• Sonuç bulunamadı

DİN VE TASAVVUF İLE İLGİLİ NASİHAT BEYİTLERİ:

Belgede Türk edebiyatında nasihat (sayfa 103-113)

DİVANLARDAN NASİHAT

6 İHSAN, KEREM VE HİMMET İLE İLGİLİ NASİHAT BEYİTLERİ:

9. DİN VE TASAVVUF İLE İLGİLİ NASİHAT BEYİTLERİ:

Din ve tasavvuf konularında nasihat eden beyitler, İslam’ın emir ve yasaklarına riayet etmede kusursuz olmayı ve tasavvufi olarak da züht ve takvayı ön planda tutmayı, zikri ve tecridi tavsiye eder.

Yukarıdaki başlıkta yer alan din tabiri aşağıdaki beyitlerde temel İslami yükümlülükleri kapsamaktadır. Biz genelleme yaparak bu çeşit nasihat beyitlerini din konusu ile ilgili kabul ettik. Tasavvuf konusundaki nasihat beyitleri de daha çok zikir ve dünyaya fazla bağlanmamayı öğütleyen beyitlerdir.

Din kelimesi Kamus-ı Türki’de “Allah’a ibadet ve maneviyata itikat hususunda her milletin tuttuğu yol.”213 diye tarif edilir.

Arapça bir kelime olarak “dal, ye, nun” harflerinden meydana gelen din sözcüğü değişmeden Türkçe’ye aynen girmiştir. Kelime İslam öncesi Arapça’da, Kur’an ve sünnette geniş ölçüde kullanılmıştır. Din kelimesinin onlarca kelime anlamı vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: ceza ve karşılık, İslam, örf ve adet, zül ve inkıyat, hesap, hâkimiyet ve galibiyet, saltanat ve mülkiyet, hüküm ve ferman, makbul ibadet, millet, şeriat, itaat.

Dinin ıstılahi olarak anlamı şudur: “ Din, yüce Allah’ın, kullarının kendisi vasıtası ile hakka ulaşmaları için peygamberleri aracılığı ile akıl sahibi insanlara tebliğ ettiği, onları dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşturan sistem, Allah’ın koyduğu hükümlerdir.”

Kur’an ve sünnette din, kelime anlamlarının birçoğunu da kapsayacak şekilde kullanılmıştır. Din kelimesi aşağıdaki ayette “itaat ve boyun eğme, ibadet” anlamlarında kullanılmıştır:

“De ki: Rabbim adaleti emretti. Her secde ettiğinizde yüzlerinizi ona çevirin ve dini yalnız Allah’a has kılarak ona yalvarın. İlkin sizi yarattığı gibi (yine ona) döneceksiniz.”214

Din kelimesi şu ayette de “kıyamet ve ceza günü” anlamında kullanılmıştır: “Ceza ve hesap (din) gününün doğruluğuna inananlar...”215

Aşağıdaki ayette de din kelimesi “Allah’ın dini, İslam, tevhit” anlamlarındadır: “Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Yakub da: Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslam’ı) seçti. O hâlde sadece Müslümanlar olarak ölünüz (dedi.).”216

213 Şemseddin Sami, age., s. 645. 214 A’raf, 7/29.

215 Mearic, 70/26. 216 Bakara, 2/132.

Tabiî ki İslami literatürde din denince İslamiyet akla gelir. Bunu “Allah nezdinde hak din İslam’dır.”217 ayetinde de görebiliriz.

İşte bu manalarla İslam Allah katında yegâne dindir. İslam, bütün peygamberlerin Allah’tan getirmiş oldukları en üstün nizamdır. Dinin kurucusu Allah’tır. Bütün sahih dinler Allah’tan gelmiş ve safiyetlerini korudukları sürece yürürlükte kalmışlardır. İlk insan aynı zamanda ilk peygamberdir. Kendisine bildirilen din de tevhit dinidir. Allah’ın varlığı, birliği, zat ve sıfatları açısından onun mükemmelliğiyle nübüvvet ve ahiret inancı gibi temel itikadi prensipler, bütün ilahi dinlerde değişmez ilkeler olarak yer almıştır. Bundan dolayı Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar bütün peygamberlerin getirdiği hak dinlerin ortak adı İslam’dır. Ancak insanlar hak dinden uzaklaşmışlar ve dinde meydana getirdikleri dejenerasyon neticesinde Allah yeni bir din ve şeriat göndermiştir.218

Tasavvuf konusunda da nasihatler içeren beyitler dolayısıyla tasavvuf mefhumu hakkında da kısa bir malumat vermek gerekir. Yoksa tasavvuf gibi geniş bir alan hakkında detaylı bilgi verecek değiliz.

Tasavvuf kelimesinin nereden geldiği hakkında çeşitli rivayetler vardır. Bunlar arasında, tasavvuf ve sufi kelimesinin Peygamberimiz döneminde Mescid-i Nebeviye bitişik sofada yaşayan sadece ilim ve ibadetle uğraşan Ashab-ı Suffe’den geldiğini söyleyenlerin yanı sıra kelimenin “saf ve duru soydan gelenler” anlamındaki “safevi” kelimesinden geldiğini söyleyenler de vardır. Ayrıca içlerinde Biruni gibi felsefecilerin de yer aldığı bir gurup da tasavvuf ve sufi tabirinin hikmet, bilgelik anlamına gelen Yunanca “sophia” sözcüğünden geldiğini savunur. En çok rağbet gören görüş ise kelimenin Arapça yün anlamına gelen “sûf” kelimesinden geldiğidir.

Tasavvuf, Allah’ı devamlı olarak zikreden, kalp temizliğini her şeyin üstünde tutan, kendilerini gaflet ve dünya hayatının kötü etkilerinden koruyan, manevi iç kuvvetlerini geliştirmeye çalışan müminlerin geliştirdiği terbiye yoludur. Tasavvuf, kalbi tezkiye ve nefsi terbiye etmek için gerekli olan bilgi, tecrübe ve eğitimi veren İslami bir ilimdir. Tasavvufta Allah’ı sevmek ve Allah tarafından sevilmek esastır.219

Büyük günahları terk etmek takvanın birinci basamağıdır; fakat son noktası değildir. Kalpte bulunan ve kalp ile işlenen manevi günahlardan da arınmadıkça gerçek temizlik gerçekleşmez. Tezkiye kalıbı değil kalbi temizlemektir. Bu ise kalbin şirk, küfür, isyan ve

217 Âl-i İmrân, 3/19.

218 bk., Günay Tümer, “Din”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1994, C 9, s. 312-317; M. Beşir Eryarsoy,

“Din” Şamil İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2000, C 2, s. 107-114.

219 bk., Ebû Talib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (çev.: Yakup Çiçek, Dilaver Selvi), Semerkand Yayınları, İstanbul

gaflet gibi manevi kirlerden arındırılmasıdır. Bu arındırma iman, nur, feyiz, tövbe, istiğfar, gözyaşı ve ibadetlerle olur. Bunun için mürşitler, insan eğitiminde ilk hedef olarak kalbi seçmişlerdir.220

Sufi adıyla ilk anılan kişi 8. asırda Şam’da ilk zaviyeyi kuran Ebû Hâşimü’s-Sûfî’dir. İlk sufiler Hint-İran dinleri ile Hristiyanlık tesiri altında kalmışlardır. Sonradan vahdet-i vücut etrafında gelişen fikirler onları bir araya toplamıştır. Âlimler ile mutasavvıflar arasında asırlarca devam eden bir zıtlık oluşmuştur. Âlimler Allah’a akılla ulaşmayı isterken mutasavvıflar da Allah’a ancak aşk ile ulaşabileceğini söylemişlerdir.221

Dokuzuncu asırdan itibaren mutasavvıflar, Horasan erenleri ve Irak sufileri olmak üzere iki büyük kolda ilerlediler. Anadolu’da tasavvufun gelişmesi 13. asırda başlar. Moğol istilasından kaçan dervişler ve şeyhlerin Anadolu’ya sığınması, halkın fakirlik ve zor günler yaşıyor olması Anadolu’da tasavvufu sığınılacak tek kapı hâline getirdi. Tasavvufi anlayışta vücud-ı mutlak ve hüsn-i mutlak Allah’tır. İnsanın gayesi de o olmalıdır. İnsan dünyada çaba sarf ederek insan-ı kâmil olabilir. Bunun için de bir mürşide ihtiyaç vardır. Tasavvufun esasını ilahi aşk oluşturduğuna göre ilk yapılacak şey nefsi yok etmektir. Bunun için on asıl vardır. Bunlar sırasıyla; tövbe, züht, tevekkül, kanaat, uzlet, zikir, Allah’a teveccüh, sabır, murakabe ve rızadır. Sonuçta vahdet makamına erişilir ve fenafillah gerçekleşir. Bunu bekabillah takip eder.

Divan şiirinde mutasavvıf şairlerin yanı sıra din dışı konularda yazan şairler de tasavvuftan bahsetmişlerdir. Buna karşılık tasavvufi şairler de din dışı şairler gibi meyhaneden, şaraptan, sevgiliden ve sevgilinin güzelliklerinden bahsetmek gereğini duymuş ve bunu remiz olarak söylediğini vurgulamıştır. Bu remizlerden aşk, ilahi aşktır. Maşuk ise Allah’tır. Âşık, Allah’a erişmek isteyen kişidir. Hüsn, Allah’ın cemal ve kemal sıfatlarıdır. Şive veya işve, ilahi cezbedir. Meyhane, tekke veya zaviyedir. Şarap, ilahi aşktır.

Tasavvuf bu sembolleri kullanarak divan edebiyatını sahiplenir. Ayrıca bu sembolleri değişik şekillerde yorumlayan mutasavvıflar da vardır.222

Tasavvufta zikir önemlidir. İmam Gazâli zikri dört dereceye ayırır. Birincisi, sadece dilde olup kalpte olmayan ve dolayısıyla tesiri az olan zikir. İkincisi, kalpte olan fakat sabit ve istikrarlı olmayıp kalbi zorlamakla olan zikirdir. Üçüncüsü, kalbe yerleşen ve onu

220 bk., Dilaver Selvi, Kaynaklarıyla Tasavvuf, Semerkand Yayınları, İstanbul 2001, C 1, s. 22-24. 221 bk., İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, s. 444.

kaplayan zikirdir. Dördüncüsü ise kalbin zikir edilen varlık olmasıdır. Yani kalpten Allah’ın zikrinden gayrısının atılmasıdır.223

Aşağıdaki beyitlerde şairler (âşıklar) dini kurallara riayet etmeyi, tövbeyi elden bırakmamayı, zikirle meşgul olmayı, peygamberin yolundan çıkmamayı, dünyaya meyletmemeyi, kalplerden dünya sevgisini çıkarıp atmayı, tevekkülü, bir şeyhe intisap etmeyi ve züht hayatını öğütlemektedirler. Tasavvufi manalarla dolu olan bu beyitlerde güzel ve iyi olan öğütlenmektedir:

Ana ra’iyyet olup Mustafa’ya ümmet olan Mukarrer iki cihân devletine buldu visâl Necâtî, N 47/1-65

[Ona tabi olup Peygamber’e ümmet olan (kişi) şüphesiz iki dünya devletine kavuşur.]

Eğer dünyâ-yı fânîde dilersen ‘izzet-i bâkî Yürün varın şu bir âlî cenâb eşiği yasdanun Necâtî, K 78/13-13

[Eğer geçici dünyada ölümsüz bir üstünlük diliyorsanız gidin yüce bir insanın eşiğine yaslanın.]

Benliği terk eyle mutrib nâleni dil-sûz kıl Bezm-i cândır ‘ayb ola ‘uşşak içinde ten demek Necâtî, G 287/305-2

[Benliğini terk ederek saz çalan (teganni eden) feryadını acıklı yap, ruhların meclisi olan âşıklar topluluğunda beden demek ayıp olur.]

Zulmeti açmağa zikr eyle Necâtî zikr et Feth eder Rûm ilin âvâze-i Allâh Allâh Necâtî, G 354/457-5

[Ey Necâtî, karanlığı açmak için zikret, çünkü Allah Allah nidaları Rum ilini (bile) fetheder.]

Serv gibi çekmeyen bâr-ı ta’allukdan elin

Bûstân-ı dehr içinde gamdan âzâd olmadı Necâtî, G 402/565-2

[Dünya ile ilgili yük (meyve)ten elini çekmeyen kişi, dünya bahçesinde kederden kurtulamaz.]

Gör Fuzûlî aşk tuğyânın adem mülkün gözet Azm-i künc et kim hevânın i’tidâli kalmadı Fuzûlî, G 257/259-9

[Ey Fuzûlî, aşk coşkusunu gör, yokluk mülkünü gözet; inziva köşesinde karar kıl, arzuların ölçüsü kalmadı.]

Yamanlık yahşılık keyfiyyetin ma’lûm eden âkil Yamanlık edene yahşılık etmezse yaman eyler Fuzûli, K 112/36-8

[Kötülük iyilik durumunu bilen akıllı kişi, kötülük edene iyilik etmezse kötü yapar.]

Her emr ü nehye ibret ilen i’tibâr kıl Her işte i’tibârı şi’âr eyle zinhâr

Fuzûli, K 116/37-39

[Her emir ve yasağa ibret ile hürmet et; her işte (kendine) mutlaka kıymeti nişan yap.]

Kef-i hırs ile dâ’im dâmen-i dünyâ-yı dûn tutsan Zamâne şûr-baht eyler seni peyveste deryâ tek Fuzûlî, Mu. 306/20-1

[Hırslı el avuç ile daima alçak dünyanın eteğinden tutsan zaman seni derya gibi daima kötü talihli yapar.]

Ey Fuzûlî reh-i şer’ini tut ol râh-berin Bu tarîk ile dalâletten özün eyle rehâ Fuzûli, G 135/10-4

[Ey Fuzûlî, o kılavuz (Peygamber)un şeriat yolunu tut; bu yol ile sapıklıktan kendini kurtar.]

Ey Fuzûlî eyle tâ’at-i riyâyî terkini

Tevbe kıl min ba’d meşgûl-i menâhi olmagıl Fuzûli, G 215/174-7

[Ey Fuzûlî, riyalı ibadeti terk eyle; tövbe et, yasak olan şeylerle bundan sonra meşgul olma.]

Götür ey nefs hevâ vü hevesin âlemden Herze herze taleb-i rif’at-i câh etme dahi Fuzûlî, G 270/284-6

[Ey nefis, âleme ait geçici ve boş arzularını bırak; artık saçma sapan düşüncelerle makam mevki yükseltme talebinde bulunma.]

Ey Fuzûlî mey ü ma’şûk mezâkın terk et Özünü âsî-i dergâh-ı İlâh etme dahi

Fuzûlî, G 270/284-7

[Ey Fuzûlî, şarap ve sevgililer zevkini terk et; kendini artık Allah huzurunda asi yapma.]

Tâlib ol ehl-i fenânun ayağı toprağına

Var ise başunda ‘aklun gel metâ’-ı himmet al Hayâlî, G 267/1-2

[Kötü huyluların ayak toprağına talip ol; başında aklın varsa gel, himmetin servetini al.]

Ey Fuzûlî çekme sen râh-ı tevekkülden kadem Menzil-i maksûda yetmektir mukarrer ben zamân Fuzûli, G 236/216-7

[Ey Fuzûlî, sen tevekkül yolundan ayrılma (ayağını çekme); amacımız zamanında belirlenen hedefe ulaşmaktır.]

Defter-keş-i me’âyib-i nas olma merd isen Kıl zâtını nazarlara mecmû’a-i edeb

Nedîm, G 277/7-4

[Adam isen insanların ayıp şeylerini deftere yazma; kendini bakışlara edep mecmuası eyle.]

Saç ağardı gel yeter mir’ât-ı kalbin tîre kıl Ömrden bir dem ki kalmış eyle istiğfâre sarf Fuzûli, Mu. 306/18-2

[Saç ağardı, kalbinin aynası da kararmış, yeter artık gel kalan ömrünü tövbeye sarf et.]

Mülevves olmayıp tecrîd ile çıksan bu âlemden Seni Zâl-ı felek hûr-şîde cüft eyler Mesîhâ tek Fuzûlî, Mu. 306/20-2

[Günahkâr olmayıp da bu maddi âlemden soyutlansan feleğin Zal’ı seni Mesih gibi güneşe benzetir.]

Her makama ki edesin âheng Hoş-‘amel ol ki bulasın câyı

Hayâlî, Mu. 447/13-1

[Her makama uygunluk göster (beste ol); iyi işler yap ki bir yerin olsun (rütben artsın.]

Rast ol iller ile çep düşme Satdılar bir usûle dünyayı

Hayâlî, Mu. 447/13-2

[Başkalarına dosdoğru ol ki bir yerin olsun; (çünkü) bir usule bile dünyayı satan var.]

İbâdetüne dayanma ki sana pend yeter Hemîn hikâyet-i İblîs Bel’am-ı Ba’ûr Hayâlî, K 6/1-17

[İbadetine güvenme; çünkü sana nasihat olarak her zaman Bel’am Bin Ba’ûr ve İblis’in kıssaları yeter.]

Kol kanat et özüne çekmeğe tecrîdliği Murg-ı lâhûtsun olma yürü var bî-per ü bâl Hayâlî, G 268/20-2

[Tecridi kendine kol kanat yap; sen uluhiyet makamının kuşusun, kolsuz kanatsız olma, yürü.]

Düşme bu dâm-ı havâdisde Hayâlî bende

Kendünü bâl-i tecerrüdle uçar tayr eyle Hayâlî, G 369/51-5

[Ey Hayâlî, bu hadiseler tuzağına (dünyaya) köle düşme; kendini tecrit kanadıyla uçan bir kuş eyle.]

Tevfîk refîk olmayıcak fâ’ide yokdur Her kim burada ‘akla uyarsa zarar eyler Nef’î, K 77/11-7

[Allah’ın yardımı arkadaş olmayınca fayda yoktur; kim burada akla uyarsa zarar eyler.]

Kûh-veş çek dâmenün sahrâ-yı âlemden gönül İki yaka ıssı olmak istesen derya gibi

Hayâlî, G 419/57-2

[Ey gönül, deniz gibi sıcak olmak istersen bu âlem çölünden dağlar gibi eteğini çek.]

Sana tîşe çeken bed-kîşe ma’den gibi zerler ver Gönül zahm urana cevherler îsâr edici kân ol Hayâlî, G 259/1-3

[Ey gönül, sana külünk vuran dinsize maden gibi altınlar ver; sana dert çektirene de mücevherler dağıtan maden gibi ol.]

Elün çekdünse ‘âlem lezzetinden zevke sen erdün Nice mûr u mekes ayağın almış bir aseldür bu Hayâlî, G 340/6-3

[Nice karınca ve sineğin ayağını kurtaramadığı bala benzeyen bu âlem lezzetinden elini çektinse zevke sen ermiş olursun.]

Ser-fürû kıl zât-ı Hakk fikrinde kim gavvâsı gör Olmayınca ser-nigûn deryâya olmaz âşinâ Hayâlî, G 107/21-4

[Hakk’ın zatı fikrinde başını eğ (söz dinle); dalgıca bak ki baş aşağı olmayınca deryayı tanıyamaz.]

Ehl-i ‘aşk olan çeker bu bezm-i fânîden ayağ Nef’îyâ ger rind isen ol kûşe-i vahdet-nişest Nef’î, G 288/14-5

[Ey Nef’î, aşk ehli olan kişi bu geçici meclis (dünya)ten ayağını çeker, eğer rint isen birlik köşesinde ol.]

Zâhid ol rind ol hemân sûretde kalma ‘ârif ol ‘Âlem-i ma’nâda hükm-i pâdişâhî böyledir Nef’î, G 299/38-2

[Züht sahibi ol, rint ol, hemen surette kalma irfan sahibi ol; mana âleminde padişahın hükmü böyledir.]

‘Ârif ol bir nühüfte nükte ile Nice bû-cehli i’tikâde getir

Nef’î, G 302/43-5

[İrfan sahibi ol; gizli bir mana (ince söz) ile nice Ebu Cehilleri imana getir.]

Zemîn ü âsmânı mihr ü mâhı bilmeden geçdik Kişi öz nefsini bir hoşça bilmek câna minnetdir Nedîm, K 60/15-3

[Yer ve göğü, güneş ve ayı bilmeden geçtik; (fakat) insanın kendi nefsini güzelce bilmesi cana minnettir.]

‘Âkil mi derler ana ki cömert elin tutar

Necâtî, G 225/165-5

[Ey fakih, meyhaneci (mürşit) kadehini reddetme; cömerdin elini tutan insana akıllı mı derler?]

Çerâğ-ı kurb-ı akdes şem’-i fânûs-ı hayâ olmaz Müberrâdır riyâdan ehl-i tevhîdin dil ü cânı Nedîm, K 118/41-5

[Kutsal yakınlık lambası, edep ve utanma fenerinin mumu (gibi) olmaz; tevhit ehlinin gönlü ve canı gösterişten uzaktır.]

Hemân bezm-i cihânda râzdâr-ı dîde vü gûş ol Misâl-i şu’le ser-tâ-pâ zebân olsan da hâmûş ol Nedîm, G 315/80-1

[Her zaman cihan meclisinde gözün ve kulağın sır tutsun, alev misali baştan ayağa lisan olsan da sessiz kal.]

Delîl ü rehber istersen Hudâya Yüzün sür hâk-i pây-i Murtazâya

Leylâ Hanım, Tb. 163/2-16

[Allah’a delil ve yol gösterici istersen Hz. Ali’nin ayak tozuna yüzünü sür.]

Menzil-i âsâyiş-i ‘ukbâya istersen vüsûl Hubb-i dünyâdan ferâgat gibi olmaz tagrı yol Şâd-mân erbâb-ı ‘uzletdür hemân Bâkî melûl Ger huzûr itmek dilersen ey Muhibbî fârig ol Olmaya vahdet makâmı gûşe-i ‘uzlet gibi Bâkî, M 91/4-V

[Ahirette güvenli bir konak yerine kavuşmak istersen dünya sevgisinden vazgeçmek gibi bir doğru yol yoktur, inzivaya çekilenler her zaman sevinçlidir, Bâkî ise üzgündür; Ey Muhibbî, eğer huzurlu olmak istiyorsan (dünya sevgisinden) vazgeç; vahdet makamı inziva köşesi gibi olmasın.]

Ehl-i dil câme-i dîbâ ile zîbâlanmaz Bâkîyâ ‘ârif olan kimseye bir şâl yiter Bâkî, G 196/151-5

Ey Bâkî, gönül ehli ipek kumaş elbise ile süslenmez; arif olan kimseye bir şal yeter.]

İctinâb it sohbet-i ehl-i riyâdan Bâkîyâ Kim rızâ-yı Hazret-i Bârî Te’âlâ bundadur Bâkî, G 200/157-7

[Ey Bâkî, gösteriş ehlinin sohbetinden çekin; çünkü Hazreti Allah’ın rızası bundadır.]

Ey dil sakınup zevkine aldanma cihânın Cân gözlerin aç aslına ir sırr-ı nihânın

Leylâ Hanım, Tb. 174/6-7

[Ey gönül, cihanın zevkine aldanma, sakın; can gözlerini aç, gizli sırların aslını gör.]

Dini ve tasavvufi konularda nasihat eden yukarıdaki beyitler insanın iç âlemini huzura götürecek fikirlerle imtizaç etmiş olan düşüncelerin terennümüdür. Yukarıdaki bu beyitlerde görüldüğü gibi şairler kendilerini dolayısıyla bütün insanları dünyaya kul olmaya değil Allah’a kul olmaya çağırmışlardır. Hz. Peygamber’in yolunu terk etmemeyi, İslam’ın emir ve yasaklarına uymayı salık vermişlerdir.

Belgede Türk edebiyatında nasihat (sayfa 103-113)