• Sonuç bulunamadı

VIII. II Dünya Savaşı’nın Sonu ve Mısır’ın Tam Bağımsızlık Girişimi

3. SÜVEYŞ KRİZİ

3.2. Eisenhower Doktrini

3.2.1. Eisenhower Doktrini’nin Sonuçları

Doktrin, ABD dış politikasında, iki açıdan önemli bir gelişmeyi ifade etmekteydi:

1. Bu Doktrin ile ABD, Ortadoğu bölgesi ile bağlantısını önemli oranda genişletmiş oluyordu.

2. Eisenhower Doktrini ile ABD, Süveyş Savaşı sonunda, İngiltere ve Fransa’nın bölgede bıraktığı boşluğu dolduruyor ve Ortadoğu’ya girmeye çalışan Sovyetler Birliği’nin karşısına doğrudan doğruya kendisi çıkıyordu116

.

Eisenhower Doktrini’nin kabulünden kısa bir süre sonra, 12 Mart’ta Amerikan Hükümeti, Başkan’ın Ortadoğu sorunlarındaki özel yardımcısı James P. Richards başkanlığındaki bir heyeti Doktrin’i izah etmek üzere Ortadoğu devletlerine göndermiştir. Amerikan temsilcisi Richards aynı gün yaptığı basın toplantısında şöyle konuşmuştur: “Doktrini kabul eden memleketlerin beynelmilel komünizmle mücadele de bize iltihaktan gayrı hiçbir mesuliyetleri olmayacaktır. Fakat her yardım programında olduğu gibi bunun da bir takım kaideleri olması tabiidir” Richards, basın toplantısında, bir Ortadoğu devleti olarak, İsrail’in de bu programdan faydalanabileceğini, bir Ortadoğu devleti yardım istediğinde, Birleşik Amerika’nın yalnız silah ve malzeme vererek değil, fakat silahlı kuvvetler ile de yardıma koşacağını belirtmiştir117

.

Eisenhower Doktrini karşısında Ortadoğu ikiye ayrılmıştır. Bu doktrini kabul ettiğini ilk ilan eden 6 Ocak’ta Lübnan olmuştur. Lübnan bu hareketi ile şimdiye kadar takip ettiği tarafsızlık politikasını terk etmiş oluyordu. Lübnan’ın arkasından Pakistan, Irak, Türkiye ve Yunanistan, Eisenhower Doktrini’ni kabul ettiklerini açıkladılar.

113 Mehmet Gönlübol, a.g.e, s. 310. 114

Aliyyüddin Hilâl, Emerika ve'l-Vahdetü'l-Arabiyye: 1945–1986, Beyrut, 1989, s.138.

115 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914–1980), s. 503. 116 Türel Yılmaz, a.g.e, s.108.

Bunlardan sonra Afganistan, Libya, Tunus ve Fas en sonunda ise İsrail bu doktrini kabul ettiklerini bildirdiler118. İsrail tereddütlü olarak Eisenhower Doktrini’ni onayladığını söyledi. Böylelikle ABD’nin ona olan baskısını durduracağını umut ediyordu119. Birçok İsrail gazetesine göre, plan yeni bir Sovyet-Amerikan mücadelesi yaratacak ve İsrail’i ortadan kaldırmak isteyen “Saldırgan milliyetçilere” güç kazandırabilecekti120. Eisenhower Doktrinine ilk sert tepkide Mısır’dan geldi121

. Eisenhower Doktrini’ni, Nasır’ın kategorik olarak reddi bu reddetmenin muhtemelen uzun ve acılı olacağını gösterdi. Müslüman dünyasında, Sovyet girişiminin herhangi bir tehlike olmadığını iddia eden Nasır, 10 Ocak’ta yaptığı konuşmada, Eisenhower’ın gerçek hedefinin Arap milliyetçiliği olduğunu ve ululararası komünizm olmadığı konusunda ısrar etti. Dulles ise onun farklılaşmasını istedi. Bazı bölgelere komünist girişinin kalıntıları vardır diye 4 gün sonra, senato, yabancı ilişkiler komitesini bu konuda temin etti ve Mısırlıların bunun aksini söylediklerinde, kendi kendilerini buradan çıkaracaklarını söyledi. Biz milliyetçiliğe karşı değiliz destekledik diyen Eisenhower’ın sekreteri; ama yine de biz; Ortadoğu’da bir bağımsızlık kaybına yol açmayacak milliyetçilik tipini destekledik diye vurguladı. Dulles “Komünizme bağlı ideolojinin yolunu izleyen ülkeler çok yakında kendilerini tecrit edeceklerdir ve öleceklerdir ve Nasır’ın felsefesi bununla sonuçlanacaktır” demiştir122

.

Mısır’ın tepkisi bununla da kalmamıştır. Kahire radyosu 10 Ocak 1957 tarihli yorumunda, ABD’nin “İngiltere ve Fransa tarafından Mısır’a karşı harekâta girişildiği sırada neden müdahalede bulunmak gereğini duymadığını” soruyordu. Arap ülkeleri “boşluğu doldurmak” fikrine de karşı çıkmışlardır ve eğer bir “boşluk” söz konusuysa, bunu Arap ülkelerinin bizzat kendilerinin dolduracağını savunmuşlardır123

. Bu konuda ayrıca Enver Sedat, Mısır’ın hiçbir zaman Amerika’dan yardım istemediği gibi ileride de istemek niyetinde olmadığını, yegâne arzusunun bu memleket tarafından dondurulmuş olan olan 50 milyon dolar tutarındaki parasının serbest bırakılması olduğunu beyan etmekte ve “ Emniyet ve istikrarı tehdit eden Mısır değil, kendilerini

118 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914–1980), s. 503. 119 Robert D. Schulzinger, a.g.m, s. 198.

120

Oral Sander, Siyasi Tarih (1918–1994), Ankara, 2003, s. 307.

121 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914–1980), s. 503. 122 Douglas Little, a.g.e, s. 181.

büyük devletlere kuyruk yapan ve memleketlerini bu devletlerin askeri üsleri haline sokanlardır” demektedir124

.

Bu ifade ile Enver Sedat, Doktri’ne tepkisini göstermiştir. Rusya Federasyonu eski Başbakanı Yevgeni Primakov ise “Doktrin’in bildirilmesinden sonra ABD elçisi, herhalde Washington’dan gelen talimatlara dayanarak Abdülnasır ile konuşma tarzını değiştirmişti. 31 Mart 1957’de Cumhurbaşkanı’nın barajdaki şehir dışı konutunda Abdülnasır, bu görüşmeden Kahire, Sovyet elçisine bahsetmişti. Abdülnasır’ın ABD ile ilişkilerini geliştirmesi niyetinde olduğu sözlerini ABD elçisi, ABD Başkanı Eisenhower adına şöyle cevaplamıştı: Mısır yönetiminin, Sovyetler Birliği’ne yakınlığı sürerken, biz ne yardıma ne de ilişkilerin gelişmesine yanaşırız. Abdülnasır bu söz karşılığında: “ABD bizi intihara sürüklemektedir. Önce Sovyetler Birliği’nin dostane ilişkilerinden vazgeçirecek sonra gırtlağımızdan tutup şartları dikte ettirecek” demiştir125

.

Mısır’ın arkasından Suriye de bu tepkiye katıldı. Bu iki devleti Ürdün ve Suudi Arabistan takip ettiyse de, birkaç hafta sonra Suudi Arabistan tutumunu değiştirerek Eisenhower Doktrini’ni “iyi ve müspet” bulduğunu bildirdi. Çünkü Suudi Arabistan, İsrail konusunda bu devletlerle beraber gitmeye hazırdı; lakin Sovyetler konusunda bu devletlerle bir adım bile atmamaya kararlı idi. Nasır’ın Ürdün’de monarşiyi devirmek için teşebbüsü, Ürdün’ün tutumunu da değiştirecek ve bu ülkeyi Suriye-Mısır cephesinden ayıracaktır126. Nitekim 1957 yılının Nisan ayında Nasır yanlısı subaylar

tarafından Ürdün’de monarşinin devrilme olasılığı karşısında Kral Hüseyin’in bu ayaklanmaların uluslararası komünizm ve onun taraftarlarınca çıkarıldığını127

söylemesiyle, Ürdün, Mısır cephesinden ayrılmıştır.

Şüphesiz ki, Eisenhower Doktrini’ne en büyük tepki, Sovyetler Birliği’nden gelmiştir. 7 Ocak’ta yayınladıkları resmi bildiride, Eisenhower Doktrini’ni “Ortadoğu ülkelerini esaret altına alma amacı güden bir tedbir”, “Amerikan tekelci kapitalizminin militarist çevrelerinin Ortadoğu işlerine kaba bir müdahalesi” olarak nitelendirmişlerdir128. Eisenhower Doktrini’ne karşılık, Sovyet Rusya’nın Kahire

Büyükeelçisi Bay Kiselef, Mısır ve diğer Arap devletlerinin silahlı kuvvetlerini atom

124 BCA, Fon Kodu: 030–01, Kutu No: 127, Dosya No: 825, Belge No:1. 125

Yevgeni Primakov, a.g.e, s. 124.

126 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914–1980), s.503–504. 127 Tayyar Arı, Irak, İran, ABD ve Petrol, İstanbul, 2007, s. 246. 128 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914–1980), s. 504.

mermileriyle techiz etmeyi teklif ettiği duyrulmuş ve Arap devletlerine karşı Sovyet teklifinin Eisenhower’ın Ortadoğu’ya ait Doktirini’ne karşılık olmak üzere ortaya atıldığı müşahade edilmiştir129

.

Sovyetler, ABD Kongresi’nde, bu doktrinin müzakereleri ilerleyip de müspet karar çıkacacağını görünce, 12 Şubat 1957’de ABD, İngiltere ve Fransa’ya Ortadoğu konusunda altı ilkeye dayanan bir “Dörtlü Antlaşma” imzalanmasını teklif etti. Buna göre;

1) Bölgedeki meselelerin münhasıran barışçı yollarla çözümü;

2) Ortadoğu ülkelerinin içişlerine karışmama, egemenlik ve bağımsızlıklarına saygı;

3) Ortadoğu ülkelerinin bloklar arası politikaya bulaştırılmaması;

4) Ortadoğu ülkelerindeki üslerin kaldırılması ve yabancı kuvvetlerin çekilmesi; 5) Ortadoğu ülkelerine silah verilmemesi;

6) Bölge ülkelerine, egemenlikleriyle uyuşmayan siyasi ve askeri şartlar ileri sürülmeksizin, ekonomik yardım yapılması. Bu plan Batı’da yankı uyandırmadığı gibi, ciddiye de alınmadı130

. Sovyet teklifinin ciddiye alınmaması, Sovyetleri Ortadoğu ülkeleri ile ilişkilerini geliştirme konusunda daha da hareketlendirmiştir. Mısır ve Suriye’den sonra İran ile de ilişkilerini geliştirmek isteyen Sovyetler, İran Elçisi’ni bu konuda görevlendirmiştir. Sovyetlerin İran Elçisi Bay Pegov, İran ile yaptığı yardım görüşmeleri sonucunda yaptığı konuşmada, İran – Sovyet dostluğunu överek, Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu’da barış ve güvenliği sağlamak istediğini belirten bir konuşma yapmıştır131

.

Sovyetlerin bu girişimi, Eisenhower’ın Ortadoğu ülkelerine yardım teklifinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştı. Eisenhower Doktrini, daha öncede belirttiğimiz üzere, Süveyş Buhranı sonucu, İngiltere’den boşalan Ortadoğu nüfuz bölgelerine hakim olmak için ilan edilmişti. Bu Doktrin, ABD’nin, Ortadoğu’ya resmen girişinin ilk teşebbüsü olarak kabul edilebilir. Ancak hatalarıyla birlikte…

Nitekim Eisenhower Doktrini kapsam olarak, Washington’un yardımını talep eden milletlerin, komünizmle kontrol edilen herhangi bir ülkeden silahlı saldırıya karşı

129

BCA, Fon Kodu: 030–01, Kutu No:131, Dosya No: 850, Belge No:2.

130 Türel Yılmaz, a.g.e, s. 109.

yardımcı olacaktı. Bundan dolayı, Sovyetler Birliği, Arap dünyasına en uygun zamanlı girişini başlattı. Batılı sömürgecilerin yasasının ve Batılı hükümetlerin yanlış anlaşılmalarının bağlılıklara karşı değişiminin yardımıyla bölgeye kazanan taraf olarak girdi. Her ne kadar ABD’den ziyade, hiç emperyalist olmayan bölge ilgisi olmasına karşın, Sovyetler popüler seviyede dostça ve destekleyici bir güç olarak algılandı. Bu sadece milliyetçi güçleri destekledikleri içindi. Bundan dolayı, ileride göreceğimiz 1958 Irak devriminden hemen sonra, Batı monarşisini hemen sildi attı ve Bağdat, Moskova ile diplomatik ilişkiler kurdu. Yeni Sovyet Elçisi, Irak başkentine vardığında, Amerikalı, İngiliz ve Fransız meslektaşları kızgın topluma karşı korunurken, O ise yüz bin kişilik güçlü bir kalabalık tarafından karşılanmıştır132

.

Bundan da anlaşılacağı üzere, ABD milliyetçilik karşıtı davranışlarıyla dışlanırken, tam tersine Sovyetler bunu bir koz olarak kullanmış ve milliyetçiliği Ortadoğu’da savunarak kendisine kolayca nüfuz alanları oluşturmuştur.

Sonuç olarak ABD’nin Süveyş’ten çıkardığı dersler tam bir hataydı ve bu hatalar şunlardı:

1. ABD’li politikacılar, İngiltere, Fransa ve İsrail’i durdurduktan sonra ABD’nin gücünü abarttılar.

2. ABD’liler aynı zamanda Sovyetlerin gücünü de abarttılar.

3. Nasır, bir problemdi. ABD bunun gerisine fazla gitmedi, eğer ana tehdit Nasır idiyse, o zaman ABD, 1956’da onu kurtarmaya yanaşır mıydı? O bir komünist miydi? ABD’li politikacıları bu soruları iki yıl süreyle cevaplayamadılar133

.

ABD’nin bu politikası onu İsrail’e daha da yakınlaştırmıştır. Bu da, bölgedeki kutupluluğu daha da arttırmıştır. Yani Süveyş Krizi’nden doğan Eisenhower Doktrini, bölgedeki bölünmeleri daha da arttırmıştır.

Benzer Belgeler