• Sonuç bulunamadı

Kamu diplomasisine ilişkin tartışmaların özellikle 2000’li yıllarda akademi dünyasında yoğunlaştığı görülmektedir ancak bu kavramın kuramlaştırılması noktasında halen üzerinde fikir birliğine varılan bir yaklaşım geliştirdiği söylenemez. Çalışmada da belirtildiği üzere, kamu diplomasisinin pratiğe yönelik bir alan olması ve çalışmaların büyük bir bölümünün pratiğe dönük olması bir yaklaşımın ortaya konulmasını zorlaştırmaktadır. Bu başlık altında öncelikle kamu diplomasisine ilişkin farklı yaklaşımlara değinilecek, arkasından kamu diplomasisini uluslararası ilişkiler disiplini doğrultusunda inşacı kuramın kamu diplomasisiyle ilişkisi irdelenecektir.

2.6.1. Kamu Diplomasisi Paradigması

Gilboa (2008: 68-69), bir kamu diplomasisi paradigması oluşturmak için henüz ciddi girişimlerin bulunmadığını ifade etmiştir. Bir kısım akademisyenin dünya

politikası, dünya düzeni ve dış politikayı içeren alanlar için belirli paradigmalar önerdiğini ancak bunların da teorik ve metodolojik zayıflıklarının söz konusu olduğu belirtilmiştir.

Varoğlu (2013: 4), “kamu diplomasisi” kavramının 2000’li yıllarda yeniden tartışılmaya başlaması ile “barış” kavramı arasında bir ilişki kurmaktadır. Kamu diplomasisinin temelinde barış iddiası ya da barış güdüsünün olduğunun altını çizmektedir. 11 Eylül sonrası dünyada, ulusal savunma amaçlı ortaya çıkarıldığı belirtilen askeri güçler, özellikle NATO gibi yapılanmalar daha önceden öngörülmeyen bir biçimde barışı destekleme, barışı koruma, insanı yardım gibi kuruluş temelleriyle doğrudan ilişki kurmakta zorlanılan birtakım görev alanlarına sahip olması söz konusu olmuştur. Bu durum, güvenlik anlayışındaki değişimin bir yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu gibi süreçlerde askeri yöntemlerin yetersiz kaldığı, farklı araçların geliştirilmesi gerekliliği söz konusu olmaktadır.

2.6.2. İnşacı Yaklaşım ve Kamu Diplomasisi

İnşacılığı, bir uluslararası ilişkiler kuramı olarak teorileştiren isimin Alexander Wendt olduğu görülmektedir. Wendt (2012: 450-451), günümüzde uluslararası siyasetin hâkim ana akım teorilerinin ontolojik yaklaşımının materyalist olduğunu savunmaktadır. Uluslararası ilişkiler sosyal bilimcilerinin çoğunlukla önce güç ve çıkar olarak tanımlanan maddi güçlere odaklandığını ve açıklanmamış değişim izlerini silmek için fikirler öne sürdüklerini belirtmektedir. Bu yaklaşımı en belirgin biçimde neorealizm ve neoliberalizmde de görmekteyiz. Bu yaklaşıma karşın Wendt, sosyal bir ontolojiyi savunmaktadır. Ona göre böyle bir ontoloji kültürünün doğaya etkisi reddedilmemeli ancak idealizmde fikirlerin, güç ve çıkarın olmadığı kadar önemli olduğu önermesine indirgenmemelidir. Burada altı çizilmesi gereken yer, güç ve çıkar anlamlarının fikirler ve kültür tarafından nasıl oluşturulduğunu göstermenin onları materyalizm dışında bir anlayışla yorumlamak olduğudur. Wendt aynı şekilde inşacılığın iki temel prensibi söz konusu olduğunu belirtmiştir. Birincisi, insan topluluğuna ait yapılar maddi güçlerden çok, öncelikli olarak ortak düşünceler tarafından belirlenmektedir. İkincisi ise belirli amaçlar güden aktörlerin kimlik ve çıkarları verili olmaktan ziyade, bu ortak düşünceler tarafından inşa edilmiştir. Bu prensiplerden birincisi, sosyal hayata yönelik “idealist” bir yaklaşımın temsilcisidir.

Diğer bir anlamda karşıt materyalist yaklaşımın aksine “sosyal” olanı savunmaktadır. İkinci prensip ise, sosyal yapıların “bireyci” yaklaşımlarına karşı çıkacak derecede bir önem atfeden “bütüncü/yapısalcı” yaklaşım olduğudur. Bu nedenle inşacılık, Wendt’e göre bir tür “yapısal idealizm” olarak görünmektedir. Wendt’in özellikle, “Kısacası benim savunmakta olduğum uluslararası hayatın ontolojisi, devletlerin fikirler aracılığıyla nihai olarak birbirleriyle bağlantı kurmaları anlamında “sosyal”dir ve bu fikirlerin devletlerin kim ve ne olduklarını tanımlamaya yardım etmeleri anlamında “inşacı”dır” İfadeleri uluslararası ilişkilere bakış açısını özetlemektedir.

İnşacı yaklaşıma göre, devletlerin davranışlarını şekillendiren temel unsurun kanılar fikirler ve çıkarlar olduğu ifade edilmektedir. Ancak buradaki çıkar kavramını somut, maddi bir kavram olmaktan ziyade, fikir ve kanılarla ilişkilendirildiğinin altı çizilmesi gereklidir. Çıkarlar objektif olarak var olmak yerine, belirli düşünce ve algılamalar etrafında şekillendirilmektedir. Bu düşünce ve algılamalardan bağımsız olarak güç tek başına çok bir şey ifade etmemektedir. Bir devletin konumlandığı coğrafya, sahip olduğu ordusu ya da doğal kaynakları ile birlikte o devleti çevreleyen diğer ülkeler ve sorunların algılanış biçimi ve buna ilişkin kanılar, fikirler, ilişkiler de bir güç unsuru ya da bir zafiyet olarak değerlendirilebilmektedir (Özdemir, 2008: 134).

Byrne (2012: 1-7), kamu diplomasisi, inşacılık gibi, hedeflere ulaşmada maddi gücün önceliğine meydan okumuş, kimliklere vurgu yapmış ve öznelerarası boyutu destekleyerek normatif ve düşünsel yapılara sosyal interaksiyonu da içerecek biçimde öncelik veren, alternatif bir uygulama modeli önermiştir. Günümüzde etkin kamu diplomasisi uygulayıcılarının, halkları etkileyebilmek ve politik amaçlarına ulaşabilmek yolunda gerek kendilerinin gerekse diğerlerinin düşünsel yapılarıyla ilişkili kimlik, değer ve normları anlamlandırabilmek için içgüdüsel veya bilinçli olarak öznelerarası boyutla meşgul olmaya başladıkları söylenebilmektedir. İnşacılığın önem verdiği kavramlara önem atfetmesiyle ve bu öznelerarası boyutu göz önünde bulundurmasıyla kamu diplomasisi, inşacı yaklaşımların uygulanabilir hale getirilmesi için bir model ortaya koymaktadır. Gregory (2008: 283) de inşacılığın, uluslararası ilişkiler çalışmalarına getirdiği fikirler, kültür, normlar, kimlik ve paylaşılan inançlara vurgu gibi yenilikçi ve etkileyici açılımlarla siyasi aktörlerin stratejileri ile yürüttükleri kamu

diplomasisi girişimlerinin gücü ve sınırları konusunda bir açılım sağlayabileceğini belirtmiştir.