• Sonuç bulunamadı

Dostoyevski, Nietzsche ve Sade‟da BaĢkaldırma

3. Metafizik BaĢkaldırma

3.1. Dostoyevski, Nietzsche ve Sade‟da BaĢkaldırma

Camus, Lukretius ve Epikuros'un, bu ilk çağ düĢünürlerinin görüĢlerini açıkladıktan sonra çağdaĢ yazar ve filozofları incelemeye geçer. Bu isimler, Dostoyevski, Nietzsche ve Marquis De Sade (1740-1814)‟dır:

“Dostoyevski‟ye, Nietzsche‟ye dek, başkaldırı yalnızca acımasız ve aklına eseni yapan bir tanrıya, hiçbir inandırıcı neden olmadan, Habil‟in kurban edilmesini Kabil‟inkine yeğ tutan, böylelikle de ilk cinayete yol açan tanrıya yönelir. Dostoyevski düşte, Nietzsche ise gerçekte, başkaldırmış düşüncenin alanını ölçüsüzce genişletecekler, sevgi tanrısından da hesap soracaklardır. Nietzsche, Tanrı‟yı çağdaşlarının ruhunda ölmüş sayacaktır. Bundan sonra, öncüsü Stirner gibi, yüzyılın düşüncesinde aktöre görünüşleri altında oyalanan Tanrı görüntüsüne saldıracaktır. Ama onlara gelininceye dek, örneğin inançsız düşünce, İsa‟nın tarihini (Sade‟ın deyimiyle, „bu dümdüz romanı‟) yadsımak ve yadsımalarında bile korkunç tanrı geleneğini sürdürmekle yetinmiştir” (Camus, 2007d: 43).

Camus‟nün mutlak olumsuzlama olarak nitelendirdiği baĢkaldırma, Sade‟da görülen baĢkaldırmadır. Sade, Camus‟nün pek de benimseyebileceği bir baĢkaldırı örneği çizmez, çünkü Sade, Tanrı‟yı yoksadıktan sonra tüm değerleri de yoksamıĢtır:

“Sade‟ın Tanrı konusundaki düşüncesi en azından insanı ezen ve yoksayan bir cani tanrı düşüncesidir. Sade‟a göre dinler tarihinde öldürmenin bir tanrı ayrıcalığı olduğu yeterince görülür. İnsan ne diye erdemli olacaktır öyleyse? Tutsağın ilk davranışı en uç sonuca atlamaktır. Tanrı insanı öldürüyor ve yoksuyorsa, insanın da benzerlerini yoksamasını, öldürmesini hiçbir şey yasaklayamaz.” (Camus, 2007d: 46).

Camus bu anlamda romantizmi de eleĢtirir. Camus‟ye göre “Kötülüğü ve bireyi yeğ tutuşuyla, o da Sade gibi ilkçağ başkaldırısından ayrılacaktır.” (Camus, 2007d: 55). Çünkü Camus‟ye göre romantik kahraman iyilik ve kötülük kavramlarını birbirine karıĢtırmaktadır:

“...romantik kahraman, olanaksız bir iyiliğin özlemi içinde, kötülük etmek zorunda olduğunu düşünür” (Camus, 2007d: 56). Bu ise, baĢkaldırmanın bütün olumlu yönlerini ortadan kaldırmak anlamına gelir. Sadece bireyin ve kötülüğün övüldüğü, bunun dıĢındaki her Ģeyin olumsuzlandığı bu baĢkaldırı eylemi, baĢkaldırmaya kötü bir örnektir. Camus her Ģeyi tümden yoksayan nihilizmin, bahsettiği baĢkaldırmayla bir ilgisinin olmadığını, çünkü içinde anlam barındıran bir Ģeyin bulunduğunu „Yaz‟ adlı eserinde dile getirmektedir. Ona göre yaĢamak bile bir değeri kabul etmektir:

“Daha her şeyin anlamsızlık olduğunu söylediğimiz anda, anlamı olan bir şeyi dile getiririz. Dünyanın hiçbir anlamı olmadığını kesinlemek her türlü değer yargısını ortadan kaldırmak anlamına gelir. Ama yaşamak, ve örneğin yiyip içmek, kendi başına bir değer yargısıdır. Kendimizi ölüme bırakmadığımız anda sürmeyi seçeriz, o zaman da yaşamın bir değerini, en azından görece bir değerini benimsemiş oluruz.” (Camus, 1994a: 80–81).

Camus, Dostoyevski‟nin Ġvan‟la örneklendirdiği baĢkaldırının, baĢkaldırmanın temelini oluĢturduğunu düĢünmektedir. Ona göre Ġvan, Tanrıya inanmamıĢ, adalet gibi daha yüce bir ilkeye bağlanmıĢtır. Böylece Ġvan‟da din ve Tanrı yerini adalete bırakır. Burada tek kiĢinin kurtuluĢu değil, herkesin kurtuluĢu hedeflenmiĢtir. Camus bunu Ģöyle açıklamaktadır: “İvan Karamazov insanlardan yana çıkar ve onların suçsuzlukları üzerinde durur. Üzerlerine çöken ölüm cezasının haksız olduğunu söyler.

Hiç değilse ilk çıkışında, kötülüğü savunmak şöyle dursun, Tanrı‟dan üstün tuttuğu adaleti savunur” (Camus, 2007d: 62).

Ancak erdemli olmanın temelinde Tanrı varsa, Tanrı‟nın olmadığı kabul edildiğinde ne olacaktır? Ġvan ölümsüzlüğün ve Tanrı‟nın olmadığı bir yerde erdemden ve yasadan söz edilemeyeceğini ve her Ģeyin mübah olduğunu haykırır:

“Ölümsüzlük yoksa, ne ödül vardır, ne ceza, ne iyi vardır, ne kötü. „Ölümsüzlük olmayan yerde erdem yoktur.‟ Sonra da şunları söyler: „Yalnız acının bulunduğunu, kimsenin suçlu olmadığını, her şeyin birbirine bağlandığını, her şeyin geçtiğini, her şeyin dengelendiğini biliyorum.‟ Ama erdem yoksa, yasa da yok demektir: „Her şeye izin vardır.‟ (Camus, 2007d: 64).

Camus, böyle bir baĢkaldırı içinde insanın nasıl ayakta kalacağı, nasıl yaĢayacağı sorusunu sorar. Dostoyevski‟nin ise cevabı bellidir. Tahtından devrilen Tanrı‟nın yerine insan oturmalıdır. Ġnsan bu yeryüzünde Tanrı‟nın yerini almalıdır. Ama Tanrı olmak ne demektir? Camus Ģöyle cevap verir:

“Her şeye izin olduğunu benimsemek; kendi yasasından başka her türlü yasayı yadsımak. Ara uslamlamalar geliştirilmese de Tanrı olmanın cinayeti benimsemek olduğu anlaşılır.” (Camus, 2007d: 65).

Camus‟nün sözünü ettiği bu baĢkaldırmanın bireysel halde kalması ve topluma yönelmemesi gerekir. Çünkü böyle bir baĢkaldırma, sadece bireysel planda kalırsa felsefidir. Camus için bu baĢkaldırma toplumsal plana geçtiği andan itibaren siyasi bir hal almaya baĢlar. Yani insan, kendisini bir insan-tanrı olarak görür ve toplumun efendisi olmak isterse ya da baĢkaldırma böyle bir yola girerse, insanlık için çılgınlık ve yeni kötülükler de baĢlamıĢ olur. Oysa Camus için insan kendini, yıktığı Tanrı‟nın yerine koymaktansa, Rieux gibi, insanlığın hizmetine koĢmalıdır. Çünkü baĢkaldırma ancak böyle anlamını kazanır. Metafizik baĢkaldırmada Tanrı yok edildikten sonra baĢkaldırma bir hümanizmle sonuçlanırsa bir anlam ifade eder. Aksi takdirde, ortaya diktatörlükler çıkacaktır (Gündoğan, 1997: 127–128).

Max Stirner (1806-1856), ise baĢkaldırmanın birey boyutunu doruğa çıkarmıĢtır. Camus‟ye göre Stirner‟in baĢkaldırması, “Bireyi yoksayan her şeyin yoksanması ve onu yükselten, ona çalışan her şeyin yüceltilmesidir.” (Camus, 2007d: 70).

Bireyin yararına olan her Ģeyi iyilik, yapabileceklerini de meĢru olarak gören Stirner, anarĢizmin en büyük temsilcilerindendir. Onun „hayır‟ı, bir „evet‟i ortaya çıkarmaz. Bundan dolayı da „hayır‟, mutlak anlamda „hayır‟ olduğu için Stirner‟in baĢkaldırısından çıkan sonuç, bireyin tanrısallaĢtırılmasıdır. Dolayısıyla baĢkaldırmanın ortaya çıkaracağı olumlu değer, Stirner‟de de yoktur. (Gündoğan, 1997: 128–129).

Nietzsche‟nin konuyla ilgili fikirlerini de irdeleyen Camus, Nietzsche‟nin „Tanrı öldü‟ Ģeklindeki iddiasının aslında yanlıĢ anlaĢıldığını Ģöyle ifade eder:

“Kimi Hıristiyan eleştirmenlerin düşündüğünün tersine, Nietzsche Tanrı‟yı öldürmeyi tasarlamamıştır. Çağının ruhunda ölü bulmuştur onu” (Camus, 2007d: 73).

Nietzsche Tanrı‟nın yerine üstün insanı önerir. Bu bakımdan insan, aĢılması gereken bir Ģeydir. Ama üstün insan yeryüzünden çıkacaktır. Bundan dolayı Nietzsche, yeryüzünü aĢan her Ģeye karĢı çıkar. Camus‟nün bu konudaki görüĢleri ise “Başkaldırı kesinleşmiş bir gerçek saydığı „Tanrı öldü‟den yola çıkar onda: O zaman, yalan yere, yok olmuş tanrısallığın yerini almaya çalışan ve belli bir yönü olmasa bile, tanrıların eritildiği tek pota olarak kalan bir dünyayı alçaltan her şeye karşı çıkar” (Camus, 2007d: 73) Ģeklindedir.

Nietzsche yaĢadığı çağın Hıristiyanlık anlayıĢını eleĢtirir. Ona göre yaĢanılan Hıristiyanlık, Ġsa‟nın buyurduğunun aksini ilke olarak kabul eden bir anlayıĢa bürünmüĢtür:

“İsa‟nın biricik yargısı yaratılıştan gelen günahların önemsiz olduğunu söylemekten öte bir şey değilken, Hıristiyanlık bütün yaratılışı, bütün doğayı bir günah kaynağı yapacaktır.” (Camus, 2007d: 74).

Camus‟ye göre Nietzsche‟yi diğer isimlerden ayıran en önemli fark ise her Ģeyi yoksamaktan öteye uzanmıĢ olması, bir değerin varlığını evetlemesi olmuĢtur:

“İnsan kendisini boğan düğümler arasında ölmek istemiyorsa, onu bir vuruşta kesip atması, kendi değerlerini kendi yaratması gerekecektir” (Camus, 2007d: 76).

Camus ile Nietzsche bir konuda uzlaĢırlar. YaĢadıkları dünyadan baĢka sığınacakları bir liman yoktur. Ellerindeki tüm sermaye bu yeryüzüdür. Dolayısıyla iki düĢünür de insanlara bu dünyaya sarılmayı salık vermiĢlerdir:

“Yeryüzünün hiçbir erek ardından koşmadığı kabul edildikten sonra, Nietzsche onun suçsuzluğunu kabul etmeyi, hiçbir niyetinden dolayı yargılanamayacağına göre, yargılamaya bağlı olmadığını doğrulamayı, bunun sonucu olarak, bütün değer yargılarının yerini bir tek evete, bu dünyaya tam ve coşkun bir bağlanışa vermeyi önerir” (Camus, 2007d: 77).

Nietzsche‟de yaratıcılık kavramı çok önemlidir. Ġnsan „edilgen nihilizm‟ de diyebileceğimiz bir durumda varolan değer yargılarını yıkar. Burası Nietzsche‟nin baĢkaldırısıdır. Nietzsche alıĢılmıĢ değer yargılarının insan için bir felaket olduğunu düĢünür.

"Düzmece değerler, yalan sözler: ölümlüler için en kötü canavardır bunlar, uyuklayarak bekler onlarda felaket." (Nietzsche, 2005:81).

Ancak burada kalmaz. „Etken nihilizm‟ denilen durumda ise yeni değerler yaratır Nietzsche‟nin insanı. Her ne kadar üstün insan kavramıyla bu baĢkaldırmayı sınırlandırsa da Nietzsche, nihilizmin saf yoksayıcılığını aĢmıĢ görünmektedir.

Ġnsanın edilgen nihilizmden, etken nihilizme geçiĢini Nietzsche „güç istenci‟ kavramıyla açıklamaktadır. Nietzsche‟ye göre „güç istenci‟, anlamdan yoksun dünyada, insanın yalnızlığını kabul ederek, kendi değerlerini kendisinin oluĢturma gücüne iĢaret etmektedir. Bu nedenle güç istenci, eylem gücünü ve yaĢama sevincini taĢıyabilme halidir. Etken ve edilgen nihilizm kavramları sanatsal yaratımla da iliĢkilidir. Ġfadesini yaratıcı faaliyette bulan güç, tüm insanlığın peĢinden koĢtuğu en yüksek mutluluğu sağlar. Camus Nietzsche‟nin felsefesinin özündeki kavramın „sanatsal yaratım‟ olduğu belirtmektedir:

“ „Bir Tanrı varsa, insan o Tanrı olmamaya nasıl katlanabilir?‟ Bir Tanrı vardır gerçekten, bu da dünyadır. Onun tanrılığına katılmak için, evet demek yeter… Dünyaya evet demek, bunu yinelemek, aynı zamanda hem kendi kendini, hem de dünyayı yeniden yaratmaktır, yaratıcı olmaktır, büyük sanatçı olmaktır. Nietzsche‟nin bildirisi, kazandığı bulanık anlamla, yaratım sözcüğünde özetlenir” (Camus, 2007d: 78–79).

Nietzsche‟ye göre, bütün bireyler güç istencine ulaĢamaz. Bağımsız olmak yalnızca güçlü olan az sayıda kiĢinin ayrıcalığıdır (Nietzsche, 2004b: 46). Bu noktada Camus ve Nietzsche birbirine yakın görüĢler ortaya atmıĢlardır. Her iki düĢünür de ulaĢılacak olan noktaya herkesin ulaĢamayacağını düĢünmektedirler.

Metafizik baĢkaldırma Sade ile baĢlar, Dostoyevski ile devam eder ve Nietzsche‟de Tanrı‟nın öldürülmesiyle sonuçlanır. Tanrı öldükten sonra ise geriye, insan ve insanın içinde yaĢadığı tarih kalmaktadır. Camus bunu “Tanrı ölünce, insanlar, yani anlaşılması ve kurulması gereken tarih kalır.” (Camus, 2007d: 105) Ģeklinde ifade eder. Tarihte baĢkaldırma eylemi ise devrimler yoluyla somutlaĢmıĢ, insan da, devrimler yoluyla bu tarihin tanrısı olma yolunu seçmiĢtir. Metafizik baĢkaldırmada ve nihilizmde, Tanrı ve ahlak ortadan kaldırıldıktan sonra insanlar bir yalnızlığın içinde kalmıĢtır. Böyle bir durumda ise Tanrısız, efendisiz ama özgür olan insanlara yeni efendiler bulmakta güçlük çekilmemiĢtir. Bu yeni efendiler, devrimler yoluyla ortaya çıkmıĢtır. Camus, bundan sonra tarihsel baĢkaldırma dediği devrimleri incelemeye baĢlar.