• Sonuç bulunamadı

Dilthey: Tarihselcilik ve Tin Bilimleri

Belgede Doğan Özlem (sayfa 193-200)

Wilhelm Dilthey (1833-1911) aslında 19. yüzyılın son çey-reğini etkilemiş bir filozoftur. Ama aynı Dilthey, 1920’li yıllar-da tüm yapıtlarının yeniden basımı dolayısıyla yeni bir ilginin de konusu olmuştur. Çünkü bu yeni basımda, onun dostu Paul Yorck von Wartenburg’la olan felsefi yazışmaları da yer almıştır ve bu yazışmalarda ana konu, tarihsellik (Geschichtlich-keit, historicity, historicité) olmuştur. Dilthey ve Wartenburg’un

tarihsellik konusundaki görüşleri ise, daha sonra Heidegger üstünden günümüzün hermeneutik felsefesine kadar, 20. yüz-yıl felsefesini etkilemiştir. Bu nedenle Dilthey, getirdiği etki-ler bakımından aynı zamanda bir 20. yüzyıl filozofudur. (Bu altbölümün Wilhelm Dilthey’ın, “Ekler” bölümündeki “Tinsel Bilimlere Giriş” başlıklı yazısıyla birlikte okunması önerilir.)

Dilthey, her şeyden önce Alman Tarih Okulu içinde yetiş-miş büyük bir kültür tarihçisi ve biyografi yazarıdır. Yani o, “bilim” olarak tarihin sorunlarını bu “bilim”in içinden gelerek tanımış ve aynı zamanda tarihin Almanya’da “bilim” olarak gösterdiği güçlü gelişmeyi yakından izlemiş bir filozoftur. İşte, “filozof” Dilthey “tarihçi” Dilthey’ın yakından tanıyıp izledi-ği “tarih bilimine ait sorunlar”a felsefe düzleminde çözümler aramakla işe başlamıştır. Dilthey’a göre, Francis Bacon’dan bu yana bilgi kuramı, “bilim” kavramını hep “doğa bilimi” örne-ğine göre konumlamak istemiştir. Başka bir deyişle, yeniçağın bilgi kuramı “bilim” ile “doğa bilimi” kavramlarını özdeş kıl-mıştır. Böyle olunca da insani ve toplumsal olaylar, ya hukuk, politika öğretisi gibi normatif (kural koyucu) disiplinlerin

ko-nusu yapılmış ya da çağlar boyunca bir türlü “bilim” statüsü tanınmayan ve daha çok yarı edebi, yarı “bilimsel” bir yazıcılık türü sayılan tarihe (historia rerum gestarum) bırakılmıştır; ya da

20. YÜZYILDA TARİH KAVRAMI

en son olarak, insani-toplumsal olaylar, Comte’un pozitivizmi elinde, “doğa bilimi”ni örnek alan ve sözcük kökeniyle oldu-ğu kadar konusuna uygun olmayan yöntemleriyle de “melez” bir “sosyoloji”ye bırakılmıştır (“sosyo”, Latince socius; “loji”,

Grekçe logos sözcüklerinden gelir). Hukuk, politika öğretisi,

devlet öğretisi gibi disiplinler, nihayetinde etik temellere daya-lı normlar üreten ve toplumsal olaylara bu normlar açısından bakan disiplinler olarak kuşkusuz, “bilim” sayılamazlar. Çün-kü bilim normatif (kural koyucu) olamaz, ancak adına “yasa”

dediğimiz şeyleri bulmaya çalışan, nomotetik (yasa ortaya

ko-yucu) bir etkinlik olabilir. Zaten Kant’ın yaptığı ayrıma göre, normatif disiplinlerin başvurdukları normlar, “akıl ideleri”dir, yani pratik aklın ürünüdürler. Onlar köken olarak bir ahlak-lılık (moralité), bir gereklilik taşırlar; oysa bilim, olması gereken

(Sollende) ile değil, tam tersine ancak olan (Seiende) ile

uğra-şır. Bu durumda insani-toplumsal olaylara olan gözüyle, yani olgu olarak bakabilecek etkinlik olarak geriye, kendisine bir

türlü “bilim” statüsü tanınmayan tarihçilik kalıyor. Çünkü

Dilt-hey için bu konuda bir olanak olarak ileri sürülen Comte’un “sosyoloji”si, bu haliyle insani-toplumsal olguları ele alabilecek bir “bilim” sayılamaz.20 Oysa Dilthey’a göre tarihçilik, gelenek-sel theoria-historia karşıtlığı içinde kendisine antikçağdan beri

bir türlü sağlam bir zemin bulamamış görünmektedir.

İşte, Dilthey’a göre tarihçiliği de sağlam temellere dayata-bilmemizi sağlayacak “bir başka bilgi kuramı”na ihtiyaç var-dır.21 Dilthey’a göre bu bilgi kuramı Aristoteles’in ontolojik temelli realist bilgi kuramı olamayacağı gibi Bacon’la başlayıp Locke ve Hume üzerinden geçip Kant’ta olgunluğuna erişen yeniçağın bilgi kuramı da olamaz. Kant’ın bilgi kuramı, “te-orik akıl”ın yetkin bir çözümlemesini yapmıştır gerçi ama bu bilgi kuramı, tüm bilgi etkinliğinde, Descartes’ın felsefeye

bı-TARİH FELSEFESİ

raktığı bir miras olarak, hep “akıl sahibi varlık olarak insan” ile “doğa”yı karşı karşıya koyan bir süje-obje ilişkisinden hareket etmiştir. Oysa Dilthey’a göre “Locke, Hume ve Kant’ın tasarla-dıkları bilen öznenin (süje) damarlarında hiç de hakiki bir kan dolaşmaz; tersine, bu bilen öznenin damarlarında, katkısız bir düşünme etkinliği olarak aklın damıtılmış özsuyu dolaşır.”22

Yani Dilthey’a göre, yeniçağın bilgi kuramında, bilen özne her türlü “psikolojik ve tarihsel kimliğinden yalıtılmış” bir akıl var-lığıdır.23 Oysa “akıl sahibi varlık olma” Dilthey’a göre, “insanın total kimliği”nin belli bir yanıdır ve bu yan bu total kimlikten tam olarak sıyrılabilen, kopartılabilen, bu total kimlikten hiç-bir şey ithal etmeden kendi başına ve “arı” kalan hiç-bir şey olarak asla düşünülemez.24 Dilthey için “akıl, insanın sahip olduğu güçlerin çeşitliliği içinde, bu güçlere kopmaz biçimde bağlı” bir güçtür.25 Hatta bu güçler içinde insanın isteyen, hisseden, amaçlar koyan yanı, Fichte’nin de dediği gibi, “akıl sahibi var-lık olma” yanından da önce gelir. Öyle ki insanın sahip olduğu güçler içinde, praxis daima theoria’dan öndedir. Bu yüzden

“bil-gi” sorunsalı, her şeyden önce insanın bu total kimliği gözetile-rek ele alınabilir. Dilthey’a göre, “bilgi” konusuna eğilebilmek için “insanı, yani isteyen, hisseden ve bir şey tasarlayıp amaç-lar koyan konumuyla insanı, bilginin ve bilgi kavramamaç-larının (dış dünya, zaman, töz, ilk neden) açıklanmasında da temele koymak, bilginin ve bilgi kavramlarının sadece algı, tasarım ve düşünme malzemesiyle dokunmuş şeyler olup olmadıklarına yönelmek” gerekir.26 Buna göre Dilthey için, “Bizim gerçeklik hakkındaki tasarımımız ve bilgimizin en önemli yapıtaşları; kişisel yaşamın birliği, dış dünya, dışımızdaki bireyler, onların zaman içindeki yaşamları ve bu yaşamların birbirlerine karşı etkileridir ve tüm bunlar, ancak insanın bütüncül oluşumun-dan yola çıkılarak açıklanabilir.”27 Dilthey’a göre bu “bütüncül

oluşum”, bu “bütünlük”, bu “insanın total kimliği”nin niteliği kavranılmadan “bilgi” sorunsalına da geçilemez. Oysa yeniça-ğın bilgi kuramının yaptığı şey, tam tersine, bilginin olabilirlik ve sınırlarını araştıran, bilginin ne’liğini (mahiyetini) saptayan ve bu saptamanın ışığında inanç, değer, yargı ve kanılarımızın irdelenmesine geçen bir epistemolojizm olmuştur. Yani yeniçağ,

bir “salt akıl varlığı” tasarlayıp bu varlığın karşısına dış dünyayı koyarak “bilgi” sorunsalına eğilirken, bu “salt akıl varlığı”nı, Kant’ta olduğu gibi, insanın total kimliğinden koparmıştır ya da kopardığını sanmıştır. Oysa Dilthey’a göre, “bilgi” sorun-salına, tam tersine, bu “salt akıl varlığı”nı içeren insanın total kimliğinden, bu “bütünlük”ten kalkılarak geçilebilir. İnsanın total kimliği, bütünlüğü ise, Dilthey’a göre tarihsel olarak

olu-şan bir şeydir. Bu yüzden yine Dilthey’a göre, bu bütünlüğün kavranılmasında gözetilmesi gereken şey, “salt a priori bir bilgi

olanağının kabulü değil; tersine, içinde bulunduğumuz ko-numların toplamından çıkan bir gelişim tarihidir.”28 Öyle ki Dilthey’a göre, “Bizi felsefeye yönelten tüm sorunların yanıtını, ancak bu tarihsel gelişme verebilir.”29

Böylece Dilthey, insanın “bütüncül oluşum”unun, “bütün-lüğü”nün ne olduğu sorusuna, bu “bütünlüğü” tarihsel ge-lişmesi içinde izlemekle yanıt verebileceğimizi belirtmiş olur. Bilgi sorunsalına da ancak tarihsel gelişimi içindeki bu “bütünlük”ten, insanın total kimliğinden kalkılarak geçilebi-lir. Bu “bütünlük”, insanın total kimliği ise, daima, “tekil in-san varoluşunun başka inin-sanlarla etkileşimi içinde oluşur.”30

Çünkü Dilthey’a göre “Bana kendi psikolojik hallerimi bildiren iç deney, tek başına alındığında, bende kendi bireyselliğimin bilincinin doğması için yeterli değildir. Ben, her şeyden önce kendi bireyselliğimi ancak başkalarıyla karşılaştığım zaman deneyimliyorum.”31 Oysa Dilthey’a göre yeniçağın bilgi kuramı

TARİH FELSEFESİ

birey ya da bilgikuramsal teknik adıyla “süje”nin olabilirliğini sağlayan bu “başkalarıyla karşılaşma” olayını, bu temel “pra-tik-tarihsel” olayı atlamıştır. Böylece yeniçağın bilgi kuramında dış dünya bazı “salt tasarımlar” altında tanınan bir fenomenler topluluğu olarak görülmüş ve “bilgi”, bu fenomenler topluluğu hakkındaki duyusal malzemenin bu “salt tasarımlar” altında işlenmesinin ürünü sayılmıştır. Oysa “süje”nin olabilirliğini bu “başkalarıyla karşılaşma” sağladığı gibi, bizzat “süje” bu “baş-kalarıyla karşılaşmaların zamansal toplamı olarak tarihin ürü-nüdür” ve bu haliyle tamamen toplumsal bir şeydir.

Öbür yandan Dilthey’a göre, yeniçağın bilgi kuramında,

numen olmasa da fenomen olarak dış dünyanın gerçekliğine

du-yulan bir inanç yatar. Oysa Dilthey’a göre, “buna karşılık bizim isteyen-hisseden-tasarlayıp amaçlayan özümüz, bizi kendimi-ze özdeş kılar ve bu öz bu haliyle dış dünyadan (yani bizden bağımsız olarak kendi uzamsal belirlenimi içindeki gerçeklik-ten) daha kesin bir veridir. Öyle ki yaşama, salt bir veri, veril-miş bir şey değildir. Biz dış dünyadaki neden-etki bağını ya da bu bağa göre oluşan süreci yeterince bilemeyiz. Öbür yandan, neden ve etkiler hakkındaki tasarımlarımızın kendileri de biz-zat ve sadece bizim istençli yaşamımızdan türeyen soyutlama-lardır. Öyle ki deneyin bize açtığı ufuk, öncelikle ve sadece bizim özgür ve içkin durumumuzdan haber verir gibidir. Yani dış dünya bizim yaşam bütünlüğümüz içinde bize verili halde-dir.”32 İşte, “yaşam bütünlüğü” ya da kısaca “yaşama”, Dilthey’a göre, bireyin başkalarıyla olan ilişkilerinin, “başkalarıyla karşılaşma”larının bütününden başka bir şey değildir. Çünkü belirtildiği gibi, kendimiz hakkındaki bilince de ancak “başka-ları” aracılığıyla varırız. Başka bir deyişle, bireysel bilincimiz, “başkalarıyla bir arada olma” sayesinde edinilen bir şeydir. Böyle olunca da birey, kendisini bu başkalarıyla bir arada olma

20. YÜZYILDA TARİH KAVRAMI

halinin bir ürünü olarak kavrar, ki bu hal “yaşam bütünlüğü” ya da “yaşama” dediğimiz bir ortamdan (medium) başka bir şey

değildir. İnsanlararası ilişkiler bütünü olarak yaşama ise, bu yüzden, doğal gerçeklikten farklı bir oluşumdur. Biz bu fark-lılığı bizzat doğa hakkındaki tasarımlarımızın “bizim istençli yaşamımızdan türeyen tasarımlar” olduklarını saptama sırasın-da yakalayabiliriz. Yani doğa kendi başınalığı içinde değil, bize göreliliği içinde bize açıktır. Öyle ki doğa, kendi başınalığı

için-de bize “yabancı”dır; biz onu kendi özümüze uygun biçimiçin-de kendimize göreli kıldığımız oranda bu yabancılık, bize ait bir “tanışıklığa” göre giderilebilir. Öyleyse biz, doğaya bile, başka-larıyla olan ilişkilerimizin bütünlüğünden, yani “yaşama”dan kalkarak yönelebiliyoruz. İşte, doğaya olduğu gibi, başkalarına ve giderek bizzat bu bütünlüğün kendisine, yani yaşamaya da ancak yine bu bütünlüğün içinden bakma olanağımız vardır ki,

bu bakma tarzı, bir “salt akıl varlığı” ile “doğa” arasındaki bilgi ilişkisine köprülük eden bir algılama değil, ancak bir anlama

olabilir.33

Dilthey’a göre insanlar her zaman insanlara özgü inanç,

eğilim, değer, norm, ide, kural, tasarım türünden şeylerin, yani yine “yaşama”larının ürünleri olan bu şeylerin yönlen-dirdiği bir insani ilişkiler bütünü içindedirler ve her şeye bu “yaşama”nın içinden bakarlar. Bu her zaman, yani insanlar toplu

halde yaşamaya başladıklarından beri böyledir; zaten bu “yaşa-ma” tarihsel olarak oluşan bir şeydir ve insani-toplumsal olan her şeyi içermesi bakımından aynı “yaşama”, “tarihsellik” ve doğadan farklı bir oluşum olarak “tinsellik”ten başka bir şey de değildir.34

İşte Dilthey’a göre, doğal durumdan toplumsal duruma geçtikleri aşamadan bu yana insanlar, kendi koydukları kural, değer ve normlardan örülmüş bir çevrede yaşamaktalar; kendi

TARİH FELSEFESİ

yaratıları olan bu kural, değer ve normlar, sonradan yine in-san eylemlerini belirleyen neden ve motifler olmaktadır. Hat-ta Dilthey’a göre, insanlar kendi yaratıları olan bu “tinselliğe” öylesine gömülürler ki, bu “tinsellik” onların tüm yaşantılarını ve evrene bakış biçimlerini de belirler. Bu “tinsellik” kuşkusuz,

tarihin ürünüdür ve hatta “tinsellik” bizzat “tarihsellik”tir.

Dilt-hey için insan, işte bu “tarihsellik” içinde “tutuklu”dur.35

Böyle olunca da Dilthey’a göre bir bilgi kuramı artık, tarih-selliği dışlayan “yeniçağın doğabilimci bilgi kuramı”yla sınırlı tutulamaz. Tam tersine Dilthey’a göre, “bilgi kuramında tarih-sel düşünmenin donatıcılığı”nı saptamak gerekir.36 Çünkü ona göre, yeniçağın bilgi kuramı, bize “bilgi ağacının güneş ışığı altındaki gelişimi”ni sunmaktadır gerçi; bununla birlikte, “bu ağacın yeraltında kalan kökleri” vardır, ki bu kökler tinsel-ta-rihsel-yaşamasal niteliktedir ve “sahici” (sahih) bir bilgi kuramı bu kökleri de görmemizi sağlamalıdır.37

Saptanabileceği gibi Dilthey, yeniçağın “doğabilimci bilgi kuramı”nı yadsımaz. Ancak o, bu bilgi kuramının kendisini de bizim gözümüzde aydınlık kılacak olan bir meta-epistemo-loji tasarlar ve bilgi ağacının köklerini de araştıracak bu

me-ta-epistemolojinin ancak “tinsellik”, “tarihsellik”, “yaşama” kavramları altında yapılabileceğini belirtir. Çünkü bu kökler, doğabilimci bilgi kuramını da olanaklı kılan “tinsel” şeylerdir ve bu “tinsel” şeylerin araştırılmasına yönelik bir meta-episte-moloji, artık Dilthey için, bir “yaşama felsefesi” tabanına dayalı olacaktır. Çünkü örneğin “Tüm bilim, gerçi deney bilimidir; ama her türlü deney, kökensel bağlamını ve bu bağlamın belir-lediği geçerliliğini bilincimizin koşulları içinde bulur; deney bu koşullar içinde meydana çıkar; yani yaradılışımızın bütünlüğü içinde.”38 İşte, bir “yaşama felsefesi” insanın içinde yer aldığı bu

20. YÜZYILDA TARİH KAVRAMI

içinde yer aldığı bir “bütün”ü, kendisini de belirleyerek

kapsa-yan bu “tinselliği” tam olarak nasıl kavrayabilir? Dilthey’a göre

bu “tinselliği” tam olarak kavrama olanağı asla yoktur. Çünkü bu “tinsellik” zaten bizi “tutuklamıştır” ve biz tutuklu olduğu-muz yerden onun bütünlüğünü asla göremeyiz. Ama yine de bizim felsefi girişimimizin hedefi, bu bütünlüğü kavramaya yö-nelik kalmalıdır. Bunun için de böyle bir hedefe bizi yaklaştıra-bilecek yolların neler olacağını sorgulamakla işe başlamalıyız.

Bu aşamada Dilthey “bütün”ü kavramaya yönelik bir yaşa-ma felsefesinin de bir “bilimsel taban”a dayanyaşa-ması gerektiğini

belirtir. Ama bu bilimsel taban, doğabilimsel bir taban olamaz. Çünkü biz burada zaten doğa bilimlerinin de dayandığı kök-lerin, yani “tinselliğin” bilgisi peşindeyizdir. O halde öncelikle bu tinselliği doğabilimsel yöntemlerle ele alamayacağımızı gör-meliyiz ve bu tinselliği, doğa bilimlerinden farklı bir bilimsel tabana dayamalıyız. Yani doğa bilimlerinden farklı bir tin bi-liminden hareket etmeliyiz. Çünkü Dilthey için “Tinsel yaşam bize dönük bir gerçekliktir.”39 Biz doğayı bile bize dönük bu gerçekliğin içinden görmekteyiz. O halde doğadan farklı olan bu gerçekliği kendine özgülüğüyle ele alacak “bağımsız” bir bilim tipini, bir “tin bilimi”ni temellendirmek gerekir. Çünkü şimdiye kadar “bilim” kavramı “doğa bilimi”ne özdeş kılınmış-tır ve tinsel gerçekliğe yönelmesi istenen bilimler de Comte pozitivizmi geleneği içinde “sosyal bilimler” (sciences sociale)

adıyla aslında büyük ölçüde doğa bilimi modeline göre te-mellendirilmek istenmiştir ve yukarıda da değinildiği gibi, bu çabalardan “sosyoloji” adıyla bir “doğabilimci bilim” ortaya çıkmıştır. “Doğabilimci bilim” Dilthey’a göre, “gözle görülme-yen ya da bilen öznenin (süje) bakışına gelmegörülme-yen, ona açık olmayan şeyleri bilmeyi olanaksız sayan” bir bilgi kuramcılı-ğının ürünüdür ve “modern doğa bilimleri bundan başka bir

Belgede Doğan Özlem (sayfa 193-200)