetracycline inducible Boris transgenic mice for the first time and show that essentially all Boris/rtTA transgenic mice die on the first day of life (P0) and that some of the offspring display severe vascular abnormalities. The affected pups, confirmed by genotyping, exhibit localized hemorrhages in the brain, with pronounced blood vessel dilatation. Grossly visible vascular anomalies were particularly striking in the eye.

These results provide evidence of a critical role for Boris gene in the development of the mouse vasculature. Future work will focus on possible relationship for Boris gene and vascular disorders.

Keywords: Boris, transgenic mice, tetracycline, hemorrhage S30

Aluminyum sülfatın toksik dozda sıçan hipokampusu hücre populasyonlarına etkisi Nilgün ÇabuĢ1, Emin Oğuzhan Oğuz1, A. Çevik Tufan1, Esat Adıgüzel2

1Pamukkale Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Denizli 2Pamukkale Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Denizli

Yapılan çalıĢmalarda aluminyumun birçok organ üzerindeki toksik etkisi gösterilmiĢtir. Bu çalıĢmanın amacı aluminyum maruziyeti sonucu sıçanların hipokampus nöron sayısındaki değiĢiklikleri optik parçalama yöntemi ile ortaya koymak ve aluminyumun apoptozu indüklediğini TUNEL boyaması ile göstermektir.

Bu çalıĢmada 24 adet Wistar Albino diĢi sıçan kullanıldı. Her grupta 8 sıçan olmak üzere üç grup oluĢturuldu. Deney grubuna günlük 3mg/ml aluminyum sülfat intraperitoneal olarak 2 hafta süre ile verildi. Sham grubuna aluminyum sülfatın çözücüsü olan %0,9 NaCl‘den aynı periyod ve aynı hacimde intraperitoneal olarak verildi. Kontrol grubuna herhangi bir madde enjekte edilmedi. Optik parçalama yöntemi kullanılarak her sıçana ait sol hipokampus piramidal hücre sayısı belirlendi. Sıçanların sağ hemisferlerinden alınan kesitlerle Tunel boyama yapıldı ve apoptotik indeks hesaplandı.

Sol hipokampus ortalama nöron sayısı kontrol grubunda 256 939 ± 20 710,96 sham grubunda 232 392 ± 18 577,49 ve deney grubunda179 890 ± 13 665,67 olarak hesaplandı. Üç grubun hesaplanan değerleri karĢılaĢtırıldığında deney grubu ile kontrol ve sham grubu arasında istatiksel olarak anlamlı farklılık bulundu. Tunel boyama ile belirlediğimiz apoptotik indeks kontrol grubunda %5,840 ± 1,619, sham grunda %8,050 ± 1,252 ve deney grubunda %22,748 ± 2,176 olarak hesaplandı. Apoptotik indeks yüzdeleri karĢılaĢtırıldığında istatiksel olarak deney grubu ile kontrol ve sham grubu arasında anlamlı farklılık bulundu.

Bu çalıĢma aluminyum toksisitesi ile ilgili yapılan çalıĢmalardan farklı olarak aluminyumunun sıçan hipokampusu üzerinde oluĢturduğu toksik etkiyi ilk kez kantitatif değerlerle göstermiĢtir. Aluminyum ile oluĢturulan nöron hasarında nöronları ölüme götüren mekanizmalardan birinin apoptoz olduğu bu çalıĢma ile kanıtlanmıĢtır.

Anahtar Kelimeler: Aluminyum sülfat, apoptoz, hipokampus, stereoloji

The effect of aluminium sulphate on rat hippocampal cell populations at toxic dose Nilgün ÇabuĢ1, Emin Oğuzhan Oğuz1, A. Çevik Tufan1, Esat Adıgüzel2

1Pamukkale University, School of Medicine, Department of Histology-Embryology, Denizli, Turkey 2Pamukkale University, School of Medicine, Department of Anatomy, Denizli, Turkey

Toxic effects of aluminium on multipl organ systems has been shown in several studies. The purpose of this study is to establish the change of neuron numbers of hippocampus on aluminium exposed rats by using optical fractionator and to show aluminium induced apoptosis by using TUNEL assay.

A total of 24 Wistar albino female rats were used in the study. Rats were divided into three equal groups. Rats in study group were injected intraperitoneally with 3 mg/ml aluminium sulphate everyday for two weeks. Rats in sham group were injected with %0.9 NaCl which is the solvent of aluminium within the same period and volume. Rats in control group were not enjected. Left hippocampal pyramidal cell number of each rat was counted by using optical fractionator. The sections obtained from right hemisphere of rats were used for Tunnel assay and apoptotic index was calculated.

Left hippocampal neuron number was 256 939 ± 20 710, 96 in control group 232 392 ± 18 577,49 in sham group and 179 890 ± 13 665,67 in study group. There was a statically significant difference between study group and the other groups. Apoptotic index was %5,840 ± 1,619, %8,050 ± 1,252 and %22,748 ± 2,176 in control, sham and study group respectively. There was a statically significant difference between study group and the other groups.

This study has shown the toxic effect of aluminium on rat hippocampus by using cantitative results. Apopytotic is shown to be a mechanism of aluminium induced neuron damage and death with this study.

Keywords: Aluminium sulphate, apoptosis, hippocampus, stereology S31

Gebelik ile ilgili IUGG, preeklampsi ve gestasyonel diabetes mellitus’ta göbek kordonu ve plasentada FOXP3, JAK ve STAT immunoreaktivitelerinin değerlendirilmesi

Gülçin Evırgen1, Yağmur Sarıca1, Sevinç Ġnan1, Kemal Özbilgin1, Muzaffer Sancı2, Volkan Emirdar2,

Sevil Sayhan3, Cüneyt Eftal Taner2, Mehmet Özeren2

1Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Manisa

2Ġzmir Ege Doğumevi ve Kadın Hastalıkları Eğitim ve AraĢtırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum

Bölümü, Tepecik, Ġzmir

3Ġzmir Ege Doğumevi ve Kadın Hastalıkları Eğitim ve AraĢtırma Hastanesi, Patoloji Bölümü, Tepecik, Ġzmir

FOXP3 (forkhead box P3), FOX protein ailesinin üyesi olup immun sistem aktivasyonunda, düzenleyici T hücrelerin iĢlevinde ve geliĢiminde anahtar rol oynayan bir proteindir. JAK1 (Janus Kinaz 1), membran ile iliĢkili, protein-trozin kinaz ailesine bağlı sinyal fosfoproteinidir. JAK1 alfa, beta ve gamma interferon sinyal iletimini ve transkripsiyon faktörü olan STAT‘ların (Sinyal transducers and activators of transcription) aktivasyonunu sağlamaktadır. JAK/STAT yolağı, hücre çoğalması, farklılaĢması, kanser geliĢimi ve immun sistem ile ilgili hastalıkların patogenezinde önemli rol oynamaktadır.

ÇalıĢmamızda intrauterin geliĢme geriliği (IUGG), preeklampsi, gestasyonel diyabetes mellitus olgularından elde edilen göbek kordonu ve plasenta örneklerinde, FOXP3, JAK ve STAT moleküllerin dağılımlarının indirekt immunohistokimyasal yöntemle değerlendirilmesi amaçlanmıĢtır.

ÇalıĢmada aydınlatılmıĢ onam formu imzalatılan gebelerden elde edilen plasenta ve göbek kordonu örnekleri kullanılmıĢtır. Normal (n:10), pre-eklamptik (hipertansiyon, ödem ve proteinüri,n:7), diyabetik (Kan Ģekeri>180,n:7) ve nedeni açıklanamayan IUGR (doğum ağırlığı<2.500gr,n:7) gruplarından elde edilen plasenta ve göbek kordonu örnekleri %10 formalin solüsyonunda tespit edilerek, rutin ıĢık mikroskop takibi sonrasında parafine gömülmüĢtür. Elde edilen bloklardan alınan beĢ µm kesitler H-E boyaması ardından, anti- FOXP3, anti-JAK1 ve anti-STAT5 primer antikorları ile immunohistokimyasal yöntemle değerlendirilmiĢtir. Hücrelerin boyanma yoğunlukları minimal(1), hafif(2), orta(3), Ģiddetli(4) ve çok Ģiddetli(5) olarak skorlanarak one-way ANOVA istatistik testi ile karĢılaĢtırmalı olarak değerlendirilmiĢtir.

Kontrol grubu plasenta örneklerinde sinsityotrofoblastlar, fetal kapiller endoteli ve Haufbauer hücrelerinde FOXP3/JAK1/STAT5 immunoreaktiviteleri sırasıyla 1/1/2 olarak izlenirken, preeklampsi grubunda 4/3/4, diyabet grubunda 2/4/5, IUGR grubunda ise 3/3/3 olarak değerlendirilmiĢtir. Göbek kordonu örneklerinde ise, kontrol grubunda amniyon epiteli, damar endoteli ve müköz bağ dokusunda FOXP3/JAK1/STAT5 immunoreaktiviteleri sırasıyla 1/2/3 olarak izlenirken, preeklampsi grubunda 4/4/4, diyabet grubunda 4/4/5, IUGR grubunda ise 4/3/3 olarak izlenmiĢtir.

Tüm bulgular değerlendirildiğinde, kontrol grubu ile karĢılaĢtırıldığında gebelik boyunca fetal dolaĢım ve perfüzyon aracısı plasentanın, fetal iyilik halinin bozulduğu intrauterin geliĢme geriliği, preeklampsi, diyabetes mellitus gibi hastalıklarda immun sistem düzenleyicisi olarak rol oynayan FOXP3/JAK1/STAT5 moleküllerinin aktive olduğu saptanmıĢtır ve bu faktörlerin plasenta fizyopatolojisinde önemli rol oynadığı düĢünülmüĢtür.

Anahtar Kelimeler: FOXP3, JAK, STAT, gestational pathologies, plasenta, göbek kordonu, immunohistokimya Evaluation of FOXP3, JAK and STAT immunoreactivities in umbilical cord and placenta related with pregnancy IUGR, preeclampsia and gestational diabetes mellitus

Gülçin Evırgen1, Yağmur Sarıca1, Sevinç Ġnan1, Kemal Özbilgin1, Muzaffer Sancı2, Volkan Emirdar2,

Sevil Sayhan3, Cüneyt Eftal Taner2, Mehmet Özeren2

1Department of Histology&Embryology, Celal Bayar University Faculty of Medicine, Manisa, Turkey

2Department of Obstetrics&Gynecology, Izmir Ege Maternity and Gynecology Training and Research Hospital,

Izmir, Turkey

FOXP3 (Forkhead Box P3), member of FOX protein family, is protein which plays key role on immune system activation, regulatory T cell function and development. JAK1 (Janus Kinase 1) is membrane-associated signal phosphoprotein, depending on protein-tyrosine kinase family. JAK1, provides alpha, beta, gamma interferons signal transduction and activation of STATs (Signal transducers and activators of transcription). JAK/STAT pathway plays important role in cell proliferation, differentiation, development of cancer and pathogenesis of immune system-related-diseases.

Our aim was to investigate distribution of FOXP3, JAK, STAT using indirect immunohistochemical method on samples of placenta and umbilical cord which were obtained from intrauterine growth restriction (IUGR), preeclampsia, and gestational diabetes mellitus.

Samples were obtained from pregnancies after signed with consent form, from normal (n:10), preeclamptic (hypertension, edema, proteinuria, n:7), diabetic (blood glucose>180,n:7) and unexplained IUGR (birth weight<2500g,n:7) pregnancies. Samples were fixed on 10% formalin solution, after routine light microscopy procedure, they were embedded in paraffin. Five µm sections were stained with H-E, then evaluated by immunohistochemical method, using anti-FOXP3, anti-JAK1, anti-STAT5 primary antibodies. Staining cell density was evaluated comparatively minimal(1), mild(2), moderate(3), strong(4) and very strong(5). Results were compared using one-way ANOVA test.

FOXP3/JAK1/STAT5 immunoreactivities in placenta samples in cyncytiotrophoblasts, fetal capillary endothelium and Hofbauer cells were observed as 1/1/2 in control; as 4/3/4 in preeclampsia, as 2/4/5 in diabetes and 3/3/3 in IUGR groups, respectively. In umbilical cord samples, FOXP3/JAK1/STAT5 immunoreactivities in amnionic epithelium, vascular endothelium and mucous connective tissue were assessed as 1/2/3 in control, as 4/4/4 in preeclampsia, as 4/4/5 in diabetes, as 4/3/3 in IUGR groups, respectively. All results evaluated and compared with control group, impaired fetal circulation and perfusion agent placenta and fetal well-being during pregnancy, in diseases such as IUGR, preeclampsia, diabetes mellitus, FOXP3/JAK1/STAT5 molecules, as regulators of immune system, were activated, and these factors play important role in placental physiopathology.

Keywords: FOXP3, JAK, STAT, gestational pathologies, placenta, umbilical cord, immunohistochemistry S32

Deneysel diyabet ile bağlantılı infertiliteden ve erken embriyolojik yetmezlikten kim daha fazla sorumlu; diyabetik sıçan-kaynaklı oosit ya da sperm hücresi?

Hüseyin Aktuğ1, AyĢegül Uysal1, Vildan Bozok ÇetintaĢ2, Fatih Oltulu1, Altuğ YavaĢoğlu1, Saadet

Özen Akarca1, Buket Kosova2

1Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Ana Bilim Dalı, Ġzmir 2Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Ana Bilim Dalı, Ġzmir

ÇalıĢmamızın amacı, deneysel STZ-diyabet modelinde sperm ve oosit germ hücrelerinin elde edilmesi, fertilizasyon iĢleminin uygulanması, erken blastosist geliĢimine kadar takip edilmesi, erken blastosist dönemindeki örneklerin adezyon molekülleri ve gap-junction bağlantı kompleksleri açısından incelenmesidir. Deney hayvanları (Sıçan) dört grupta toplanmıĢtır. Grup 1: Kontrol grubu; (10 diĢi,10 erkek) Grup 2: DiĢi Diyabet, Erkek Kontrol Grubu; (15 diĢi, 15 erkek) Grup 3: DiĢi Kontrol, Erkek Diyabet Grubu; (15 diĢi, 15 erkek) Grup 4: Diyabetik DiĢi ve Diyabetik Erkek Grubu; (15 diĢi, 15 erkek). Deneklerden sperm ve oosit germ hücreleri elde edilmiĢ; sayı, morfoloji, geliĢimleri açısından incelenmiĢ ve ĠVF tekniği ile bir araya getirilmiĢtir. Erken blastosist aĢamasına kadar olan süreç, gruplar karĢılaĢtırılarak değerlendirilmiĢtir. Erken Blastosist aĢamasındaki hücreler, gap junction ve adezyon moleküllerinin yapısında yer alan proteinleri düzenleyen 24 genin mRNA düzeyinde ekspresyonları, e-cadherin ve connexin-43 proteinlerinin immunohistokimyasal analizleri ile araĢtırılmıĢtır. Elde ettiğimiz bulgular, deneysel diyabetin sperm hücresinde sayı ve progresif hareketlilikte ve ayrıca matür oosit geliĢiminde anlamlı olumsuz etkileri bulunduğunu göstermektedir. Ġmmunohistokimyasal analizler, connexin-43 ekspresyonunun kontrol ile karĢılaĢtırıldığında bütün diyabetik gruplarda azaldığını göstermiĢtir. Ayrıca connexin-43‘ e benzer Ģekilde e-cadherin ekspresyonu kontrol grubunda, diğer gruplara oranla yüksek saptanmıĢtır. RT-PCR analizlerinin de immunohistokimyasal bulgularımızı desteklediği belirlenmiĢ, β -catenin ve connexin gen ailesinin birçok üyesinin, diyabetik germ hücre içeren bütün gruplarda azaldığı gözlenmiĢtir. Bağ doku büyüme faktörü (CTGF) ekspresyonu, grup 3 ve grup 4‘ te anlamlı olarak yüksek saptanmıĢtır. CTGF‘ nin, matriks metalloproteinaz inhibitörleri üzerine düzenleyici olarak rol oynadığı düĢünüldüğünde, ekspresyonunun yüksekliği anlamlı olarak değerlendirilmiĢtir. Grup 2 erken blastosistlerde, Muc1 ekspresyonu diğer gruplara oranla yüksek bulunmuĢtur. Deneysel