• Sonuç bulunamadı

Alman Tarih Okulu

Belgede Doğan Özlem (sayfa 147-158)

Alman Tarih Okulu, kökeni ve gelişimi bakımından bü-yük ölçüde Herder’e bağlı ve çoğunluğunu aynı zamanda fi-lozof da olan tarihçilerin oluşturduğu bir okul olarak Alman İdealizmi’yle aynı dönemde ortaya çıkmış ve hatta bazı bakım-lardan ondan daha da eski bir geçmişe sahip olmuştur. Ama ge-lişim çizgisi içinde sonradan büyük ölçüde Alman İdealizmi’ne karşı bir tepkiyi de kısmen beraberinde taşıdığı için bu okula bu bölümde yer vermeyi uygun bulduk. (Bu altbölümün Ernst Cassirer’in, “Ekler” bölümündeki “Romantizm ve Eleştirel Ta-rih Biliminin Başlangıçları” ve “TaTa-rih Yazıcılığının Temelleri Olarak Politik ve Anayasal Teori” başlıklı yazılarıyla birlikte okunması önerilir.)

1830’lardan sonra Alman İdealizmi’ne ve özellikle de Hegel felsefesine ve onun tarih anlayışına karşı sert tepkiler ortaya çıkmıştır. Öbürlerine de ileride değineceğimiz bu sert tepkiler-den birisi, Herder’in her çağı ve ulusu kendi özelliği ve tekilliği içinde tanıma konusundaki görüşünü benimseyerek, “genel tarih”e bağlı olduğu kadar Alman ulusunun tarihine yönelik

19. YÜZYIL: “TARİH YÜZYILI” (III) İDEALİZM SONRASI

de yoğun bir tarih araştırması yürütmekte olan Alman Tarih

Okulu’ndan gelmiştir. Modern tarih biliminin kurulmasında çok büyük katkıları olan Alman Tarih Okulu’nda, gerçi okul üyeleri arasında amaç ve eğilim farklılıkları vardır ama okul tü-müyle bir genel programa da bağlı görünür. Bu programın da-yandığı bazı ilkeler, tüm okul üyeleri için geçerli sayılabilir. Bir kere bu okul, Herder’e bağlı olarak, Aydınlanma’nın ve Alman İdealizmi’nin ortak ülküsü olan ilerleme idesinin somut

ola-rak denetlenmesi olanaksız bir şey olduğu konusunda (Droy-sen ve bazıları dışında) görüş birliği içindedir. Heinrich Karl Ludolf von Sybel, Friedrich Karl von Savigny ve Leopold von Ranke’ye göre, devletlerin ve halkların sürekli ilerleme içinde oldukları savı, “somut tarih araştırması”yla asla doğrulanamaz. Bu ancak ahlaksal planda benimsenmesi gereken bir Aydınlan-macı ülküdür, bir “tarih kategorisi” değildir. Öbür yandan, bu okula göre, somut tarih araştırması, tarihe, Hegel’in dediği gibi “aklın gerçekleşme alanı” olarak bakmamıza elverecek hiçbir yeterli ipucu bulamamaktadır.1 Tam tersine, somut tarih araş-tırması, tarihte akla uygun bazı gelişmeler saptasa da bunun yanı sıra akıldışı (irrasyonel) motiflerin bazen çok daha fazla olduğunu, hatta bu motiflerin akılcı motiflere daha ağır bastı-ğını gözlemektedir. Bu akıldışı motiflerin de bir başka akılsal-lığa, örneğin “tanrısal akıl”a bağlı olduklarını ise, ancak kötü anlamıyla “spekülatif” çalışan bir düşünce söyleyebilir.”2 Öyle ki tarihe mantıksal-kurgusal bir şemayla yönelmek ve tarih-te bu şemanın aslında kendisinden başka bir şey olmayan bir akılsallık bulunduğunu söylemek, “boş bir spekülasyon”dur.3

Tarih araştırması, tam da Hegel’in aşmak istediği “historik ta-rih” alanında kalmalıdır. Tarih araştırması bir insanı, bir ulusu, bir halkı, bir devleti “kendi özel oluşma tarzı”, kendi özel du-rumu ve kendi özel belirlenimi altında ele almalıdır.4 “Tarihsel

TARİH FELSEFESİ

bilgi” bir halkın, bir ulusun, bir devletin kendine özgülüğünü oluşturan öğelerin eleştirisi ve çözümlenmesi yoluyla elde edi-lir. Bu bakımdan, tarihsel bilgi, “bir ulusun, bir halkın belli bir süreçte kendisini nasıl tanıdığı”nın da bilgisi olmak durumun-dadır. Böyle bir bilgi için başvurulabilecek başlıca öğelerse, bir ulusun ya da halkın tümü ya da büyük çoğunluğu için geçerli sayılmış hukuksal düzenler, anayasalar yanında, o ulusun ya da halkın kendisine özgü ahlaksal ve estetik değerler de

olabi-lir. Böylece örneğin Johann Böhmer ve Jacob Grimm için tarih-sel bilgi, “bir halkın, bir ulusun kendisi hakkındaki bilinci”nin ne olduğu saptanarak ve sadece o halkın ve ulusun tarihi için geçerli olabilecek şekilde elde edilmiş olan bir bilgidir.5

Öbür yandan Alman Tarih Okulu için hiçbir tarih araştır-ması salt bilme, “bilmek için bilmek” uğruna yapılamaz. Çün-kü tarih araştırması, örneğin Sybel’e göre, daima “yaşamakta olan kuşağa bir şeyler taşımak” için yapılır. Bugünümüze bir katkı getirmeyen, bugünümüzü anlamaya yardımcı olmayan bir tarih araştırması amaçsız bir uğraşı olmaktan öteye geçe-mez. Böyle olduğu içindir ki, Sybel’e göre bir tarih araştırması daima “taraflı”dır.6 Çünkü o, geçmişi bugün için anlamak iste-mekte, “bugünün taraftarlığı”nı yapmaktadır. Bunun sonucu olarak Sybel şöyle der: “Objektif bir tarih ve tarafsız bir tarihçi olamaz.”7 Ama bu, tarih bilgisinin değerini alçaltan bir durum da değildir. Tam tersine, tarihçinin bugünümüzü gözeten bir tutumla ürettiği tarih bilgisi, bizzat bugünümüzü anlamak ve geleceğimizi kendimize göre yönlendirmek gibi bir pratik ya-rara hizmet ettiği için doğabilimsel bilgiden daha değerlidir.

Alman Tarih Okulu, bir halkı, bir ulusu ele almak için en uygun modelin, bu halkı ve ulusu, tıpkı Herder gibi, bir orga-nizma olarak görmek olduğunu belirtir. Örneğin Joseph Görres,

görülebi-19. YÜZYIL: “TARİH YÜZYILI” (III) İDEALİZM SONRASI

leceğini belirtir. Halk ya da ulus, kendi organik yapısına uy-gun belirli bir gelişme içindedir. Bu gelişmede, organizmayı oluşturan her öğe öbür öğelerle çokyönlü bir karşılıklı etkileşim

içindedir. Bu karşılıklı etkileşim içinde ise, organizmanın yaşa-masını sağlayan, temel işlevlerini yerine getiren organ olarak

devlet karşımıza çıkar. Yani devlet, organizmanın üstünde ya da dışında bir yerde değildir; o da organizmanın içindedir. Ne var

ki devlet bir kalp ya da beyin gibi organizmanın tek tek tüm organlarının yapılarını ve işlevlerini görebilmemizi sağlayan düzenleyici bir organ olduğundan, organizmanın bütününü bu düzenleyici organdan kalkarak betimlemek en uygun yoldur. Böyle olunca tarihsel betim, organizmayı, yine kendisinin bir parçasından yola çıkarak bütün halinde görmeye çalışan bir betim olur. Ama amaç, bütünü görmek olmakla birlikte, bu bütünlüğe asla ulaşılamaz. Çünkü geçmişte kalan halk ya da uluslar veya dönemler ve çağlar hakkında elimizde bulunan “empirik malzeme” kısıtlı olduğu gibi, o halka, ulusa, çağa ya da döneme egemen hukuksal, ahlaksal vb. değerleri ve norm-ları tam olarak anlayabilme olanağımız da kısıtlıdır. Bu yüzden tarihsel betim daima geçmişi bugünden kalkarak ve bugün için anlamaya çalışan bir yorum bilgisi sunabilme olanağına sahiptir.8

Bu konumlamaya göre tarih araştırması, halkın ya da ulus olarak bu organizmayı, her şeyden önce halk ya da ulusun dev-letini tanımaya çalışan bir “politik tarih araştırması”yla başlar. Örneğin Ranke’ye göre tarih araştırması, işe, halk ya da ulus olarak organizmanın “kendi bütünlüğü içindeki büyük devlet eylemleri”ni betimlemekle başlayacaktır.9 Ama Sybel gibi Ran-ke için de tarih araştırması bugüne ait, bugünün toplumsal ih-tiyaçlarına göre yönlenen bir araştırmadır. Bu yüzden de onun ana özelliği daima bir pratik amaca bağlı kalmasında belirir.

Oku-TARİH FELSEFESİ

lu kendi pratik amacını, “Alman ulusunun ve devletinin birli-ği” olarak koyar ve bu amaç açısından Alman tarihinin yoğun bir araştırmasına yönelir. Örneğin 19. yüzyılın sonlarına doğru Heinrich von Treitschke bu amacı şöyle belirtir: “Bizi tarihe yö-nelten ide, toplumumuzun birliği idesidir.”10 Sybel’e göre tarih araştırması artık, devletin bir zamanlar (Hegel örneğinde ol-duğu gibi) felsefeden beklediği işlevi yüklenmiştir. Öyle ki ör-neğin Ranke’ye göre tarih ve politika, hem teorik hem de pra-tik düzlemde felsefeyi de içine alan birer etkinliktir. Ama bu, tarih araştırmasını hükümet politikası emrine adamak demek de değildir. Böyle bir şey bilim ahlakına uymadığı gibi, tarih araştırmasından beklenen işlevi de baltalar. Hükümet politika-sına göre yazılmış tarih, her zaman olmasa da çoğu kez, bugün yaşamakta olan kuşağın özlem, istek ve taleplerini gözetmeyen çarpık bir tarih, pek çok şeyi örten bir resmi tarih olabilir. Bu yüzden tarih araştırması, hükümet politikalarına göre değil, “ulusun genel esenliği” idesine göre yapılır. Ulusal politika her zaman hükümet politikası olmayabilir. Ulusal politika, yaşayan kuşakların istek, özlem ve taleplerinden türeyen idelerin göze-tilmesiyle oluşturulur. Bu yüzden tarihçi hükümetlerin değil, ulusal idelerin sesine kulak verir. O olsa olsa, ulusal politikanın aynı zamanda hükümet politikası olmasını arzulayabilir.11

Alman Tarih Okulu, bu konumlama içinde sadece bir ulusal tarih yazıcılığının dayanacağı ilkeleri ve kuralları belirlemekle de yetinmez. Bu okul yine Herder’den aldığı etkilerle, humanite

idesi altında genel bir tarihe, bir dünya tarihine de yönelir. Çün-kü anımsanacağı gibi Herder, tarihsel olaylara kendi tekillik ve özgüllükleri içinde yönelmek gerektiğini belirtmişti ve yukarı-da gördüğümüz gibi, Alman Tarih Okulu bu görüşler doğrultu-sunda bir ulusal tarih yazıcılığı geliştirmişti. Ama aynı Herder, tarihte “hümanitenin parladığı anlar”dan söz ederken “insanlık

tarihi”ne de eğilmek gerektiğini belirtmiş olmakla, Alman Tarih Okulu’nu “genel tarihçilik” konusunda da etkilemiştir.

Örneğin Wilhelm von Humboldt’a göre tarih araştırması, ulusal tarihçilik yanında bir de dünya tarihine hümanite

açı-sından eğilip “insani genel”in ortaya çıkarılmasına da yönelme-lidir. Burada tarihin görevi, “insani yaşamın derinliğine araştı-rılması yoluyla, en yüksek insanlığa ulaşmaktır.”12 Humboldt’a göre, “Felsefenin nesnelerin ilk temellerine, sanatın güzellik idelerine yönelmesi gibi, tarih de en özgün biçimiyle insanlığın betimine, bu capcanlı bütünlükteki temele yönelir.”13 Böyle bir çaba için tarihçinin “insani olan hiçbir şeye yabancı kalmama-sı”, tümüyle “kültürü sindirmiş” olması gerekir.14 Yani tarihçi bilim, sanat, din, felsefe vb. alanlarında çok iyi bir donanıma sahip olarak “genel tarih”e yönelmelidir. O böyle bir donanımla tarihe yöneldiğinde, bizzat tarihin “tüm insani-ahlaksal oluşu-mun taşıyıcısı” olduğunu görür.15 Humboldt’a göre tarih, in-sanlığı “insani varoluş biçimlerinin birikimsel toplamı” olarak hem barındıran hem de bunlarca belirlenen süreçtir. Bu bakım-dan “insani olan her şey aynı zamanda tarihseldir.”16 “Gerçek tarihçi”, Humboldt’a göre, ister ulusal isterse evrensel düzeyde olsun, konusuna böyle bir kültürel donanım ve bu donanımın kendisine sağladığı tarihselci (historist) bakışla eğilecektir.

İnsani olan her şeyin aynı zamanda tarihsel ve tüm kül-türün taşıyıcısının tarih olduğu savı, yani tarihselcilik (histo-rizm), Romantik filozoflarda, örneğin Schlegel’de de adı

kon-madan ileri sürülmüş bir sav olarak vardır. Ama bu terimin, Herder’in etkisiyle belirli bir anlam içeriğiyle ilk kez Alman Tarih Okulu’nda kullanıldığı görülür. (“Tarihselcilik” konusu-nu, ileride “Tarihselcilik-Tarihsicilik Tartışması” başlığı altında genişliğine ele alacağız.)

Böylece özellikle Humboldt’la birlikte, Alman Tarih Okulu’ 19. YÜZYIL: “TARİH YÜZYILI” (III) İDEALİZM SONRASI

TARİH FELSEFESİ

nda iki ana yönelimin bir arada etkin olduğu saptanabilir: Bir yandan tarihsel olayları, halkları, ulusları, dönemleri, çağları kendi özellik, bireysellik ve tekillikleri, başka olay, çağ, ulus, dönem vb. ile benzemezliği açısından ele alan bir somut tarih araştırmacılığı; öbür yandan insanlık tarihine yönelik, Ranke’nin

sözleriyle “tümüyle tarihsel bir şey olarak insanlığı kendi bü-tünlüğü içinde görebilecek” bir dünya tarihçiliği.17 İkinci yöne-lim, yine Ranke’nin şu sözlerinde ifadesini bulur: “Tarih, do-ğasını evrenselde bulur.”18 Bu konumuyla tarih, yukarıda da değinildiği gibi, Ranke için hem teorik hem de pratik felsefeyi içine alır. Bunun gibi örneğin Sybel, 1860’lı yıllarda, özellikle Almanya’da, “kültür” denen oluşumun anlaşılmasında artık, felsefenin değil, tarihin ön plana geçmeye başladığını belirtir. Sybel’e göre bu dönem, “tarih felsefesinden tarih bilimine geçiş dönemi” olacaktır. Ama Sybel’e göre tarih hiçbir zaman “sadece bilim” olarak kalamaz. Çünkü tarihte her zaman, geçmişi bu-günümüz açısından ele almayı gerektiren bir pratik yarar kay-gısı ve bu kaygıdan kopamayan bir “yorum” olacaktır. “Bilim” olarak tarih, Sybel’e göre şu özellikleri içerir: Her şeyden önce tarih olguları bilmek ister, bu yanıyla öbür bilimler arasında bir

yer alır. Ne var ki onu empirik çalışan doğa bilimlerinin yanına da koyamayız. Çünkü o, olgudan, her dönemin ya da çağın kendi bireysellik ve tekilliğini anlar. Bu bireysellik ve tekillik ise, doğa bilimlerinin yasacı tutumuyla ele alınamaz. Yani tarih,

doğabilimsel anlamda yasalar bulma peşinde değildir. Ranke de tarihin her dönemin ya da çağın bireyselliğine yönelirken, bu bireyselliğe doğabilimsel anlamda genelgeçer yasalar altında eğilemeyeceğini, çünkü tarihte böyle yasalar bulunmadığını, tam tersine, tarihin amacının bu bireyselliği “olduğu gibi” gör-mek olduğunu belirtir. Onun ünlü sözleriyle, tarihin amacı her dönemi ya da çağı “nasılsa öylece göstermek”tir.19 Ama öbür

19. YÜZYIL: “TARİH YÜZYILI” (III) İDEALİZM SONRASI

yandan, aynı Alman Tarih Okulu’nda bir genel tarihçilik eğili-mi, insanlık tarihine yöneltilmiş bir tarihselci tutum olduğunu

da belirtmiştik. Kuşkusuz, bu tutum şu sorunun sorulmasını kaçınılmaz kılar: Tarihsel olay, çağları ve dönemleri kendi bi-reysellikleri içinde ele alan somut tarih araştırmacılığı ile insani

olan her şeyin aynı zamanda tarihsel olduğunu ve insanlık tari-hine bir bütün olarak yönelmek gerektiğini belirten dünya tarih-çiliği nasıl bağdaştırılabilir? Empirik ve tekilci diyebileceğimiz

birinci tutumla, yine Ranke’nin sözleriyle “olup-biten her şeye üstten bakma”yı öngören evrenselci tutum arasında bir

geçişli-lik nasıl sağlanacaktır?

Alman Tarih Okulu’nda bu sorun üstünde, daha sonra Dilthey’ı da etkilemiş olan Johann Gustav Droysen’in genişliği-ne durduğu görülür. Droysen’e göre, “tarih bilimi”nin malze-mesi, empirik-doğabilimsel olguların dışında kalan bir alana aittir. Bu malzeme, her dönemde ve çağda insan eylemlerine yön veren ide, norm, ahlaksal ve estetik değer, hukuksal, eko-nomik ve politik düzen vb. türünden şeyler olup mekanist doğa bilimlerinin açıklayamayacağı bir olay türü oluştururlar. Bu olay türü içinde doğabilimsel bakımdan ele alınmaya en elverişli gibi görünen ekonomik olaylar bile ancak belirli hu-kuksal, ahlaksal ve politik olaylarla ilişkisi içinde anlamlıdır. İşte bu olay türü, mekanist doğa bilimlerinin deney, gözlem, sayım vb. gibi empirik yöntemleriyle ele alınıp açıklanamaz. Bunlar ancak yorumlama ve anlama yoluyla birer obje haline

getirilebilirler. Bu yüzden “tarih bilimi” empirik olgu araştır-masını aşmak zorundadır. O, kendi olay malzemesini doğada değil, yine insani ürünler olarak yazılı yapıtlarda bulacaktır.

Schleiermacher’in “hermeneutik maksimler” düşüncesinden etkilendiği görülen Droysen’e göre, ancak bu yazılı yapıtların incelenmesi yoluyla, bir döneme ya da çağa egemen olan ide,

TARİH FELSEFESİ

norm, ahlaksal ve estetik değer, hukuksal, ekonomik ve politik

düzen vb. türünden şeyler açığa çıkartılabilir ve ancak bu yolla o dönem ya da çağ “anlaşılabilir.”20 Bu “anlama”nın gerçekle-şebilmesi için de bu yazılı yapıtların dilinin önce filolojik bir

elemeden geçirilmesi gerekir. Sözcüklerin sözel anlamlarının

saptanmasından sonra ise, bu sözel anlamların işaret ettiği ide, değer, norm türünden motiflerin anlamlarına geçilir. Bunun yanı sıra Ranke, Droysen’in bu hermeneutik yöntemini genel tarihe uygulamak için, “tüm kültüre damgasını vuran genel

anlamlar”ın yalnızca filolojik çözümlemeyle elde edilemeyece-ğini, bu çözümleyici etkinlik yanında, tarihçinin kendi

sezgile-rini de işe katarak bir “kurgu”ya ulaşması gerektiğini belirtir. Zaten daha yüzyılın başında Niebuhr, filolojik anlam çözümle-mesinin ancak ve kaçınılmaz olarak tarihçinin sezgiyle ulaştığı bir hipotez içindeki “genel anlamlar” altında yapılabileceğini belirtmişti. Bu yüzden ona göre, “genel tarih ancak düşünül-müş bir şey” olarak kavranabilir. Ranke de tarihçinin tüm ta-rihe kendi sezgilerinden türettiği bir bakışla eğildiğini, ele al-dığı dönemi ya da çağı kendi bakışının “içine koyduğunu” ve o dönemi ya da çağı, böylece “yeniden kurduğu”nu belirtir.21

Tarihçiye böyle bir kurgu yapmasını sağlayan bu sezgiye, daha önce Herder, Einfühlung (empati) adını vermişti. Humboldt

buna “karine yoluyla kendinde hissetmek” (ahnden), Sybel ve

Ranke ise “tinsel kavrayış” adını verirler. Droysen ise bu ko-nuda çok daha sistematik bir tutumla çalışır. Ona göre “bilim olarak tarih”, insani amaç-koymalarla (Zielsetzungen), iradeye

dayalı eylemlerle ilgilenir. Doğal-insani olaylar ile tarihsel-insa-ni olayları aslında bu ayırır. Çünkü tarihte insatarihsel-insa-ni olaylar, doğal belirlenimin üstünde, ancak koyulan amaçların, bu amaçlara göre oluşturulmuş kurumların (hukuksal, politik vb.) ışığında anlaşılabilir olan eylemlerdir. Buradaki amaç-eylem ilişkisi ise,

19. YÜZYIL: “TARİH YÜZYILI” (III) İDEALİZM SONRASI

bir neden-etki (eser) ilişkisi gibi doğal nedensellikle ele alınamaz.

Çünkü bu amaçların her şeyden önce, doğada karşılığı olma-yan, sadece insana özgü şeyler olarak “anlaşılmaları” gerekir ve amaç-eylem ilişkisi ancak bundan sonra bir nedensellik altın-da görülebilir. Bu açıaltın-dan bakıldığınaltın-da Droysen’e göre “tüm ta-rih”, amaç-eylem ilişkilerinden oluşmuş bir “gelenekler ağı”dır. Kuşkusuz, “gelenek” sözcüğünü Droysen, Herder’in “tarihsel birikim” sözcüğüne karşılık olarak kullanır. Ona göre gele-nek (Tradition), belli bir tarihsel döneme süreklilik kazandıran

amaç-eylem ilişkileri toplamı ve bir bakıma da büyük ölçüde o dönemin “kültür”üdür. Bu yüzden burada tarihçinin görmesi gereken şey, bu geleneğin tümüne yayılmış olan “ideler”, “tin” ya da “yaşama üslubu”dur. Duruma tüm tarih açısından

bakıl-dığında, “insanlık tarihi”, bazı yerlerinin birbirine geçmiş, bazı yerlerininse kopuk olduğu bir “gelenekler ağı” olarak görüle-bilir. Ranke, ağın birbirine geçmiş yerlerinde “insanlığa hük-meden genel eğilimler”in saptanabileceğini söyler.22 Ona göre bu “eğilimler”, her dönemde ya da çağda benzerlikler gösteren kurumlar, dinsel ya da politik inançlar türünden şeylerdir ve bu yüzden tüm insanlık tarihi “bu çeşitli eğilimlerin bir kar-maşık topluluğu” olarak görülebilir.23 Droysen, yine sistema-tik bir tutumla, “tarih bilimi” içinde bir “evrensel”e ulaşmanın ancak insan eylemlerinin “toplumsal güçler ve ideler” altında anlaşılmasıyla olanaklı hale geleceğini söyleyerek, bu konuda “sosyolojik” diyebileceğimiz bir çözümlemeye de girişir. Ona göre her tarihsel dönemde insan eylemlerini belirleyen belli “toplumsal durumlar” vardır: 1. Doğal kümeleşmeler (aile, soy, kabile, aşiret, halk, ulus) 2. Pratik kümeleşmeler (toplum, hukuk, devlet) 3. İdeal kümeleşmeler (dil, sanat, bilim, din). Buna göre insan, önce doğanın zorlamasıyla bir doğal küme-leşmeye geçer; daha sonra kendi iradesini kullanmaya

başlaya-TARİH FELSEFESİ

rak, kendine özgü bir “ahlaksal ve ideal evren” kurar ve artık o, yine kendi kurduğu bu evrenin doğadakine benzemeyen özel belirleyiciliği altında yaşamaya başlar.24

Görülebileceği gibi, Alman Tarih Okulu, somut bir tarih araştırması ile dünya tarihçiliğini bağdaştırma denemeleri için-de, özellikle Droysen’de “sosyolojik” diyebileceğimiz bir yakla-şım geliştirir. Daha sonra 20. yüzyılda Alman Tarih Okulu’ndan gelen bir tarihçi olarak Max Weber’in Droysen ve Dilthey’dan aldığı etkilerle bir “anlamacı sosyoloji” geliştirdiği görülür.

Alman Tarih Okulu’nun kısmen Alman İdealizmi’ne kar-şıt bir tutumla iş gördüğünü, özellikle Aydınlanma’nın bir mirası olarak Alman İdealizmi’ne geçen “ilerleme” ülküsüne dayalı tarih felsefesine karşı çıktığını belirtmiştik. Bu konuda bu okulun Herder’in tarihte tam bir ilerlemeden çok, tarihsel süreç içinde “yıldızın parladığı anlar” bulunduğu görüşünü

Belgede Doğan Özlem (sayfa 147-158)