• Sonuç bulunamadı

Albert Camus'nün saçma (absürd) felsefesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Albert Camus'nün saçma (absürd) felsefesi"

Copied!
106
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

EĞĠTĠM BĠLĠMLERĠ ENSTĠTÜSÜ

ORTA ÖĞRETĠM SOSYAL ALANLAR EĞĠTĠMĠ FELSEFE GRUBU ÖĞRETMENLĠĞĠ ANA BĠLĠM DALI

ALBERT CAMUS‟NÜN SAÇMA (ABSÜRD) FELSEFESĠ

YÜKSEK LĠSANS TEZĠ

Zülfü TURAN

DanıĢman: Doç Dr. Emel KOÇ

ANKARA NĠSAN, 2010

(2)

iii

JÜRĠ ÜYELERĠNĠN ĠMZA SAYFASI

Albert Camus’nün Saçma (Absürd) Felsefesi baĢlıklı tezi ……… tarihinde jürimiz tarafından Orta Öğretim Sosyal Alanlar Ana Bilim Dalında Yüksek Lisans Tezi Olarak Kabul EdilmiĢtir.

Adı Soyadı Ġmza

BaĢkan: Prof. Dr. Ġbrahim ARSLANOĞLU ………

Üye (Tez DanıĢmanı): Doç. Dr. Emel KOÇ ………

(3)

iv ÖNSÖZ

Bu çalıĢmanın hazırlanmasının her aĢamasında emeğini ve yardımlarını esirgemeyen değerli hocam Doç. Dr. Emel KOÇ‟a sonsuz teĢekkür ederim.

Tezimi yazmamda bana destek veren aileme, tezin kontrol aĢamalarında yardımcı olan eniĢtem Murat ZORLUOĞLU‟na, teknik destek veren arkadaĢım Ömer Faruk BAKLA‟ya ve bu süreçte hep yanımda olan Banu DEMĠRHAN‟a teĢekkür ederim.

(4)

v ÖZET

ALBERT CAMUS‟NÜN SAÇMA (ABSÜRD) FELSEFESĠ TURAN, Zülfü

Yüksek Lisans, Felsefe Grubu Öğretmenliği Ana Bilim Dalı Tez DanıĢmanı: Doç. Dr. Emel KOÇ

Kasım, 2009, 100 sayfa

Betimsel nitelikte bir çalıĢma olan bu araĢtırmanın amacı Albert Camus‟nün felsefesini saçma (absürd) kavramı bağlamında açıklamak ve A. Camus‟yü, kullandığı kavramları ve değindiği konuları bakımından daha önce eserlerinde iĢleyen diğer filozoflarla, özellikle de varoluĢçu filozoflarla karĢılaĢtırmaktır.

Bu amaç doğrultusunda, çalıĢmanın ikinci bölümünde Albert Camus‟nün saçmaya verdiği mana ve saçmanın ortaya çıkma nedenleri incelenmiĢ, üçüncü bölümde saçmaya karĢı ele aldığı seçenekler açıklanmıĢ ve diğer filozofların konularla alakalı görüĢlerine değinilmiĢtir. Dördüncü bölümde, A. Camus‟nün saçmaya karĢı önerdiği asıl çözüm olan baĢkaldırma konusu ayrıntılı olarak ele alınmıĢ, bölümün sonunda ise A. Camus‟ye yöneltilen eleĢtiriler açıklanmaya çalıĢılmıĢtır. ÇalıĢmanın sonuç ve değerlendirme kısmında araĢtırmacının konuyla ilgili görüĢ ve değerlendirmelerine yer verilmiĢtir.

(5)

vi ABSTRACT

ALBERT CAMUS‟S PHILOSOPHY OF THE ABSURD TURAN, Zülfü

M.S., Department of Philosophy Teaching Supervisor: Assoc. Prof. Dr. Emel KOÇ

November, 2009, 100 pages

The objective of this descriptive study is to explain the philosophy of Albert Camus within the context of the concept of absurd and to compare A. Camus with other philosophers, especially with the existentialist philosophers, who reflected on the concepts he used and the topics he touched upon.

In line with this objective, in the second section of this study, the meaning ascribed to absurd by Albert Camus and the causes of emergence of absurd are examined, and in the third section, the alternatives he addressed against absurd are explained and the opinions of other philosophers related to these issues are referred. In the fourth section, insurrection as the main solution proposed by A. Camus against absurd is discussed in detail and at the end of the section, the criticisms directed against A. Camus are explained. The conclusion section of the study includes the opinions and the appraisal of the researcher related to the topic.

(6)

vii

JÜRĠ ÜYELERĠNĠN ĠMZA SAYFASI ... iii

ÖNSÖZ ... iv ÖZET ... v ABSTRACT ... vi ĠÇĠNDEKĠLER ... vii BÖLÜM I ... 1 1. GĠRĠġ ... 1 1.1. Problem ... 1 1.1. Amaç ... 3 1.2. Önem ... 4 1.3. Varsayımlar ... 4 1.4. Sınırlılıklar ... 4 1.5. Tanımlar ... 5 2. YÖNTEM ... 6 2.1. AraĢtırmanın Modeli ... 6 2.2. Evren ve Örneklem ... 6 2.3. Verilerin Toplanması ... 6 2.4. Verilerin Analizi ... 6 BÖLÜM II: ... 7

ALBERT CAMUS FELSEFESĠNDE SAÇMA (ABSÜRD) ... 7

1. Saçma Duygusu ... 7

2. Saçma Duygusunun Hissedilmesi ... 10

2.1. Hayatın Monotonluğu ve DeğiĢtirilemez YaĢamlar ... 11

2.2. Zamanın Akıp Gitmesi ... 13

2.3. YabancılaĢma Problemi ... 14

2.4. Saçma Duygusunun Asıl Kaynağı: Ölümün Kaçınılmazlığı ... 19

3. Ġnsanın Dünya Ġle ĠliĢkisi ve Rasyonalizm EleĢtirisi ... 23

4. Saçmayı Fark Etmede Bilincin Önemi ... 29

BÖLÜM III: ... 33

SAÇMANIN FARKINA VARAN ĠNSANIN ANLAM ARAYIġLARI ... 33

1. Çözümsüzlük: Saçmanın Ortadan Kaldırılması ... 33

1.1. Camus‟de AĢkın Olana Bağlanma Ġsteği Bağlamında Umut EleĢtirisi ... 33

1.2. Umut Yoksa YaĢamanın Bir Anlamı Yoktur: Ġntihar Üzerine ... 43

2. Anlam ArayıĢlarına Farklı Çözüm Yolları ... 47

2.1. Özgürlük ve Sorumluluk Bahsi... 47

2.2. Nicelik Ahlakı ve Camus‟nün Ġnsan Tiplemeleri ... 52

2.2.1. Don Juan. ... 56

2.2.2. Aktör. ... 58

2.2.3. Fatih. ... 59

2.2.4. Sanatçı. ... 61

(7)

viii

1. Camus'ye Göre BaĢkaldırı ... 65

2. BaĢkaldırmanın Nihilizmden ve AnarĢizmden Farkı ... 68

3. Metafizik BaĢkaldırma ... 73

3.1. Dostoyevski, Nietzsche ve Sade‟da BaĢkaldırma ... 75

4. Tarihsel BaĢkaldırı ve Devrimlerin EleĢtirisi ... 80

4.1. Marksizm EleĢtirisi ... 83

5. BaĢkaldırmanın Evrensel Boyutu: DayanıĢma: ... 86

6. BaĢkaldırmanın Son Örneği: Sanat ... 88

7. Camus‟ye Yönelik EleĢtiriler ... 89

SONUÇ VE DEĞERLENDĠRME ... 93

(8)

BÖLÜM I

1. GĠRĠġ

1.1. Problem

VaroluĢçuluk; esas itibariyle günümüz insanının karĢılaĢtığı problemleri kendine konu edinen felsefi bir yaklaĢımdır. Bu görüĢe göre, doğuĢtan getirdiği bir özü olmayan kiĢi, kendini yaptığı seçimlerle var eder. Bu fikir bizi kaygı, saçma, özgürlük, hiçlik gibi kavramlara götürmektedir. Bu kavramlar hem edebiyat dünyasında hem de felsefe dünyasında oldukça yoğun bir biçimde iĢlenmiĢtir. Albert Camus de bu isimlerden biridir. Eserlerinde hem edebi hem felsefi yönler bulunan Camus bu nedenle kimi zaman bir edebiyatçı kimi zamansa bir filozof ya da bir varoluĢçu sıfatı almıĢtır. Camus bahsi geçen kavramlardan yola çıkarak insanlara her Ģeye rağmen umutlu olmayı öğütleyen ve bunun için savaĢılması gerektiğini ifade eden bir edebiyatçı-filozoftur.

Albert Camus, 1913 yılında, Cezayir‟de doğdu. Cezayir Üniversitesi Felsefe Bölümü‟nde okurken sağlık nedenlerinden ötürü okulunu yarıda bırakmak zorunda kaldı. 1938 yılında Fransa‟ya gitti. Bu dönemde Düğün, Tersi ve Yüzü adlı eserlerini yazdı. Ġkinci Dünya SavaĢı sırasında Almanlara karĢı yürütülen direniĢ hareketlerine katıldı. 1942 yılında ise Yabancı adlı romanı ve Sisifos Söyleni adlı felsefi denemesini yayınladı. Bu iki eserin yayımlanıĢ zamanı kadar ele aldığı konular da birbirine oldukça yakındır. Albert Camus bu iki eserin temel konusu olan ve içinde varoluĢçu felsefenin izlerinin bulunduğu 'saçma felsefesi'ni geliĢtirdi. Ġkinci Dünya SavaĢı‟ndan sonra Combat Gazetesi‟nde yazı iĢleri müdürlüğü yaptı, ancak 1947‟de bu iĢi bırakarak edebiyat alanında çalıĢmalarını sürdürdü. 1947 yılında Veba adlı romanı, 1950‟li yıllarda Başkaldıran İnsan ve Yaz adlı denemeleri, daha sonra ise Düşüş, Sürgün ve Krallık gibi edebi eserleri yayınlandı. Albert Camus görüĢlerini tiyatro eserleriyle de dile getirmiĢtir. Yanlışlık, Doğrular, Ecinniler adlı eserlerde varoluĢçu izler taĢıyan görüĢlerini dile getirdi. Mutlu Ölüm ve İlk Adam adlı romanları ise ölümünden sonra yayınlandı. 1957‟de Nobel Edebiyat Ödülü‟nü kazanarak bu alandaki yetkinliğini tescil etti. 1960 yılında ise bir araba kazasında yaĢamını yitirdi.

(9)

Albert Camus, varlık, varoluĢ gibi felsefi kavramlarla uğraĢmıĢtır. Ancak onun bir sanatçı mı yoksa bir filozof mu olduğu konusunda kesin bir yanıt vermek oldukça güçtür. Çünkü yazdığı eserlerin felsefi olduğu kadar edebi yönünün de olduğu açıktır. Onun için söylenebilecek söz ya da ona atfedilebilecek nitelik onun bir edebiyatçı-filozof olduğudur. Albert Camus felsefesinde ele aldığı temel problemleri, edebiyat eserlerinde okuyucuların daha iyi anlayacağı bir dile dönüĢtürmüĢ ve somutlaĢtırmıĢtır. Ancak onun eserlerini kavramanın temel koĢulu da felsefesini ve ele aldığı sorunlara karĢı yaklaĢımını bilmekten geçer.

Albert Camus‟nün yazdığı eserler hem yaĢadığı zamanda hem de günümüzde büyük bir ilgiyle okunmaktadır. Ancak A. Camus‟yü eleĢtirenler de olmuĢtur. Özellikle insanın yapması gereken eylemleri konusundaki görüĢlerinin Fyodor Mikhailovich Dostoyevski (1821–1881) ve William Shakespeare‟inki (1564–1616) kadar derin olmadığı, kullandığı kavramların ve düĢünce yapısının sığ olduğu konularında eleĢtiriye maruz kalmıĢtır.

Albert Camus‟nün tarihteki önemli yazar ve düĢünürlerle olan iliĢkisine bakıldığında Friedrich Nietzsche‟den (1844–1900) Dostoyevski‟ye, Lev Nikolayeviç Tolstoy‟dan (1828–1910) Martin Heidegger‟e (1889–1976), Franz Kafka‟dan (1883– 1924) Sören Kierkegaard‟a (1813–1855) kadar birçok kiĢiden izler taĢıdığı görülmektedir.

Albert Camus‟nün yanıt aradığı temel problem, Tanrı inancına ve kutsal bir evren anlayıĢına dayanmadan bir ahlak oluĢturulup oluĢturulamayacağıdır. Çünkü A. Camus, insanın bu dünyada kutsal bir varlık anlayıĢına dayanmasının adeta bir intihar olacağını savunur. A. Camus‟ye göre bunca kötülüklerin olduğu bir dünyada Tanrı ya yoktur ya da varsa bile her Ģeye gücü yetmemektedir. Bunun sonucunda insana düĢen görev ise Tanrı‟nın yokluğu ya da çaresizliği karĢısında hayattan kopmak ve pes etmek değil, aksine varolan bu kötü düzene ve insan için öngörülmüĢ olan kadere baĢkaldırmak, dayanıĢma içine girerek hayata sıkı sıkıya bağlanmak olmalıdır.

Günümüz insanının içinde bulunduğu durumu çok iyi gözlemleyen Camus, bu gözlemlerinden hareketle ve Tanrı kavramından elde ettiği sonuçlarla bir saçma

(10)

felsefesi oluĢturur. Camus‟ye göre günümüz insanı hayatın mekanikliği içinde boğulmuĢ, her gün yinelenen olayların, rutin iĢlemlerin akıĢına kendini kaptırmıĢ, bulunduğu noktada neden bulunduğunu kendine sormayan bir insandır. Ama Camus‟ye göre bir gün gelir insan daha fazla dayanamaz, birdenbire yaĢadığı her Ģeyi gözden geçirir; zaman akıp gitmektedir; ancak o Ģu ana kadar sanki zaman durmuĢ gibi hareket etmektedir; kendini bir anda yaĢadığı yere ve herkese, hatta kendine karĢı yabancı hisseder ve kaygı duymaya baĢlar. Ölüm ise her an yanı baĢındadır. Her Ģey sonunda ölüme, yani bir hiçliğe bağlanacaksa yaĢamanın anlamı nedir? ĠĢte Camus böyle bir durumda bulunan insan için bir çıkıĢ yolu bulma çabasındadır. Camus‟nün felsefesi aslında saçmaya rağmen yaĢamak için bir yol bulma arayıĢıdır.

1.1. Amaç

Bu araĢtırmada Albert Camus‟nün eserleri saçma (absürd) kavramı açısından değerlendirilmekte, iĢlediği kavramların ve konuların özellikle diğer varoluĢçu filozoflarla olan iliĢkisi analiz edilmeye çalıĢılmaktadır. Camus ile ilgili ülkemizde yüksek lisans ve doktora düzeyinde bazı çalıĢmalar yapılmıĢtır. Bu çalıĢmaların kimi yalnızca Camus‟nün felsefesini ortaya koymakta, kimi ise Camus‟nün bir filozofla karĢılaĢtırılması Ģeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu çalıĢmanın amacı ise hem Camus‟yü derli toplu bir Ģekilde ama saçma kavramı özelinde açıklamak, hem de Camus‟nün diğer filozoflarla, özellikle varoluĢçu filozoflarla benzerliklerini ve farklılıklarını yakalayabilmektir. Bu genel amaç çerçevesinde düzenlenen alt amaçlar ise Ģu sorular ile ifade edilebilir:

1. Saçma kavramı ne anlama gelmektedir?

2. Teknolojinin geliĢmesinin, insanda saçma duygusunun oluĢmasında bir etkisi var mıdır?

3. Ölümün kaçınılmaz oluĢu saçma duygusunun ortaya çıkıĢında etkili midir? 4. Hayatın bir anlamı var mıdır?

5. Hayatın bir anlamı yoksa intihar etmek meĢru sayılabilir mi? 6. BaĢkaldırmayı her insan baĢarabilir mi?

(11)

1.2. Önem

Albert Camus‟nün saçma felsefesi ve bu felsefeyi temellendirirken ortaya koyduğu diğer sorunlar pek çok filozof tarafından da konu edilmiĢtir. Albert Camus ile ilgili yapılan araĢtırmalarda konu ya sadece Camus ile sınırlı kalmıĢ ya da bir veya iki filozof ile karĢılaĢtırma yoluna gidilmiĢtir. Bu araĢtırmada ise konuyla ilgili olan pek çok filozofun görüĢleri Camus ile karĢılaĢtırılarak incelenmiĢtir. Jean Paul Sartre, Sören Kierkegaard, Martin Heidegger, Gabriel Marcel, Karl Marx, Karl Jaspers, Friedrich Nietzsche, Max Stirner, Mikhailovich Dostoyevski, Lev Tolstoy gibi filozof ve edebiyatçılar araĢtırmada görüĢlerinden faydalanılan isimlerdir. Bu araĢtırmanın önemi konunun bu isimler sayesinde daha zengin bir Ģekilde açıklanmasını sağlayacak olmasından kaynaklanmaktadır.

1.3. Varsayımlar

Yapılan araĢtırmaya yön veren sayıltılar aĢağıda belirtilmeye çalıĢılmıĢtır. 1. YaĢanılan hayat saçmadır.

2. Saçmanın kaynağı insanın bu dünyadan beklentilerine dünyanın kayıtsız kalmasıdır.

3. Ölüm kaçınılmazdır.

4. Umut ve intihar saçmayı ortadan kaldırmaktadır. 5. Saçma yaĢatılmalıdır.

6. Mutlak özgürlük olumsuz sonuçlar yaratır. 7. BaĢkaldırma saçmaya karĢı tek çözümdür.

1.4. Sınırlılıklar

AraĢtırmada baĢvurulacak çeviri kaynaklarda çevirenin eserin aslına uygun bir çeviri yapıp yapamaması araĢtırmanın sınırlılığıdır.

(12)

1.5. Tanımlar

Saçma: Genel olarak, akla açıkça karĢı olan, gizli ya da örtük değil de, apaçık bir çeliĢki segileyen, mantık yasalarına aykırı olan, sağduyunun apaçık doğrularına ters düĢen fikirler, tezler; kendi içinde bir çeliĢki içeren fikirler; mantık bakımından zorunlu olan bir doğruyla çeliĢen yargılar için kullanılan sıfat. Daha özel olarak da, varoluĢ felsefelerinde, hayatın anlamsızlığı, tutarsızlığı ve amaçsızlığı için kullanılan terim (Cevizci, 2005: 1439).

YabancılaĢma: Felsefede yabancılaĢma, Ģeylerin, nesnelerin bilinç için yabancı, uzak ve ilgisiz görünmesi, daha önceden ilgi duyulan Ģeylere, dostluk iliĢkisi içinde bulunulan insanlara karĢı kayıtsız kalma, ilgi duymama, hatta bıkkınlık ya da tiksinti duyma anlamına gelir. YabancılaĢma daha özel olarak ve benliğe yabancılaĢma anlamında, benin kendi özünden uzaklaĢmasıyla, kendisine ve eylemlerine nesnel bir biçimde, sanki bir ustanın elinden çıkmıĢ bir nesneye bakarcasına yaklaĢmasıyla belirlenen bilinç haline karĢılık gelir. Buna göre, yabancılaĢma, kiĢinin kendi benliğiyle ya da zihin halleriyle, kendisi arasında duygusal bakımdan mesafe bırakması durumunu, kiĢinin gerçek beniyle olan içsel temasını yitirdiğini anlamasının sonucu olan kendinden kopma halini ifade eder (Cevici, 2005: 1728).

Kötülük Problemi: Tanrı tarafından yaratılmıĢ olduğu kabul edilen dünyamızda varolduğu ve Tanrı‟nın varoluĢuna ya da en azından temel özelliklerine zarar verdiği veya gölge düĢürdüğü düĢünülen kötülüklerle ilgili problem (Cevizci, 2005: 1029).

AnarĢizm: Devlet ya da hükümeti olmayan bir toplumun hem mümkün hem de arzu edilebilir olduğunu savunan görüĢtür. Bütün anarĢistler dört ana iddiada bulunurlar: 1. Ġnsanların devletlerin emirlerine uyma gibi bir ödev ya da yükümlülükleri yoktur; 2. Devletin yıkılması gerekir; 3. Bir tür devletsiz toplum mümkün ve arzu edilebilirdir; 4. Devletten anarĢiye geçiĢ gerçekçi bir süreç oluĢturur.(Cevizci, 2005: 100)

(13)

2. YÖNTEM

2.1. AraĢtırmanın Modeli

Bu araĢtırmada tarihsel yöntem kullanılmıĢ, konuyla ilgili doğrudan ve dolaylı olarak kitaplar, makaleler taranmıĢtır. Dolayısıyla tarama türü bir araĢtırmadır.

2.2. Evren ve Örneklem

AraĢtırmanın evrenini Albert Camus‟nün bütün eserleri ve Albert Camus‟yle ilgili yazılmıĢ, kitaplar, makaleler ve tezler, örneklemini ise Albert Camus‟nün saçma felsefesi ile ilgili yazmıĢ olduğu eserler ve Albert Camus‟nün saçma felsefesini konu edinen ikinci el eserler oluĢturmuĢtur.

2.3. Verilerin Toplanması

Bu araĢtırma literatür taramaya dayalı bir araĢtırmadır. AraĢtırmada konuyla doğrudan ilgili kaynakların bulunduğu literatür taraması yapılmıĢ, ayrıca konuyla ilgili yazarların kitapları, makaleleri araĢtırmanın temel kaynaklarını oluĢturmuĢtur. Konuyla ilgili olan felsefe tarihi kitaplarından da yararlanılmıĢtır.

2.4. Verilerin Analizi

Albert Camus üzerinde yazılmıĢ tezlerden, birincil kaynaklardan, çevirilerden, makaleler ve konu ile ilgili diğer kaynaklardan literatür tarama yolu ile elde edilen veriler konu ile ilgili bölümlere ayrılarak yorumlanmıĢ, veriler karĢılaĢtırılarak, bilgiler derlenip yazılarak özgün bir çalıĢma ortaya konmaya çalıĢılmıĢtır.

(14)

BÖLÜM II:

ALBERT CAMUS FELSEFESĠNDE SAÇMA (ABSÜRD)

1. Saçma Duygusu

„Saçma‟ (absürd), Alman varoluĢçularından ziyade Fransız varoluĢçularının meĢgul olduğu bir kavramdır. Özellikle Jean Paul Sartre (1905-1980) ve Albert Camus (1913-1960), saçma kavramıyla yoğun bir Ģekilde uğraĢmıĢlardır.

Fransızca bir kelime olan „absurde‟, “Mantık kurallarını bozan, tersine çeviren. Saçma bir düĢünce, öğeleri birbirini tutmayan, birbiriyle bağdaĢmayan düĢünce” (Akarsu, 1998: 154) anlamına gelir.

Saçma A. Camus‟nün felsefesinde sözlük anlamını aĢan bir kavram olarak yer almaktadır. Saçma Camus‟ye göre insanın içinde bulunduğu durumdur, insanın yaĢadığı hayattır, onun tercihleridir. Ölümün her Ģeyi sona erdirmesi bile baĢlı baĢına bir saçmalıktır. Ancak Camus, saçma kavramını baĢka bir anlamda daha kullanır. Ona göre saçma, evrenin akla, mantığa aykırılığını, tutarsızlığını anlamıĢ, her Ģeyi olduğu gibi gören, bilinçli insanı ya da düĢünceyi belirtir. Yani Camus de saçmanın iki farklı anlamı vardır. birincisi saçma duygusudur ki Camus bunun herkes tarafından yaĢandığını, ancak bazı insanların durumunun bilincine varabildiklerini, bazınlarının ise bu durumun farkına varmadan hayatlarını sürdüğünü ifade eder.

Camus‟ye göre saçma, anlam sorunu içinde anlamı oluĢturulamayan her Ģeye karĢılık kullanılır. Bir anneden, ölmesi için oğullarından birini seçmesini istemek Camus‟ye göre saçmanın ta kendisidir. Ne olursa olsun yapılacak seçimin bir anlamı olmayacaktır:

“Biliyor musunuz, bizim küçük köyde, bir misilleme eylemi sırasında bir Alman subayı ihtiyar bir kadından, iki oğlundan rehin olarak kurşuna dizilecek birini seçmesini nazikçe rica etmişti. Seçmesini, tasarlayabiliyor musunuz bunu? Şunu mu? Hayır, şunu. Ve onun alıp götürüldüğünü görmesini.”(Camus, 2007a: 13).

(15)

Görüldüğü gibi Camus‟ye göre anlamdan yoksun olan veya anlamdan yoksun gibi görünen her ayrıntıda, her kural ve uygulamada saçmadan bahsetmek mümkündür. Burada bahsedilen durum her insanın bir gün karĢısına gelebilecek durumlardan yalnızca biridir. Ancak her insan böyle durumlarla hayatının bir noktasında karĢılaĢsa da, bu durum onda bir dönüĢüme yol açmayabilir. BaĢına gelenleri kabullenip, hayatına kaldığı yerden devam edebilir. Camus'nün arzu ettiği durum ise bu değildir. O saçmanın bilincine varmıĢ insanı kendisine konu olarak alır.

Albert Camus‟nün saçma anlayıĢı böylece iki farklı Ģekilde karĢımıza çıkmaktadır. Birinci durumda saçma duygusu hissedilir, ikinci durumda ise bu durumdan doğan bir bilinç dönüĢümü yaĢanır ki, Camus bu dönüĢümü yaĢayan insanlara eserlerinde „saçma insan‟ demektedir. Saçma insanı anlayabilmek için öncelikle saçma duygusunun nasıl ve hangi yollarla ortaya çıktığı, hissedildiği iyi bilinmelidir.

A. Camus, „Sisifos Söyleni‟ adlı denemesinde saçma duygusunun nasıl ortaya çıktığını, yani saçma duygusunun hissedilmesinin nedenlerini sıralamakla iĢe baĢlamakta, saçma duygusunun hissedilmesinin neticesinde ise kiĢinin karĢısında bulunan alternatiflerin neler olduğunu ele almaktadır.

Saçma kavramını inceleyen veya bu konuda görüĢ beyan eden filozoflar arasında dikkatimizi özellikle varoluĢçu filozoflar çekmektedir. Bu filozoflar Camus ile benzer nedenlerden yola çıkarak, saçma kavramına değinmiĢler, ancak oradan vardıkları sonuçlar açısından Camus‟den ayrılmıĢlardır. Özellikle Camus‟nün saçma duygusunun hissedilmesi bahsinde ele alacağımız problemler birçok varoluĢçu filozofun ortak temalarındandır. Saçma konusuna değinen filozofların baĢında S. Kierkegaard ve M. Heidegger gelmektedir.

Kierkegaard saçma konusunu iman ile iliĢkilendirerek değerlendirmiĢ ve iman ile saçma arasında bağlantı kurmuĢtur. Saçma O‟na göre, „sonlu ile sonsuz arasındaki mesafedir.‟ Bu „saçma olduğu için inanıyorum‟ anlamına gelir. BaĢka bir deyiĢle saçma Tanrı‟ya götüren manadır (Koç, 1998: 54).

(16)

Kierkegaard saçma olanın imanla ilgisini Hz.Ġbrahim örneğiyle açıklar. Ġbrahim Tanrı‟dan oğlunu kurban etmesi emrini alır, fakat bu emir hem insanın eğilimlerine hem de ödeve ters düĢer. Yani bir insandan oğlunu öldürmesini beklemek oldukça mantıksız bir durumdur. Fakat Hz.Ġbrahim ödevden kopmak zorundadır; çünkü Ġbrahim‟in Tanrı‟ya olan imanı, iĢleyeceği cinayeti bir suç değil de kutsal bir eylem haline getirecektir. Burada en yüksek insani bilinç ile görünüĢte saçma-olanın ilahi müdahalesi arasında bir paradoks vardır (Macintyre, 2001: 14).

Ancak Kierkegaard için inanç insana bazen en saçma gözüken kararları aldırabilir. “Kierkegaard, Tanrı inancı ve günah çerçevesinde saçma kavramını oluĢturur ve bu kavrama yeni bir Hıristiyanlık yorumu getirir” (Jaspers, 2001: 241). Ona göre inancın rasyonellikle ilgisi yoktur. Kierkegaard‟ın Hz. Ġbrahim örneğini vermesinin nedeni de budur. Çünkü burada insan bilinci ve ilahi olan varlık arasında kurulan iliĢkinin kırılma noktasına gelinmiĢtir. Ġnsan bu noktada iki seçenek karĢısındadır: Ya buraya kadar evet, ama buradan sonrasına hayır denilecektir, ya da insan kendini Tanrı‟nın iradesine teslim edecektir.

Kierkegaard, saçma aracılığıyla insanın kimi zaman çok zor kararlar vermek zorunda kalabileceğini ifade eder. Fakat ona göre insan aldığı bu kararlardan sonra bile saçmadan kurtulamaz. Kierkegaard‟ın saçma kavramına dair bu görüĢleri Sartre, Camus ve Heidegger‟in felsefeleri üzerinde etkili olmuĢtur.

Saçma, Heidegger‟de insanın hiçlik içine bırakılmıĢ olduğu hissini ifade etmek için kullanılır. Heidegger‟in insanı, kendini hiçlik tarafından evrenin yitik bir bölgesine atılmıĢ ve bırakılmıĢ hisseder (Mounier, 1986: 75). Heidegger evrene atılmıĢ olduğumuzdan ve var olmamızın hiçbir geçerli nedeninin olmadığından hareketle saçma kavramına giriĢ yapar. Onun „düĢmüĢlük‟ ya da „bırakılmıĢlık‟ dediği durum, aynı zamanda kiĢinin günlük yaĢam içindeki rutine kendini kaptırmıĢ olmasından, varlığıyla ilgili sorular soramamasından, varlığının sorumluluğunu taĢıyamamasından kaynaklanmaktadır. Daha ileride değinileceği gibi Heidegger için saçma, olumsallığın egemen olduğu bu evrende yine insanın üstesinden gelebileceği bir varlık problemidir.

(17)

2. Saçma Duygusunun Hissedilmesi

Camus'nün felsefesinde saçma kavramının temellendirilmesi için yapılması gereken ilk Ģey, saçma duygusunun hissedilmesi sürecinin açıklanmasıdır. Çünkü Camus, saçma üzerindeki ilk düĢüncelerini oluĢtururken akıldan ziyade duygusal bir deney ya da bir tecrübe olarak kabul ettiği saçma duygusu üzerinde durmaktadır. Camus‟ye göre fiziki varlığın zenginliği ile ölümün zorunluluğu arasındaki karĢıtlığı derinden derine hisseden insanda saçma duygusu ortaya çıkmaktadır.

Saçma duygusunu hisseden kiĢi için artık hayat o eski anlamını bir anda yitiriverir. KiĢi aniden bir boĢluğa düĢer. Eylemlerinin nihai bir amacının olmadığını düĢünmeye baĢlar. Onun için artık her Ģey eĢdeğerdir. Eskiden anlamı varmıĢ gibi görünen Ģeylerin kiĢiye bir anda anlamdan yoksun gelmesi saçma duygusunun hissedildiği andır.

Saçma Camus‟ye göre her insanın her an yaĢayabileceği bir duygudur. Bu duygunun ortaya çıkması için kiĢinin ayrıca bir gayret göstermesi gerekmez, çünkü bu duygunun ortaya çıkması bir flaĢın patlaması gibi birdenbire oluverir. O, bu konuyu Ģöyle belirtir: Uyumsuzluk duygusu, her sokağın dönemecinde, her adamın yüzüne çarpabilir. O durumuyla, acıklı çıplaklığı, parıltısız ışığı içinde, kavranılmaz bir şeydir.” (Camus, 2007b: 22)

Kavranılmaz bir duygu için „bu saçma duygusudur‟ denilebilmesinin nedeni ise bu duyguların insanın düĢünce ve hareketlerine yansımalarıdır (Gündoğan, 1997: 64). Dolayısıyla kiĢinin iç dünyasında olup bitenler bilenemeyebilir, ancak bu duygular onun davranıĢlarına yansımaya baĢladığı andan itibaren bir fikir sahibi olunabilir. Çünkü davranıĢlar kiĢinin saçma duygusu içinde çırpındığını belli eden ipuçları verebilir. Camus‟nün „Yabancı‟ adlı romanında da bu duyguyu içinde hisseden bir insanın hikâyesi anlatılmaktadır.

Ancak Camus yalnızca saçma duygusu ile değil, saçma kavramı ile de ilgilenmiĢtir. O, saçma kavramının kendisinin baĢka bir Ģey olduğunu, saçma duygusunun hissedilmesinin ise daha farklı bir Ģey olduğunu belirtmekte ve bu ikisi

(18)

arasında birtakım farklılıkların olduğunun altını çizmektedir. Sartre‟ın Camus‟yle ilgili aĢağıdaki yorumu bu durumu açık bir Ģekilde ortaya koymaktadır:

“Camus saçma duygusu (Sentiment) ile saçma kavramı (Notion) arasında bir ayrım bırakmaktadır… Sisyphe Efsanesi‟nin bize bu kavramı vermek, Yabancı‟nınsa bizde bu duyguyu uyandırmak istediği söylenebilir. Ġki yapıtın yayımlanıĢ sırası bu varsayımı doğrular gibidir; ilkin yayımlanan Yabancı, açıklama yapmaksızın bizi saçma „iklimi‟ içine bırakıverir; görünümü aydınlatan deneme ise arkadan gelir” (Sartre, 1965: 99).

Sartre'a göre Sisifos ne iyi, ne kötü, ne ahlaklı, ne de ahlaksızdır. Bu kategoriler uygun gelmez ona. Camus'nün saçma adını verdiği çok garip bir tür içine girmektedir (Sartre, 1965: 88).

Buradaki saçmadan kastedilen iki anlamı Sartre biraz daha açar: “...saçma, hem bir olay durumu, hem de bazı kiĢilerin bu durumdan edindiği açık bilinç‟tir. Köklü bir saçmalıktan, hiç bozulmaksızın zorunlu sonuçları çıkaran insan, „saçma‟dır” (Sartre, 1965: 88).

2.1. Hayatın Monotonluğu ve DeğiĢtirilemez YaĢamlar

Saçma duygusunun ortaya çıkmasının ilk belirtisi hayatın monotonluğudur. Camus, aslında önemsiz bir baĢlangıcı var gibi görünen bu durumun çok önemli sonuçlara yol açtığını belirtir. Ona göre bu durum insanları büyük eylemlere götürmektedir. Bu baĢlangıcın saçma duygusunu nasıl oluĢturduğunu Camus, „Sisifos Söyleni‟ adlı eserinde Ģöyle örneklendirir:

“Dekorların yıkıldığı olur. Yataktan kalkma, tramvay, dört saat çalışma, yemek, uyku ve aynı uyum içinde salı çarşamba perşembe cuma cumartesi, çoğu kez kolaylıkla izlenir bu yol. Yalnız bir gün „neden‟ yükselir ve her şey bu şaşkınlık kokan bıkkınlık içinde başlar.” (Camus, 2007b: 24).

Hayatın bu monotonluğunu fark eden insan ise böyle bir hayat karĢısında bir bıkkınlık duymaktadır: “Yarın her şey değişecek, yarın. Birdenbire anlar ki yarın da böyle olacaktır, öbür gün de, bütün öteki günler de. Bu çaresiz buluş ezer onu. İşte böyle düşünce öldürür insanı. Bunlara katlanamadığından öldürür insan kendini.” (Camus, 1991: 37).

(19)

Günlük hayatın olağan ritmine insan bir gün „neden‟ diye karĢılık verir. Bu monoton bir yaĢama, hayatın mekanikliğine, ya da teknolojinin insanı makineleĢtirmesine sorulan bir sorudur. Bu bir anlamda yabancılaĢmadır. Ġnsan bir an gelir ve hiçbir Ģeye anlam veremez olur. Camus, saçma duygusunun ortaya çıkıĢını günlük hayatta kurulan iliĢkileri irdeleyerek açıklar:

“Kimi durumlarda neler düşündüğü konusunda bir soruya kişinin „hiç‟ yanıtını vermesi bir yapmacık olabilir. Sevilen yaratıklar bunu iyi bilirler. Ama bu yanıt içtense, boşluğun çok şeyler anlattığı, günlük devinimler zincirinin koptuğu, yüreğin kendisini yeniden düğümleyecek halkayı arayıp da bir türlü bulamadığı şu garip tinsel durumu belirtiyorsa, o zaman uyumsuzluğun ilk belirtisi gibidir” (Camus, 2007b: 24).

Camus‟nün burada anlatmaya çalıĢtığı durum, saçma duygusunu hisseden bir insanın fark ettiği Ģeydir. Camus‟ye göre saçma duygusunun hissedilmesi kiĢide bir hiçlik duygusunun uyanmasına neden olur. Bu kiĢi için artık olayların, nesnelerin ya da kiĢilerin bir anlamı kalmamıĢtır. Bu yüzden yanıtı „hiç‟tir. Camus‟ye göre bugünün insanı teknolojinin kurbanı olmuĢ, modern yaĢamın esiri haline gelmiĢtir. Gündelik amaçlar peĢinde koĢan, hep daha fazla tüketme hırsıyla hareket eden insan, giderek tekniğin ve teknolojinin denetimi altında yaĢamaya mahkûm edilmektedir. Bu, Camus‟ye göre çok acı bir durumdur:

“Bugünün insanı gerçekten de bu dünyanın dar yüzeyinde başdöndürücü yığınlarla acı çeken kişidir, özgürlüğe şimdilik bekleyebilecek bir lüks diye bakan... kişidir... Bugün, insanlık teknikten başka bir şeye gereksinim duymuyor, teknikten başka bir şeye kulak asmıyor.” (Camus, 1994a: 51).

VaroluĢçuluğun önemli bir temsilcisi sayılan Gabriel Marcel (1889-1973) de insanın günlük yaĢam içindeki bunalımlarını kendisine konu edinmiĢtir. Ancak Marcel bu durumundan kurtulmanın yollarını belirtirken Camus‟den ayrılır.

Marcel‟e göre modern yaĢam, bireyi arka plana itmiĢ, onun aĢkın bir varlığa olan ihtiyacını yoksayan bir yapıya bürünmüĢtür. Böylece, yaĢam soyutlaĢmıĢtır. Bu yaklaĢım, insan ile evren arasındaki iliĢkiyi kısırlaĢtırmıĢ, insan için evren, ihtiyaçlarını karĢılamak üzere kullanabileceği bir hammadde olarak algılanmaya baĢlamıĢ, bunun sonucunda, insan nesneleĢmiĢ, hayat anlamsız ve saçma hale gelmiĢtir. Bu durumda

(20)

Marcel çözümü Tanrı‟ya imanda bulur. KiĢi, ancak Tanrı sayesinde yaĢamın anlamını bulur.

2.2. Zamanın Akıp Gitmesi

Hayatın monotonluğu insanda saçma duygusunun oluĢmasının ilk nedeni ve bu duygunun hissediliĢinin de ilk belirtisidir. Yani insan adeta bir robot mekanikliğiyle hareket edip yaĢamını sürdürdüğünü anladığı anda, durumun kendisi açısından ne kadar saçma olduğunu anlamaya baĢlamıĢtır. Saçma duygusunun ikinci habercisi ise zaman mefhumudur.

Zaman kavramı da insan yaĢamında bir çeliĢki ortaya koyar. Gelecekle ilgili planlar ve „yarın‟dan beklediklerimiz, aslında hepimizi kaçınmamız gereken zamanın malı yapar. Zaman kavramının insan için tam bir çeliĢki olduğunu, bunun anlaĢılmasının ise insanda saçma duygusunun ortaya çıkmasına neden olduğunu Camus Ģöyle açıklar:

“…Geleceğe dayanarak yaşarız: „yarın‟, „ileride‟, „iyi bir işim olunca‟, „yaşlandıkça anlarsın‟…Gene bir gün gelir, insan otuz yaşında olduğunu görür ya da söyler. Gençliğini belirtir böylece. Ama aynı anda, zamana göre yerini de belirtir. Zamanın içinde yerini alır. Geçmesi gerektiğini söylediği bir eğrinin belirli bir anındadır. Zamanın malıdır, içinin ürpertiyle dolması üzerine, en kötü düşmanı olarak görür onu. Yarını istiyordu hep, bütün benliğinin bundan kaçınması gerekirken, yarının gelmesini diliyordu. Etin bu baş kaldırışı, uyumsuz budur işte” (Camus, 2007b: 24–25).

Zamanın geçmekte olduğunun algılanması insana korku vermektedir. Çünkü kiĢi bütün planlarını geleceğe yönelik beklentilerine göre yapar. Geleceğe dair planlar, ümitler, hayaller ona güç verir. Ancak bütün bu ümitler, hayaller kaçınılmaz olan sona doğru bir yürüyüĢü de beraberinde getirir. Ġnsan ölümlü bir varlık olduğunu unutmuĢ ve hayallere dalmıĢtır. Ölümün geleceğini anladığı anda ise her Ģeyin aslında bir hiç olduğunu kavrar. Saçma duygusunun hissedilmesi budur.

Camus‟nün „Mutlu Ölüm‟ adlı kitabında zaman konusu kahramanlar için çok önemlidir. Zagreus ile Mersault arasında geçen konuĢmada zamanın mutlu olmak için ne kadar önemli olduğu, ancak insanların bunun bilincinde olmadan zamanlarını

(21)

harcadıkları anlatılmaktadır: “Yalnız zaman gerekiyor mutlu olmak için. Çok zaman. Mutluluk da uzun bir sabırdır zaten. Ve çoğu kez, para aracılığıyla zaman kazanmak gerekirken, yaşamımızı para kazanarak tüketiyoruz.” (Camus, 2005: 60).

Heidegger ise zaman kavramının bizde kaygı oluĢturduğunu söyler. Heidegger felsefesinde çok önemli bir yeri olan „Dasein‟ kavramı burada bir anlamda kaygı yerine de kullanılmaktadır. Heidegger‟e göre „Dasein‟, tasalanmaktır, bir Ģeyden kaygı duymaktır. Kaygımızın temelinde ise bizim sonlu oluĢumuz ve zamanın sürekli geçip gidiĢi içerisinde varlığımızın tükenip bitmesi yatar.

2.3. YabancılaĢma Problemi

Saçma duygusunun insanda oluĢmasının önemli nedenlerinden biri de yabancılaĢma problemidir. Camus yabancılaĢma problemini eserlerinde yoğun bir biçimde iĢlemiĢtir. Hatta 'Yabancı' adlı romanı yabancılaĢmıĢ bir insanın okuyucuya takdim edilmesidir.

YabancılaĢma modern insanın önemli problemlerinden biridir. YabancılaĢma bir duygunun ifadesidir. KiĢinin anlam problemlerine bir yanıt bulamaması durumunda yaĢadığı duygunun adı yabancılaĢmadır. YabancılaĢmıĢ kiĢi kendini yalnız hisseder. Kalabalıklar arasındadır ancak yine de yalnızdır ve bu durumun farkında olmak, insan için dayanılmazdır.

XX. yüzyılın baĢlarında insanın makineyle olan iliĢkisinin artması, bu iliĢkinin giderek insanların aleyhinde geliĢmeye baĢlaması, yani insan ve makine arasındaki dengenin insan iliĢkileri açısından bozulmasıyla (insanların birbirlerine yeterince zaman ayıramaması gibi) yüzyılın insanı yalnızlık, anlamsızlık, iç sıkıntısı, umutsuzluk ve yabancılık gibi bunaltıcı kavramlarla karĢı karĢıya kalır. Bu dönemde, insanın içinde bulunduğu çıkmazı ve karĢı karĢıya bulunduğu sorunları en iyi Ģekilde yansıtacak roman kiĢilerinden birisi çıkar ortaya. Bu kiĢi, Albert Camus‟nün „Yabancı‟sındaki Meursault‟dan baĢkası değildir. Meursault tutum ve tavırlarıyla gerçekten sıra dıĢı bir kiĢidir. Daha romanın baĢında, annesinin ölüm haberini bildiren telgrafı okuduğunda gösterdiği tepki okuru ĢaĢırtır (ĠĢler, 2001: 61–62).

(22)

Modern yaĢam insanı bu dünyada yalnız baĢına bırakmıĢtır. Ġnsanoğlu gittikçe doğaya daha fazla egemen olmuĢ; ancak aynı hızla çevresinden soyutlanmaya baĢlamıĢtır. Bu durum Kierkegaard‟dan beri varoluĢçuların biricik çıkıĢ noktası olmuĢtur. Saçma, evrende yalnız olduğunu düĢünen insanın hissettiği duygudan kaynaklanır. Camus bu durumu “O gece ne kadar yalnız olduklarını sonradan duydu yalnız. Herkese karşı yalnız.” (Camus, 1991: 48) Ģeklinde özetlemiĢtir.

Kierkegaard‟a göre de her insan içinde, Tanrı tarafından bu dünyada yapayalnız bırakıldığına ve unutulduğuna dair bir korku taĢımaktadır. Ona göre varoluĢunu gerçekleĢtirmiĢ bir kiĢi, bu korkuyu hisseder, ancak ondan kaçmaz (AkıĢ, 2007: 16).

Peki, insan neye karĢı yabancılaĢmaktadır? Camus‟nün eserlerini incelediğimizde, karakterlerin hem kendine, hem diğer insanlara hem de dünyaya yabancılaĢtığını gözlemleyebiliriz.

YaĢamın anlamsızlığını göstermeye çalıĢan Camus‟nün „Yabancı‟sı, günümüz insanının hem kendisine hem de içinde bulunduğu dünyaya karĢı yabancılaĢmasını konu almaktadır. Camus bu eserinde, değerlerin hiçbir sağlam dayanağının olmadığını fark eden Meursault‟nun kaygısız tutumu ile duyarlılığı gerekli gören toplumsal değer yargısı arasında bir çeliĢkinin varolduğunu anlatmaya çalıĢır (Türkyılmaz, 2004: 51). Meursault, annesi yaĢıyorken onu görmemesinin nedenini anlatırken tam bir kayıtsızlık ve toplumsal beklentilerin aksine davranan bir kiĢi örneği çizmektedir: “…Bu bütün bir pazarımı alıyordu. Otobüse kadar gitmek, bilet almak ve iki saatlik yollara düşmek zahmeti de caba.” (Camus, 2008: 15).

Annesi öldükten sonra da bu durum değiĢmemiĢtir. Annesinin tabutu baĢında görevliyle aralarındaki konuĢma bu durumu açıklar: “Tabutu kapamışlar, ama ananızı görmek isterseniz açayım, dedi. Tabuta yaklaşırken durdurdum. İstemiyor musunuz? dedi. Hayır diye karşılık verdim.” (Camus, 2008: 16).

Annesinin tabutu baĢında uyuklaması da yine okuyucuyu ĢaĢırtan, toplumsal beklentileri sarsan bir davranıĢ olarak kabul edilebilir. Aslında Meursault annesinin ölümüne kendi planlarını aksattığı gerekçesiyle de bir yandan üzülmektedir: “Ne

(23)

zamandır kırlara çıkmamıştım, anam ölmeseydi, diye düşünüyordum, kim bilir ne güzel gezip eğlenirdim.” (Camus, 2008: 21).

Meursault‟nun kayıtsız tutumu baĢkalarını anlamaya çalıĢmasını da engeller. Kendi duygularını dıĢa vurmayı sevmeyen ama sadece uyumak, yüzmek gibi kimi zevklerinden söz etmeyi tercih eden Meursault, baĢkalarını bir insan olarak değil bir nesne olarak algılar (Ġnal, 1991a: 32).

Meursault‟da görülen nedensiz edimler, Andre Gide‟ın (1869-1951) „Vatikan Zindanları‟ adlı eserindeki kahramanlarında da görülmektedir. Gide‟ın kahramanlarının eylemleri bilinçten yoksundur, kaygı duymazlar, sorumluluk üstlenmezler. Eylemlerinin neden olabileceği sonuçları ciddiye almazlar. YaĢadıklarını ve yaĢananları tesadüfe bağlarlar. Fleurissoire‟ı trenden iterek ölümüne neden olan Lafcadio da böyle bir kiĢiliktir. Cinayet için üzüntü ve kaygı duymaz. Aksine baĢkaları tarafından adam öldürdüğü anlaĢılacağı için kendi kendine kızar (ĠĢler, 2001: 61). Meursault da sahilde belirli bir neden yokken bir insanı öldürmüĢtür.

Meursault‟nun kayıtsızlığı düĢünce tarzında da sürmektedir. Raymond'un dostça tavrı karĢısında aklından geçenler Ģöyledir: “Arkadaşı olmuşum, olmamışım bence birdi, ama o, bunu candan ister görünüyordu.” (Camus, 2008: 39). Kız arkadaĢı Marie ile aralarında geçen konuĢma yine okuyucuyu ĢaĢırtmaktadır. Meursault soğukkanlı ve duygusuz tavırlarını her yerde göstermektedir: “Biraz sonra, “Beni seviyor musun?” diye sordu. “Bu anlamsız bir şey, ama sanırım sevmiyorum,” dedim. Üzülür gibi oldu.” (Camus, 2008: 41). Patronunun Meursault‟ya teklif ettiği cazip iĢ için aralarında geçen konuĢmada ise Meursault kayıtsız tavrını sürdürmektedir:

“„Daha gençsiniz. Sanırım böyle bir hayat hoşunuza gider,‟ dedi. „Evet‟ diye karşılık verdim. „Ama, doğrusunu isterseniz, bence bir‟ diye ekledim. O zaman, „Hayatınızda bir değişiklik hoşunuza gitmez mi?‟ diye sordu. „İnsan, hayatını hiç değiştiremez ki. Zaten herkesin hayatı birbirinin aynıdır...‟ diye karşılık verdim.” (Camus, 2008: 47).

Camus Meursault‟yla aslında var olan değer yargılarının ve alıĢılmıĢ kalıpların anlamsızlığını göstermeye çalıĢmaktadır. Ġnsanın annesine olan sevgisi, bir yakınının

(24)

ölümünde yapması gerekenler, kariyerli bir iĢ bulma çabaları, bir eĢ bulup evlenme planları Meursault‟ya göre anlamsız Ģeylerdir:

“Akşam, Marie beni görmeye geldi, kendisiyle evlenmek isteyip istemediğimi sordu. „Bence bir, ama istersen evleniriz,‟ dedim. O zaman, kendisini sevip sevmediğimi öğrenmek istedi. Bir başka zaman da söylediğim gibi, „Bunun bir anlamı yok, ama herhalde sevmiyorumdur,‟ diye karşılık verdim. „Öyleyse niçin benimle evleneceksin?‟ diye sordu. Bunun hiçbir önemi olmadığını, isterse evlenebileceğimizi söyledim. Zaten isteyen kendisiydi, ben sadece evet demekle yetiniyordum. O zaman, Marie, „Evlilik ciddi bir şeydir,‟ dedi. Ben de, „Değildir,‟ diye karşılık verdim. Bir an sustu, bana sessiz sessiz baktı. Sonra yine konuştu, „Aynı biçimde bağlı olduğun bir başka kadın sana aynı öneride bulunsa kabul eder miydin, onu öğrenmek istiyorum,‟ dedi. „elbette ederdim,‟ dedim. O zaman, „Ben seni seviyor muyum acaba?‟ diye sordu. Ben de, „Bu konuda hiç düşünmedim,‟ diye karşılık verdim.” (Camus, 2008: 47–48). Bir Arabı öldürdüğü için mahkeme önüne çıkan Meursault ilerleyen süreçte annesinin ölümüne karĢı duyduğu kayıtsızlık yüzünden sorgulanmaya baĢlar. Verdiği cevaplar karĢısında ĢaĢkına dönen yargıç sonunda dayanamaz: “Böyle katı yürekli insan görmedim ömrümde!” (Camus, 2008: 70) Ģeklinde duygularını ifade eder.

Meursault yemek kabına bakarken kendini görür, ancak görüntüsünden rahatsız olur, çünkü artık kendisine karĢı yabancıdır. O, ayna karĢısındaki görüntüsünü zaman zaman yaĢamdan kopmuĢ gibi algılamakta ve bu bağlamda kendisiyle ve diğer bireyler arasında kapatılamaz bir boĢluğun bulunduğunu hissetmektedir (Türkyılmaz, 2004: 56). Camus bunu Ģöyle ifade eder: “O gün gardiyan gittikten sonra yemek kabımda yüzümü seyrettim. Bana öyle geldi ki, gülümsemeye çalıştığım halde, görüntüm ciddi duruyordu. Kabı oynattım. Yeniden gülümsedim, ama görüntüm hep o aynı ciddi, o aynı üzgün halini bırakmadı.” (Camus, 2008: 80).

YabancılaĢmanın altında yatan bir diğer neden ise, insanlık dıĢı davranıĢlar, bu davranıĢların mekanik görünümleridir. Anlamsızlık ile karĢılaĢma ve onun bilincine varma, ister istemez insanın dünya ile aralarındaki bağı kopartır, onunla bütünleĢip uzlaĢamamasına neden olur (Türkyılmaz, 2004, s: 62). Meursault, ölümü beklerken bu duygu içindedir: “Başkalarının ölümü, bir ananın sevgisi ne umurumdaydı benim? Başkasının Tanrısından bana neydi? Başkalarının seçtiği, kabullendiği hayattan, yazgıdan bana neydi?” (Camus, 2008: 115).

(25)

Benzer bir yabancılaĢma durumu Camus‟nün „Düşüş‟ adlı romanında yaĢanmaktadır. Clamence kendine yabancılaĢmıĢtır ve dünyayı, olayları kendi istediği doğrultuda değiĢtiremeyeceğini ve hatta kendisi ile dünya arasında ani bir kopmanın olduğunu öğrenmiĢtir. Aynada kendi gülümseyiĢini gören, ama görüntüsünü çiftmiĢ gibi algılayan 'Düşüş'ün kahramanı Clamence, kendine karĢı yabancılaĢmıĢtır: “Kimi anlarda bir aynada bize doğru gelen yabancı, kendi fotoğraflarımızda bulduğumuz alışılmış, ama gene de kaygı verici kardeş, işte bu da uyumsuzdur” (Camus, 2007b: 26). „Yanlışlık‟ adlı oyunda oğlunun ölümüne sebep olan anne hayatın anlamsız olduğuna kanaat getirir ve kendini öldürür: “…Düşünülürse bu dünya bütünüyle anlamsız zaten.” (Camus, 1964a: 40). Burada anne için dekorlar yıkılmıĢtır. Yıllardır hayatlarını baĢka insanların hayatlarını söndürerek sürdüren anne, kendi oğlunu öldürdüğünü anlayınca hiçbir Ģeyin anlamı olmadığını farkeder. ĠĢte bu filmin koptuğu andır artık. Camus insanın kendine yabancılaĢmasını çok çarpıcı ve net bir Ģekilde ifade etmektedir: “Kendi kendime yabancı kalacağım hep.” (Camus, 2007b: 29).

Ġnsanın bu dünyada yalnız ve yabancı oluĢu „Caligula‟ adlı eserde de görülmektedir. Drusilla‟nın ölümü ile karakteri olduğu gibi değiĢen ve bu dünyaya katlanılamayacağı sonucuna varan Roma Ġmparatoru, tebaasına zalimce bir terör uygulamaya baĢlamıĢ ve sürekli olarak insanlardan uzaklaĢmıĢtır. Özgürlüğünü sonuna kadar kullanan Caligula, giderek yabancılaĢma sürecinin içine girmiĢtir (Türkyılmaz, 2004: 67).

„Sürgün ve Krallık‟ta da Jonas benzer bir durum yaĢar ve yabancılaĢmanın etkisi altındadır. YabancılaĢma, odasında yalnız baĢına kalan Jonas‟ın karĢı karĢıya kaldığı trajik durumdur. Benzer Ģekilde „Mutlu Ölüm‟ adlı kitabın kahramanı Mersault da odasında kendine ve her Ģeye yabancılaĢmaktadır: “Kendini her şeyden, kendi ateşinden bile bunca uzakta hissedip en iyi hazırlanılmış yaşamların temelinde saçmanın, bayağının bulunduğunu açık seçik biçimde hissedince, gözlerinin önünde bu odada, kuşku ve belirsizlikten doğan garip bir özgürlüğün utangaç, gizli yüzü yükseliyordu.” (Camus, 2005: 77).

O andan itibaren Mersault, yabancılık duygusunu her yerde hissetmektedir. Bu duygu bir sefer uyanınca adeta kiĢiyi esir almaktadır. Camus bu durumu “Keyfi kaçan

(26)

Mersault bir direğe dayandı, o dakikada dünyanın kendisine sunduğu yabancı ve yalnız olan her şeyi uzun uzun içine çekti” (Camus, 2005: 80) Ģeklinde açıklamıĢtır.

Doğa ise insana artık huzur ve mutluluk vermemektedir. Giderek insan doğaya karĢı da yabancılaĢmaktadır.

“İşte yine ağaçlar, sertliklerini biliyorum, işte su, duyuyorum. Otların ve yıldızların bu kokuları, gece, yüreğin rahata erdiği kimi akşamlar; erkinliğini ve güçlerini duyduğum bu dünyayı nasıl yadsıyabilirim? Gene de bu yeryüzünün bütün bilimi beni bu dünyanın benim olduğuna inandırabilecek hiçbir şey vermeyecek.” (Camus, 2007b: 29).

Dünyanın kavranılamaz bir yapıda olduğunu görmek, her bir parçasının bize yabancı olduğunu anlamamıza, dünyaya yüklediğimiz anlamın silinmesine yol açar. Bu, dünya ile insanın birbirinden koptuğu andır. Saçma olan, dünyanın bu yoğunluğu ve yabancılığıdır. Camus bu durumu: “Bir basamak daha aşağı inildi mi, yabancılık başlayıverir: dünyanın „yoğun‟ olduğunu fark etmek, bir taşın ne denli yabancı, bizce kavranılmaz olduğunu, doğanın, bir görünümün bizi ne büyük bir güçle yok sayabileceğini sezinlemek… Dünyanın bu yoğunluğu ve yabancılığı, uyumsuz budur işte” (Camus, 2007b: 25) Ģeklinde açıklamaktadır.

2.4. Saçma Duygusunun Asıl Kaynağı: Ölümün Kaçınılmazlığı

Camus‟ye göre saçmayı ortaya çıkaran son ve en önemli sebep ölümdür. Ölüm tüm çabaları sona erdireceğinden, saçma duygusunun ortaya çıkmasının en önemli sebebidir. Ġnsan ölümlü bir varlıkken, hiç ölmeyecekmiĢ gibi eylemde bulunmaktadır. Ġnsan ölümlülüğünü unutunca, gelecek uğruna bugününü harcayan saçma bir yaĢam yaĢamaya baĢlamaktadır. Bu Camus‟ye göre saçmadır: “Ölüm tek gerçek olarak durmaktadır önümde. Ondan sonra iş işten geçmiştir.” (Camus, 2007b: 61).

Tolstoy, ölüm problemini „İvan İlyiç‟in Ölümü‟ adlı eserinde okuyucularıyla paylaĢmaktadır: Tolstoy‟a göre ölüm sözcüğü duyulduğunda, çok fazla rahatsız olmayız, çünkü ölümün bizden uzak olduğunu düĢünürüz. Oysa ölüm her an bizim baĢımıza gelebilir. Sonunda Ġvan Ġlyiç de bu duygunun içinde hisseder kendini (Delice, 2003: 110).

(27)

“KiĢiye ait bu deneyim baĢkası tarafından yaĢanamaz. Bu görüldüğünde artık baĢka bir bilinç akıĢı baĢlar: Sorun bedensel rahatsızlıkta değil, „hayat ve ölümde‟dir. „Bir hayat vardı; Ģimdi de gidiyor‟; tutmak olanaksız. BaĢkasının ölümü bilinir, ama anlaĢılamaz. Gerisi aldatma. Bu andan itibaren her Ģey anlamını yitirir. Ġnsanın bu korkuya katlanması olanaklı mı? Mantıksal çıkarımla „herkes ölümlüdür‟ denilir, ama insan bu önermeyi kendisine uygulamaz ve kendinden uzak olduğunu düĢünür. Çünkü „öteki‟ni, yani „ölümü örten‟ günlük bir hayata batmıĢtır insan. Günlük yaĢam içinde ölüm olanağı unutulur; ama sonunda çıkar gelir iĢte! Son bilinci, suçluluk duygusunu uyandırır ve yaĢadıklarını hak edecek ne yaptığı sıkıntısına girer. Hayatın ne kadar „çirkin ve anlamsız‟ olduğu ağır gelir insana. Birden bildiği kendi yaĢamına iliĢkin derin kuĢkusu insanı yakalar: YaĢanılan bilinçli hayat, gerçekten gerektiği gibi değilseydi! YaĢadığı ne varsa yanlıĢ olabilirdi. Ama artık düzeltmeye olanak yok. Çünkü Ġvan yaĢadıklarının, hayatı ve ölümü gizleyen bir yalan olduğu bilincine varır. Bu andan itibaren ölüm korkusu silinir ve ölüm biter” (Delice, 2003: 110).

Tolstoy bu metinlerde belki de Camus‟nün anlatmaya çalıĢtığının bir özetini yapmaktadır. Ġvan, insanın ölümle ilgili düĢüncelerini çok çarpıcı bir dille okura anlatmaktadır. Ancak Ġvan bununla kalmaz, daha sonra Camus‟de de göreceğimiz gibi, bir uyanıĢ haline geçer ve tüm korkularından sıyrılır.

Ġnsanların ölümü kutsal gibi algıladıklarını iddia eden Camus‟ye göre bunun sebebi korkudur. Bu konuda o: “Ama, iyice düşünülünce, ölümün nesi kutsal olabilir, anlayamıyorum, tam tersine, korkuyla saygı arasındaki uzaklığı çok iyi seziyorum.” (Camus, 1995: 50) demektedir.

Ölüme duyulan bu korkunun ardında, insanların ölümsüzlüğü isteme arzusu yatmaktadır. Camus ölümü unutmanın ve sanki öleceğini bilmiyormuĢ gibi yaĢamanın yanlıĢlığını ortaya koyar. „Yabancı‟ adlı romanda herĢeye karĢı kayıtsız olan Meursault bile ölümlü olmanın hüznünü yaĢamaktadır:

“‟Ne Yapalım,‟ diyordum, „ölmem kaçınılmazmış!‟ Başkalarından önce ölecektim, su götürür yanı yok bunun. Ama herkes bilir ki, hayat yaşamaya değmez. Aslına bakarsanız, insan ha otuzunda ölmüş ha yetmişinde, pek önemli değildi. Çünkü, her iki halde de, pek doğal ki, başka erkekler de, başka kadınlar da yaşayacaklardı, hem de binlerce yıl... Şimdi de olsa, yirmi yıl sonra da olsa yine bendim ölecek olan. Şu anda beni bu düşüncemde biraz üzen şey, yirmi yıl daha yaşamayı düşünürken, yüreğimin korkunç derecede hoplamasıydı. Ama onu bastırmak için, yirmi yıl sonra yine o gün gelip çattığı zaman, düşüncelerimin ne olacağını hayal etmek yetiyordu. Değil mi ki insan ölecekti,

(28)

öyleyse bunun ne zaman ve nasıl olacağı pek önemli değildi.” (Camus, 2008: 109).

Ancak Meursault bu tedirginlikten kurtulmanın yolunu psikolojik bir kavram olan bilinçaltını ve savunma mekanizmalarından 'bastırma' kavramını kullanmakta bulmaktadır. Yine de insan aklı ölümlü olduğunu kabul edememektedir. Meursault da bunca kayıtsızlığa rağmen öleceğine inanmakta güçlük çeker: “Bunca zamandır bana arkadaşlık eden bu gürültünün durabileceğini bir türlü aklım almıyordu.” (Camus, 2008: 108).

Ölüm, felsefi olduğu kadar da psikolojik bir problemdir. Ölüm konusuna bu perspektiften bakan Erich Fromm (1900-1980) bedenimizin ölümsüzlüğü arzuladığını; ancak ölümün kaçınılmaz olduğunu kavradıktan sonra ise insanların „ölümsüzlük imajı‟ yaratacak semboller arayıĢı içine girdiklerini belirtmektedir. Ona göre çeĢitli dinsel inanıĢlar da bu anlayıĢın ürünleridir (Fromm, 1991: 123). Sisifos da ölümsüzlüğün peĢinden koĢmakta, adeta ölmemekte direnmektedir. Bir yalan uydurup Hades‟ten kaçar ve yeryüzüne döner: “Ama bu Dünya‟nın yüzünü yeniden görünce, suyu ve güneşi, sıcak taşları ve denizi tadınca, ruhlar ülkesinin karanlığına dönmek istemez artık.” (Camus, 2007b: 121–122).

Albert Camus‟nün „Caligula‟ adlı eserinde ölüm teması yoğun olarak iĢlenmektedir. Ölüm, Caligula‟nın tüm düĢünce ve eylemlerinin özündeki olgudur. Sevgilisi Drusilla‟nın ölmesi üzerine imparator ölümü reddetme ve ölümsüzlüğe ulaĢma çabasına giriĢir. Bir gerçeğe baĢkaldırır. Bu gerçek insanın ölüme yazgılı olması gerçeğidir. Saçmanın ortaya çıkmasının bir nedeni olan ölümün kaçınılmaz olduğunun fark edilmesi, „Caligula‟ örneğinde somutlaĢmaktadır.

Heidegger de ölüm konusuyla ilgilenmiĢtir. Ona göre: “Ġnsanoğlu daha yaĢamaya baĢlarken, ölecek yaĢa gelmiĢ demektir” (Gide ve diğerleri, 1966: 54). Ancak Heidegger, ölümü her an hatırlamayı ve bu sorumlulukla yaĢamayı insanın özgürleĢmesinin de bir koĢulu olarak değerlendirir. Mounier‟nin, bu konuda Heidegger için yaptığı açıklama ise Ģöyledir:

“Heidegger‟e göre her yaĢam kaçınılmaz olarak ölüme yürür… Ġnsan varoluĢu ölüm-için-varlıktır. Ölümümü ölmek, gerçekten de, hiç kimsenin benim

(29)

için yapamayacağı tek Ģeydir. Ölümüm, benim en kiĢisel, en halis aynı zamanda da en saçma olanağımdır. Ölüm yaĢamın sonunda değildir, yaĢamın her anında, yaĢama ediminin ta kendisinde varolur. Ölümü sürekli olarak unutmaya, ondan kaçmaya, onu eğlenceyle, kayıtsızlıkla ya da dinsel söylenlerle baĢka bir kılığa sokmaya çabalarım. Oysa halis olarak yaĢamak, yaĢamın bu anlamıyla bütünsel bir uygunluk içinde yaĢamak, ölümün ve onun olası içkinliğinin beklentisi içinde yaĢamak, her an yanımızda olan bu dosta karĢıdan bakabilmektir. O zaman, „ölüm önünde özgürlüğe eriĢmiĢ‟ oluruz” (Mounier, 1986: 92).

Ölüm kavramı Heidegger‟in felsefesinde olumlu bir hal alırken Sartre‟a göre “ölüm yaĢama bir anlam veremez; doğrusunu söylemek gerekirse bunu bekleyemeyiz de; tersine, ölüm geçmiĢe anlamını verecek olan bir geleceği acımasız bir biçimde yok ederek yaĢamın alacağı her türlü anlamı ortadan kaldırır.” (Mounier, 1986: 93).

Ġkinci Dünya SavaĢı‟nı bütün vahĢetiyle yaĢamıĢ biri olarak Camus, ölümün insanlara çektirdiği acıya tanık olmuĢ ve ölüm karĢısında yaĢamın anlamsız olduğu düĢüncesine ulaĢmıĢtır.

Camus‟nün dile getirdiği bu görüĢlerin bir benzerini Heidegger‟de buluruz. Heidegger‟e göre, herkesin birbirine benzediği bu dünyada, kendi varoluĢumuza varabilmemizin ilk koĢulu, bizi hiçlikle karĢı karĢıya getiren „kaygı‟ durumudur. Kaygı, bizi kendi sınırlılığımızla ve ölümün kaçınılmazlığıyla karĢı karĢıya getirir. Kaygı deneyimi, içinde yaĢadığımız dünyada kendimizi yalnız ve dayanaksız hissetmemize neden olur. Bu duygu, ölüm gelene dek sürecektir, insan varoluĢu yüzü ölüme dönük varoluĢtur. Günün birinde ilerisi diye bir Ģey kalmaz, bütün olasılıklar biter; Heidegger, bundan ötürü, ölüm anımızı, olasılıkların olanaksızlaĢması diye tanımlar. Kaygımızın trajik yanı ise sonlu ve sınırlı bir zaman içinde olmamızdan gelir (AkıĢ, 2007: 20). Ġnsanın yaĢadığı kaygının nedenlerini ise Mounier Ģöyle açıklamaktadır:

“Ġç daralması denilen Ģey, insansal koĢulun halis (Authentique) duygusunun göstergesidir. Bu duygu, belli bir nesneye karĢı duyulan iç daralması olmayıp, dünya içindeki varlığımızın ham ve çıplak tam algısıyla „salt durumdaki dünyanın dünyalığı‟ ile bizim terkedilmiĢ oluĢumuz ve ölüme doğru yürüyüĢümüz ile tanınır” (Mounier, 1986: 85).

Kaygı, saçma duygusunu baĢlatan bir etkidir. Saçma duygusunun oluĢmasının bir nedeni de insanın yaĢadığı kaygının onu rahatsız etmesidir. Bu anlamda kaygı diğer dört unsurla (hayatın monotonluğu, zamanın akıp gitmesi, yabancılaĢma ve ölüm

(30)

problemi) birlikte değerlendirilmesi gereken ve Camus felsefesinde önemli yeri olan bir kavramdır.

Kaygı konusu diğer varoluĢçular kadar Marcel‟in de ilgisini çekmiĢtir. Foulquie Camus‟deki kaygı konusunun Marcel tarafından ele alınıĢını Ģöyle özetlemektedir: “Marcel de, kiĢinin ölümden ve yaĢamın saçmalığından kaynaklanan bir kaygı yaĢadığını söyler. Ancak, insan kaygı karĢısında güçsüz değildir. Çünkü Tanrı‟ya inanmak, kiĢinin kaygı karĢısında gücünü korumasını sağlar. Ona göre, inanç, kaygıyı yok eder ve insanı mutlu eder” (Foulquie, 1995: 98).

Yukarıda açıklanmaya çalıĢılan dört baĢlık saçma duygusunun kaynaklarıyken, saçma felsefesi bu anlatılanların hepsinin üzerine inĢa edilen bir bina gibidir. Camus bunu „Sisifos Söyleni‟ adlı eserinin önsözünde Ģöyle ifade etmektedir: “Bu kitap, yüzyılımızda dağınık olarak bulabileceğimiz bir uyumsuz duyarlığı ele alıyor; çağımızın gerçek anlamda tanımadığı bir uyumsuz felsefeyi değil.” (Camus, 2007b: 11).

3. Ġnsanın Dünya Ġle ĠliĢkisi ve Rasyonalizm EleĢtirisi

Camus, saçmanın insan beklentilerinin bu beklentileri yüklediği dünya tarafından karĢılanamamasından, bu isteklerin ve yüklenilen anlamların önümüzdeki gerçekle uyuĢmamasından kaynaklandığını çok basit sözcüklerle ve açık bir anlatımla okuyucunun önüne sunmuĢtur. Camus‟ye göre insanın beklentileri ile bu beklentilerin muhatabı olan dünya arasında açık bir karĢıtlık söz konusudur:

“bir suçsuzu canavarca bir cinayetle suçlarsam, erdemli bir adama öz kız kardeşine göz diktiğini söylersem, bana bunun saçma olduğunu söyleyecektir. Bu kızmanın gülünç bir yanı var. Ama derin nedeni de var. Erdemli insan kendisine yüklediğim eylemle bütün yaşamının ilkeleri arasındaki kesin karşıtlığı açıklar bu yanıtla. „Bu uyumsuzdur‟ demek „Bu olanaksızdır‟ demektir, aynı zamanda „Bu çelişkilidir‟ demektir de. Bir adamın silahsız olarak bir mitralyözlüler topluluğuna saldırdığını görürsem, eyleminin uyumsuz olduğu yargısına varırım. Ama ancak onun niyetiyle kendisini bekleyen gerçek arasında bulunan oransızlık, onun gerçek güçleriyle güttüğü amaç arasında kavrayabildiğim çelişki dolayısıyla böyledir bu. Bir kararın uyumsuz olduğu kanısına da bu kararı olayların buyurduğu bir kararla karşılaştırarak varırız. Gene aynı biçimde, uyumsuz yoluyla kanıtlamayı da bu uslamlamanın sonuçlarını kurmak istediğimiz mantıksal gerçekle karşılaştırarak yaparız. En basitinden en karmaşığına kadar, tüm bu durumlarda uyumsuzluk

(31)

karşılaştırmanın terimleri arasındaki uzaklık büyüdüğü ölçüde büyük olacaktır. Uyumsuz evlenmeler vardır, uyumsuz meydan okumalar, kinler, susuşlar, savaşlar, hatta barışlar vardır. Bunların hepsinde de uyumsuzluk bir karşılaştırmadan doğar” (Camus, 2007b: 38).

Camus burada saçma duygusunun bir durumla bir gerçeklik arasındaki karĢılaĢtırmadan doğduğunu ifade etmektedir. Ona göre saçma, karĢılaĢtırılan öğelerin kendilerine has bir özelliği değildir. Saçmalık onların karĢılaĢmalarından, birlikte değerlendirilmelerinden doğmaktadır: “Öyleyse us düzleminde, uyumsuzun insanda da (böyle bir eğretilemenin anlamı varsa), dünyada da olmadığını, ortak varlıklarında bulunduğunu söyleyebilirim… İnsan kafasının dışında uyumsuz olamaz. Uyumsuz da her şey gibi ölümle biter böylece. Ama bu dünyanın dışında da uyumsuz olamaz.” (Camus, 2007b: 38-39). Ona göre insan ile insanın dıĢındaki alem birlikte ele alındığı zaman problem baĢlar. Saçmalık burdan sonra ortaya çıkmaktadır. Çünkü Camus evreni anlamaya çalıĢan insanın beyhude bir çabaya giriĢtiğini düĢünmektedir, çünkü evrenin bilgisini elde etmek mümkün değildir. Ġnsan aklının imkanlarını sorgulayan Camus, bunu Ģöyle açıklamaktadır: Her çeĢitten hakiki bilgi imkânsızdır. Akıl yolunu ĢaĢırır ve hiçliğe ulaĢır. Fenomenleri açıklayabilecek bir durumda değiliz, onları sadece bir bir sayabiliriz, onların havasını herhangi bir Ģekilde hissedebiliriz-hepsi bu kadar (Hübscher, 1980: 51). Camus‟ye göre bilim, bizim dünyayla ilgili beklentilerimizi karĢılayamaz: “…bilim yoluyla olguları kavrayıp sayabilirsem de dünyayı kavrayamam.” (Camus, 2007b: 30).

Camus bilimsel yaklaĢımları ve onların dünyayı açıklama tarzını sert bir Ģekilde reddeder. Camus‟ye göre bilimin yolundan gidildiğinde eninde sonunda elimizde bir belirsizlik ve varsayım kalmaktadır:

“Onu bana betimliyorsunuz, bana onu sınıflandırmasını öğretiyorsunuz. Yasalarını sayıyorsunuz; ben de bilme susuzluğum içinde bunların doğru olduklarını kabul ediyorum. Mekanizmasını tanıtlıyorsunuz, umudum büyüyor. Sonunda bu sihirli ve karmaşık evrenin atoma, atomun da elektrona indirgendiğini öğretiyorsunuz bana. Bütün bunlar güzel, gerisini de anlatmanızı bekliyorum. Ama siz bana elektronların bir çekirdek çevresinde toplandıkları görünmez bir gezegenler takımından söz ediyorsunuz. Bu dünyayı bana imgeyle açıklıyorsunuz. O zaman dönüp dolaşıp şiire geldiğinizi anlıyorum; hiçbir zaman bilemeyeceğim. Buna kızmaya zamanım mı var? Şimdiden kuram değiştirdiniz. Böylece bana her şeyi öğretmesi gereken bu bilim varsayımda sona eriyor… Böylece us da kendi yöntemince bu dünyanın uyumsuz olduğunu söylüyor bana” (Camus, 2007b: 29–30).

(32)

Sartre da Camus‟nün saçma adını verdiği Ģeyin, aslında insanın dünya ile iliĢkisinden doğan bir durum olduğunu belirtmektedir. Sartre‟a göre Camus‟nün insanının dünya ile kurduğu iliĢki ayrılıkla sonuçlanmaktadır. Çünkü dünya insanın beklentilerine karĢılık verememektedir. Birlik, sonsuzluk, ölümsüzlük insanın beklentileriyken dünyanın ona verdiği karĢılık ise varlıkların azaltılmaz çokluğu, kaygı ve ölümdür. Ancak Sartre, saçmanın dönüp dolaĢıp sonunda insanın durumunun bir özelliği olduğunu belirtmektedir: “Eğer ayrı ayrı ele alınırsa, saçmalık Ģüphesiz ne insanda, ne de dünyadadır; ama insanın belli baĢlı özelliği „dünyada olmak‟ olduğuna göre, sonunda saçma, insan durumu ile bir olup çıkmaktadır.” (Sartre, 1965: 90).

Koç ise Camus‟nün saçma anlayıĢını “Camus‟de… biri diğerinin gerçekliğine indirgenemeyen ya da biri diğerini görmezden gelemeyen insan ve dünya kendi içlerinde değerlendirildikleri zaman saçma değilken, bu iki gerçekliğin bir an için yüzleĢmeleri saçmadır” (Koç, 1998: 60) Ģeklinde yorumlamaktadır. Gerçekten de Camus „Sisifos Söyleni‟ adlı eserinde bunu açık bir Ģekilde belirtmektedir: “Uyumsuz, insanın çağrısıyla dünyanın usa uymaz susuşu arasındaki bu karşılaştırmadan doğar.” (Camus, 2007b: 36).

Camus, aklın insanın beklentilerini karĢılayamadığını Ģu sözlerle açıklar: “Ya her şey bana açıklansın istiyorum ya da hiç. Ama yüreğin bu çığlığı karşısında us güçsüzdür… Anlamını kavrayamadığım bu dünya gerçekte uçsuz bucaksız bir usa-aykırılıktan başka bir şey değildir.” (Camus, 2007b: 36). Bu noktadan hareketle Koç: insan-dünya ikili münasebetinde bir sıkıntının ve kopukluğun ortaya çıktığını ifade etmektedir (Koç, 1998: 60). Hübscher de benzer bir görüĢle konuyu açıklamaktadır: “Ġnsan ve dünya arasındaki birlik, uçurum derinliğinde olan bir birleĢemezlik duygusu içinde erir, kaybolur” (Hübscher, 1980: 51). Camus bu durumun, insanın kendini içinde bulunduğu dünyada yabancı hissetmesine neden olacağını Ģöyle açıklar:

“Kötü nedenlerle de açıklansa, açıklanabilen bir dünya bildik bir dünyadır. Ama tersine, birdenbire düşlerden, ışıklardan yoksun kalmış bir dünyada insan kendini yabancı bulur. Yitirilmiş bir yurdun anısından ya da adanmış bir toprağın umudundan yoksun olduğu için, bu sürgünlük çaresizdir. İnsanla yaşamı, oyuncuyla dekoru arasındaki bu kopma, uyumsuzluk duygusunun ta kendisidir” (Camus, 2007b: 17–18).

(33)

Ġnsan-dünya iliĢkisine değinen K. Jaspers (1883–1969) de insanın, alt üst olmuĢ bir dünyada yaĢadığını ve dünyanın saçmalığının ve kavranılamazlığının doğrudan doğruya insana da sirayet ettiğini söylemiĢtir (Koç, 1998: 55).

Sartre da saçmayla ilgilenmiĢ, fakat saçmayı ontolojik bir temele oturtmuĢtur. Ona göre iki varlık tipi vardır: 'Kendinde varlık' ve 'kendisi için varlık'. Kendinde varlıktan evreni, kendisi için varlıktan ise insan bilincini kasdetmektedir. Ona göre saçma oluĢ ne bilince ne de bilincin karĢısındaki evrene yöneliĢinde ortaya çıkar. Saçma, tamamen 'kendinde varlığın' temel bir özelliğidir (Gündoğan, 1997: 73).

Sartre Kendinde Varlığın saçma olduğunu iddia eder. Koç‟a göre Sartre‟ın felsefesinde Kendinde Varlığın „mutlak saçmalığı‟nın nedeni „olumsallık‟ ve „fazladanlık‟ ile açıklanabilir. Sartre için Kendisinde Varlık „olumsal‟ bir varlıktır. Tesadüfen ve beklenmeden ortaya çıkan anlamlarına gelen olumsallık kavramı Sartre tarafından varlığın kendisinde herhangi bir varolma prensibi taĢımadığını göstermek amacıyla kullanılmıĢtır. (Koç, 1998: 57).

Sartre felsefesinde 'Kendinde Varlık' neden saçmadır? Çünkü Tanrı tarafından yaratılmadığı gibi, kendi kendisinin sebebi de olmayan, herhangi bir varolma prensibi de bulunmayan bir varlığı açıklayamayız. Bu sebepsiz varlık Sartre‟a göre saçmadır. Hiçbir dayanağı olmadan varolduğu için o aynı zamanda „fazladan‟dır

Kendinde varlığın 'olumsal' ve 'saçma' olduğunu belirten Mounier, sözlerine Ģöyle devam etmektedir: “Kımıltısızdır, gizsizdir, fazladandır: Ve bundan çıkan, tüm „budala‟ olmayanların duydukları Ģu belirsiz ve boğucu sıkıntı, bulantıdır” (Mounier, 1986: 81–82).

Görüldüğü gibi Camus felsefesinde saçma olma dünyaya yükleyebileceğimiz bir özellik değilken, Sartre kendinde varlık adı altında insan bilinci dıĢında tanımladığı bu varlık alanını 'saçma' olarak nitelemekte ve insanın bu varlıkla karĢılaĢması onda tiksinti ve bulantı duygularının oluĢmasına neden olmaktadır. Sartre bu anlamda konuya baĢka bir açıdan yaklaĢmıĢ ve kendisinde varlığı daha baĢtan saçma olarak nitelemiĢtir. Sartre‟ın ilk romanı „La Nausée‟de (Bulantı) romanın kahramanı Antoine Roquentin varoluĢun anlamsızlığıyla karĢı karĢıya kalır. Bu anlamsızlık, Ģeylerin salt

Referanslar

Benzer Belgeler

腎臟病檢測重要指標 --蛋白尿 在小兒腎臟科門診中,常見的問題,除了泌尿道感染,血尿,尿床,另一個常見的問

Hidrofit olarak gruplandırılan sucul bitkilerin kök, gövde ve yapraklarının bir kısmı suyun içinde, çiçekleri suyun üstünde gelişir.. Bazı türlerde, örneğin nilüferde

Sadrazam Cevat Paşa' nın kardeşi, tarihçi, ressam, fotoğraf sanatçısı Şakir Paşa' nın kızıd ır Fahrelnissa Zeid.. Hallkarnas Balıkçısı (Cevat Şakir) ve Aliye Berger'

Çocuk edebiyatını ele aldığımızda Türk Dil Kurumu çocuk edebiyatını şu sözlerle tanımlamıştır: “Çocukların hayatı kavramasına yardımcı olacak, hayal

Şöyle ya da böyle biçim almış her türlü özelliklerin dışında burada olma, nitelikçe belirlenmemiş salt var olma olgusu” anlamına gelen varoluş, varoluş

Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’nun AB Komisyonu için hazırladığı “Karar Alma Süreçlerinde Kadın ve Erkekler 2007 Raporu”’na göre, Türkiye'de özel

Yandaki tabloda ikişer tane yazılmış üç basamaklı sayıları bulup farklı renklere boyayın.. ve noktalı

İnceleme kapsamındaki her istasyon için zirve saatlerde ortalama 100 yolcu, toplamda 600 yolcu; cinsiyet, yaş, yük taşıyıp taşımadığı, akbil doldurup doldurmadığı,