• Sonuç bulunamadı

ABD Askeri Personelinin NATO İkili Anlaşmalarını Suiistimal Etmesi

BÖLÜM IV: TÜRKİYE’NİN OTONOMİ ARAYIŞININ ABD PRATİKLERİNDEN

4.1.2. ABD Askeri Personelinin NATO İkili Anlaşmalarını Suiistimal Etmesi

1960’ların ilk çeyreğine gelindiğinde Türkiye’de bulunan Amerikan askeri personelinin 1952 tarihli SOFA297 Anlaşması’nın özellikle askeri personel ile ilgili olan kısımlarını suiistimal etmeye başlaması Ankara-Washington ilişkilerinde bir başka soruna yol açtı (H1a). Amerikan personelinin bu anlaşmaya yönelik gerçekleştirdikleri aykırı eylemlerin (görev sırasında işledikleri suçlar ve SOFA’ya aykırı gerçekleştirdikleri diğer eylemler) kamuoyunda yoğun bir eleştiriye tabi tutulması Ankara’yı bu anlaşma üzerindeki otonomisini genişletecek olan girişimlere yöneltti (H2a).

Türkiye’de bulunan Amerikan askeri personeli 1960’larda SOFA ile kendisine verilen hak ve ayrıcalıkların sınır ve amacını aşan üç eylemde bulundu (Uslu, 2016: 190-193, 226). Birincisi, Amerikan personeli SOFA Anlaşması doğrultusunda 24 Haziran 1954’te Ankara-Washington arasında Türkiye’deki Amerikan personelinin vergi muafiyetine

297 SOFA, Türkiye NATO’ya dâhil olmadan önce 19 Haziran 1951’de NATO üye ülkeleri arasında imzalanmıştı.

160

dair imzalanan anlaşmayla aykırı olan davranışlar sergiledi (H2a). Bu anlaşma ile ortak savunma için ABD’nin yapacağı masraflardan vergi alınmaması ve Amerikan askeri personelinin Türkiye’ye getirdikleri kişisel eşyalarının vergiden muaf tutulması kararlaştırılmıştı. Yani bu anlaşma ile Türkiye’deki Amerikan sivil ve askeri personeli gümrük vergisinden muaf tutulmuş oluyordu. Aynı anlaşmada bu muafiyetin suiistimal edilmemesi için Ankara ve Washington’un ortak önlemler alması gerektiği de hükme bağlanmıştı (Erhan, 2002: 558).

Amerikan askeri personeli bu anlaşma doğrultusunda Türkiye’de kendilerine ait PX (Post of Exchanges) ismindeki mağazalar ve Washington ile haberleşmelerini sağlayan Ordu Posta Bürosu (Army Post Office, APO) kurdu. Ancak Amerikan personeli PX mağazalarından gümrüksüz aldıkları malları ve ABD’den getirdikleri diğer ürünleri (içki, sigara, giyim vd.) Türkiye’de fahiş fiyatlarla kar güderek satmaya başladı. ABD askeri personelinin yaptığı bu satış eylemi 1954 anlaşmasına aykırı olması nedeniyle illegaldi (H2a). Amerikan askerlerinin bu yollarla Türkiye piyasalarına soktukları malların miktarının kısa sürede artması birçok büyük şehirde “Amerikan Pazarı” adı altında kaçakçı mağazaların açılmasına neden oldu. Bu durumun Türkiye ekonomisinin gidişatını olumsuz etkilemesi üzerine Türkiye kolluk kuvvetleri Amerikan askerlerinin söz konusu illegal eylemlerini önlemeye yönelik operasyonlar gerçekleştirdi. Bu operasyonların eylemlerin yasal olmadığını açığa çıkarması üzerine kamuoyunda SOFA’nın ihlal edildiği tartışması başladı (Erhan, 2002: 692; Uslu, 2016: 193; Harris, 1972: 56-61; Türkmen, 2012: 81).

Kamuoyunun 1960’larda SOFA anlaşmasına yönelik ikinci eleştirisi ise Türkiye’deki Amerikan askeri personelinin yargılanmasına dair Türk makamlarının yetkilerine getirilen sınırlar ile ilgiliydi (Erhan, 2002: 693; Türkmen, 2012: 81). Amerikan askeri personelinin yargılanma sürecine dair Ankara-Washington arasında SOFA doğrultusunda imzalanan anlaşmanın yedinci maddesi “Resmi görev icra edildiği sırada askeri personel suç işlerse suçun vuku bulduğu ülkenin hükümeti, suçun adli prosedür sürecini suçu işleyen askeri personelin devletine bırakacağı” belirtmekteydi. Yani bu madde gereğince bir Amerikan personeli resmi görev sırasında suç işlediği takdirde Türkiye mahkemeleri suçluyu yargılama hakkına sahip olamayacaktı. Bu madde ABD-Türkiye ilişkilerinde ikinci bir soruna daha yol açtı. Bu sorun kaynağını ilgili maddenin

161

“Amerikan askeri personelinin suçu işlediği sırada resmi görevini icra edip etmediğine yönelik” tanımlama muğlaklığından ve bu tanımlamayı hangi tarafın yapacağına dair net bir ifade içermiyor olmasından aldı. 1956’da Türkiye makamları bu belirsizliğin giderilmesi için suçlunun görev sırasında olup olmadığı tanımlamasını ilgili Amerikan makamlarına bıraktı (Türkmen, 2012: 81; Uslu, 2016: 190; Erhan, 2002: 557). Ancak 1959 yılı bu sorunun tam olarak giderilmediğini ve bu anlaşmanın suiistimal edildiğini (H2a) ortaya koyan önemli bir gelişmeye tanıklık etti.

Kasım 1959’da Türkiye’de görevli olan ABD’li Yarbay Allen I. Morrison’un özel arabasıyla yaptığı kaza sonucu 1 Türk askerin ölümüne ve 11 askerin yaralanmasına sebep oldu. Washington yarbayın bu kazayı görev sırasında yaptığını Türkiye tarafına kabul ettirdi. Böylece suçlunun yargılanması Amerikan makamlarına bırakıldı. Yarbay ABD yargı makamlarınca yapılan yargılama sonucunda görevden uzaklaştırıldı ve 1200 dolarlık para cezasına çarptırıldı. Ancak kamuoyu bu yargılamanın adil olmadığını belirtti (Harris, 1972: 59, 61; Erhan, 2002: 559). Yarbaya verilen cezayı yetersiz bulan kamuoyu Amerikan personelinin SOFA anlaşması ile kendisine tanınan ayrıcalıkların çok ötesine gittiğini (H2a) ve Türkiye mahkemelerinin yargılama haklarının ABD tarafından elinden alındığı tartışmasını başlattı. Örneğin; sol kamuoyunun siyasetteki karşılığı olan TİP’in genel dönem başkanı mecliste yaptığı bir konuşma sırasında ABD’nin suç işleyen personeli görevde bulunduğu bahanesiyle Türkiye makamlarının elinden aldığını belirten bir açıklama yaptı (Uslu, 2016: 191; Türkmen, 2012: 81). Bu tartışma kısa bir süre sonra yerini Amerikan karşıtı gösterilere bıraktı.

Türkiye’deki ABD askeri personeli SOFA’ya yönelik üçüncü aykırı eylemini bu anlaşma doğrultusunda 1954’te Ankara-Washington arasında imzalanan Askeri Kolaylıklar anlaşmasını suiistimal ederek gerçekleştirdi. Bu anlaşmada Türkiye askeri ve Türkiye’deki ABD askeri personelinin eşit haklara sahip olduğu belirtilmekteydi.

Ancak ABD askeri personeli kendileri ile birlikte Türkiye’deki ABD askeri tesislerinde çalışan Türkiye askeri personeline kendileri ile aynı haklardan yararlanma imkânı tanımamaktaydı (H2a). Kamuoyu ve dönemin muhalefet partileri bu durumdan haberdar olduktan kısa bir süre sonra ABD askerlerinin Türkiye askerlerinin yemekhane, spor salonu vb. birimlerden kendileri ile eşit şekilde yaralanmasına müsaade etmediğini belirtti (Erhan, 2002: 693).

162

Küba Krizi ve Johnson Mektubu’nun kamuoyunda ülkedeki ABD askeri varlığını tartışmaya açtığı dönemde ülkedeki ABD askeri personelinin SOFA’ya yönelik gerçekleştirdiği bu üç aykırı eylem bu tartışmayı daha fazla derinleştirdi (Erhan, 2002:

692). Bu tartışma ABD’yi bu eleştiriyi hafifletecek önlemler almaya yöneltti. Örneğin;

Washington’un girişimiyle 1968’de sayıları 24 bini aşan Türkiye’deki ABD personel sayısı (Balcı, 2017: 144; Erhan, 2002: 698) 1970’ye gelindiğinde 16 bine düşürüldü (Harris, 1972: 167; Erhan, 2002: 693). Bunun yanı sıra ABD, PX mağazalarını Türkiye’nin daha sakin yerlerine taşıdı (Uslu, 2016: 197). Ancak ABD’nin bu girişimleri (Erhan, 2002: 693) kamuoyu tarafından yeterli bulunmadı. Kamuoyu ABD’nin bu girişimlerini “görüntüyü azaltmak” olarak değerlendirdi.

Kamuoyunun ülkedeki ABD varlığına yönelik artan yoğun eleştirisi dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’i Türkiye’nin SOFA Anlaşması üzerindeki yetkilerini arttıracak olan üç önemli girişime yöneltti. İlk olarak, Demirel Hükümeti ABD askerinin Türkiye’de gerçekleştirdiği karaborsa eylemlerinin önüne geçmeyi hedefledi ve bu amaçla 1967’de Washington ile anlaşma imzaladı (Uslu, 2016: 197). Bu anlaşma ile ABD askeri personelinin gümrük işlemlerine tabi tutulması kararlaştırıldı (Cumhuriyet, 7 Mayıs 1967: 1, 7). Demirel’in ikinci önemli girişimi ise 1966’da ABD’ye SOFA’nın revize edilmesi yönünde ilettiği talep ve bu talebin 1968’de karşılık bulması oldu. 24 Eylül 1968’de ABD-Türkiye arasında Resmi Vazife Sırasında İşlenen Suçlarla ilgili imzalanan anlaşma ile anlaşma ile Türkiye’de herhangi bir suç işleyen ABD askeri personelinin suçu görevi sırasında işleyip işlemediğine karar verme yetkisi Türkiye’nin ilgili makamlarına bırakıldı (Kösebalaban 2014: 2000). Ancak bu makamlar ABD personelini yargılama hakkına ABD’nin kendi personelinin suçu görev sırasında işlediği iddiasından vazgeçmesi durumunda sahip olacaktı. ABD’nin suçun görev sırasında işlediği yönündeki ısrarını sürdürmesi durumunda ise ABD ve Türkiye makamları iki ay içerisinde siyasal teatilerde bulunacaktı. Bu görüşmelerden sonuç alınamaması durumunda ise sanık ABD mahkemelerince yargılanacaktı (Erhan, 2002: 694; Türkmen, 2012: 125).

Bu durumda ABD personelinin Türkiye makamlarınca yargılanıp yargılanmayacağını ABD’nin itiraz edip etmeyeceği belirleyecekti. Kısacası bu anlaşmayla ABD askeri personelinin yargılanması hususunda Türkiye makamlarına getirilen sınır kısmen

163

gevşetildi ve ABD askerinin Türkiye’de sahip olduğu yetkiler ve ayrıcalıklar Ankara’nın egemenlik haklarına (kısmen) uygun hale getirilerek sınırlandırıldı (Türkmen, 2012: 125; Armaoğlu, 2004: 823). Ankara’nın SOFA üzerindeki egemenlik haklarını daha fazla genişletmesi ise aşağıda değineceğimiz üzere 1969 Ortak Savunma ve İşbirliği Anlaşması (OSİA) ile olacaktır. Ancak bu anlaşmayı Türkiye 1975 Amerikan askeri ambargosuna bir tepki olarak iptal edecek ve bu nedenle OSİA yerini ilk önce 1976 sonrasında ise 1980 tarihli iki ayrı Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması’na (SEİA) bırakacaktır. 1980 SEİA’sı ile Türkiye üs ve tesisler üzerindeki egemenlik yetkilerini büyük ölçüde genişletecektir (Armaoğlu, 2004: 824).