• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM III: TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKA OTONOMİSİNİ ARTIRMASINI

3.3. Ekonomik ve Siyasi Güçlerin Yükselişi

1960’ların ilk yarısı iki sistemik değişime daha tanıklık etti. Birincisi, detantın etkisiyle iki blok içerisinde merkez kaç eğilimler/meydan okumalar ortaya çıktı, ikincisi ekonomik ve siyasi gücü görece artan devletler (örneğin; AET, Üçüncü Dünya) uluslararası politikanın genel seyrini etkileyecek olan girişimlerde bulundular. İki sistemik gelişme bir taraftan Türkiye’nin ABD ile olan ilişkilerinin genel seyrini 50’lerden farklı olarak etkilerken (Oran, 2002: 658; Uslu, 2003: 22) diğer taraftan Türkiye dış politikasının otonomisini (kısmen) sınırlayan bir diğer sistemik engeli (H1a) daha ortadan kaldırdı (H1c).

Teorik önerme, iki kutuplu ortamda ittifak üyelerini birebirine bağlayanın sistemin ikili yapısı olduğunu belirtmektedir. Devletleri işbirliğine zorlayan bu ikili yapı (sistemsel zorunluluklar, örneğin; ortak düşman) sistemik değişimler meydana geldiğinde (örneğin; iki kutuplu sistemin tek kutupluluğa geçişi) ortadan kalkar ya da azalır (Walt, 2009: 94, 102). Örneğin; iki kutuplu sistemin çözülmesi ile (örneğin; çok kutupluluğa evirilmesi) sisteme yeni aktörler dâhil olur. Bu yeni güçler devletlerin etkileşim alanlarını çoğaltır, devletlere yeni pazarlık şansları ya da düzenden çıkış imkânı sunar

262 Örneğin; 1970’lerde ABD’nin tehdit algısı önemli ölçüde değişti. Çin ve Rusya arasında artan gerilim Washington’u Sovyet tehdidini çevreleme aşmasında Çin’i fırsata dönüştürme olanağı tanıdı (Yarhi-Milo vd. 206: 104).

133

(Cooley ve Nexon, 2020: 63; Deutch ve Singer, 1962: 392-394).263 Teorik argümandan hareketle, 1960’larda yükselen yeni güçler Türkiye-ABD arasında 1950’lerde kurulan işbirliğinin alanını daralttı ve Ankara açısından yeni pazarlık fırsatları oluşturdu. Bu değişim Ankara’ya dış politika otonomisini genişletmesi bağlamında üç olanak tanıdı.

Birincisi, AET, Üçüncü Dünya ülkeleri, Almanya’dan oluşan yeni ekonomik ve siyasi güçler özellikle Ankara’nın güvenlik çıkarlarının (Kıbrıs) ABD-NATO tarafından korunmadığını düşündüğü ve ekonomik ihtiyaçlarının sistemik gelişmelerden ve ABD iç siyasetinden ve kaynaklanan nedenlerle yeterli düzeyde karşılanmadığı bir dönemde yükseldi. Ankara ABD’nin 1968 Vietnam Savaşı, 1973 Bretton Woods sistemi ve 1973 Petrol şoku nedeniyle güç kaybettiği sırada yükselen bu güçleri ekonomik ve siyasi (Kıbrıs) özerkliğini arttırmak aşamasında bir fırsat olarak değerlendirmeye yöneldi (H1c).

Bu aşamada iki teorik önermeye değinmek konunun daha anlaşılır kılınmasını sağlayacaktır. Birinci teorik önerme, güç dönüşümlerinin/sistemik değişimlerin mevcut sisteme karşı memnuniyetsizlik oluşturabileceğini belirtmektedir. Sistemik değişimler özellikle mevcut sistemin kendi çıkarlarını korumadığını düşünen devletlere bir dengeleme imkânı (örneğin; sisteme karşı meydan okuma) sunar (Cooley ve Nexon, 2020: 64). İkinci teorik önerme, hegemonik güçlerin materyal kapasitelerinde meydana gelebilecek azalma ve gerilemelerin önemli sonuçlara yol açacağını belirtmektedir.

(Layne, 2012: 10). Güç gerilemesinin ortaya çıkarabileceği en önemli sonuç muhaliflere yer açılması ve bu muhaliflerin başat güçlere karşı rakip olma ihtimalleridir (Sampanis 2012: 99; Ayrıca bkz. Layne, 2012: 1-11).264 Yükselen güçlerin uluslararası sistemde kendilerini alternatif/rakip güçler olarak konumlandırmaları ise ikincil devletlere daha iyi koşullarda pazarlık fırsatına ulaşma imkânı sunar (Lake, 1993: 466; 2011: 13-14).265 İkincil devletler tek bir hegemonun otoritesini tanımalarına karşın (Lake, 2017: 372) bu

263 Bu argümanın derlendiği diğer kaynaklar için ayrıca bkz. (Rosecrance, 1966: 317, 321, 324; Synder, 1984: 415; Gowa, 1989: 1250). İki kutuplu yapının çok kutupluluğa geçmesi başat güçler ve ikincil devletler arasındaki güç asimetriğini azaltır ve tehdit algılamalarında farklılıklara yol açar. Böylece mevcut hiyerarşiler istikrarsızlaşır. Bu istikrarsız ortamda ikincil devletlerin tarafı oldukları anlaşma ve ittifaklardan çıkma ihtimalleri yüksektir (Synder, 1984; Gowa, 1989: 1249). Kısacası bu değişimin büyük meydan okumalara yol açması muhtemeldir (Wohlforth, 2009: 30, 37, 39-41).

264 Örneğin; 2008 krizi ABD düzeninin ekonomik başatlığına duyulan güveni zedelediği ortam Çin’in liderlik iddiasını arttırması için fırsat tanıdı (Ikenberry, 2018b: 18).

265 Bu argüman ayrıca şu kaynaklardan da derlendi. Bkz. (2012: 18; Lake, 2017: 372; Ikenberry, 2009:

77-78).

134

devletler sosyal sözleşmelerde kazançlarını maksimuma çıkarmayı maliyetleri ise en aza indirmeyi ister (Lake, 1996: 10). Bir başka deyişle devletlerin en iyi olanaklara en az koşulla ulaşma istekleri (Cooley ve Nexon, 2020: 26, 62-64) onları yükselen güçleri (potansiyel patronları) sosyal pazarlık sözleşmelerini çıkarları lehine çevirmek aşamasında (otonomisini arttırma bağlamında) bir fırsata dönüştürmeye yöneltebilir (Lake, 2017: 372).

İki teorik argümandan hareketle, 60’larda gücü görece artan bu yeni güçler Türkiye’nin 50’lerden farklı olarak ABD’yi dengeleme aşamasında tek bir dış opsiyona sahip olmadığı anlamına geliyordu. Daha kapsamlı bir ifadeyle belirtmek gerekirse, 1950’lerde ABD’yi dengelemek aşamasında Türkiye’nin yönelebileceği tek alternatif güç SSCB idi. Ancak yukarıda değindiğimiz üzere Ankara bekasına yönelik tehdit aldığı SSCB ile ilişkilerini söz konusu dönemde oldukça sınırlı tuttu (H1a). Detant döneminin bir sonucu olarak 50’lere kıyasla SSCB’den algılanan tehdidin azalması ve SSCB’nin 1960’larda ABD güç kaybettiği sırada gücünü göreli olarak arttırması Ankara-Moskova ilişkilerindeki yakınlaşmayı mümkün kıldı (H1b). Ancak kamuoyunun 60’lar ve 70’lerde Kıbrıs’a müdahale edilmesi yönünde Ankara üzerinde kurduğu baskı (H3b) ve ABD’den çeşitli nedenler ile (devlet ve sistem düzeyi) yeterli miktarda sağlanamayan ekonomik yardım-borçların ekonomik göstergeye yaptığı olumsuz etki ve Kıbrıs’a yönelik ABD ve Batı’dan sağlanamayan siyasi destek (H2c) Türkiye’yi SSCB dışındaki alternatif güçlerle ile de ilişkilerini çeşitlendirmeye yöneltti (H1c).

Bölgesel ve uluslararası sitemlerin yapısı hiyerarşinin kime ne kadar kazandıracağını belirler. Potansiyel patronların sayısı arttıkça ikincil devletlerin pazarlık avantajı artar.

Örneğin; patron adayları ortaya çıktığında üslerin kıymeti artar (Cooley ve Nexon, 2020: 130). Bu nedenle ikincil devletler yeni yükselen güçleri ve başat gücü sosyal sözleşme pazarlıklarını kendi lehine çevirmek amacıyla birbirine karşı oynar (Lake, 2006c: 28). Sistemde ikincil devlet sayısının çok başat güç sayısının az olması ise hiyerarşide başat güçlere avantaj elde etme fırsatı sunar. Başat güçler bu devletleri

135

birbirine karşı oynayarak sosyal sözleşmeleri kendi lehine çevirme fırsatı elde eder (Lake, 2009b: 341; 2013a: 88; 2017: 372).266

Türkiye’nin, detant döneminin verdiği imkân dâhilinde azalan ABD-Batı ekonomik yardımlarını ve Batı’nın sanayi tesislerinin yapımı için vermeyi ret ettiği kredileri telafi etme aşamasında yöneldiği ilk ülke SSCB oldu (Oran, 2002: 676). SSCB’nin, Türkiye ile ilişkilere devlet ve sistem düzeyinden kaynaklanan nedenler ile yeşil ışık yakmasının (H1b) yanı sıra sistemin diğer süper gücü olması ve üstelik bu gücünü ABD göreli olarak güç kaybettiği sırada pekiştiriyor olması267 (Clark, 1989: 174) Türkiye’yi SSCB ile ilişki kurmaya yönelten diğer iki önemli nedendi (H1c). Devletler ekonomik, askeri, siyasi ve güvenlik ihtiyaçlarının karşılaması aşamasında tercihlerini sistemin en güçlü devletlerinden yana kullanır (Morrow, 1991: 907; Miller, 2006: 3, 15, 19, 27). SSCB, ABD 1968 Vietnam Savaşı, 1973 Bretton Woods sisteminin zayıflaması, 1973 ve 1979 tarihli OPEC şokları nedeniyle güç kaybettiği sırada gücünü arttıracak olan girişimlere yöneldi. Moskova, 1967’den itibaren Ortadoğu’da önemli sayıda üs elde etmeye başladı, Suriye’deki limanlardan yararlandı, uçak gemileri yaparak Akdeniz’e açıldı ve böylece Akdeniz ve Ortadoğu’daki etkisini arttırdı. SSCB’nin iki bölgede elde ettiği bu etki Mısır, Irak ve Güney Yemen’i Moskova’ya yakınlaştırdı. Moskova’nın, 1979’da Afganistan’ı işgal etmesi Ortadoğu’daki gücünü daha fazla arttırırken (Yarhi-Milo vd.

2016: 125; Erhan, 2002: 659; Fırat, 2002: 739; Uslu, 2016: 315) Washington’un ise bu bölgedeki gücünü sarstı. Devletlerin güç kazanması ve ikincil devletlere alternatif kaynaklar sunması mevcut sistemleri sarsar (Cooley ve Nexon, 2020: 140-148).

Türkiye, SSCB’nin göreli olarak artan gücünü ABD’den sağlayamadığı ekonomik yardım, borç ve kredileri telafi etmenin bir avantajına dönüştürdü. SSCB’den ABD’ye kıyasla sağlanan düşük faizli ve geri ödeme süreci daha uzun vadeli olan kredi ve borçlar Ankara’nın, Washington karşısındaki ekonomik özerkliğini arttırdı (Oran, 2002:

676). Alternatif güçler ikincil devletlere dâhil oldukları düzene kıyasla daha iyi koşullarda pazarlık fırsatları sunabilir (Lake, 2017: 372). Rakiplerin ikincil devletleri

266 Bu argümanın elde edildiği diğer kaynaklar için ayrıca bkz. (Synder, 1984: 472; Whitaker, 2010:

1118).

267 Sovyetlerin Afganistan işgalinin Türkiye’nin, bu dönemde NATO üyeliğini devam ettirme kararını almasında önemli bir etkide bulunduğunu belirten görüşler söz konudur. Bu işgal, Türkiye’ye Sovyet sınırında bulunan ve tarafsızlığı seçen zayıf bir devlete neler olabileceğini göstermiştir (Hale, 2003: 170).

136

cezbetmek için sundukları bu pazarlık avantajı karşı otoriteyi zayıflatırken268 (Aktaran, Lake, 2006c: 27; Aktarılan, Bueno de Mesquita vd. 2003) ikincil devletlerin başat güçler karşısındaki konumunu güçlendirir. Örneğin; ikincil devletler bu güçlerden sağladıkları ekonomik, askeri, siyasi ve ya güvenlik yardımı sayesinde başat gücün taleplerini geri çevirebilir (örneğin; günümüzde ABD düzeninde yer alan devletlerden bir kısmı Çin ve Rusya’dan sağladıkları krediler sayesinde Batı’nın taleplerini geri çevirebilmektedir.) (Cooley ve Nexon, 2020: 57, 113).

Ankara, 1965-1978 döneminde Moskova ile geliştirdiği ekonomik ilişkiden biri ekonomik diğeri ise siyasi olmak üzere iki fayda sağladı. Ekonomik düzlemde Ankara, Haziran 1975’te Moskova ile imzaladığı anlaşma ile SSCB’den sanayi tesislerinin yapımı için 700 milyon dolarlık borç aldı. 1977’de Ankara-Moskova arasında bir başka anlaşma daha imzalandı. Bu anlaşma ile SSCB, Türkiye’ye gelecek on yıl içerisinde 1,3 milyar dolarlık ve 1978-79 arası dönemde ise 12 milyar dolarlık ekonomik yardımda bulunmayı kabul etti. Bu anlaşmalar çerçevesinde 1975-79 döneminde Türkiye yaklaşık olarak 650 milyon dolarlık SSCB ekonomik yardımı aldı. 1978’e gelindiğinde ise Türkiye, Moskova’nın en fazla dış yardım yaptığı ülkelerden biri oldu (Balcı, 2017:

161, 179; Kuniholm, 1983: 427).

Ankara’nın Sovyetler Birliği ile söz konusu dönemde geliştirdiği ekonomik ilişki siyasi düzeleme de taşındı. Moskova-Ankara arasında yapılan karşılıklı ülke ziyaretleri sonrası Sovyetler Birliği 1965’te Kıbrıs’ta Rumları destekleyen politikasından269 vazgeçtiğini açıkladı.270 1974’e gelindiğinde ise SSCB adadaki statükonun korunması şartıyla Türkiye’nin Kıbrıs müdahalesine karşı olmadığını açıkladı. SSCB’nin, Kıbrıs’a yönelik gittiği bu politika değişikliği böylece 60’larda Ankara’nın adaya müdahale etmesini

268 Konuya ilişkin daha fazla bilgiye ulaşmak için bkz. (Cooley ve Nexon, 2020: 140-148).

269 Bilindiği üzere Sovyetler Birliği’nin 1964’teki Kıbrıs politikası Rum tarafına her türlü yardımı sağlamak (1 Ekim 1964’te Kıbrıs Rum tarafı ile imzaladığı askeri yardım anlaşması ile bu karar alındı), bu yardımları özellikle herhangi bir olası dış işgal karşısında arttırmak, Kıbrıs’ın NATO ve Batı’nın kontrolüne geçmesini engellemek, Kıbrıs nedeniyle NATO’nun güneydoğu kanadında Yunanistan ve Türkiye arasında ortaya çıkabilecek anlaşmazlıktan yararlanıp iki ülke ile ilişkilerini geliştirmek şeklindeydi. Moskova bu politika doğrultusunda, Türkiye 1964’te adaya askeri uçuş gerçekleştirdiği sırada Ankara’yı tehditkar sözler ile uyarmıştı (Rubinstein, 1982: 30; Fırat, 2002: 729-731).

270 Dönemin Türkiye Dışişleri Bakanı Cemal Feridun Erkin’in Moskova ziyareti sonrası ortak bir bildiri yayınlandı. 1964’te Türkiye’nin, olası Kıbrıs müdahalesi karşısında sessiz kalmayacağını belirten Moskova (Oran, 2002: 676; Rubinstein, 1983: 32) bu bildiride enosise karşı olduğunu, adada iki toplumun varlığını kabul ettiğini ve Makarios’a verdiği desteği kestiğini belirtiyordu (Fırat, 2002: 731;

Rubinstein, 1982: 30; Tellal, 2002: 776).

137

engelleyen bir diğer sistemik sınıra daha (Sovyet tehdidi anlamında) son vermiş oldu.

Ankara, SSCB’den tehdit almadığı bir ortamda 1974’te Kıbrıs’a müdahale etti (H1c).

Ankara’nın, Washington karşısında ekonomik ve siyasi otonomisini arttırmak için yöneldiği diğer ülkeler 1960’ların ortasından itibaren siyasi ve ekonomik gücü görece artan AET ülkeleri oldu (Erhan ve Embel, 2015: 160). Bir düzende yer alan devletlerin diğer ülkelerin ihtiyaçlarına cevap verebilecek düzeyde gücünün artması blok-içi dayanışmayı azaltır. Bu güçlerin yükselişi düzen liderliğini alabilecekleri, rakip bir blok (competing bloc) oluşturabilecekleri ve ya düzen içerisindeki diğer devletlere alternatif kaynak sunabilecekleri anlamına gelir271 (Lake, 2009a: 34; Ikenberry, 2010: 513). Bir diğer ifadeyle, düzenden çıkmak gibi bir niyeti olamayan devletler bu güçleri düzenden çıkmanın bir tehdidi olarak başat güce karşı kullanabilir ve böylece sosyal sözleşmeyi kendi lehine revize edebilir (Cooley ve Nexon, 2020: 3, 9-11, 17, 66, 70, 112).272

ABD düzeninin Batılı devletleri 1950’lerin ilk yarısında Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğunu (AKÇT) kurdu. Ekonomik kaygıların etkisiyle AKÇT’nin adı 1957 Roma Anlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) şeklinde değiştirildi (Cicioğlu ve Taş Yetim, 2017). AET’nin kuruluşundan kısa bir süre sonra ekonomik düzlemde kaydettiği ilerleme Ankara’nın da dikkatini çekti. Bu nedenle Türkiye, AET’nin ekonomik ilerleyişini ABD karşısında denge gücü ve alternatif ekonomik kaynak olarak değerlendirmeye yöneldi (Oran 2002: 678). Ankara’nın bu çabası 1963 ve 1964’te Ankara-AET arasında Ankara Anlaşması’nın imzalanmasıyla sonuçlandı. Bu anlaşma ile AET ülkelerinin Türkiye’nin toplam ticaretindeki (ihracat ve ithalattaki) ağırlığı arttı (Oran, 2002: 663; Robins, 2003: 102; Kösebalaban, 2014: 196). 1963’te AET ülkelerinin Türkiye’nin toplam ticaretindeki payı yüzde 29 iken bu oran 1972’ye gelindiğinde yüzde 42’ye yükseldi (Uslu, 2009: 479). Böylece Türkiye, ABD’nin toplam ticaretindeki payını dengeledi. Yeni güçler ikincil devletlere alternatif ekonomik kaynağın yanı sıra ticari partnerlerini çeşitlendirme imkânı da sunar (Cooley ve Nexon,

271 Bir düzene tek bir başat güç liderlik yaptığında o düzen daha istikrarlı olur. Konuya ilişkin daha fazla bilgiye ulaşmak için bkz. (Wohlforth, 2009; Lake, 1996: 30; 2009b: 40-43, 52, 56; 2011: 13-14; 2012: 18;

2013: 17; 2017: 368; Ikenberry, 2009: 77-78; 2010: 509-510; Kang, 2004: 345; Lake ve Morgan, 2010:

17-20).

272 Sistemde yeni güç geçişlerine çözüm I. ve II. Dünya savaşlarında olduğu gibi barışçıl olmaktan ziyade savaşlar ile olmuştur (Cooley ve Nexon, 2020: 3). Ancak II. Dünya Savaşı sonrasında Almanya, Japonya ve İngiltere örneklerinde olduğu gibi yükselen yeni güçler Batı hiyerarşisine savaş olmaksızın entegre edilmiştir (Lake, 2012: 25-27).

138

2020: 285). Bir devletin başat güçten bağımsız ticaret yaptığı partner sayısı arttıkça dış politika otonomisi artar (Lake, 2009a).

Almanya ekonomide önemli ilerleme kaydetmesi nedeniyle Ankara’nın AET ülkeleri içerisinden alternatif ekonomik kaynak sağladığı ülkelerin başında yer aldı (H1c).

1960’ların başında Almanya işsizlik sorunu büyük ölçüde tasfiye edip yüksek düzeyde ekonomik büyüme gösterdi ve yurt dışından işçiler almaya başladı. Almanya’nın işçi alımına Türkiye vatandaşları da ilgi gösterdi. 1960’ların ilk yarısından itibaren Türkiye’den çok sayıda vatandaş Almanya’ya çalışmak üzere gitmeye başladı.

Almanya’da sayıları hızla artan Türk işçiler Türkiye’ye döviz aktardı. Bu dövizler Türkiye ekonomisi açısından önemli dış kaynak oldu. Örneğin; bu dövizler Ankara’nın 1973’te dış ticaret açığının %54’ünü kapattı. Ancak 1973’te ortaya çıkan Petrol Şoku (petrol üreticisi Ortadoğu ülkeleri Arap-İsrail Savaşında İsrail’e destek veren Batılı devletlere petrol ambargosu uyguladı) sanayide Ortadoğu petrolüne bağımlı olan Almanya’nın ekonomik gücünü sarstı. Bu olay Türk işçilerden elde edilen döviz gelirinin miktarının görece azalmasına neden oldu (Oran, 2002: 659-663).

Ankara’yı AET ile ilişkilere yönelten bir diğer dinamik AET ülkelerinin 1960’ların ortasından itibaren göreli artan siyasi gücü de oldu (Cicioğlu ve Taş Yetim, 2017: 171-180). Başlangıçta ekonomik kaygılardan dolayı AET ile yakın ilişki kurma çabasına yönelen Ankara’nın bu kaygısı özellikle Yunanistan’ın 1959’daki AET üyelik başvurusu, 1960’larda Yunanistan ile Kıbrıs konusunda yaşanan kriz ve Kıbrıs’ın ABD ile ilişkilerde de bir krize dönüşmesi sebebiyle yerini siyasal olanlara bıraktı (Balcı, 2017: 148).

Ancak Yunanistan’ın bu dönemde AET ülkeleri ile geliştirdiği ilişki Atina’nın Kıbrıs konusunda ABD ve Türkiye karşısındaki konumunu güçlendirdi. Bu nedenle Ankara’nın AET ülkelerinden Kıbrıs konusundaki destek arayışı sonuçsuz kaldı. Daha kapsamlı bir ifadeyle belirtmek gerekirse, Atina’nın 1960’lar ve 1970’lerde AET’den sağladığı ekonomik yardımlar ABD karşısındaki ekonomik özerkliğini görece arttırdı.

ABD yardımlarına daha az bağımlı olmak böylece Kıbrıs konusunda Yunanistan’ı ABD’den daha bağımız adımlar atmaya yöneltti. Yunanistan’ın 15 Temmuz 1974’te Kıbrıs’ta gerçekleştirdiği askeri darbeyi bu bağlamda değerlendirmek mümkündür.

Teorik önerme, başat gücün yardımlarına bağımlı olan bir devletin başat güce muhalefet

139

etmeyi tercih etmeyeceğini belirtmektedir (Niemann, 2016: 665). Ancak devletlerin alternatif ekonomik kaynaklara sahip olmaları devletlerin başat güce meydan okuma ihtimalini arttırır. Örneğin; materyal kapasitesinde ilerleme kaydeden (dış yardım ya da kendi imkânlarıyla) bir devlet başat gücün onaylamadığı bir tarafla çatışmaya girmek konusunda daha istekli olabilir (Jesse vd. 2012: 19; Jesse, 2012: 73; Donnelly, 2009:

56).

AET ve ABD’den Kıbrıs konusunda sağlanamayan siyasi destek ve detant döneminde azalmaya devam ABD ekonomik yardımlarını telafi etmek isteği Türkiye’yi Üçüncü Dünya ülkeleri ile ilişki kurma çabasına yöneltti (H1c). ABD göreli olarak güç kaybettiği sırada yükselen Üçüncü Dünya ülkeleri ABD düzenin ekonomik ve siyasi (BM’deki belirleyici gücü) hegemonyasına meydan okumaya yöneldi273(H3c).

Yükselen güçlerin bölgesel hegemonyalarını arttırmak (Aktarılan, Mearshimer, 2001;

Aktaran, Layne, 2012: 4) ve mevcut sistemleri zayıflatmak amacında olacakları (Bkz.

Cooley ve Nexon, 2020: 140-148) argümanından hareketle Üçüncü Dünya’nın ABD düzenine meydan okuması hiçbir sempati duymadığı Doğu Blokunu güçlendirirken Batı Blokunu ise zayıflattı (Oran, 2002: 659-660). Bu ülkeler mevcut sistemden memnun değildi bu nedenle ABD ve Batı karşısına rakip olarak ortaya çıktı. Mevcut sistemden memnun olmayan güçler (büyük) rakiplere dönüşür (Wolhforth 2009: 28).274 Üçüncü Dünya ülkeleri Batı blokunun kapitalist, Doğu blokunun ise komünist ekonomik sistemine dâhil olmayı sömürgeciliğe tekrar boyun eğmek şeklinde yorumlamaktaydı (Armaoğlu, 2004: 630). Bu nedenle bu ülkeler yeni bir ekonomik dünya düzeni oluşturulması gerektiği inancından hareketle 1973 OPEC krizi ile ABD ve gelişmiş ülkelerin/Batı’nın yazdığı uluslararası ticaret kurallarını yeniden yazmaya yöneldi

273 Üçüncü Dünya ülkeleri yeni bir devletler gruplaşmasını oluşturmaya başladıklarının ilk işaretini 1955 Nisan ayında Endonezya’nın Bandung şehrinde yapılan “Bandung Konferansı” ile verdi. Bu konferansın toplanmasına Hollanda’nın sömürgesi olan ve 1949 ‘da bağımsızlığını kazanan Endonezya öncülük etti.

Bu konferansın amacı bağımsızlığını yeni kazanmış olan devletlerin büyük güçler karşısındaki varlığını korumak için dayanışmaya girmesini sağlamaktı. Ancak bu toplantıya katılan devletlerin siyasi bakımdan sahip oldukları farklı yapılar nedeniyle Batı ve Doğu blokları karşısında yer alabilecek bir yapıyı oluşturmalarını engellemiştir. Buna rağmen bu konferans yeni bir hareketin başladığını ortaya koymuştur.

Bu toplantı böylece uluslararası alanda “Bağlantısızlık” hareketinin ortaya çıkması ile sonuçlanmıştır.

(Armaoğlu, 2004: 624-625).

274 Yeni güçler mevcut ittifaklara dâhil olmak, olmamak (Deutch ve Singer, 1962: 395, 403) ve potansiyel patron adayı olmak şeklinde üç tercih arasında seçim yapar (Layne, 1993: 9). Yükselen güçlerin tercihini belirleyecek olan şey ise dış politika önceliklerinin, amaç ve niyetlerinin ne olduğudur.

Karar kıldıkları tercih ise otonomi arttırmak isteyen tabi devletlerin akıbetini belirleme aşamasında önemlidir (Ikenberry, 2011: 27; 2015:2; 2018b:17, 21; Ebert ve Flemes, 2018: 38).

140

(Aydın, 1994: 106: 2000: 116).275 Mevcut düzenlerden memnun olmayan güçler bu düzenlerin mimarisine ya da alt yapısına meydan okuyabilir, kendi değerlerini, kural ve normlarını temel alan alternatif bir düzen kurma çabasına yönelebilirler (Cooley ve Nexon, 2020: 57).

Üçüncü Dünya ülkeleri Batılı düzenin ekonomik sisteminin yanı sıra siyasal düzenini de eşitsiz olarak görmekteydi. Bu nedenle bu ülkeler 1955’te Bandung Konferansında bir araya gelerek “Bağlantısızlık Hareketi” adı altında Batı’ya alternatif bir siyasal hareket oluşturdu. Bu hareket 1960’larda siyasi gücünü BM gibi uluslararası platformlarda arttırdı (Oran, 2002: 660). Bu hareketin siyasi gücünün artması ise Batı hiyerarşisinin BM içerisindeki siyasi eşsizliğini sarstı (Aydın, 1994: 106).276 Bağlantısızların siyasi etkisi özellikle BM Genel Kurulu’nda hissedildi. Bu ülkeler BM Genel Kurulu’ndan büyük güçlerin politikalarını ve bloklar arasındaki dengeyi etkileyebilecek olan kararlar çıkarılmasını sağladılar (Armaoğlu, 2004: 630). Bu bağlamda, Üçüncü Dünya’nın yükselişi uluslararası alandaki güç dengesini Batı düzeni aleyhine (geçici süreliğine olsa da) etkiledi.

Bağlantısızlık Hareketinin, Batı hiyerarşine antipati duymasının ve bu düzene karşı meydan okumasının önemli bir nedeni bu hareketi oluşturan devletlerden birçoğunun (Örneğin; Mısır, Hindistan) Batılı devletler ile geçmişte edindiği sömürgecilik deneyiminden kaynaklanmaktaydı. Çalışmanın ikinci kısmında değindiğimiz üzere tarihsel deneyim devletlerin dış politika oluşum sürecini ve ittifak tercihlerini etkiler.

Üçüncü Dünya’nın Batı ile arasındaki sömürge deneyimi böylece bu ülkelerin “iki bloktan birine dâhil olmayı” yeni bir sömürgeciliğe boyun eğmek olarak değerlendirmelerine yol açtı. Bu nedenle bu ülkeler hiçbir bloka bağlı olamayan bağımsız-tarafsız bir dış politika benimsedi (Armaoğlu, 2004: 630).

275 Ayrıca bkz. (Lake, 2012; 2013b: 19-20; Clark, 1989: 38-39).

276 Wohlforth (2009: 30, 37, 39-41), yükselen yeni güçlerin statüko yanlısı veya revizyonist mi olacaklarını materyal kapasiteleri ve sistemdeki güç dağılımının belirleyeceğini belirtmektedir. Yükselen yeni güçler ve hegemon arasındaki güç dağılımındaki asimetri fark hegemonun lehine (hegemon hala sistemdeki en güçlü devlet ise) ise prestij amaçlı meydan okuma olasılığı oldukça düşüktür. Güç dağılımının hegemonun aleyhine olduğu iki ve çok kutuplu sistem gibi belirsiz hiyerarşilerde (başat güçler ve ikincil devletler arası güç asimetriğinin yüksek olmadığı) ise statü ve prestij amaçlı meydan okuma ve çatışmaların ortaya çıkma olasılığı yüksektir. Fakat istikrarlı hiyerarşilerde (hegemon ve ikincil devletler arası güç asimetrisinin en yüksek olduğu tek kutuplu sistem) prestij amaçlı meydan okuma

276 Wohlforth (2009: 30, 37, 39-41), yükselen yeni güçlerin statüko yanlısı veya revizyonist mi olacaklarını materyal kapasiteleri ve sistemdeki güç dağılımının belirleyeceğini belirtmektedir. Yükselen yeni güçler ve hegemon arasındaki güç dağılımındaki asimetri fark hegemonun lehine (hegemon hala sistemdeki en güçlü devlet ise) ise prestij amaçlı meydan okuma olasılığı oldukça düşüktür. Güç dağılımının hegemonun aleyhine olduğu iki ve çok kutuplu sistem gibi belirsiz hiyerarşilerde (başat güçler ve ikincil devletler arası güç asimetriğinin yüksek olmadığı) ise statü ve prestij amaçlı meydan okuma ve çatışmaların ortaya çıkma olasılığı yüksektir. Fakat istikrarlı hiyerarşilerde (hegemon ve ikincil devletler arası güç asimetrisinin en yüksek olduğu tek kutuplu sistem) prestij amaçlı meydan okuma