• Sonuç bulunamadı

EKONOMİNİN KURUMSAL YAPILANMASI VE DEVLETÇİLİK

Belgede İKTİSADİ GÜCÜN OLUŞUMU (sayfa 189-200)

1. Kurumsal Yapılanma

Yıllar süren savaşlardan sonra ulusal güç unsurlarında meydana gelen önemli zayıflıklar hatta yokluklar gelişmiş ülkelerle aramızda büyük bir boşluk yaratmıştı.

Mustafa Kemal’in felsefesinde; meydana gelen bu boşluğu doldurarak onlara yetişebilmek için başlangıçta bir noktaya kadar devrimi uygulamak suretiyle belirlenen hedefe ulaşmak, sonra da evrim yolu ile ilerlemeye devam etmek yatmaktadır. Bütün kaynaklarını ulusal bağımsızlığı kazanmak için harcamış olan ülkemizin gelişmiş ülkeler gibi evrim yoluyla ilerlemesi ve gelişmiş memleketlerin seviyesine çıkması olası değildir. Gelişmiş ülkeler için tekamül usulü ile ilerlemek ne derece normal ise ülkemiz için de aradaki mesafeyi kısa sürede kapayabilmek için devrim yolu ile ilerlemek o derece doğaldır.88

Atatürk, ekonomik kalkınmada gelişmiş Türkiye idealine ulaşmak için kuvvet çarpanlarını şu şekilde ifade etmektedir. “Ekonomik kalkınma; Türkiye’nin hür müstakil, daima daha kuvvetli, daima daha refahlı Türkiye idealinin, bel kemiğidir.

86 Tokgöz, A.g.e., s.4150;Buğday fiyatları 13.5 kuruştan 3.5 kuruşa, tütün fiyatları 71 kuruştan 30 kuruşa düştü. Dış ticaret açığı 1928’de 50 milyon lira iken 1929 yılı sonunda 100 milyon liraya aştı.

87 Alkin, A.g.b., s.115.

88 Kemal Satır, Doğumunun 100.Yılında Düzenlenen Atatürk Döneminde Türkiye Ekonomisi Semineri, İstanbul, YKB Yayını, 1981, Açış Konuşması, s.10.

Türkiye bu kalkınmada iki büyük kuvvet serisine dayanmaktadır. Toprağının iklimleri, zenginlikleri ve başlı başına bir servet olan coğrafi vaziyeti; ve bir de Türk milletinin, silah kadar makine de tutmaya yaraşan kudretli eli ve ulusal olduğuna inandığı işlerde ve zamanlarda tarihin akışını değiştirip celaletle tecelli eden, yüksek sosyal benlik duygusu...”89

Modern Türk Devleti Projesi’ne uygun olarak gelişmemiş bir toplumdan modern topluma geçmek için gerekli olan devrimler uygun zamanda ve zeminde gerçekleştirilirken yukarıda belirtilen ekonomik düşünceleri hayata geçirecek kurumsal yapılanmanın devrimlerle eş zamanlı olarak yapılması sağlanmıştır. 90

Cumhuriyetin kuruluşundan hemen sonra gerçekleştirilen yasal düzenlemeler ve oluşturulan kurumlar, daha sonraki ekonomik ve toplumsal gelişmenin belirleyicisi olmuştur. Yasal düzenlemeler Avrupa ülkeleri yasalarının (Medeni, Ceza, Ticaret, Yargılama Usulleri v.d.) çok kısa sürede ve bazı değişikliklerle alınmasıyla gerçekleştirilmiştir. Bunlarla yasal düzen dinsel öğelerden arındırılarak, laik çağdaş bir çerçeveye oturtulmak suretiyle ekonomik ve toplumsal gelişimin yasal çerçevesi çizilmiştir. Bunlara, özellikle yazı, tartı, takvim, giyim ve kadın hakları gibi alanlarda getirilen düzenlemelerde eklendiğinde, oluşan yasal yapı, özel mülkiyeti ve girişim serbestisini esas alan gelişmiş ülkelerin düzenlemelerine dayandırılmıştır. Bu yasal ve kurumsal gelişmelerin toplumun tüm kesimlerine yansıması, geleneksel düşünce alışkanlıklarının yerini alması, daha sonraki yıllarda sermaye birikimlerindeki gelişmelerle olmuştur. Bu açıdan denilebilir ki gerçekleştirilen yasal ve kurumsal düzenlemeler ekonomik ve toplumsal gelişmeden önce, bunu sağlamak üzere ortaya çıkmıştır.91

Bir ülke ekonomisinin yalnızca piyasa güçlerinin yönlendirmesine bırakılmayıp, ulusal çıkarlara göre yönlendirilmesi, başka bir deyişle ciddi bir ekonomik politika uygulanmak isteniyorsa bu ekonomik politika için belirli bir örgütlenmeye gitmek gerekir. Bu örgütlenmede politika kararlarını geliştirecek bir kurum, gerekli bilgileri toplayacak bir bilgi toplama sistemi ve verilecek kararlardan etkilenecek grupların,

89 Söylev ve Demeçler, C.II,s.412-416.

90 Tokgöz, A.g.e., s.50-64; Söylev ve Demeçler, C.I,s.344-347

91 Kepenek, A.g.e., s.46-48.

kararları etkileme organlarının kurulması gerekir.92 Bu görüşten hareketle 1925-1928 döneminde yeniden düzenlenen Ticaret ve Sanayi Odaları, İstatistik Genel Müdürlüğü, Ali İktisat Meclisi ve İktisat Bakanlığı ekonominin yönlendirilmesi için gerekli kurumları göstermesi bakımından ilginçtir. Türkiye Dünya Buhranı’na girerken ekonomik politikalarını yönlendirmek için gerekli kurumsallaşma yönünde önemli adımlar atmıştır.

Maliye alanındaki kurumsal ve yasal düzenlemeler 1927 yılında kabul edilen Muhasebe-i Umumiye Kanunu ve Maliye Bakanlığı oluşturur. O dönemde Türkiye Cumhuriyeti’nde denk bütçe ilkesi maliye politikasının temel ilkesi olarak kabul edilmiştir. Bu ilkeye verilen önem, aynı zamanda Osmanlı Devleti’ndeki bütçe açıklarından ve açıkların kapatılmasının siyasal maliyetinin çok yüksek olmasından kaynaklanmıştır. Başlangıçta sistemli bir yapıya sahip olmayan vergilerin 1930’dan sonra sık sık yapılan değişikliklerle çok karmaşık bir hale geldiği görülmektedir. Ancak bu değişikliklerin yapılmasında esnek ve iktisadi koşullara uygun bir vergi politikası izlemek arzusunun önemli rol oynadığını belirtmek gerekir. Bu dönemde vergi sisteminin diğer bir özelliği, Aşar’ın kaldırılması sonucu tarım kesiminin doğrudan ödediği vergilerin hem oran hem miktar olarak azalmasıdır. O dönemin koşulları da hesaba katıldığında 1925-1928 döneminin vergi uygulamaları açısından adil ve verimli olduğu söylenebilir. Ancak bu dönemin iki özelliği tarımsal kazançların vergi dışı bırakılması ve dolaysız vergilerin kolay vergilendirilen ücretler üzerinde yoğunlaşması vergi sistemine gelenek olarak yerleşmiştir.93

Atatürk’ün düşünüp uygulamak istediği mali politika şu öğelere dayanmaktadır94 -Devlet hazinesinin sürekli olarak güçlü olması,

-Devlet bütçesinin denkliği,

-Devlet gelirleri halkın gelirleri ile orantılı olmalı,

-Ekonomik etkileri ve özellikle üretim üzerindeki etkileri olumsuz olan vergiler kaldırılmalı.

92 Tekeli ve İlkin, A.g.e., s.57-58.

93 Sevim Görgün, “Atatürk Döneminde Kamu Harcamaları ve Belgeleri” Atatürk Döneminde Türkiye Ekonomisi Semineri, s.76.

94 Aysan, .A.g.e., s.57.

Atatürk bu konudaki düşüncelerini T.B.M.M’nin üçüncü toplanma yılını açarken 1 Mart 1922’de şöyle anlatmaktadır95 “Bugünkü çalışmalarımızın amacı tam özgürlüktür. Özgürlüğün eksiksiz olması ise ancak mali özgürlük ile mümkündür. Bir devletin maliyesi özgürlükten mahrum olunca o devletin bütün hayati işlerinde bağımsızlık felç olmuştur. Çünkü her devlet organı ancak maliye gücü ile yaşar.

Maliyenin bağımsızlığının korunması için ilk koşul bütçenin ekonomik yapı ile uygun ve denk olmasıdır. Devlet bünyesini yaşatmak için dış devletlere başvurmadan ülkenin gelirleriyle idare yollarını bulmak gerekir. Azami tasarruf ulusal ilkemizdir.” İşte bu düşüncedir ki ulusalcılar Kurtuluş Savaşı’nın tüm olumsuzluklarına karşı bu konuya büyük önem göstermiştir.96

Türk idarecileri muhtelif vesilelerle Türk parasının değerini koruma konusunda kararlı olduklarını açıklamışlardır. Bu yöneticiler hiçbir zaman paranın değerini düşürmeyi, enflasyon veya devalüasyona sapmayı fikirlerinden dahi geçirmemiş, bunu da açıklıkla ifade etmişlerdir. Türk parası hakkında halka güven veren bu politika, ülkenin artmakta olan tasarrufunun güven duyduğu en sağlam esaslardan biridir.97

Türkiye 1932 yılından sonra güdümlü bir ekonomi politikası izlemek suretiyle kamu iktisadi teşebbüsleri kurarak ekonomik kalkınma deneyimine girişmiştir.

Atatürk’ün ekonomik kalkınma modelinin hedeflerinden bazıları hızlı ve dengeli bir sermaye birikimi, dış ticaret ve ödemeler dengesi, dengeli bir gelir dağılımı, enflasyonsuz yüksek bir büyüme hızı, bölgelerarası gelişmişlik farklarının giderilmesi gibi çağdaş bir ekonominin tüm unsurlarını ve amaçlarını taşımaktadır98.

İzlenen ekonomik politikalar kuşkusuz bankacılık üzerinde de etkilerini göstermiştir. Yeni Türk Devletinde ekonomik bağımsızlık için ulusal bir Merkez Bankası kurulması özlemi ve zorunluluğu duyulmuş, çalışmalar İzmir İktisat Kongresinde somutlaşmış ancak, ülke şartlarının uygun olmaması sebebiyle kuruluş 1930 yılına sarkmıştır. Cumhuriyet döneminde bankacılık alanında atılan en önemli adım Merkez Bankası olmuştur. Ekonomik kalkınma açısından izlenecek temel politika değişikliği bankacılık sistemi üzerine de yansımış 1933-1938 yılları arasında önemli

95 Söylev ve Demeçler, C.I, s.243.

96 Söylev ve Demeçler, C.I, s.243-244;Güneş, A.g.m., s.765; Ülken, “Atatürk’ün İktisadi Düşüncesi ve politikası” Atatürkçülük II, s.257.

97 Haldun Derin, Türkiye’de Devletçilik, İstanbul, 1940’dan Aysan, A.g.e.,s.61-62.

98 Aysan, A.g.e.,s.161; Öztin Akgüç, “Atatürk Döneminde Bankacılık”, Atatürk Döneminde Türkiye Ekonomisi Semineri, s.153-174.

devlet bankaları ardarda faaliyete geçmiştir. Bunlar sırası ile 1933’te Sümerbank, 1935’te Etibank ve 1937’de Denizbank ve Halk Bankası’dır. Günümüz iktisat biliminde tanımlanan “Kalkınma Bankası” gibi kurulan Sümerbank çağını aşan benzer koşullarda eşi olmayan bir banka modelidir. Atatürk’ün Türkiye’nin içinde bulunduğu sosyo-ekonomik koşullarda belirlediği “Devletçilik”in temel kurumu ve sürükleyici gücünü oluşturmuştur. Şüphesiz bu dönemde devlet bankalarının kuruluşu ile sanayi plânı ve iktisadi devletçilik ilkesinin uygulanması arasında organik bir bağ vardır. Birinci Sanayi Plânı Sümerbank ve İş Bankası, İkinci Sanayi Plânı ise Etibank önderliğinde yürütülecektir.99

Tarımın gelişmesine son derece önem verilmiştir. Çünkü ülkenin içinde bulunduğu yoksulluk ve felaketin tek nedeni, tarım alanında arzu edilen gelişmenin gösterilememiş olmasıdır. Atatürk, “Türkiye’nin asıl sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür” demekle az gelişmiş bir ekonomide tarım kesimine verilmesi gereken önemi belirtmiştir. Bunu gerçekleştirecek düşünceler;

-Topraksız çiftçi bırakmamak,

-İş araçlarını artırmak, iyileştirmek ve korumak, -Tarım bölgelerine göre özel önlemler almak, -Çok iyi ve ucuz ürün elde etmek,

şeklinde bir plâna bağlanarak yerine getirilmeye çalışılmıştır.100

Ancak, tarım kesimine verdiği büyük öneme rağmen Atatürk ülke kalkınmasının sanayileşmeye bağlı olduğunu daima ön plânda tutmuş ve tarımdaki gelişmenin

“tarımsal sanayi” biçimine dayanacağını açıkça belirtmiştir.101

Toprağın verimini artıracak olan “teknik”in ziraata tatbik edilmesi de gene sanayiinin oluşması ve gelişmesi ile mümkündür.102

Atatürk “tarım mı, sanayi mi? tartışmasına girmemiş ve girilmesine de izin vermemiştir. Çünkü O, ekonomik sektörlerin birbirini tamamlamasına veya dengeli büyümesine önem vermiştir. Devletçilik uygulamalarına geçildiğinde tarımda yeni oluşmalara gidilmiştir. Tarımı geliştirmek için nitelikli tohum,, damızlık, fide ve fidan yetiştirip çiftçiye dağıtmak üzere hazine arazilerinde devlet sermayesi ile örnek çiftlikler

99 Ülken, A.g.m., s.267; Tokgöz, A.g.e.,s.63;Akgüç, A.g.b., s.153.

100 Ülken, A.g.m., s.254; Tokgöz, A.g.e.,s.75.

101 Ülken, Atatürk ve İktisat, Ankara, İş Bankası Yayını, TİSA Matbaası, 1981, s.13-17.

102 Afetinan, Türkiye Cumhuriyeti’nin İkinci Sanayi Plânı, 1936, s.8.

kurulmuştur. Ankara’da Gazi Orman Çiftliği uygulamasının başarılı olması bu kararın alınmasını kolaylaştırmıştır103

Tarım alanındaki gelişmeler tarımın himaye edilmesi yolu ile olmuştur. Bu konuda 1924 tarihli Toprak Kanunu ve bunu izleyen yıllarda hayata geçirilen Toprak Mahsulleri Ofisi, Tarım Kredi Kooperatifleri, Zirai Birliklerin kuruluşu ve tarım kesiminin daha elverişli koşullarda kredilendirilmesine yardımcı olmak üzere Ziraat Bankası’nın anonim şirket olması, kurumsal düzenlemeler açısından önem taşımaktadır.

Bu düzenlemeler tarımda ekonomik gelişmeyi sağlarken toplumsal değişim yönünde de önemli adımlar atılmıştır. Ekonomik kalkınmanın sanayiinin gelişmesi yoluyla olabileceğine olan inanç ve bu konuda sağlanan ilerlemelere rağmen tarım işçisinden sanayi işçisine geçişte bir takım zorluklar yaşanmıştır. Çiftçinin toprağının başında kalmak istemesi o dönemin sanayi toplumuna geçişteki çarpıklığı ve uyumsuzluğu göstermesi bakımından ilginçtir. Sanayi alanındaki gelişme geleneksel kırsal ve toplumsal yapının çözülmesine yetmemiştir. Burada atılan önemli adım köy enstitülerinin kurulmasıdır. Köy enstitüleri Cumhuriyet Hükümeti’nin uyguladığı köklü kurumsal değişimin kırsal kesime götürülmesi çabası olarak görülebilir. Ancak bu noktada önemli bir farklılığa değinilmelidir. Köy enstitüleri üretime de yönelikti; akılcı, çağdaş, ve laik düşünce, kırsal kesime yayılırken ilkel üretim yöntemlerinin yerini yenileri almalıydı104.

Dönemin en önemli özelliklerinden biri de ekonomik konuların Anayasa metninde yer almasıdır. Anayasanın bireysel mülkiyet ve girişimi koruyucu özellikleri açıktır. 1924 Anayasasının devleti, müdahaleci ve sınırlayıcı değildi. Bir yıl önce yapılan İzmir İktisat Kongresinde alınan liberal ve özel teşebbüsçü kararların ruhu anayasaya da sinmişti105. Değişen ekonomik yapıyla ilgili konular anayasa metnine girmiş ve yasal dayanak oluşturmuştur. Devletçilik ilkesinin 1937’de anayasada yer alması bu fikrin sonucudur.

103 Tokgöz, A.g.e.,s.64.

104 Kepenek, A.g.e., s.79-80.

105 Bülent Tanör, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, 9.B.İstanbul, YKB. Yayınları, 1997, s.310-311.

2. Devletçilik Uygulamaları

1929 yılının sonbaharında ABD’de başlayan “Büyük Bunalım” kısa sürede bütün dünyaya yayılarak Sovyet Rusya hariç tüm ülkelerin ekonomilerinin çökmesine neden olmuştur. Kriz öncelikle ve büyük ölçüde tarım ürünleri piyasalarını tahrip ettiğinden, ihracatı çoğunlukla tarım ürünlerinden oluşan Türk ekonomisi üzerinde yıkıcı etkileri olmuştur. Bunalımın ilk belirtileri Türk lirasının ABD Doları ve İngiliz Sterlini karşısında değer kaybı ile hissedilmeye başlanılmıştır.106 Bunalım sırasında düşen dünya fiyatları Türkiye’nin dış ticaretini önemli ölçüde etkilemiştir. Açık 1929 yılında en yüksek seviyeye ulaşmıştır. Bu duruma sebep olan gelişmeler ise şöyle sıralanabilir. 107

-Millileştirilen yabancı şirketlerin tazminat taksitlerinin ödenmesi, -Söz konusu şirketlerin servetlerini dövize çevirip yurtdışına götürmesi, -Düyûn-u Umumiye borçları ilk taksitinin ödenmesidir.

Bir yıl içerisinde genç Cumhuriyet yönetiminin kurmaya çalıştığı iktisadi, sosyal, ve siyasal dengeler altüst olmuştur. Çünkü kriz Türkiye’de “liberal” bir iktisat politikasının egemen olduğu bir dönemde liberal politikalara karşı duyulan güveni büyük ölçüde sarsmıştır. Bu durum devletçiliğe geçişi zorlayan belirleyici bir etki yapmıştır108 Bu gelişme, dönemin yönetiminde iktisadi hayata bakış açısının önemli ölçüde değişmesine neden olmuştur. Dünyanın ve Türkiye’nin içinde bulunduğu koşulları çok iyi değerlendiren Atatürk ülkenin iktisadi ve sosyal yapısına uygun önlemleri ardarda yürürlüğe koymaya, diğer bir deyişle, “Devletçilik”i kurumlaştırmaya başlamıştır.109 Atatürk “Devletçilik” prensibini şu şekilde tanımlamıştır.110

“Türkiye’nin tatbik ettiği Devletçilik Sistemi 19. asırdan beri sosyalizm kuramcılarının ileri sürdükleri fikirlerden alınarak tercüme edilmiş bir sistem değildir.

Bu Türkiye’nin ihtiyaçlarından doğmuş, Türkiye’ye has bir sistemdir.

106 Tokgöz, A.g.e.,s.58;Alkin A.g.b., s.119; 1928 yılında 1 Dolar 1.96 kuruş’dan, 1929’da 2.08 kuruşa, 1930’da 2.12 kuruşa yükselmiştir. Sterlin ise 1928’de 9.57, 1929’da 10.09 ve 1930’da 10.32 kuruş olmuştur.

107 Tokgöz, A.g.e.,s.84-85.

108 Boratav, A.g.e., s.139

109Tokgöz, A.g.e.,s.58; Alkin , A.g.b.,120.

110 Afetinan, Devletçilik İlkesi, s.15; Afetinan,Türkiye Cumhuriyeti’nin İkinci Sanayi Plânı, 1936, 2.B.Ankara, TTK, 1989, S.VII; Aysan, A.g.e., s.21-23.

Devletçiliğin bizce manası şudur:Fertlerin hususi teşebbüslerini ve faaliyetlerini esas tutmak, fakat büyük bir milletin bütün ihtiyaçlarını ve birçok şeylerin yapılmadığını gözönünde tutarak memleket iktisadıyatını devlet eline almak...

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk vatanında asırlardan beri ferdi ve hususi teşebbüslerle yapılamamış olan şeyleri bir an evvel yapmak istedi ve görüldüğü gibi kısa zamanda yapmaya muaffak oldu. Bizim takip ettiğimiz bu yol görüldüğü gibi Liberalizmden başka bir sistemdir...” Bu ilke 5 Şubat 1937’de 3115 Sayılı Yasa ile Anayasaya girmiştir.

Atatürk’ün ekonomik modeli hep kişisel girişime (ferdi teşebbüse) öncelik vermiş, koyu bir devletçilik uygulamasını önlemeye çalışmıştır. O, başından itibaren özel teşebbüsü esas tutmuş ve yaşamı süresince bu prensibi tatbik etmiştir.111 Atatürk’ün kendi el yazısı ile ifade ettiği “Mutedil Devletçilik” terimi Başbakan İsmet İnönü tarafından 30 Ağustos 1930’da Kayseri-Sivas demiryolunu işletmeye açarken yeni iktisadi düzenin adı olarak açıklanmıştır.112 Fakat, 1930 yılında bu terim kullanılmış ise de Atatürk’ün 1931 yılında Afetinan’a dikte ettirdiği Devletçilik aynen şöyledir.113

“Bizim takip ettiğimiz Devletçilik ferdi mesai ve faaliyeti esas tutmakla birlikte mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha ve memleketi mamuriyete eriştirmek için milletin umumi ve yüksek çıkarlarını icabettirdiği işlerde, bilhassa iktisadi sahada Devleti fiilen alâkadar etmektir.” İşte bu devreden sonra sanayi plânlarının raporları hazırlanmıştır. Bu açıklamalara göre Atatürk;

-Ferdi teşebbüsün korunmasını ve desteklenmesini demokratik rejimin kaçınılmaz bir koşulu olarak görmektedir.

-Ekonomik kalkınmanın temelinde ferdi teşebbüs ve menfaatin bulunmasını doğal bir olgu olarak kabul etmektedir.

-Devletin ekonomik faaliyetinin ferdi teşebbüsü engelleme noktasına gelmemesini istemektedir.

111 Emre Kongar, “Devletçilik ve Günümüzdeki Sonuçları”Atatürk Döneminin Ekonomik ve Toplumsal Sorunları, 1923-1938, İstanbul, İTİA,1977, s.141-163.

112 Afetinan, Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün El Yazıları, Ankara TTK, 1998, s.449; Tokgöz, A.g.e.,s.56.

113 Afetinan, Türkiye Cumhuriyeti’nin İkinci Sanayi Plânı, S.VII-VIII.

-Bu nedenle devletin ekonomik faaliyetine sınır çizilmesini, hükümetlerin temel görevi saymaktadır.

-Bu sınırın zaman içinde değişeceğini kabul etmektedir.114

Tanımlanan bu “Devletçilik” modelini uygulamak için, önce laik hukuk devletinin gereği olarak devletin ekonominin işleyişine müdahale ve yön verme yetkilerini tanımlayan yasalar çıkarılmıştır. Bu bağlamda 1931 yılında faaliyete geçen T.C. Merkez Bankası ile kurulmakta olan “yeni ekonomik düzen”in kendisini dış ekonomik güçlere karşı koruması mümkün hale gelmiştir. Ayrıca, yönlendirici ve öncü faaliyetlerde bulunmak üzere kamu kurum ve kuruluşlarının örgütlenmesi sağlanmıştır.

Atatürk, dünya ekonomik bunalımına karşı alınan önlemlerin uygulama sonuçlarını 1 Kasım 1930’da TBMM’nin Üçüncü Dönem Dördüncü Toplanma Yılını Açarken şöyle dile getirmiştir.115

“...Geçen sene zarfında mücadeleye mecbur olduğumuz bir büyük hâdise de milli para buhranıdır. Buhranı karşılamak için alınan tedbirlerin isabeti tahakkuk etmiştir. Her şeyden mühim olan esas iktisadi nokta-i nazardan, milletin uyanıklığı ve kendisinin yaşamak hakkına itimadıdır. Meclis ve hükümet tarafından alınan tedbirler, hassaten bu esasta birleşir. Bu gün içinde bulunduğumuz vaziyet mali ve iktisadi tedbir ve ihtiyatlar da dikkatle devam olunmasını icap ettirmektedir.

Efendiler, bilhassa zirai memleketlerde hissolunan cihanşümul bir iktisadi buhran vardır. Bu buhran tabiatıyle bizim memleketimize de tamas etmiş ve ağırlığını hissetrirmiştir. Bu sıkıntı karşısında emsalsiz tahribattan dar ve kurak senelerden sonra, vatanımızın gösterdiği hayatiyet ve tahammül ancak Türk milletinin bünyesindeki kudret ve Büyük Millet Meclisi’nin tedbirlerindeki isabetle izah olunabilir.”

Büyük bunalımın neden olduğu sosyal ve ekonomik sorunları çözmede batı ülkeleri de kamu müdahalesini uygun bir araç olarak görmeye başlamışlardır. Diğer bir söylemle dünya “Büyük Bunalım”dan yediği darbe sonunda uzun bir süreçte yürütülen liberalizm uygulamasından toplumun her kesimi yoğun kamu müdahalesini hoş gören bir ortama geçmeye hazır hale gelmiştir. İşte bütün bu iç ve dış koşullar sonucunda, Türkiye’de devlet, sanayileşmenin sorumluluğunu yüklenmeye karar vermiş ve bu

114 Aysan, A.g.e.,s.30.

115 Söylev ve Demeçler, C.I, s.382.

sorumluluğu beşer yıllık sanayileşme plânları yapıp uygulamaya kadar götürmüştür.116 Gelinen bu noktada sanayileşme kararı verildikten sonra özel girişimin himayesi yolu ile gerçekleşmesi, iktisadi ve sosyal problemler yaratması bir yana mümkünde olamamaktadır. Geçmiş yılların tecrübeleri bunun en iyi kanıtıdır. Tek çıkar yol kalmaktadır, devletin bizzat kendi sanayiini kurmasıdır.117. Devletçilik kurumsal tartışmaların yada önceden belirlenen siyasal görüşlere sahip kurumların ülke yönetimine gelmeleri sonucu uygulanan bir ekonomi politikası değildir. Bir bakıma dönemin kendine özgü koşullarından doğan bir olgudur.118

Devletçilik, 1930’larda yalnızca dünya ekonomik bunalımının zorlamalarıyla değil, aynı zamanda iktisadi bağımsızlık ve hızlı ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmek için anlamlı bir yöntem olarak da kabul edilmiştir.119

Atatürk’ün “Devletçilik” uygulamasıyla ilgili görüş ve kararları 1930-1933 yılları arasında yapılan yasal düzenlemeler ile kurumsallaşmış ve bir modele dönüşmüştür. Bu model “Devlet öncülüğünde plânlı sanayileşme” şeklinde 17 Nisan 1934’de yürürlüğe giren Birinci Beş Yıllık Sanayi Plânı (1934-1938) ile hayata geçirilmiştir.120

Burada çok önemli iki özelliğin belirtilmesi gerekir. Birincisi, 1934 yılında uygulamaya konulan Birinci Beş Yıllık Sanayii Plânı’nı iktisadi kalkınma tarihinde, azgelişmiş ülkelerin kullandıkları “ilk plân” olarak nitelemek gerekir. Bu abartılmış bir yargı değildir. İkincisi, süresinden önce bitirilmiştir. Bu nedenle ikinci plânının başlama tarihi 1937’dir. Bu uygulamalarda gözden kaçmaması gereken önemli bir noktada kamu kesimi-özel kesim ilişkisidir. Ekonomide, kamu kesimi ile özel kesimin beraberliği daima dikkate alınmış, kamu kesimi veya özel kesimin mutlak hakimiyetine izin verilmemiştir.121

116 Alkin A.g.b., s.116.

117 Boratav, A.g.e., s.116.

118 Kepenek, A.g.e., s.55.

119 Emre Kongar, 21.Yüzyılda Türkiye, (2000’li Yıllarda Türkiye’nin Toplumsal Yapısı), 26.B.

İstanbul, Remzi Kitabevi, 2000, s.351; Boratav, A.g.e., s.137.

120 Tokgöz, A.g.e.,s.66.

121 Ülken, A.g.e., s.230-232.

Birinci Beş Yıllık Sanayii Plânı ile hem ülke ihtiyacının giderilmesi hem de hammaddeleri ülkede bulunan sanayii işletmelerinin kurulması amaçlanmıştır. Bu amacı gerçekleştirecek esaslar şöyle belirlenmiştir.122

-Temel ham maddeleri yurt içinde üretilen veya üretilecek olan sınai tesislere, -Büyük sermaye ve ileri teknoloji gerektiren projelere,

-Kuruluş kapasitelerinin iç tüketimi karşılayacak düzeyde tutulmasına, öncelik verilmiştir.

Birinci plâna göre altı sanayi dalında yirmi fabrika kurulması teklif edilmiş, gerekli kaynak ise 44 milyon lire olarak hesaplanmıştır.123 Ancak öngörülen tesisler yaklaşık 100 milyon lira harcanarak tamamlanabilmiştir. Plânda öngörülen endüstri dalları şu gruplarda toplanmıştır.124

-Dokuma (pamuk, kendir, yün) -Maden (demir, kömür, bakır, kükürt) -Selüloz (selüloz, kağıt, karton, suni ipek) -Seramik (şişe, cam, porselen)

-Kimya (süperfosfat, sudkostik, klor) -Demir-çelik

Dikkat edilirse ülke, kurulan sanayi dallarının ham maddelerine sahiptir. Bütün bu sanayi malları ithal edilmekteydi. Bu ithalatın değeri ise toplam ithalatın %50’sini oluşturuyordu.125

Demir-çelik tesisleri başlangıçta plânda yer almamıştır. Plânın son yıllarında İngiltere’den çok elverişli şartlarda sağlanan yaklaşık 13 milyon sterlinlik bir dış krediyle 3 Nisan 1937’de Karabük Demir-Çelik Tesisleri’nin temeli atılmıştır. Böylece sanayileşmenin sürükleyici ve temel girdisi olan demir-çelik artık Türkiye’de üretilecektir.126

122 Tokgöz, A.g.e.,s.67; Afetinan, Devletçilik İlkesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Birinci Beş Yıllık Sanayi Plânı 1933, s.16-17; Ülken, A.g.e., s.105.

123 Yatırımların gerçekleşmesi için ayrılan 44 milyon liranın %49.9’unun dokumacılığa,

%26.9’unun madenciliğe, %12.1’inin kağıt ve sellüloza, %5.3’ünün kimya ve %4.6’sının da seramik sanayiine tahsis edilmesi uygun görülmüştür. Geri kalan 1,2’lik kaynak teknik öğrenim için yurt dışına öğrenci gönderilmesi için ayrılmıştır. Bkz. Tokgöz, A.g.e., s.68.

124 Tokgöz, A.g.e., s.69-70; Ülken, A.g.e., s.105-106; Afetinan, Devletçilik İlkesi ve ..., s.16.

Raporlar Kısım I, Sınai Tesisat ve İşletme, s.13-14; İlkin, A.g.b., s.103-104

125 Ülken, A.g.m., s.266.

126 Tokgöz, A.g.e.,s.68.

Belgede İKTİSADİ GÜCÜN OLUŞUMU (sayfa 189-200)