• Sonuç bulunamadı

Ġnsanın Dünya Ġle ĠliĢkisi ve Rasyonalizm EleĢtirisi

Camus, saçmanın insan beklentilerinin bu beklentileri yüklediği dünya tarafından karĢılanamamasından, bu isteklerin ve yüklenilen anlamların önümüzdeki gerçekle uyuĢmamasından kaynaklandığını çok basit sözcüklerle ve açık bir anlatımla okuyucunun önüne sunmuĢtur. Camus‟ye göre insanın beklentileri ile bu beklentilerin muhatabı olan dünya arasında açık bir karĢıtlık söz konusudur:

“bir suçsuzu canavarca bir cinayetle suçlarsam, erdemli bir adama öz kız kardeşine göz diktiğini söylersem, bana bunun saçma olduğunu söyleyecektir. Bu kızmanın gülünç bir yanı var. Ama derin nedeni de var. Erdemli insan kendisine yüklediğim eylemle bütün yaşamının ilkeleri arasındaki kesin karşıtlığı açıklar bu yanıtla. „Bu uyumsuzdur‟ demek „Bu olanaksızdır‟ demektir, aynı zamanda „Bu çelişkilidir‟ demektir de. Bir adamın silahsız olarak bir mitralyözlüler topluluğuna saldırdığını görürsem, eyleminin uyumsuz olduğu yargısına varırım. Ama ancak onun niyetiyle kendisini bekleyen gerçek arasında bulunan oransızlık, onun gerçek güçleriyle güttüğü amaç arasında kavrayabildiğim çelişki dolayısıyla böyledir bu. Bir kararın uyumsuz olduğu kanısına da bu kararı olayların buyurduğu bir kararla karşılaştırarak varırız. Gene aynı biçimde, uyumsuz yoluyla kanıtlamayı da bu uslamlamanın sonuçlarını kurmak istediğimiz mantıksal gerçekle karşılaştırarak yaparız. En basitinden en karmaşığına kadar, tüm bu durumlarda uyumsuzluk

karşılaştırmanın terimleri arasındaki uzaklık büyüdüğü ölçüde büyük olacaktır. Uyumsuz evlenmeler vardır, uyumsuz meydan okumalar, kinler, susuşlar, savaşlar, hatta barışlar vardır. Bunların hepsinde de uyumsuzluk bir karşılaştırmadan doğar” (Camus, 2007b: 38).

Camus burada saçma duygusunun bir durumla bir gerçeklik arasındaki karĢılaĢtırmadan doğduğunu ifade etmektedir. Ona göre saçma, karĢılaĢtırılan öğelerin kendilerine has bir özelliği değildir. Saçmalık onların karĢılaĢmalarından, birlikte değerlendirilmelerinden doğmaktadır: “Öyleyse us düzleminde, uyumsuzun insanda da (böyle bir eğretilemenin anlamı varsa), dünyada da olmadığını, ortak varlıklarında bulunduğunu söyleyebilirim… İnsan kafasının dışında uyumsuz olamaz. Uyumsuz da her şey gibi ölümle biter böylece. Ama bu dünyanın dışında da uyumsuz olamaz.” (Camus, 2007b: 38-39). Ona göre insan ile insanın dıĢındaki alem birlikte ele alındığı zaman problem baĢlar. Saçmalık burdan sonra ortaya çıkmaktadır. Çünkü Camus evreni anlamaya çalıĢan insanın beyhude bir çabaya giriĢtiğini düĢünmektedir, çünkü evrenin bilgisini elde etmek mümkün değildir. Ġnsan aklının imkanlarını sorgulayan Camus, bunu Ģöyle açıklamaktadır: Her çeĢitten hakiki bilgi imkânsızdır. Akıl yolunu ĢaĢırır ve hiçliğe ulaĢır. Fenomenleri açıklayabilecek bir durumda değiliz, onları sadece bir bir sayabiliriz, onların havasını herhangi bir Ģekilde hissedebiliriz-hepsi bu kadar (Hübscher, 1980: 51). Camus‟ye göre bilim, bizim dünyayla ilgili beklentilerimizi karĢılayamaz: “…bilim yoluyla olguları kavrayıp sayabilirsem de dünyayı kavrayamam.” (Camus, 2007b: 30).

Camus bilimsel yaklaĢımları ve onların dünyayı açıklama tarzını sert bir Ģekilde reddeder. Camus‟ye göre bilimin yolundan gidildiğinde eninde sonunda elimizde bir belirsizlik ve varsayım kalmaktadır:

“Onu bana betimliyorsunuz, bana onu sınıflandırmasını öğretiyorsunuz. Yasalarını sayıyorsunuz; ben de bilme susuzluğum içinde bunların doğru olduklarını kabul ediyorum. Mekanizmasını tanıtlıyorsunuz, umudum büyüyor. Sonunda bu sihirli ve karmaşık evrenin atoma, atomun da elektrona indirgendiğini öğretiyorsunuz bana. Bütün bunlar güzel, gerisini de anlatmanızı bekliyorum. Ama siz bana elektronların bir çekirdek çevresinde toplandıkları görünmez bir gezegenler takımından söz ediyorsunuz. Bu dünyayı bana imgeyle açıklıyorsunuz. O zaman dönüp dolaşıp şiire geldiğinizi anlıyorum; hiçbir zaman bilemeyeceğim. Buna kızmaya zamanım mı var? Şimdiden kuram değiştirdiniz. Böylece bana her şeyi öğretmesi gereken bu bilim varsayımda sona eriyor… Böylece us da kendi yöntemince bu dünyanın uyumsuz olduğunu söylüyor bana” (Camus, 2007b: 29–30).

Sartre da Camus‟nün saçma adını verdiği Ģeyin, aslında insanın dünya ile iliĢkisinden doğan bir durum olduğunu belirtmektedir. Sartre‟a göre Camus‟nün insanının dünya ile kurduğu iliĢki ayrılıkla sonuçlanmaktadır. Çünkü dünya insanın beklentilerine karĢılık verememektedir. Birlik, sonsuzluk, ölümsüzlük insanın beklentileriyken dünyanın ona verdiği karĢılık ise varlıkların azaltılmaz çokluğu, kaygı ve ölümdür. Ancak Sartre, saçmanın dönüp dolaĢıp sonunda insanın durumunun bir özelliği olduğunu belirtmektedir: “Eğer ayrı ayrı ele alınırsa, saçmalık Ģüphesiz ne insanda, ne de dünyadadır; ama insanın belli baĢlı özelliği „dünyada olmak‟ olduğuna göre, sonunda saçma, insan durumu ile bir olup çıkmaktadır.” (Sartre, 1965: 90).

Koç ise Camus‟nün saçma anlayıĢını “Camus‟de… biri diğerinin gerçekliğine indirgenemeyen ya da biri diğerini görmezden gelemeyen insan ve dünya kendi içlerinde değerlendirildikleri zaman saçma değilken, bu iki gerçekliğin bir an için yüzleĢmeleri saçmadır” (Koç, 1998: 60) Ģeklinde yorumlamaktadır. Gerçekten de Camus „Sisifos Söyleni‟ adlı eserinde bunu açık bir Ģekilde belirtmektedir: “Uyumsuz, insanın çağrısıyla dünyanın usa uymaz susuşu arasındaki bu karşılaştırmadan doğar.” (Camus, 2007b: 36).

Camus, aklın insanın beklentilerini karĢılayamadığını Ģu sözlerle açıklar: “Ya her şey bana açıklansın istiyorum ya da hiç. Ama yüreğin bu çığlığı karşısında us güçsüzdür… Anlamını kavrayamadığım bu dünya gerçekte uçsuz bucaksız bir usa- aykırılıktan başka bir şey değildir.” (Camus, 2007b: 36). Bu noktadan hareketle Koç: insan-dünya ikili münasebetinde bir sıkıntının ve kopukluğun ortaya çıktığını ifade etmektedir (Koç, 1998: 60). Hübscher de benzer bir görüĢle konuyu açıklamaktadır: “Ġnsan ve dünya arasındaki birlik, uçurum derinliğinde olan bir birleĢemezlik duygusu içinde erir, kaybolur” (Hübscher, 1980: 51). Camus bu durumun, insanın kendini içinde bulunduğu dünyada yabancı hissetmesine neden olacağını Ģöyle açıklar:

“Kötü nedenlerle de açıklansa, açıklanabilen bir dünya bildik bir dünyadır. Ama tersine, birdenbire düşlerden, ışıklardan yoksun kalmış bir dünyada insan kendini yabancı bulur. Yitirilmiş bir yurdun anısından ya da adanmış bir toprağın umudundan yoksun olduğu için, bu sürgünlük çaresizdir. İnsanla yaşamı, oyuncuyla dekoru arasındaki bu kopma, uyumsuzluk duygusunun ta kendisidir” (Camus, 2007b: 17–18).

Ġnsan-dünya iliĢkisine değinen K. Jaspers (1883–1969) de insanın, alt üst olmuĢ bir dünyada yaĢadığını ve dünyanın saçmalığının ve kavranılamazlığının doğrudan doğruya insana da sirayet ettiğini söylemiĢtir (Koç, 1998: 55).

Sartre da saçmayla ilgilenmiĢ, fakat saçmayı ontolojik bir temele oturtmuĢtur. Ona göre iki varlık tipi vardır: 'Kendinde varlık' ve 'kendisi için varlık'. Kendinde varlıktan evreni, kendisi için varlıktan ise insan bilincini kasdetmektedir. Ona göre saçma oluĢ ne bilince ne de bilincin karĢısındaki evrene yöneliĢinde ortaya çıkar. Saçma, tamamen 'kendinde varlığın' temel bir özelliğidir (Gündoğan, 1997: 73).

Sartre Kendinde Varlığın saçma olduğunu iddia eder. Koç‟a göre Sartre‟ın felsefesinde Kendinde Varlığın „mutlak saçmalığı‟nın nedeni „olumsallık‟ ve „fazladanlık‟ ile açıklanabilir. Sartre için Kendisinde Varlık „olumsal‟ bir varlıktır. Tesadüfen ve beklenmeden ortaya çıkan anlamlarına gelen olumsallık kavramı Sartre tarafından varlığın kendisinde herhangi bir varolma prensibi taĢımadığını göstermek amacıyla kullanılmıĢtır. (Koç, 1998: 57).

Sartre felsefesinde 'Kendinde Varlık' neden saçmadır? Çünkü Tanrı tarafından yaratılmadığı gibi, kendi kendisinin sebebi de olmayan, herhangi bir varolma prensibi de bulunmayan bir varlığı açıklayamayız. Bu sebepsiz varlık Sartre‟a göre saçmadır. Hiçbir dayanağı olmadan varolduğu için o aynı zamanda „fazladan‟dır

Kendinde varlığın 'olumsal' ve 'saçma' olduğunu belirten Mounier, sözlerine Ģöyle devam etmektedir: “Kımıltısızdır, gizsizdir, fazladandır: Ve bundan çıkan, tüm „budala‟ olmayanların duydukları Ģu belirsiz ve boğucu sıkıntı, bulantıdır” (Mounier, 1986: 81–82).

Görüldüğü gibi Camus felsefesinde saçma olma dünyaya yükleyebileceğimiz bir özellik değilken, Sartre kendinde varlık adı altında insan bilinci dıĢında tanımladığı bu varlık alanını 'saçma' olarak nitelemekte ve insanın bu varlıkla karĢılaĢması onda tiksinti ve bulantı duygularının oluĢmasına neden olmaktadır. Sartre bu anlamda konuya baĢka bir açıdan yaklaĢmıĢ ve kendisinde varlığı daha baĢtan saçma olarak nitelemiĢtir. Sartre‟ın ilk romanı „La Nausée‟de (Bulantı) romanın kahramanı Antoine Roquentin varoluĢun anlamsızlığıyla karĢı karĢıya kalır. Bu anlamsızlık, Ģeylerin salt

varolmalarından ibarettir; Ģeylerin oldukları gibi olmalarının hiçbir sebebi yoktur. Onlar olumsaldırlar. Saçmadırlar. Sartre‟a göre varoluĢtan bir anlam çıkarmaya çalıĢmak, onda bir anlam aramak saçmadır: “Nesneler hakkında, nesnelerle birlikte sözcüksüz düĢünüyordum. Saçmalık ne aklımdan geçen bir düĢünceydi ne de sesimde bir soluk, ama ayaklarımın altındaki uzun ölü bir yılan, odundan bir yılandı… Gerçekten de, sonradan anlayabildiğim, kavrayabildiğim her Ģeyin kökeninden bu temel saçmalık çıktı” (Sartre, 1999: 173).Camus‟de ise insan bilinci dünya ile karĢılaĢır ve saçma fikri oluĢur: “Bu dünya gerçekte usa uygun değil, onun hakkında bütün söyleyebileceğimiz bu. Ama uyumsuz olan, bu usa aykırı ile çağrısı insanın en derin yerinde çınlayan bu çılgın açıklık isteğinin karşı karşıya gelmesidir. Uyumsuz, dünyaya bağlı olduğu kadar da insana bağlıdır.” (Camus, 2007b: 31).

Benzer bir ifadeyi Camus‟nün „Yanlışlık‟ adlı romanında da buluyoruz. Martha kardeĢini öldürdükten sonra, annesiyle konuĢurken içinde yaĢadığımız dünyanın akla uygun olmadığını söylemektedir. (Camus, 1964a: 40–41).

Camus‟nün saçmaya verdiği anlamla Sartre‟ın saçmaya verdiği anlam arasında birtakım farkların olduğunu belirten Gündoğan ise bu farkları Ģöyle ifade eder: “Camus‟nün felsefesi bir saçma felsefesidir. Ona göre saçma, insan ile dünya, insanın akılsal istekleri ile dünyanın akılsızlığı arasındaki iliĢkiden doğar. Bundan çıkardığı temalar klasik kötümserlik temalarıdır. Ben saçmayı Camus‟nün bu sözcüğe bağladığı skandal ya da hayal kırıklığı olarak tanımıyorum. Benim saçma dediğim Ģey, çok ayrı bir Ģeydir. Varlığın evrensel olanağıdır, ama varlığın temeli değildir; saçma varlığın görülen, ispatlanmayan ilk niteliğidir (Gündoğan, 1997: 75).

Camus, Sartre ve Heidegger‟in saçma kavramı açısından karĢılaĢtırmasını yapan Macintyre, öncelikle Sartre ve Heidegger için bu kavramın ifade ettiği anlamı Ģöyle açıklar:

“Sartre, varoluĢu saçma diye adlandırdığında, iki ana iddiayı bağlayıp birleĢtirir görünmektedir. Bunlardan ilki, Ģeylerin oldukları Ģekilde olmalarının ve baĢka türlü olmamalarının hiçbir yeter sebebi olmadığıdır. Ġkincisi ise, Ģeylerin olumsal oldukları ve zorunlu olmadıklarıdır… insan varoluĢuyla birlikte, insanın kendisinin ve Ģeylerin oldukları gibi olmalarının bir yeter sebebinden yoksunluk bir mükemmeliyetsizlik anlamına gelir ve bu, Heidegger‟in „düĢmüĢlük‟ dediği Ģeyin Sartrecı bir karĢılığıdır. Biz, dur durak

bilmeksizin ve kaçınılmaz bir Ģekilde anlamlandırmaya çalıĢtığımız anlamsız bir dünyadayız. ĠĢte bu, hem Ģeylerin hem de kendimizin saçmalığıdır” (Macintyre, 2001: 60-62).

Macintyre için Camus‟nün kullandığı argümanların ise özü çok daha basittir. Camus‟nün insanının yabancı bir evren karĢısında bulunduğunu, sahip olduğu değer yargılarının da sağlam bir zemini olmadığını belirten Macintyre, sözlerine Ģöyle devam etmektedir:

“Ve insan hayatının anlamı iĢte orada yatar. Ġnsan çabasının anlamını ne yanlıĢ temellendirilmiĢ umutlara kapılmada ne de bu tür umutlar devrilip gittiği için umutsuzluğa kapılmada buluruz. Saçma olanın dünyasıyla karĢı karĢıya kalırız, burada olumsallık hüküm sürer ve hiçbir yeter sebep yoktur. Ve modern dünyada, bunu yapan ve geleneksel rasyonalizmin dini ya da din karĢıtı sahte avuntularından mahrum kalmıĢ insan saçma insandır” (Macintyre, 2001: 46).

Camus‟ye göre insan, rasyonalizmin bedelini ağır ödemiĢtir. II. Dünya SavaĢı bunu bize gösteren açık bir örnektir. Aklı ve teknolojiyi yücelten insana, savaĢ bunun aksini ispatlamıĢtır. ModernleĢme bu anlamda değerlendirildiğinde insana pek de mutluluk getirmemiĢtir. „Yabancı‟nın Meursault‟su da rasyonalizme, gerekirciliğe ve bu yaklaĢımların dünyayı açıklama tarzına bir tepki olarak ortaya çıkmaktadır.

Sartre da ussal düĢünceyi reddeder. Sartre‟a göre birey hayatı için ussal bir dayanak noktası aramaktadır, ancak böyle bir temeli bulması mümkün değildir

Marcel için de, usdıĢılık önemli bir kavramdır. Marcel, geleneksel felsefenin bireyi akla mahkûm etmesini eleĢtirir. Marcel‟e göre bilimin ele aldığı konular ile varoluĢçu felsefenin ele aldığı konular birbirine karĢıt konulardır. Örneğin, bilimsel bir karĢılığı olmayan, bilimin „bilim dıĢı‟ olarak kabul ettiği Tanrı düĢüncesi, ancak akıldıĢı bir yöntemle kavranabilir. VaroluĢçuluk ise akılla anlaĢılamayan veya rasyonalizmin açıklayamadığı bu tür konuları inceler.

Bir baĢka varoluĢçu filozof olan Heidegger de, bilime eleĢtirel yaklaĢanlardandır. Ona göre insan varoluĢu, bilimsel bir tavır ile algılanamaz. Bilimsel tavır aklı tek gerçek bilgi türü olarak algıladığı için, insan varoluĢunun anlaĢılmasını imkansız hale getirmiĢtir. Bu nedenle, nesnelere uygulanan bilimsel yöntem, insana uygulanamaz.

Kierkegaard‟a göre ise söz konusu insan ve onun yaĢamı olduğu zaman bilimsel yöntem yetersiz kalır. Macintyre, Kierkegaard‟ın hakikatin öznelliği konusundaki görüĢlerini Ģöyle açıklar: “Ġnsan varoluĢuyla ilgili olduğu kadarıyla hakikat, nesnel tetkik ve argüman yoluyla kavranamaz. Bunlar, matematikte ve doğa biliminde kesinlikle yerindedir. Fakat nasıl yaĢayacağımız hakkındaki sorunlarda bunların hiçbir yeri yoktur” (Macintyre, 2001: 11).

Somut varoluĢun savunucularından olan Jaspers de bilimsel yaklaĢımı eleĢtirmektedir. Jaspers, pozitivizmi ve idealizmi, dünyayı ve insanın somut varoluĢunu göz ardı etmekle suçlamaktadır. Jaspers‟e göre bu yaklaĢımlar, bireyin kararlarına, seçimlerine ve özgürlüğüne karĢı ilgisiz ve duyarsızdırlar. Jaspers dünyayı mantıkla algılamaya çalıĢan yaklaĢımları eleĢtirir ve sert bir bilim eleĢtirisi yapar.

Görüldüğü gibi varoluĢçulara göre, usdıĢılık, yaĢamın saçmalığı sonucunu doğurmaktadır. Hıristiyan varoluĢçular için saçma, Tanrı‟nın ispatlanamaz oluĢuyla iliĢkilidir. Bunu „inanıyorum, çünkü saçmadır‟ Ģeklinde ifade ederler (Foulquie, 1995: 95). Ateist varoluĢçular açısından bakıldığı zaman ise, hayatın saçmalığı Tanrı‟nın varlığıyla değil, yokluğuyla alakalıdır. Tanrı olmadığı için insan, özlemlerine, düzen ve anlam talebine bir cevap alamamaktadır.