• Sonuç bulunamadı

Fos protein ekspresyonunun metastatik mikroçevreyle iliĢkisi var mıdır? Gamze Tanrıöver 1 , Sayra Dilmaç 1 , ġule Kale 2 , Necdet Demir 1 , Nuray Erin

Poster Sunumları Poster Presentations

YavaĢoğlu 3 , Özen Akarca 1 , Gülperi Öktem

C- Fos protein ekspresyonunun metastatik mikroçevreyle iliĢkisi var mıdır? Gamze Tanrıöver 1 , Sayra Dilmaç 1 , ġule Kale 2 , Necdet Demir 1 , Nuray Erin

1Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Antalya 2Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Farmakoloji Anabilim Dalı, Antalya

Metastaz, tümör hücrelerinin uzak mesafelere yayılmasıdır. Tümör hücrelerinin metastatik potansiyelleri, hücrenin genetik özellikleri kadar mikroçevreden gelen sinyallerle de belirlenmektedir. Ayrıca bu sinyaller her organda farklı Ģekilde kendini göstermektedir. Organ metastazlarında etkili bir tedavi yaklaĢımının olmaması, bu konunun araĢtırılmaya değer olduğunun bir göstergesidir.

C-fos; tümörogenezde onkogenik açıdan önemli rolü olduğu düĢünülen bir onkoproteindir. Bazı karsinom tiplerinde (kemik, kıkırdak hepatoselüler) c-fos ekspresyonunda artıĢ gözlenmiĢ ancak metastatik çevrede c- fos ekspresyonunun nasıl değiĢtiğini gösteren bir çalıĢmaya rastlanılmamıĢtır. Bu düĢünceden yola çıkarak; c- fos‘un bir aktivasyon belirteci olarak görev yapabileceği hipotezini kurduk. Buna dayanarak; karaciğer metastatik alanında ve beyinde c-fos ekspresyonu immunohistokimyasal olarak, metastatik ve metastatik özelliği olmayan hücre hatları enjekte edilmiĢ dokularla kıyaslandı.

ÇalıĢmamızda, Balb-c farelerinden kaynaklanan 4T1 meme kanseri hücre hattının karaciğer ve beyine metastazından elde edilmiĢ 4TLM ve 4TBM hücre hatları kullanıldı. Her üç hücre hattı da (4TLM, 4TBM ve 67NR) 100.000 hücre/fare olacak Ģekilde Balb-c cinsi farelerin meme dokusuna enjekte edildi. Enjeksiyondan 25-27 gün sonra karaciğer ve beyin dokuları çıkartıldı ve c-fos immunlokalizasyonu gruplara göre değerlendirildi.

4TLM hücre hattı enjekte edilmiĢ ve metastazı belirlenmiĢ karaciğer dokularında, 67NR enjekte edilmiĢlere oranla Kupfer hücrelerinin çok yoğun bir boyanma paterni sergiledikleri görüldü. Herhangi bir hücre enjeksiyonu yapılmamıĢ normal farelerin karaciğer dokularında ise Kupfer hücrelerinin neredeyse hiç boyanmadıkları dikkati çekmiĢtir. Beyin dokularında da c-fos ekspresyonunun 4TBM hücre enjeksiyonu yapılan dokularda 67NR‘ye kıyasla daha yoğun olduğu ve normal beyin dokusunda da yer yer ve nadir boyanmalar olduğu görüldü.

Sonuç olarak; çalıĢmamızda metastatik mikroçevrede c-fos proteininin tümörogenezde olası bir role sahip olabileceği gösterilmeye çalıĢılmıĢtır. Kupfer hücrelerinin olası rollerinin hala aydınlatılamadığı göz önüne alındığında; bu hücrelerde c-fos ekspresyonundaki artıĢının metastatik fenotiple iliĢkili olabileceğini akla getirmektedir. Bu hücrelerin ve c-fos ekspresyonunun kanser geliĢimindeki olası rolü planlanan korelatif çalıĢmalarla da aydınlatılmaya çalıĢılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Metastatik çevre, beyin, karaciğer, c-fos, immunohistokimya. P025

Hiperkolesterolemik ratlarda resveratrolün karaciğer üzerine etkisi

Esma Konuk1, AyĢe YeĢim Göçmen2, Saffet Öztürk1, Hakan Er3, Arife Demirtop1, Necdet Demir1,

Saadet GümüĢlü2

1Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Antalya 2Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Antalya 3Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi TEMGA ünitesi, Antalya

Hiperkolesterolemi, kardiyovasküler hastalıklara yol açtığı bilinen en önemli etkenlerden biridir. LDL kolesterolün konsantrasyonundaki artıĢ, aterosklerozun patogenezinde anahtar rol oynamaktadır. Hiperkolesterolemi durumunda trombosit aktivasyonunda ki artıĢ bir takım proinflamatuvar sitokin ve kemokinlerin salınımını arttırarak inflamasyon oluĢumuna, reaktif oksijen türlerinin oluĢumunu arttırarak endotel hücre göçüne ve hepatosit ölümüne yol açmaktadır. Ayrıca, kolesterol birikimi alkolik olmayan yağlı karaciğer hastalığının ilerlemesinde önemli rol oynamakta ve inflamasyonu ağırlaĢtırmaktadır. Üzüm ve yer fıstığında bulunan ve bir polifenol olan resveratrol; fitoaleksin, antioksidan, siklooksijenaz inhibitörü, PPAR aktivatörü, eNOS indikatörü ve SIRT1 aktivatörü olarak tanımlanmaktadır. Kolestatik karaciğer hasarında resveratrol uygulamasının artmıĢ olan inflamatuar cevabı zayıflattığı ve Kupffer hücre aktivasyonunu azalttığı ve fibrozizi azaltıp hepatosit rejenerasyonunu arttırdığı gösterilmiĢtir. Ayrıca, resveratrol mitokondrileri aktive ederek lipit damlacıklarının azalmasında da rol oynamaktadır. Bizde buradan yola çıkarak hiperkolesterolemik ratlarda resveratrolün karaciğer morfolojisine olan etkisini belirlemeyi çalıĢtık. Bu çalıĢmada kullanılan Wistar albino erkek sıçanlar; Kontrol(K), Alkol(A), Resveratrol(R), Kolestrol(Kol.) ve Kolestrol+Resveratrol(Kol.+R) olmak üzere 5 gruba ayrıldılar. Kontrol A ve R grubunda bulunan sıçanlar 8

hafta boyunca standart yem ile beslenmiĢtir. 8 haftanın sonunda, A grubuna intraperitonal olarak 20 gün süreyle 0.1 ml % 50'lik etanol, R grubuna ise 20 gün süreyle intraperitonal olarak resveratrol (20 mg/kg/gün) verilmiĢtir. Kolesterol ve Kol+R grupları 8 hafta süreyle %5 kolesterol içeren yemle beslenmiĢtir. Kol+R grubuna sekizinci haftadan sonra 20 gün süreyle intraperitonal olarak resveratrol verilmiĢtir.

Sıçanlardan karaciğer örnekleri alınıp elektron mikroskobi takipleri yapılarak yarı ince kesitleri toluidin mavisi ile, ultra ince kesitler uranil asetat/kurĢun sitrat ile kontrastlanarak ıĢık ve elektron mikroskobunda incelenmiĢtir.

Hiperkolesterolemik gurupda bulunan ratlar karaciğer hepatositlerinde izlenen yoğun sitoplazmik lipid birikimi resveratrol grubunda çok belirgin olarak azalırken, alkol grubunda bir miktar sitoplazmik vakuolizasyon dikkati çekmiĢtir. Sonuç olarak, mikroskobik bulgularımıza göre resveratrolün karaciğer hücrelerinde lipid birikimini önleyerek karaciğer yağlanmasına karĢı koruyucu etkiye sahip olabileceğini düĢünmekteyiz.

Anahtar Kelimeler: Kolesterol, Resveratrol, Karaciğer P026

Diyabetli Sıçanların Karaciğer Dokusundaki Histolojik DeğiĢiklikler Üzerine Karnozinin Etkileri Esra Balcıoğlu1, Arzu Yay1, Hande YapıĢlar2, Derya AkkuĢ1, Ayça Kara1, Mehmet Fatih Sönmez1,

Saim Özdamar1

1Erciyes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji AbD, Kayseri 2Ġstanbul Bilim Üniversitesi, Tıp fakültesi, Fizyoloji AbD, Ġstanbul

Diyabet, kronik metabolik bir bozukluk olduğu gibi aynı zamanda da artmıĢ bir oksidatif stres durumudur. Karaciğer; glukoneogenezis, glikojenolizis ve glikojenezis ile kan-glukoz seviyesini düzenlediği için insülin değiĢikliklerinden en çok etkilenen organlardan biridir. Karnozin antioksidan özelliğe sahip bir dipeptittir. Bu çalıĢmada diyabet oluĢturulan sıçanların karaciğerindeki histolojik değiĢiklikler üzerine karnozinin etkilerinin araĢtırılması amaçlandı.

Bu çalıĢmada 32 adet 200-250 gr ağırlığında Wistar Albino sıçan kullanıldı. Sıçanlar rastgele dört gruba ayrıldı. Grup I; Kontrol, Grup II; Karnozin, Grup III; Diyabet, Grup IV; Diyabet + Karnozin. Diyabet oluĢturmak için sıçanlara 50mg/kg streptozotosin (STZ) uygulandı. STZ enjeksiyonundan 3 gün sonra sıçanların kan glukoz düzeyleri glukometre ile ölçülerek 250 mg/dl‗nin üzerinde olan hayvanlar diyabetli olarak kabul edildi. Karnozin 50 mg/kg/gün olacak Ģekilde 7 gün boyunca uygulandı. Sıçanlar, enjeksiyonların baĢlamasından 3 hafta sonra anestezi altında dekapite edilerek karaciğer dokuları çıkarıldı. Dokular rutin histolojik doku takibi aĢamalarından geçirilerek parafin bloklar hazırlandı. Parafin bloklardan alınan 5mm kalınlığındaki kesitler PAS ve H+E boyanarak incelendi. Kesitler Olympus BX-51 mikroskopta incelenip fotoğraflandı.

IĢık mikroskobik incelemede kontrol ve karnozin grubuna ait karaciğer dokuları normal olarak gözlendi. Diyabet grubu karaciğer dokularında hepatositlerde hidropik dejenerasyon ve ıĢınsal yerleĢiminde bozulma, ayrıca hücrelerin glikojen içeriğinde azalma gözlendi. Diyabet + karnozin grubu PAS boyama metodu kullanılan kesitlerde, hepatosit sitoplazmasında glikojen granülleri yaygın olarak izlendi ve hepatositlerin ıĢınsal yerleĢimi bazı alanlar dıĢında bozulmamıĢtı. Hepatositlerdeki hidropik değiĢiklikler küçük alanlarla sınırlıydı.

Sonuç olarak, diyabet karaciğer dokusunda hasara yol açmakta ve bu hasar karnozin ile kısmen düzelmektedir.

Anahtar Kelimeler: Diyabet, Karaciğer, Karnozin

The Effects Of Carnosine On Histological Changes In The Liver Tissue Of Diabetic Rats

Esra Balcıoğlu1, Arzu Yay1, Hande YapıĢlar2, Derya AkkuĢ1, Ayça Kara1, Mehmet Fatih Sönmez1,

Saim Özdamar1

1Department of Histology and Embryology, Faculty of Medicine, Erciyes University, Kayseri. 2Department of Physiology, Faculty of Medicine, Istanbul Bilim University, Ġstanbul.

Diabetes is a chronic metabolic disorder and in the same time it is an increased oxidative stres condition as well. Liver is one of the organs most affected by insulin changes, as it organizes the blood-glucose levels with gloconeogenesis, glycogenolysis and glycogenesis. Carnosine is a dipeptide which has antioxidant properities. In this study, it is aimed to investigate the effects of carnosine on histological changes in the liver of artificially diabetic rats.

In this study, 32 Wistar albino rats weighing 200-250 g were used. Rats were randomly divided into four groups. Grup I; Control, Grup II; Carnosine, Grup III; Diabetes, Grup IV; Diabetes + Carnosine. Diabetes in rats was administered to induce of 200 mg / kg of streptozotocin (STZ). Three days after injection of STZ, blood glucose levels in rats were measured with glucose meter up 250 mg/dl in the diabetic animals was considered. Carnosine 50 mg / kg / day administered for 7 days. The rats were decapitated under anesthesia 3 weeks after the start of injections, and liver tissues were removed. Tissues prepared in paraffin blocks through routine histologic stages. This blocks the 5 μm thick sections were stained with H+E and PAS.

In the light microscopic examination of liver tissues belong to control and carnosine groups were observed as normal. Hydropic degeneration in the hepotocytes of diabetes group liver tissues, and distortion in radial

placement and also decrease in glycogen contens of cells were observed. In the sections where PAS staining method was used in diabetes-carnosine groups, glikogen granüls were observed widely and the radial placement of hepatocytes weren‘t distarted except in some areas. Hydropic changes in hepatocytes were limited to small areas.

As a result, diabetes leads to liver tissue damage and this damage is partially recovered with carnosine.

Keywords: Diabetes, Liver, Carnosine P027

Kaz (Anser anser) Dalak Dokusunda Histolojik ve Histometrik Ġnceleme

Seyit Ali Bingöl1, Nurhayat Yecan Gülmez2, Turgay Deprem2, Serap Koral TaĢçı2, ġahin Aslan2

1Kafkas Üniversitesi, Kars Sağlık Yüksekokulu, Kars

2Kafkas üniversitesi Veteriner Fakültesi, Histoloji Embriyoloji Ana Bilim Dalı, Kars

Bu çalıĢmada, kaza ait dalak dokusunun histolojik ve histometrik açıdan incelenmesi amaçlanmıĢtır. Bu çalıĢma için 10-12 aylık 6 adet diĢi kaz (Anser anser) kullanıldı. Histolojik ve histometrik inceleme için dalak dokuları Bouin solüsyonunda tespit edildi. Rutin doku takibinden geçirilen dokular parafinde bloklandı. Parafin bloklardan 5 µm kalınlığında kesitler alındı. Alınan kesitler, Crossman‘ın üçlü boyaması ve Hematoksilen Eosin boyaması yöntemleri ile boyandı. Hazırlanan preparatlar ıĢık mikroskobunda incelendi. Histometrik inceleme sonuçları SPSS 16.0 programı kullanılarak değerlendirildi.

Yapılan histolojik incelemede, diğer türlere benzer biçimde kaz dalağının etrafının bağdokudan oluĢmuĢ bir kapsül ile çevrelendiği görüldü. Bu kapsülün meydana getirdiği trabeküllerin organın içine doğru giderek inceldiği gözlendi. Doku içinde geniĢ vena ve arteria trabekülüslerin trabekül içinde yanyana bulunduğu gözlendi. Dalak dokusunda beyaz ve kırmızı pulpa alanları birbirinden ayırtedilirken beyaz pulpada lenf folilüllerinin belirgin olduğu görüldü. Lenf foliküllerindeki arteria sentralislerin çoğunlukla ekzantrik yerleĢtiği gözlendi. Yapılan histometrik incelemede, kaz dalağını çevreleyen kapsülün 18,06 ile 28,38 µm arasında değiĢen bir kalınlığa sahip olduğu belirlendi. Kapsül kalınlığı ortalaması ise 22,47 ± 2,60 µm olarak ölçüldü. Lenf folikülü sayısı 1,07 mm2 de ortalama 2,36 ± 1,34 olarak belirlendi. Lenf foliküllerinin en kısa çapı 20,64 ile 248,64 µm arasında değiĢen bir çapa sahipken, ortalama 113,00 ± 44,48 µm, en uzun çapı 25,80 ile 310,80 µm arasında değiĢen bir çapa sahipken, ortalama 144,33 ± 56,67 µm olarak ölçüldü. Lenf foliküllerinin en çap/boy çap‘larının oranı ise 0,79 olarak belirlendi.

Tischendorf (1985), bir çok kanatlı dalağında trabekül görülmediğini fakat kazsılardan Anas platyrhynchos yaptıkları çalıĢmada dalakta trabeküllerin azda olsa görüldüğünü bildirmiĢtir. Ayrıca aynı çalıĢmada dalak kapsül kalınlığının 23-40 µm arasında değiĢtiği de bildirilmiĢtir. Bu çalıĢmada kazsılardan kazda (Anser anser) trabeküllerin kapsülden içeri doğru girdiği görüldü. Ayrıca, kapsül kalınlığının 18-28 µm arasında değiĢtiği tespit edildi.

Sonuç olarak, kaz dalağının histolojik yapısı bir çok yönden diğer türlerle benzerlik göstermesine karĢın bu çalıĢmada kaza özgü özelliklerin olduğu görülmüĢtür.

Anahtar Kelimeler: dalak, histometri, kaz P028

Ratlarda kontamine karında çekal abrezyon modeli üzerinde Resveratrol’ün adezyonları önleyici etkisi

Ünal Uslu1, Mustafa Duman2, Eren Mecit2, Alev Cumbul1, Erdal Polat2, Sinan Yol2

1Yeditepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Ġstanbul

2Gastroentereloji Cerrahisi Kliniği, Kartal KoĢuyolu Yüksek Ġhtisas Eğitim ve AraĢtırma Hastanesi,

Istanbul, Turkey

Bu çalıĢmada rat çekal abrazyon modelinde anti-oksidan özelliğe sahip polifenol bileĢiği olan resveratrol‘ün (trans-3, 4‘, 5-trihydroxystilbene), postoperatif yapıĢıklıkları önleyici etkisinin histopatolojik olarak değerlendirilmesi amaçlanmıĢtır.

ÇalıĢmamızda, 30 adet Sprague-Dawley cinsi sıçan kullanıldı. Denekler subakut ve kronik dönem yara iyileĢmesini incelemek üzere iki gruba bölündü. Her grup kendi içinde kontrol, taĢıyıcı ve tedavi grubu olacak Ģekilde üç alt gruba ayrıldı. Cerrahi operasyonlar, steril ve uygun cerrahi koĢullar altında intra-muskuler ketamin ile anestezi uygulanarak yapıldı. Sıçanların karın bölgesi karın orta hat kesisi ile açıldı, hayvanların çekumları bistüri yardımıyla abraze edildi.

Tedavi grubuna hergün tek doz 1 ml ip, 10 mg/kg resveratrol (%30‘luk etil alkolde çözünmüĢ) uygulanmıĢtır. TaĢıyıcı ve control gruplarına aynı hacimde sırasıyla %30‘luk etil alkol ve serum fizyolojik ip olarak verilmiĢtir. Denekler sırasıyla, 5.gün ve 10.gün sonrasında sakrifiye edilerek kalın barsağın çekum kısımları, %10‘luk nötral formaldehitle (ph=7,4, 0.1 M fosfat tamponda hazırlanmıĢ) fikse edildi. Rutin histolojik takip iĢlemlerinden sonra kesitler, Hematoksilen Eozin ve Masson Trikrom yöntemleriyle boyandı. Örnekler Leica

DM6000B mikroskobuyla Karakayun ve arkadaĢlarının (2011) kullandığı skorlama yöntemi kullanılarak değerlendirildi.

Çekal abrazyon yapılan sıçanlarda resveratrolün tedavi edici etkisinin istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptanmıĢtır. Kontrole göre resveratrol gruplarını istatistiksel olarak karĢılaĢtırdığımızda 5 ve 10 günlük tedavi süreçlerine ait p değerleri sırasıyla 0, 008 ve 0,025‘dir.

Sonuç olarak resveratrolün antioksidan antiinlamatuvar etkileri yara iyileĢme sürecini hızlandırdığı ve bundan dolayı da karın içi organ yapıĢıklığını azaltabileceği düĢünülmektedir.

Anahtar Kelimeler: Çekal abrazyon, histopatoloji, rat, Resveratrol.

The preventive effect of Resveratrol on the cecal abrasion model in contaminated abdominal rats Ünal Uslu1, Mustafa Duman2, Eren Mecit2, Alev Cumbul1, Erdal Polat2, Sinan Yol2

1Department of Histology and Embryology, Yeditepe University, Ġstanbul, Turkey 2Clinic of Gastroenterological Surgery, Kartal KoĢuyolu Yüksek ĠhtisasTraining and Research

Hospital, Istanbul, Turkey

The purpose of this study is the histomorphologic evaluation of the effectiveness of resveratrol, a polyphenol compound (trans-3,4',5-trihydroxystilbene), which has anti-oxidant and anti-inflammatory properties, on postoperative adhesion of cecal abrasion model on rat cecal abrasion.

Thirty adult Sprague-Dawley rats were used for this study. The rats were divided randomly into two groups to examine the subacute and chronic phases of wound healing. Each group was divided into three subgroups: control, treatment and vehicle. Incisions on the midline of the abdomen were made under sterile and proper surgical conditions and cecums of the animals were abrasied using a scalpel. The rats were treated everyday with the same volume of intraperitonal injections of 10 mg/kg resveratrol (dissolved in 30% ethyl alcohol) for the treatment group, 30% ethyl alcohol for the vehicle group and saline solution for the control group. Animals were sacrificed on fifth and tenth days after the onset of injections and adhesions scored. After the routine histologic processing, the cecum sections were stained by using hematoxylin-eosin and Masson Trichrome. A statistically significant difference between the treatment and other gropus in the subacute and chronic phases of wound healing. The p values of the five days and ten days treatment groups were found to be respectively 0,008 and 0,025.

The anti-oxidant and anti-inflammatory effects of resveratrol accelerated wound healing and reduced postoperatvive intra-abdominal adhesion formation in this study.

Keywords: cecal abrasion, histopathology, rat, Resveratrol. P029

Ġmatinibin sıçan karaciğerine olan etkilerinin ince yapı düzeyinde araĢtırılması Ufuk Ö. Mete1, Yurdun Kuyucu1, Leman Sencar1, Berksoy ġahin2, Abdullah Tuli3

1Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji ABD, Adana, Türkiye 2Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ġç Hastalıkları Onkoloji BD, Adana, Türkiye 3Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya ABD, Adana, Türkiye

Ġmatinib bazı kanser türlerinde antikanserojen ilaç olarak kullanılan bir protein-tirozin kinaz inhibitörüdür. Ġmatinib, karaciğerde p450 enzim sistemi ile metabolize edilmektedir. Ancak kullanımı sırasında karaciğer fonksiyon testlerinde bozulmalara neden olduğu için bazen tedaviye ara verilmekte veya ilaç tamamen kesilmektedir. Birçok çalıĢmada imatinibin karaciğer transaminazları, bilirubin, alkalen fosfataz değerlerinde değiĢikliklere neden olduğu rapor edilmekle birlikte karaciğer ince yapısı üzerine etkileri bugüne kadar gösterilmemiĢtir. ÇalıĢmamızda imatinibin farklı dozlarda, sıçan karaciğeri üzerine olan etkilerinin biyokimyasal ve elektron mikroskobik düzeyde incelenmesi amaçlanmaktadır.

ÇalıĢmamızda 8-12 haftalık Wistar cinsi 30 olgun erkek sıçan kullanılmıĢtır. Sıçanlar 5 gruba ayrıldıktan sonra, deney gruplarına sırasıyla 10, 50, 100 ve 200 mg/kg dozlarında imatinib gavaj yoluyla 21 gün, günde tek doz uygulanmıĢtır. 5. grup kontrol grubu olup aynı doz ve sürede gavaj yolu ile serum fizyolojik verilmiĢtir. Deney ve kontrol gruplarından alınan kan örneklerinde karaciğer transaminazları, bilirubin, alkalen fosfataz değerlerine bakılmıĢ, karaciğer üzerine olan morfolojik etkileri ise rutin yöntemlere göre takip edilerek elde edilen kesitlerde elektron mikroskobik düzeyde incelenmiĢtir.

10 mg/kg ve 50 mg/kg imatinib uygulanan deney gruplarındaki sıçanların karaciğer kesitlerinde hepatositlerin çekirdek ve sitoplazmik yapılarının, perisinuzoidal ve sinuzoidal alanların kontrol grubunda olduğu gibi normal histolojik görünüme sahip oldukları izlenmekteydi. 100 mg/kg imatinib uygulanan deney grubunda ise bazı hepatositlerin sitoplazmik densitelerinin attığı, sitoplazmada yer yer litik alanların oluĢtuğu ve bu hücrelerin sitoplazmalarında lipid birikimi olduğu gözlendi. 200 mg/kg imatinib uygulanan grupta ise hücrelerin sitoplazmasında litik değiĢikliklerin belirginleĢtiği ve lipid birikiminin arttığı dikkati çekmekteydi.

Protein-tirozin kinaz inhibitörü olan imatinibin dozla bağlantılı olarak karaciğerde dejeneratif değiĢikliklere neden olabileceği ve tedavi sürecinde hastaların karaciğer fonksiyonlarının izlenmesi gerektiği sonucuna varılmıĢtır.

Anahtar Kelimeler: Ġmatinib, ince yapı, karaciğer

Ultrastructural evaluation of the effects of Imatinib on rat liver

Ufuk Ö. Mete1, Yurdun Kuyucu1, Leman Sencar1, Berksoy ġahin2, Abdullah Tuli3

1Cukurova University Medical Faculty, Department of Histology and Embryology, Adana, Turkey 2Cukurova University Medical Faculty, Department of Internal Medicine Oncology, Adana, Turkey 3Cukurova University Medical Faculty, Department of Biochemistry, Adana, Turkey

Imatinib is a protein tyrosine kinase inhibitor used as an anticancer drug. Imatinib is metabolized by P450 enzyme system in the liver. During the therapy, because it causes disrubtion of liver functions the therapy might be interrupted or stopped. In a lot of studies, it is reported that imatinib changes the serum levels of liver transaminases, bilirubin, alkaline phosphatase, but no ultrastructural inspection is reported. The aim of this study is to evaluate the effects of different doses of imatinib on rat liver by ultrastructural and bichemical methods.

8-12 weeks old, 30 mature Wistar rats were used. Rats were divided into 5 groups; 10, 50, 100 and 200 mg/kg imatinib was administered as a single daily dose by gavage during 21 days to the experimental groups respectively. 5th group was the control and same quantitiy of saline was given by gavage. Blood samples were obtained from the experimental and control groups, for serum levels of liver transaminases, bilirubin, alkaline phosphatase and morfologic examination was performed to observe the effecs of imatinib on liver tissue in sections prepared according to the routine procedures for electron microscopic evaluation.

In 10 mg/kg and 50 mg/kg imatinib applied experimental groups the nuclear and cytplasmic structures, sinusoidal and perisinusoidal areas were similar with the control group. In 100 mg/kg imatinib applied group cytoplasmic density was increased, lytic areas and lipid accumulation in the cytoplasm was seen in some hepatocytes. In 200 mg/kg imatinib applied experimental group lytic changes and lipid accumulation in the cytoplasm of the cells became evident.

It is concluded that, protein-tyrosine kinase inhibitor imatinib may cause dose related degenerative changes in the liver and liver functions should be followed up in patients during treatment.

Keywords: Imatinib, liver, ultrastructure P030

Substansiya Nigradaki Dopaminerjik Nöron Hasarında Astrositik Glutamat TaĢıyıcılarının Rolü: Ġkili Ġmmünofloresans ÇalıĢma

Zehra Minbay1, Bülent Gören2, Özhan Eyigör1, Fulya Tosun3

1Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji AD, Bursa. 2Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fizyoloji AD, Bursa.

3Bilgemed OSGB, Bursa.

Orta beyindeki dopaminerjik nöronlar memeli merkezi sinir sisteminde (MSS) dopaminin ana kaynağını