• Sonuç bulunamadı

BaĢkaldırmanın Nihilizmden ve AnarĢizmden Farkı

Camus baĢkaldırmanın içeriğini ortaya koyarken öncelikle hesaplaĢması gereken iki kavram vadır. Bu kavramlar „Nihilizm‟ ve „Anarşizm‟dir. Tüm değer yargılarını reddeden, otoriteleri yıkma mantığını amaç edinmiĢ bu iki kavramın Camus‟nün bahsettiği „Başkaldırma‟yla bir benzerliğinin olmadığı tahmin edilebilir, ancak aralarındaki farklılıkların neler olduğu konusu önemlidir.

Camus‟nün, insanın bu dünya içindeki konumuna, anlam ve eylem açısından baktığını, dünyanın akla uygun olmamasından hareketle bir etik olanağını araĢtırdığını belirten Günay‟a göre, Camus bu anlamda, ilk kez Nietzsche‟nin dikkati çektiği nihilizm sorununu ele almıĢ ve nihilizmi aĢmaya çalıĢmıĢ en önemli çağdaĢ düĢünürlerden biridir (Günay, 2004: 134).

Camus‟nün nihilizmden etkinlendiğini ve bu etkinin yapıtlarının bir kısmında görülebildiğini belirten Ġnal‟a göre, bu etki ve onun tepkisi, çağımız üzerinde bize sunduğu yorumun, yaĢam anlayıĢının, iki yönünü kapsıyor. „Saçma‟ üzerinde yazdığı yazılar nihilizmin etkisiyle yaĢam anlayıĢının ilk bölümünü, bu etkiye bir ölçüde duyduğu tepki ile „baĢkaldırma‟ üzerine yazdıkları da ikinci ve son bölümünü oluĢturuyor (Ġnal, 1978: 150).

„Sisifos Efsanesi‟nde ortaya konulmuĢ olan saçma, olduğu gibi bırakılırsa yani hayat sürekli olarak anlamdan yoksun kalırsa, her Ģey mübah olacaktır. Her Ģeyin yapılmasına olanak tanınması ise, her zaman için öldürmek haklıdır, sonucunu doğurur ki bu Camus‟nün eleĢtirdiği hususların baĢında gelir. Nitekim bu mantığı kullanan nazizm, cinayetin temsilcisi olmuĢtur. Çünkü, her Ģey anlamsız ve saçma ise hiçbir değere inanılmaz. (Gündoğan, 1997: 112–113). Camus bu konuyu Ģöyle açıklamaktadır:

“Uyumsuzluk duygusu kendisinden bir eylem kuralı çıkarmaya kalktık mı, cinayeti en azından önemsiz kılar, bunun sonucu olarak da olanak sağlar ona. Hiçbir şeye inanılmıyorsa, hiçbir şeyin anlamı yoksa, hiçbir değere „evet‟ diyemiyorsak, her şey olanaklıdır, her şey önemsizdir. Ne evet kalır, ne hayır, katil ne haklıdır, ne haksız. Kişi kendini cüzzamlıların bakımına adayabileceği gibi, içinde insanlar yakılacak

ateşleri de tutuşturabilir. Kötülük ve erdem de birer rastlantı ya da gelip geçici birer istektir.” (Camus, 2007d: 13).

Camus burada saçmanın tek baĢına insanlığa olumlu bir değer katamayacağını ve bir kaos durumunun söz konusu olacağını ileri sürmektedir. „Sisifos Söyleni‟nde intihar olgusuyla hesaplaĢan ve intihara olumlu bakmadığını belirten Camus, „Başkaldıran İnsan‟da öldürmenin meĢru sayılıp sayılmayacağı konusunu ele almaktadır.

Camus, Arthur Koestler (1905-1983) ile birlikte yazdıkları „Ölüm Cezası Üstüne Düşünceler‟ adlı eserin kendisinin yazdığı „Giyotin Üzerine‟ baĢlıklı bölümünde ölüm cezasının gereksizliğini, faydasızlığını ve suçu artırıcı bir niteliğe sahip olduğunu savunmaktadır. Aslında Camus‟ye göre ölüm cezası toplumsal bir cinayettir. Cinayet toplumsal bir boyuta vardığında ise suça hem toplum hem de devlet ortak olmaktadır. Camus‟ye göre ise ölüm cezasının kaldırılması Ģarttır. Ġnsanlığın bir an önce bu barbarlıktan kurtulması gerekir (Gündoğan, 1997: 113). Camus bu konuda Ģunları yazmaktadır:

“Eğer ölüm cezası olmasaydı, belki de Gabriel Peri ile Brasillach bugün aramızda olacaklardı. O zaman onları yargılayabilir ve şimdi onlar bizi yargılarken susacağımız yerde, iftiharla kararımızı bildirebilirdik. Ölüm cezası olmasaydı Rajk‟ın cesedi, Macaristan‟ı zehirlemeyecek, daha az suçlu olacak bir Almanya Avrupa‟da daha iyi karşılanacak, Rus devrimi utanç içinde can vermeyecek, Cezayirlilerin kanı vicdanımızda bir ağırlık olarak kalmayacaktı. Nihayet ölüm cezası olmasaydı, Avrupa‟nın tükenmiş toprakları, yirmi yıldır biriken cesetlerle kokuşmayacaktı.” (Camus, 1986: 66).

Camus, baĢkaldırma kavramı ile, „Sisifos Efsanesi‟nde ortaya koyduğu saçma kavramının yol açtığı nihilizme kapı açan ahlaki boĢluğu doldurmaya ve bir yaĢam kuralı oluĢturmaya çalıĢmaktadır. Camus‟ye göre saçmada sürekli olarak kalınmamalı, saçma aĢılmalıdır. Camus saçmanın baĢkaldırma kavramı olmadan düĢünülemeyeceğini Ģöyle ifader eder:

“Ama, uyumsuzun gerçek niteliğini, yani yaşanmış bir geçit, bir çıkış noktası, Descartes‟ın yöntemli kuşkusunun yaşamdaki karşılığı olduğunu unutup da onu hep sürdürmeye kalktık mı, çok geçmeden, başka birçok çelişkiyle birlikte, bu temel çelişki de çıkar ortaya. Uyumsuz, kendi başına ele alındığı zaman, bir çelişkidir.” (Camus, 2007d: 15).

Camus‟nün felsefesinde saçma, sondan çok bir baĢlangıcı simgelemektedir. Onun felsefesini nihilizmden ayıran husus budur. Nihilizmde evrenin saçmalığı ve anlamsızlığı bir sonuç olarak kabul edilir ve nihiliste göre bu durumda yapılacak bir Ģey yoktur. Halbuki Camus, saçmayı bir baĢlangıç, bir hareket noktası olarak kabul ettiği için yapılacak bir Ģey olduğunu savunur. Ona göre yapılması gereken mücadele etmek ve kötülüğe karĢı koymaktır:

“Kimdir başkaldıran insan? Hayır diyen biri. Ama yadsırsa da vazgeçmez; evet diyen bir insandır da, hem de daha ilk deviniminde. Tüm yaşamı boyunca buyruk almış bir köle, birdenbire, yeni bir buyruğu kabul edilmez bulur.” (Camus, 2007d: 21).

Camus burada sınırsızlığın ve her Ģeyin yapılabileceğinin onaylanması anlamında bir felsefe geliĢtirmediğini, değerler yaratan bir kiĢi olarak baĢkaldıran insanı seçtiği için nihilizm ile bu anlamda bir benzerliğin olmadığını göstermektedir. Camus‟ye göre „hayır‟ın da „evet‟in de burada bir anlamı vardır:

“Örneğin, „fazla uzadı bu iş‟, „buraya kadar evet, buradan ilerisine hayır‟, „çok ileri gidiyorsunuz‟ ya da „geçemeyeceğiniz bir sınır vardır‟ anlamlarına gelir. Kısacası, bir sınırın varlığını kesinler bu hayır.” (Camus, 2007d: 21).

Buradaki „hayır‟, bu anlamda toptan bir reddetme değildir, dolayısıyla üstü örtük bir biçimde bir „evet‟i de içinde barındırır. Peki, insan neden hayır der? Çünkü insan kendini bir yerde haksızlığa uğramıĢ görür ve haklılığını savunur. Dolayısıyla hak bilinci olmadan baĢkaldırma da gerçekleĢmez:

“...başkaldırı edimi hem katlanılmaz bulunan bir haksızlığın kesinlikle yadsınmasına, hem de bulanık bir hak inancına, daha doğrusu başkaldırmışın „…yapmaya hakkı olduğu‟ izlenimine dayanır. Herhangi bir biçimde, herhangi bir yerde bizim de haklı olduğumuz duygusu uyanmadıkça başkaldırı olmaz. İşte bunun için, başkaldıran köle aynı zamanda hem evet, hem de hayır der.” (Camus, 2007d: 21)

Böyle bir baĢkaldırma Demirdöven‟e göre son derece somuttur. Çünkü belli bir tarihsel zamanda ve yerdedir. Belirli bir durumda insanın kendisi için aykırı olana hayır

diyebilmesi bir baĢkaldırı örneğidir. Örneğin, kimi çalıĢanların belirli bir tarihsel durumda kendilerini insanca yaĢatacak bir gelir elde edebilmek için grev yapmaları ya da bir çocuğun anası babası tarafından dövüldüğü için evden kaçması gibi. Dolayısıyla burada haksızlığa karĢı bir eylemden söz edilmektedir. Bu, çok insanca bir eylemdir. Ġnsan ancak bu tür baĢkaldırmalarla varolduğunun bilincine ulaĢarak kendisini gerçekleĢtirebilir (Ġnal ve diğerleri, 1991: 20).

BaĢkaldırının temelinde insanın haklı olduğunun bilincinde olması yatar. Yani, kiĢinin haklı olduğu bir sınıra müdahale edildiğinde, bu müdahaleye hayır demesi bir baĢkaldırıdır. Ġnsanın kendi hakkını savunması baĢkaldırının nedenidir. Öyleyse her baĢkaldırma, bir haksızlığa karĢı baĢkaldırmadır. Bundan dolayı da, baĢkaldırmanın temelinde yatan Ģey, adalet duygusudur ve Camus, baĢkaldırının temeline böyle yüce bir kavramı yerleĢtirerek, olumlu bir değerin savunuculuğunu yapmaktadır.

“Başkaldıran insan, sözcüğün kökensel anlamıyla, yüz geri döner. Efendinin kamçısı altında yürüyordu. İşte karşı koymaktadır. Yeğ tutulmayanın karşısına yeğ tutulanı çıkarmaktadır. Her değer başkaldırıyı getirmez, ama her başkaldırı yönelimi bir değeri çağırır sessizce.” (Camus, 2007d: 22).

Buradan çıkan sonuç, baĢkaldırmanın olumsuz bir değere karĢı olduğu, her değerin de olumsuz olmadığı göz önünde bulundurulursa, her değere baĢkaldırmak gerekmediğidir. ĠĢte baĢkaldırmayı her değeri toptan reddediĢ anlamına gelen nihilizmden ayıran özellik budur (Gündoğan, 1997: 117). Bilinç saçma duygusunun oluĢmasında etkili olduğu gibi baĢkaldırma eyleminin gerçekleĢmesinde de kilit değerde öneme sahip bir kavramdır. Camus bu konuyu köle-efendi örneğiyle anlatmaya devam eder:

“Ne denli bulanık bir biçimde olursa olsun, bir bilinçlenme doğar başkaldırı eyleminden… Köle ayaklanıştan önceki tüm aşırı isteklere katlanıyordu. Hatta çoğu zaman, şimdi „hayır‟ demesine yol açan buyruktan çok daha başkaldırtıcı buyruklar almış da tepki göstermemişti. Bunları içine atarak sabrediyordu belki de, ama sustuğuna göre, hakkının bilincinde olmaktan çok, o anki çıkarını düşünüyordu daha” (Camus, 2007d: 22).

Günlük hayatta insanların çoğu hayatlarının bir döneminde bu gibi durumlarla karĢı karĢıya gelmiĢtir. Buradaki kölelik belki sözcüğün gerçek anlamında kullanılmaktadır, ancak modern yaĢamda insan iĢinin, eĢinin, ailesinin, kültürün, toplumun, dinin ve daha sayısını arttırabileceğimiz nice örneğin kölesi durumuna gelebilmektedir ve sırf o anki çıkarlarını düĢündüğü için durumunu kabullenmektedir. Ancak bazen ipler gerilir ve bir yerde kopar:

“Köle, üstünün alçaltıcı buyruğunu yadsıdığı anda, kendi kölelik durumunu da yadsır. Başkaldırı, basit yadsımada olduğundan çok daha ötelere uzanır. Karşısındakine tanıdığı sınırı da aşar, kendisine bir eşit gibi davranılmasını ister şimdi.” (Camus, 2007d: 22).

Peki, baĢkaldırma eyleminde bencillikten bahsedilebilir mi? BaĢkaldırma bencil bir eylem midir? Camus‟nün buna yanıtı „hayır‟ Ģeklindedir. Hatta Camus‟ye göre baĢkaldırma eyleminin gerçekleĢmesi için illa kiĢinin kendisinin ezilmesi ya da olayın aktörü olması gerekmez. Haksızlığa uğramıĢ bir baĢka kiĢiye tanık olunması neticesinde de baĢkaldırma eylemi doğabilir:

“Başkaldırma eyleminin özünde tümden bencil bir eylem olmadığını belirtmek gerekir ilkin… Sonra başkaldırının ille ve yalnızca ezilmişte doğmadığını, başka birinin ezilişini görmekten de doğabileceğini belirtelim. Bu durumda, başka biriyle bir özdeşleşme var demektir… Çıkar birliği duygusu da söz konusu değildir. Düşman bildiğimiz insanlara yapılan haksızlığı da başkaldırtıcı bulabiliriz.” (Camus, 2007d: 23–24).

Camus‟de kendinden sorumlu birey, kendisini kuĢatan saçmaya meydan okumakla, aynı kaderi paylaĢan diğer insanlar adına da baĢkaldırmıĢ olmaktadır. Böylece bireyin meydan okuyucu baĢkaldırısının talebi, insanlık için de bir talebe dönüĢür (Delice, 2003: 127). Bu bakımdan baĢkaldırma, Descartes‟ın (1591-1650) „Cogito‟suna eĢdeğerdir. Bu cogitoda insan baĢkalarının varlığını da kesinlediğinden „baĢkaldırıyorum öyleyse varız‟ diyebilecektir. Madem ki baĢkaldırma bir değeri çağrıĢtırır, bu değer, baĢka insanlar tarafından da ortaya konabilir ya da değeri ortaya koyarken baĢkalarına da ihtiyaç duyulabilir. Yaratılmak istenen her değer, onu yaratmak isteyen insanı aĢtığından, bir değerin ortaya konulmasında, baĢkalarından

yararlanmak suretiyle, insan kendi kendini de aĢar. ĠĢte bu noktada baĢkaldırma ve genel anlamda Camus felsefesi, insanlık özünü ve bu özden çıkarılabilecek ahlaki ilkeleri kabul etmeyen varoluĢçuluktan ayrılır (Gündoğan, 1997: 118–119).

Görünürde baĢkaldıran insan hiçbir ahlak kuralına bağlı değildir. Meursault, Caligula, Krilov, Stavrogin düĢündükleri ve hissettikleri bir yaĢamı yaĢarlarken, genel bir ahlaka bağlı olmadıkları gibi, eğer varsa, ahlaka da karĢı bir tavır da sergilemektedirler. Ancak „Veba‟daki kahramanların yaĢamları aracılığı ile tasarımı yapılan ahlak, salt insanın bireysel varlığını temele almak yerine, genel manada insanın amaçlanmasını eylemin ilkesi olarak kabul etmektedir (Delice, 2003: 126).

Camus, tarihsel olarak ele aldığında baĢkaldırmayı iki ana bölüme ayırmıĢtır. Bunların birincisi „metafizik başkaldırma‟ iken diğeri „tarihsel başkaldırma‟dır. Camus her iki baĢkaldırma biçimini de „Başkaldıran İnsan‟ adlı kitabında değerlendirmektedir.

BaĢkaldıran insan Camus‟ye göre hayır diyen bir insandır. Ancak hayır, ya sadece zihni ya da fiili olur. Eğer hayır zihni ise bunun adı metafizik baĢkaldırma, fiili ise bu da tarihsel baĢkaldırmadır