• Sonuç bulunamadı

VIII. II Dünya Savaşı’nın Sonu ve Mısır’ın Tam Bağımsızlık Girişimi

3. SÜVEYŞ KRİZİ

3.5. Birleşik Arap Cumhuriyeti (BAC) nin Kurulması

3.5.1. Birleşik Arap Cumhuriyeti ABD ve Sovyetler

Birleşik Arap Cumhuriyeti (BAC), 1958 Şubatı’nda kuruluşunun ardından, Nasır’ın komünizme karşı savaşı arttı ve birleşme sırasında Suriye’deki komünizmin olası gücüne yüklendi. Dahası Suriye’deki komünistler Araplarla arasındaki proleterya birlikteliğinden ziyade Arap Birliği düşüncesine ve ulusal komünizme karşı çıktılar170

. Nitekim Nasır bunu hemen uygulamaya koydu, Suriye’deki komünist nüfuzu ortadan kaldırmaya ve Mısır’daki gibi çok köklü olmamakla birlikte bazı iktisadi uygulamalara girişti. Nasır’ın komünistlere karşı nefretini bilen Suriye Komünist Partisi lideri Halid Bektaş, Birlik kurulduktan hemen sonra Suriye’yi terk ederek Doğu Avrupa’ya gitti. Nasır, birlik kurulduktan üç hafta sonra ilk önemli iş olarak, Suriye Genelkurmay Başkanı Afif El-Bızri’yi görevinden uzaklaştırıp BAC ordusu komutanı olarak Cemal Faysal’ı görevlendirdi171

.

Sovyetler Birliği, yeni devleti hemen tanıdı ve bir kez daha komünistlerin vahşice baskılanmalarına daha önce Mısır’da olduğu gibi şimdi de Suriye’de yeşil ışığı

168 Adid Dawisha, a.g.e, s. 182.

169İsmail Soysal,” Turkısh - Syrıan Relations (1946–1999)”, Turkısh Review of Middle East Studies,

İstanbul, 1998/99, s.106.

170Rami Ginat, “ Nasser and the Soviets”, Rethinking Nasserisim (Revolution and Historical Memory in

Modern Egypt), (Edit: Elie Podeh and Onn Winckler), Florida University, 2004, s. 237.

yaktı172. Ancak Nasır, Arap Birliği’nin kurulmasından, birkaç ay sonra Sovyetler

Birliği’ne karşı Suriye’deki Sovyet elçisinin aktivitelerine karşı çıktı ve aynı zamanda Suriye komünistleri tarafından Mısır – Suriye arasındaki birliği engelleyenlere karşı bu bir teşebbüstü. Buna tepki olarak, Khrushçev, böyle aktivitelerin durdurulacağını söyledi. Arap Birliği’nin kurulmasından birkaç ay sonra Nasır, Rusya’ya davet edildi. Bununla da Sovyet – Mısır ilişkilerinin belirlenmesi tahmin ediliyordu. Ama yine de her ikisinin samimi bir ortam yaratma çabalarına rağmen antlaşmazlığın bazı işaretleri belirgindi. 29 Nisan ve 16 Mayıs 1958’de Sovyetlerin, Mısır’ın tarafsızlık politikasını deklere etmesinden hayal kırıklığına uğradığı açıkça ortadaydı. Sovyetler, Nasır’ın daha radikal anti - Batı duruş almasını ve gelişmiş Arap Birliği ve ABD ilişkileri için önerilerle ilgilenmesini bekliyordu. Dahası Khrushçev, Nasır’ın Yugoslavya’ya yapacağı ziyaretten hoşnut değildi ve şiddetle Tito’nun politikalarına hücum etti. Nasır, Sovyet askeri, ekonomik ve diplomatik desteği için şükranlarını belirtmesine rağmen hiçbir engel çıkartmadı ve sadece Mısır’ın lideri olmadığını aynı zamanda Arap milliyetçilik hareketinin lideri olduğunu öne sürdü173

.

Nasır için Suriye gelişmeleri, ABD ile olan ilişkilerini de düzeltmek için bir fırsattı. Nasır Amerikalılara, Suriye ile birleşmeyi komünistleri saf dışı etmek için istediğini hemen bildirdi. Nasır, 11 Aralık 1957 günü gazeteci Haykal’ı ABD Büyükelçisi Hare’le görüşmeye gönderdi ve Amerikalılardan Suriye’deki komünistleri “kahramanlaştırmamak için” gelişmelerin dışında kalmalarını kendisine de orada “en çok üç ay” izin verilmesini istedi. Dulles hemen yanıt verdi: ABD “Suriye’deki komünist sızmasının önlenmesine yönelik eylemleri” elbette memnuniyetle karşılayacaktı. BAC’ın tanınması konusunda 8 Şubat’ta Eisenhower’a yazdığı bir raporda Dulles “Mısır ile Suriye’nin birleşmesini engelleme yönünde ortak bir plan” oluşturulması konusunda “Arap dostlarımızın niyetli ya da yetenekli olduğuna dair bir gözlemi olmadığını bildirerek bu durumda BAC’ı tanımanın “Arap milliyetçiliğinin popüler çekiciliği”ne açıktan karşı çıkmadan mümkün olmayacağını belirtmişti. Bu durumda yeni oluşumu kabullenmek gerekecekti ve en azından kısa vadede komünistlerin ezilmesinin keyfiyle yetinilecekti ve öyle de oldu ABD, Birleşik Arap Cumhuriyeti’ni tanıdı174.

172Haluk Gerger, a.g.e, s. 215. 173Rami Ginat, a.g.m, s. 238. 174Haluk Gerger, a.g.e, s. 215–216.

ABD’nin BAC’ı tanıması, aslında hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Çünkü Arap dünyası onun İsrail ile olan ilişkisini biliyordu. Öyle ki 1957 ve 1958’de ABD’nin en önemli çabası, Suriye, Lübnan, Ürdün ve Irak’taki Arap tarafsızlık hareketlerini kontrol etmeye yönelikti ve bu genel olarak tarafsız davranış sertleşmeyle sonuçlandı ve 1958’in sonlarında çoğu Arap milliyetçilerinin ABD’yi düşman olarak gördükleri söylendi175. Bu da ABD’nin Arap politikasını hata götürmeyecek şekilde mahvetti.

Mısır, aktif ve etkili bir şekilde düşman olarak ilan edilmişti. Suriye’ye düşmanlık başlamıştı ve şimdi Nasır’ın kumandasında birleşmişti. Üstelik ABD politikası, eğer Arap dünyasındaki Sovyet politikasını ortadan kaldırmayı amaçlıyorsa, öyle görünüyordu ki bu durum karşı sonuçlar doğuracaktı. Büyük bir dünya gücü statüsüne ulaşan Sovyetler Birliği, kesinlikle Arap Ortadoğu’sunda her durumda er ya da geç kendi varlığını hissettirmiş olacaktı176. Diğer taraftan İngiltere BAC’ın kurulmasına

destek verirken Fransa büyük bir muhalefet göstermiştir. Bunun ana sebebi ise, bu birliğe Irak ve Ürdün’ün de katılmasıyla Fransa’nın bu bölgede egemenliğini kaybetme korkusuydu177.

3.6. 1958 Irak İhtilali ve Irak’ta Monarşinin Sonu

Irak, Bağdat Paktı’nın bir üyesi olarak Arap dünyasının Batı ile en sıcak ilişkileri olan devleti idi. Batı’yı emperyalizm ile özdeşleştirmiş olan Mısır ve Suriye, bu devlete karşı cephe almışlar ve Irak’ın Bağdat Paktı’na girişine karşı çıkmışlar ancak başarılı olamamışlardır. Irak ise, Mısır ve Suriye’ye yaklaşmayı uygun görmeyen Ürdün ile iyi ilişkiler içinde bulunuyordu178. Ancak, Suriye ile Mısır’ın 1 Şubat 1958’de Birleşik

Arap Cumhuriyeti adı altında birleşmesi üzerine aynı aileden gelen iki monarşi devleti olan Ürdün ve Irak da 14 Şubat’ta bir Arap Birliği kurmaya karar verdiklerini açıkladılar. Batı taraftarı olan bu iki monarşinin birleşme kararları, Mısır’ın sert tepkisi ile karşılaştı ve Kahire radyosu bu iki ülkeye karşı hücumlarını yoğunlaştırdı. Buna paralel olarak Bağdat sokaklarında da Ürdün - Irak birliği aleyhine gösteriler başladı. Yani birliğe karşı Irak’ın kendi içinden bir muhalefet baş göstermişti. Lübnan Buhranı Irak’ta bardağı taşıran damla oldu. Lübnan’da karışıklıkların çıkması en fazla Irak’ı

175William Sands, a.g.m, s. 24. 176

Richard H. Nolte,”United States Policy and the Middle East”, The United States and the Middle East (Edit: Georgiana G. Stevens, Columbia University, 1964, s. 170.

177 Beşşar Caferi, Es-Siyasetü'l-Hariciyyeti's-Suriyye:1946–1982, Dımaşk, Dâru Tallas, 1987, s.91–92. 178Mustafa Albayrak, Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti, (1946–1960), Ankara, 2004, s. 477.

telaşlandırdığı gibi, Lübnan Cumhurbaşkanı Camille Chamoun da Türkiye ve Irak’ın Lübnan’a müdahale etmesini istiyordu179. Bu nedenle Irak Başbakanı Nuri Said Paşa

Lübnan müdahalesine hazırlık olmak üzere Irak’ın doğusundaki askeri birlikleri ülkenin batısına sevk etmeye karar verdi. Doğudaki birliklerin komutanı General Kasım, birlikler Bağdat’tan geçerken 14 Temmuz 1958 gecesi ani bir darbe gerçekleştirdi. Kasım’ın askerleri Kral’ın sarayına baskın yaptılar. Baskın sırasında küçük yaştaki Kral Faysal ve Naibi amcası Prens Abdülilah öldürüldü. Başbakan Nuri Said Bağdat’tan gizlice kaçarken halk tarafından tanındı ve linç edilerek öldürüldü180

.

14 Temmuz 1958 tarihinde Irak’ta General Kasım’ın liderliğinde yapılan ihtilalle, Batı taraftarları monarşi bir rejim yıkılmış ve Arap dünyasının radikal kanadına yeni bir askeri yönetim katılmıştır. Irak, ihtilali, radikal Arap ülkelerinin lideri Nasır’ın “yeni bir zaferi” oluyordu. 14 Temmuz 1958 günü, Bağdat radyosu tarafından yayınlanan bildiride, “Ulu Tanrı’nın yardımı, halkın ve silahlı kuvvetlerin desteğiyle” Irak’ın emperyalistler tarafından başa getirilmiş doğru yoldan ayrılmış idareciler grubunun tahakkümünden kurtarıldığı ilan ediliyordu. Bildiride ayrıca, Irak’ta milli birliği koruyacak, diğer Arap devletleriyle kardeşlik bağları kuracak ve Bandung Konferansı kararları ile BM antlaşmasına uygun ve Irak’ın menfaatine olan bütün, milletlerarası taahhütlerine sadık bir cumhuriyet yönetiminin kurulduğu da açıklanıyordu181. Bu olay Ortadoğu’da yeni gelişmelere ve bunalımlara yol açmış, hatta

dünyayı bir genel savaşın eşiğine kadar getirmiştir182. Çünkü Irak politikasında değişim

başlamıştı, Irak politikasında Nasır ve Baas’ın etkisinin artması ve ülkenin giderek Doğu Bloğu’na kayması söz konusu olmuştur. 1958 darbesiyle beraber, ülkenin İngiltere’yle olan 37 yıllık bağı da kopmuştu. Bu tarihten itibaren, Irak’ın da, Suriye ve Mısır gibi, bağlantısızlık politikasına yöneldiği görülmektedir183

.

İhtilalın üzerinden birkaç gün geçtikten ve yeni Irak Hükümeti kurduktan sonra, hareketin lideri Başbakan General Abdülkerim Kasım, bir Batılı gazeteciye verdiği demeçte, bu ihtilalin, Batı’ya yöneltilmiş olmadığını iki tarafın menfaatlerinin gerektirdiği sürece Irak’ın, Batı ile işbirliğine devam edeceğini açıklamıştır184

. Ancak

179Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914–1980), s. 512. 180Türel Yılmaz, a.g.e, s. 122.

181Ömer E. Kürkçüoğlu, a.g.e, s. 123.

182Rıfat Uçarol, Siyasi Tarih, İstanbul, 2000, s. 700.

183Tayyar Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu (Siyaset, Savaş ve Diplomasi), Bursa, 2008, s. 275. 184Mehmet Gönlübol, a.g.e, s. 324.

bağlantısızlık adı altında ülke her geçen gün biraz daha Sovyet denetimine girmiştir. Sovyetlere ve Doğu Bloğu’na yönelen Kasım’ın iktidara Irak Komünist Partisi’ne yer vermesinin yanında Sovyetlerle imzaladığı antlaşmayla bu ülkeden ekonomik ve askeri yardım almaya başlaması ABD’yi ve onun bölgedeki müttefiklerini kaygılandırmıştır185

. Nitekim Amerika’ya göre bu gelişmelere kuvvetli bir cevap verilmeyecek olursa, durum Batı’nın Ortadoğu’dan tamamen tasfiyesi ile sonuçlanabilirdi. Bundan dolayıdır ki Amerika 15 Temmuz’dan itibaren Lübnan’a asker çıkarmaya başladı186

.

Olaylar, bu şekilde cereyan ederken Mısır lideri Cemal Abdülnasır da bu ihtilalle ilgili bir konuşma yapmıştır. Nasır, Şam’da Başkanlık Sarayı’nın balkonunda, büyük ve meraklı kalabalığın önünde Irak’a yönelik şiddet ve öfke dolu bir konuşma yaptı. Onların dışarıdan manüpile edildiğine inanıyorlardı. Ona göre komünistler ajandan başka hiçbir şey değildi. Bu gibi sözler, Khrushçev’i korkutmuştur ve dikkate değer bir Sovyet muhalefetini tetiklemiştir. Arap liderleri, gizlice komünistlere baskıda bulunmuş ve kendi anti-komünist düşüncelerinin yayılmasında ileri gitmediklerinden Ruslar komünist partilerin kapatılmasını görmezden geldiler. Bu Sovyet - Arap ilişkilerinin yazılamamış bir koşulu gibi görünüyordu. Nasır’ın açık hücumları karşısında Sovyetler zar zor sessiz kalabiliyorlardı187. 21. Parti Kongresinde konuşan Khrushçev, Nasır’a bir uyarı yayınlamıştı188

.

Arap birliği üzerinde Nasır’ın görüşlerinin tamamen yanlış olduğunun, onun hırslı öfkeli genç adam olduğunu ve onun devletin izin verdiğinden daha fazlası olduğunu söyledi. Khrushçev, aynı zamanda ideolojik görüşler arasında gelişmelere müdahalede farklılıklar olduğunu vurguladı. Ülkelerimiz arasında dostça ilişkiler olmalıdır dedi. İki lider ortaya çıkan faklılıkları kesin çizgileriyle ortaya koyan mektuplarla yazıştılar ve her biri diğerinin samimiyetine güvenmiyordu. Nasır, Arap dünyasında devam eden Sovyetler Birliği destekli mahalli komünist partilerin Arap milliyetçiliğine ve Birliği’ne karşı çalıştığını söyledi ve Sovyetler Birliği’nin istememesi anlamına gelse de onunla savaşmanın gerekli olduğunu bildirdi189

. Khrushçev, Nasır’a konun bu davranışlarının Asvan Barajı’nın yapımı için yapılan antlaşmadaki Sovyet sorumluluklarını devre dışı bırakacak durumlara yol açabileceğini

185Tayyar Arı, a.g.e, s. 275.

186Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914–1980), s. 512.

187 Derek Hopwood, Egypt Politics and Society (1945–1990), London, 1993, s. 68. 188 George Kirk, A short History Of The Middle East, Newyork, 1961, s. 298. 189 Derek Hopwood, a.g.e, s. 68–69.

hatırlattı. Moskova şunu çok iyi görüyordu ki, Arap dünyasına karşı durabilmek için yeterli halk desteğine sahip komünist partiler değil, milliyetçi burjuvalar olduğuna inanıyordu ve Batı etkisini Sovyet stratejisine hizmet ederek politik düşmanlıkları destekleyerek bunu sağlayacağına inanıyordu190

.

Irak ihtilali’nin doğurduğu diğer önemli sonuç da Bağdat Paktı’nın durumunun ne olacağıydı. Çünkü Irak ihtilali’nden en fazla endişe duyan ve o nispette de tepki gösteren tek devlet Türkiye olmuştur. Türkiye, İran ve Pakistan devlet başkanları Irak’taki durumu müzakere etmek için 14–17 Temmuz günlerinde İstanbul’da toplandılar. Toplantı sonunda yayınlanan ortak bildiride Irak’taki darbe, bir “milletlerarası haydutluk” ve bir “vahşet” olarak vasıflandırılmaktaydı. Bundan dolayı Türkiye, 17 Temmuz’da Amerika’ya başvurup Irak’a müdahaleye kararlı olduğunu bilirdi ve ABD’nin kendisini desteklemesini istedi. Türkiye’nin Irak’a müdahaleye niyetlenmesi Sovyetleri harekete geçirdi. Sovyetler derhal ağırlıklarını General Kasım tarafına koyarak 24 Temmuz’da Türkiye’ye verdikleri bir muhtırada bölgede silahlı bir çatışmayı başlatmanın getireceği ağır sorumluluklar konusunda Türkiye’yi uyarmışlardır. Sovyetler aynı sertliği sadece Türkiye’ye karşı değil, aynı zamanda Amerika ve İngiltere’ye karşıda gösterdiler ve bu yüzden yeni bir Doğu-Batı gerginliği ortaya çıktı191

.

Aynı zamanda, 28 Temmuz’da Londra’da yayınlanan deklarasyon, Bağdat Paktı’nın yeni bir gelişim içinde olduğunu açıkça gösterecek niteliktedir. Pakt’ın Irak dışındaki üyeleri bu devlet olmaksızın da teşkilatı devam ettirmeyi kararlaştırmışlardır. Irak ihtilalinden sonra, Irak’ın Bağdat Paktı karşısında takındığı tavıra gelince; kurulan yeni Cumhuriyet yönetimi Irak’ın dış politika amaçlarının bütün devletlerle dostluk ve tarafsızlık olduğunu ilan etmişti. Bununla beraber, Irak hükümetinin, Sovyetler Birliği Komünist Çin ve Doğu Avrupa ülkeleriyle ilişkiler kurması, Irak’ın çok geçmeden Bağdat Paktı’ndan ayrılacağını gösteren belirtilerdi. Nihayet, General Kasım, Irak’ın Bağdat Paktı’ndan çekildiğini 24 Mart’ta Bağdat’taki İngiliz, İran, Pakistan ve Türk Büyükelçilerine resmen bildirmiştir192. Bunun üzerine Pakt’ın adı Merkezi Antlaşma

190 Adeed Dawısha, a.g.m, s. 10.

191 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914–1980), s. 513. 192 Mehmet Gönlübol, a.g.e, s. 330–331.

Teşkilatı (Central Treaty Organization, CENTO) olmuş ve merkezi de Bağdat’tan Ankara’ya nakledilmiştir193

.

Benzer Belgeler