• Sonuç bulunamadı

2.4. Örtük Programın Sosyolojik Boyutu

2.5.1. Duygusal Zekâ

Duygusal zekâ (EQ- emotional learning) kavramı ilk olarak Salovey ve Mayer (1990) tarafından, dört grup yeteneğin oluşturduğu bir set olarak tanıtılmıştır. Bu dört grup yetenek:

1) Duyguların algılanması; duygulara aldırış ve onları tanıma,

2) Düşüncelere duyguların entegresi; düşünce ve iletişim içinde var olan duyguların ifade edilmesi,

3) Duyguları anlama; duyguların sebeplerini kullanma,

4) Duyguları yönetme olarak sınıflandırılmıştır (Rosen, 2006: 80; Triliva & Poulou; 2006: 316).

Salovey, duygulara zekanın nasıl katılabileceğini ayrıntılı olarak açıklamıştır (Goleman, 2002: 60). Ayrıca bu teoride duygusal zekanın bireysel bileşenlerine önem verilmiş ve duygusal zeka, zihinsel ve duygusal gelişim için gelişme potansiyeli olarak kullanılmıştır (Güney, 2000: 234).

Mayer ve Salovey’in çalışmaları, genel olarak varsayılandan daha geniş kabul gören tüm zeka ilkesini tartışan Gardner’la çakışmaktadır. Gardner zekayı üç yolla ayırmıştır: geleneksel zeka (IQ, bilimsel zeka ve dilsel), uzman zekalar (müzikal, uzamsal, kinestetik), kişisel zekalar (içe dönük ve kişlerarası). Ancak Goleman duygusal zeka kavramını popüler hale getirmiştir. Goleman’ın duygusal zeka kavramı, bütün türdeki beceri ve yetenekleri, hatta sosyal boyutu olanları da içermektedir (Weare ve Gray, 2003: 15).

Goleman, duygusal zekanın hayat başarısındaki önemine dikkat çekmiştir. Goleman temel duygusal yetenekleri, uygun yolla duyguları ifade etme, yönetme, empati kurma, kendini ve başkalarını motive etme ve sağlıklı etkileşim ve iletişim için gerekli sosyal beceriler olarak sıralamıştır (Triliva & Poulou; 2006: 317). Goleman’ın duygusal zeka tanımı ise şudur: “Kendini harekete geçirebilme, aksiliklere rağmen yoluna devam edebilme, dürtüleri kontrol ederek tatmini erteleyebilme, ruh halini

düzenleyebilme, sıkıntıların düşünmeyi engellemesine izin vermeme, kendini başkasının yerine koyabilme ve umut besleme” (Goleman, 2002: 50-51).

Goleman’a göre duygular harekete geçmemizi sağlayan dürtülerdir ve bu durum kelimenin kökü ile de açıklanabilir: Duygu (emotion) sözcüğünün kökü “motere”dir. Latince hareket anlamına gelen fiile –e ön eki getirildiğinde anlam uzaklaşmak olur ki her duygunun bir harekete yönelttiği fikrini doğrulamaktadır (Goleman, 2002: 20). Bununla birlikte Goleman, bir duygusal zihnin ve bir de akılcı zihnin varlığından söz etmektedir. Bu iki zihinden birisinin düşündüğünü diğerinin ise hissettiğini vurgulamaktadır. Ona göre genelde duygusal ve akılcı zihinler bir denge halindedir; duygu akılcı zihnin işleyişine katkıda bulunur, akılcı zihin ise duygusal verileri şekillendirir ve bazen reddeder (Goleman, 2002: 24). Sonuç olarak duygular mantıklı olmak için gereklidir. Hayatın nasıl yaşandığı bu iki zeka tarafından belirlenir, sadece IQ değil, duygusal zekada önemlidir (Goleman, 2002: 44-45).

Goleman, duygusal zekayı insan beyninin işleyişi üzerine yapılan araştırmalarla desteklemiştir. Örnek olarak çalışmalarıyla zihinsel yaşamın anlaşılmasını sağlayan Dr. Antonio Damasio’yu vermiştir. Damasio, prefrontal (işleyen beyinden sorumlu beyin bölgesi)- amigdala (duygusal bellek deposu)devresi hasar görmüş hastaları inceleyen özenli araştırmalar yapmıştır. Yapılan araştırmalar sonucunda bu kişilerin karar verme yetilerinin büyük ölçüde yetersizleşmiş olmasına rağmen, zekâ katsayılarında ya da diğer herhangi bir bilişsel yetilerinde hiçbir bozulma olmadığı görülmüştür. Bu kişiler sağlam bir zekâya sahip iken iş ve kişisel hayatlarında çok kötü seçimler yapabilmekte ve hatta bir randevu için tarih saptama gibi basit bir kararda bile sonsuza dek takılıp kalabilmektedirler. Bu durumu Damasio, duygusal bilgi hazinelerine erişimlerinin kaybolmasına bağlamıştır. Düşünce ve duygunun buluştuğu nokta olan prefrontal- amigdala devresi, yaşam boyunca hoşlanılan ve hoşlanılmayan şeylere ilişkin bilgilerin hazinesini açan tek anahtardır. Bu tür bulgular Damasio’yu hislerin akıllıca kararlar alabilmek için vazgeçilmez olduğu kanısına götürmüştür. Aynı zamanda Damasio, hislerin kişilere doğru yönü gösterdiğini ve ondan sonra kuru mantığın işe yaradığını savunmaktadır. Dr. Damasio’ya göre bu şekilde duygusal beyin, muhakeme alanında düşünen beyin kadar işe karışır (Goleman, 2002: 44- 45).

İnsan beyni doğumda tam oluşmuş değildir. En yoğun büyüme çocuklukta gerçekleşse de, beyin hayat boyunca kendini biçimlendirmeye devam eder. Çocuklar olgunlaşmış beynin barındırabileceğinden çok daha fazla sayıda nöronla doğar. “budama” olarak bilinen bir sürecin sonunda, beyin daha az kullanılan nöron bağlantılarını yitirip en çok kullanılan snaps devrelerindeki güçlü bağlantıları oluşturur. Fazlalık bağlantılar, budanır. Bu süreç hızlı ve devamlıdır; snaptik bağlantılar saatler, ya da günler içinde oluşabilir. Özellikle çocuklukta, deneyimler beyni heykeltıraş gibi yontar. (Goleman, 2002: 282). Gelişen beyin üzerinde deneyimlerin etkisini yapılan araştırmalar ortaya koymuştur. Bu araştırmaların yanı sıra sistemli bir biçimde duygusal açıdan yeniden öğrenme-psikoterapi- deneyiminin nasıl hem duygusal modelleri değiştirip, hem de beyni biçimlendirebileceğini açıklayan araştırmalarda mevcuttur. Bu araştırmaların sonuçlarında, deneyimler en az ilaçlar kadar etkili bir şekilde beyin işlevini değiştirerek arazları ortadan kaldırmıştır. Tüm canlı türleri arasında, beyinlerinin tam olgunlaşması en fazla zaman alan insanlardır. Çocukluk döneminde beynin her alanı farklı bir hızda gelişse de, ergenliğin başlangıcı beyindeki en kapsamlı budama dönemlerinden biridir. Duygusal yaşam için hayati önem taşıyan bazı beyin alanları, olgunlaşması en uzun sürenler arasındadır. Duygusal alanlar erken çocuklukta, limbik sistem ergenlikte oluşurken, duygusal özdenetimin, anlamanın ve ustalıklı tepkinin beşiği olan frontal loblar geç ergenliğe, 16 ve 18 yaş arasında bir yerlere kadar, gelişmeye devam ederler (Kolb, 1989: Akt: Goleman, 2002:283- 284).

Çocukluk ve ergenlik boyunca sürekli tekrarlanan duygu yönetimi alışkanlıkları bu devreleri biçimlendirmeye bizzat yardımcı olacaktır. Bu durum çocukluğu yaşam boyu sürecek duygusal eğilimleri biçimlendirmek için hayati bir fırsat penceresi haline getirir. Ayrıca çocuklukta edinilmiş alışkanlıklar sinir mimarisinin temel snaps bağlantılarına yerleştikleri için hayatın sonraki yıllarında bunları değiştirmek zorlaşır. Görüldüğü gibi hayati deneyimler, ebeveynin çocuğun ihtiyaçları konusunda ne kadar güvenilir olduğunu ve bunlara ne kadar karşılık verebileceğini, çocuğun kendi sıkıntısını gidermeyi ve dürtü kontrolünü öğrenmesi için sağlanan imkanları ve rehberliği, empatiyi pratikte gerçekleştirebilmiş olmayı kapsamaktadır. (Davidson, 1994; Akt: Goleman, 2002:284 ). Bu nedenle çocuklara duygusal becerileri besleyip yetiştiren şefkati, rehberliği çocuklara daha ilk dönemlerden başlayarak sağlamak gerekir (Goleman, 2002:286). Genetik miras her bireyin mizacını belirleyen bir dizi

duygusal kıstas bağışlamıştır. Ancak beyin devreleri olağanüstü esnektir. Bu nedenle mizaç, kader değildir, değiştirilebilir (Goleman, 2002:11).

Goleman’dan sonra bir çok araştırmacı duygusal zekanın yapısını, ihtiva ettiği alanları ve genel zeka ile bağlantısını incelemiştir. Richburg ve Fletcher (2002) duygusal zekayı beş etki alanına ayırmıştır: duygularının farkında olma, duyguları yönetme, kendini motive etme, başkalarının duygularını tanıma ve ilişki kurma. Warwick ve Nettelbeck (2004) duygusal zekayı iki türde incelemiştir: birincisi özellik olarak duygusal zeka; dışadönüklük, eğlenceli-hoş olma, açıklık ve dürüstlük gibi kişisel çeşitlilikle ilgili özellikler, ikincisi ise yetenek olarak duygusal zeka; duygusal bilgi ve soyut düşünmedir (Akt: Titrek, 2007:113).

Genel olarak iki tür duygusal zeka modeli ortaya çıkmıştır: Mayer ve arkadaşlarının duygusal zeka modeli gibi yetenek modelleri ve Bar-On ve Goleman’ın modelleri gibi karışık modeller. Bu model ve tanımların yanı sıra duygusal zekanın etkililiği ve eğitim açısından önemi konusunda da bir çok araştırma yapılmıştır. Yeşilyaprak (2001), duygusal zeka konusunda yapılan çalışmaların, eğitim açısından önemli temel doğurgular ortaya çıkardığını belirtmiştir. Bununla birlikte duygusal zeka yeteneklerinin, eğitimle geliştirilebilir ve güçlendirilebilir olduğu; duygusal zeka gelişiminin okulöncesinden yüksek öğrenime kadar her kademede önemli olduğu; duygusal zekanın ihmal edilmesinin, bilişsel zeka kapasitesinin daha çok ve daha etkili kullanılmasını engellediği ve böylece duygusal zekanın gelişiminin akademik başarıyı da artırdığı şeklindeki doğurguları sıralamıştır (Akt: Titrek, 2007:113-114).

Duygular, düşünme ve planlama, uzak bir hedefe hazırlanmayı devam ettirme, sorunları çözme gibi yetenekleri engellediği ya da güçlendirdiği ölçüde, doğuştan gelen zihinsel yetileri kullanma kapasitesinin sınırlarını çizerek hayatta neler yapabileceğini belirler. Yapılan işe hevesle ya da keyifle motive olunan ölçüde bireyi başarıya ulaştırır. Bu nedenle duygusal zeka, temel bir yetenektir ve diğer tüm yetenekleri, bileyerek ya da körelterek, derinden etkileyen bir güçtür (Goleman, 2002: 107).