• Sonuç bulunamadı

DERECEDEKĐ KADINLAR Nigâr Hanım

NUR BABA

DEKORATĐF KONUMDAKĐ KADINLAR

I. DERECEDEKĐ KADINLAR Nigâr Hanım

Eşref Paşanın haremidir. Bektaşi tekkesine getirilmek istenen kadındır. Gözleri berrak, çehresi şeffaftır. Güzeldir ve bunun da farkındadır. Tahsil ve terbiyesiyle babası Sacit Bey meşgul olmuştur.

Eşi Eşref Paşa Madrid’e sefir olalı, iki çocuğu ile beraber annesinin yanında, Kanlıca’da, yalıda kalmaya başlamıştır.

Ailesi tarafından reddedilen halasıyla, sadece Nigâr Hanım görüşmesini sürdürür. Onu halasına çeken kuvvet, yalnız akrabalıkları değildir. Halasının hayatındaki esrardan dolayı daima ona kayar. Halasının evin tepkisini çeken hayatına tutkundur. Okuduğu romanlardaki büyük aşk kahramanları ile halası arasında sıkı bağlar kurarak, hayret ve takdir eder. Halasının en doğal hareketlerinde bile olağanüstülük görür. Yani halasına hayrandır.

Halası Ziba Hanımefendi, Bektaşi dergahına mensuptur. Oysa Nigâr Hanım, Bektaşilikle ilgili hiçbir şey bilmez.

Dudaklarından tebessümü hiç eksilmeyen bir insandır.

Halasını çok sever, onun hareketli hayatına özenir. Oysa o evli, çocukları olan, genç, tecrübesiz bir kadındır.

Eşi olmayınca eşinin akrabalarından Macid Bey onunla ilgilenir;

“edebiyata, aşka, havaya, hürriyete ve milletlerin hayatına dair” (s. 65) sohbet

ederler.

Acayip bulduğu Bektaşîlikle ilgili duyup, bildikleri şunlardan ibarettir:

“Nigâr Hanım, öteden beri onları acayip görmeğe hazırlanmıştı. Babasının ölümüne kadar, bu evde Ziba Hanım vesilesile Bektaşilik ve Bektaşiler aleyhine neler söylenmemiş, neler hikâye edilmemişti! Bilhassa onlardan bahsolunurken kullandığı hususî bir tâbir vardı ki, Nigâr Hanım’ı daha küçük yaşında âdeta nefret ve haşyetle titretirdi: ‘Kızılbaşlar!’ Bu iki

kelime onun için ‘cadı’, ‘hortlak’ vesaire gibi kelimelerin ifade ettikleri cehennemi manalarla doluydu.” (s. 68)

“Otuzuna yaklaşmış, oldukça zeki, münevver, iki çocuklu bir kadın”

olmasına rağmen “Kızılbaş” (s. 68) tabirinden korkmaya, nefret edip ürpermeye devam eder.

Bu tesirlerle, merak edip istese de, halasının çevresine giremez. Halasının son on senelik dervişlik macerasını anlayamaz, garip, âdi, değersiz, manasız, sönük bulur. Ama halasının, kendini feda ettiği tekkeyi de merak eder. Tabiatı cesaretsiz, azimsiz, kararsız olduğundan merakı niyete dönüşemez.

Yine de Bektaşîlerle karşılaşma imkânını, halasının davetiyle bulur. Hazırlanma konusunda ağır ve tembel olan Nigâr, davete ancak akşam katılır. Âleme dalınmış, sarhoş olunmuştur. Ürkek kişiliği harekete geçse de, yumuşak kalbi halasını gücendirmek istemez. Toyluğunu da belli etmemek için, oradakilerle selâmlaşıp (s. 70) Bektaşi dünyasına adım atmış olur, gözlemler; tanımaya, anlamaya çalışır.

En çok incelediği Nur Baba’dır. Đşte roman da kendisiyle Nur Baba arasındaki aşk ve “Zeyl” kısmıyla, bu aşkın Nigâr’ı tüketişini anlatmaktadır.

Nur Baba Nigâr’ın düşündüğünden farklıdır: “Nigâr Hanım, bu çehreyi

karakalemle çizilmiş bir havarî resmine, bilhassa genç bir ‘Saint Jean’a benzetti.”

(s. 70) Cümle Nigâr’ın Nur Baba’nın yüzüyle ilgili gözlemlerini özetler.

Đçkiden hoşlanmayan Nigâr, aralarına katılmasını öneren Nur Baba’nın sunduğu kadehi reddeder. Fakat bir yudum içip, sonra iade etmesi gereklidir. Bu bir merasim, bir kuraldır.

Kural uygulanır. Nigâr da uyar. Ama bundan hoşnut değildir. Bektaşî olmayı güç bulduğunu belirtirken alaycıdır. Nur Baba onun bu hâlinin kibirli, gururlu, dünyaya bağlı bir insan olmasından kaynaklandığı kanaatindedir. (s. 73)

Halası hareketlerine müdahale etmemiştir. Bunu, Nur Baba’ya da kavratır. Onları yalnız bırakmasından dolayı ürperir, halasına kin duyar.

Nur Baba ona meyletmekte, halası onu delice kıskanmaktadır. Nasib Hanıma göre durum böyledir. (s. 79)

Taşkın hareketli Nur Baba şımartılmıştır. Ona hayran, yoluna ölebilecek kişilerin olması Nigâr’ı şaşırtır. Dedikodular da Nigâr’ı sıkar.

Yavaş yavaş, Nur Baba’dan hoşlanmaya, ortama ayak uydurmaya başlar. Nigâr’ın Bektaşîler arasındaki ilk gecesi böyledir.

Nigâr evlenişinin, iki ve beş yaşlarındaki çocuklarının dünyaya gelişinin, eşinin Madrid’e gidişinin nasıl gerçekleştiğini hatırlamamaktadır. Bunun sebebini Macid şu cümlelerle belirtir:

“Demek ki çok dalgın yaşadın; gözlerin bağlı, kulakların tıkalı geçip gittin.” (s. 85)

“Ben bilirim; senin ruhun tıpkı başını kanadının altına sokmuş, bir kuş gibidir. Harice karşı (s. 85) o kadar örtülü, o kadar saklı durursun ve hayat namına yalnız kendi kalbinin vuruşlarını dinlersin. Biraz açılsan biraz kımıldasan, biraz uçsan...” (s. 86)

Bu sözlerin ardından Nigâr’ın hayat anlayışını şu satırlarda buluruz:

“Sus, sus, Macid! Bilmiyorsun, yaşamak çok güç, tehlikeli bir sanat. Bu âdeta canbazlık gibi bir şey... Yüksekten bakmayı, terazi kullanmayı, ince bir tel üstünde yürümeyi, düşmekten korkmamayı öğrenmek; hülâsa birçok maharete, birçok da cesarete sahip olmak lâzım.” (s. 86)

Buna bağlı olarak, Bektaşî meclisiyle ilgili görüşleri de, tek paragrafta özetlenebilir:

Sadece yaşıyanları yakından görmek kâfi. Ben, hatta bu kadarla da kalmadım; türlü ihtirasların, renk renk çırağlar gibi yandığı bir muhitin havasını teneffüs ettim. Bu hava acı ve baş döndürücü bir kokuyla meşbuydu. Doğrusu odamın yarım karanlığını o sisli aydınlığa tercih ederim.” (s. 86)

Macid’in Nigâr’la ilgili düşüncesini şu sözünden anlayabiliriz:

Nigâr, Bektaşî meclisinin canlılığı ve değişikliğini Macid’e şu cümlelerle aktarır:

“- Evet Macid, pek canlı ve pek hususî bir âlem. Vakıa bu herkesin bildiği bir sürü hayat unsurlarından mürekkep... Muhabbet gibi, kin ve haset gibi, musiki, içki, mehtapta terennüm gibi şeyler bu âlemin esaslarını teşkil ediyor. Fakat o ne hudutsuz muhabbet! O ne derin kin ve haset! O ne çok musiki, ne çok içki, ne çok terennüm, Macid! Bu âlemde her şeyin sonuna kadar gidiliyor. Musiki sabaha kadar devam ediyor, içki son damlasına kadar içiliyor, muhabbet ekseriya yıllarca sürüyor. Hülâsa; bu öyle bir sofra ki, insan onun başından ağız ağıza dolu ve taşkın kalkıyor; en tatlısından, en acısına kadar manevî gıdaların her türlüsünü tadıyor.

Đnsan kendini - vakıa muvakkat bir zaman için - Asyaî bir emîr kadar her şeye kadir, her şeyi devirmeğe, ezmeğe, kırmağa, kadir sanıyor. Baştan başa azim, kuvvet ve ihtiras kesiliyor; o mertebe cuşu hurûş içinde kalıyor.” (s. 87)

Nigâr, bir gecelik Bektaşî deneyiminden çok etkilenmiştir. Yine gider ve gözlemlerini Macid’e aktarır. Tekrar gitmek istemezken, Nasib ve Celile onu tekkeye çekmeye çabalarlar.

Nihayetinde Nasib’in çabaları, Ziba halasının uzaklaştırma çabasının aksi tesiri sonucu, tekkenin üyesi olmuştur.

Nigâr’ı, onların âlemlerine katılan Mâcid’in hatıra defterindeki satırlardan, onun gözlemlerinden izleriz. Macid, tekkenin, Bektaşîliğin, Nigâr’ın üzerindeki etkilerini şöyle aktarır:

“O zaten kaç zamandır bu dalgınlığı kendine âdet etti. Berrak gözlerinin eski ifadesi silindi. Eskiden, pek eskiden değil, birkaç ay evvel, benim için beyaz bir ruha lekesiz bir ayna olan şeffaf çehresini müz’iç bir muamma bulutu kapladı. O vakitten beri, doğrusu, bu kadının hiçbir hareketine mâna veremiyorum. Ezcümle bu akla gelmez maceraya atılış neden icap ediyor? Bektaşilik nerede, Nigâr nerede? Terbiyesi, zekâsı, iktisap ettiği malûmat, hayat tarzı, düşünüşü, giyinişi hep buna zıd değil mi? Acaba o

da mı halasını senelerden beri pençesi içinde sıkan o genç dervişe şikâr oldu? Buna da ihtimal veremiyorum. Beş senedir, işim gücüm hep bu kadını okumak, ezberlemek oldu; Nigâr rahatını seven, durgun ruhlu kadınlardan biridir. Vakıâ güzel olduğunu bilir; sevilmek hoşuna gider. Fakat sevmek! Bu aslâ onun işi değildir. Yegâne sevebileceği yine kendisidir. Onu kaç defa büyük bir ayna önünde, dalgın kendi endamını seyrederken gördüm.”(s. 102)

Nigâr, ortama, ortamdaki insanlara iyice alışmış; onları benimsemiştir. Nigâr’la Macid’in Bektaşî olma merasimi, nasip alması yine Macid’in hatıra defterinden aktarılır. Nigâr, halası Ziba Hanımefendiyi taklit etmektedir.

Nigâr’ın bu konuma gelmesinin, Macid’e göre, sebepleri şunlardır:

“Belki biraz da kesesinin kuvvet ve ehemmiyetidir ki ona bu yekta mevkii verdi. Bektaşi dergâhlarında güzellik ve zenginlik, önünde her başın eğildiği iki büyük kudrettir. Nigâr bu iki kudreti nefsinde toplamış bulunuyor. Kimbilir, bu zafer gecesi ona kaça mal oldu!” (s. 118)

Bektaşî merasimi, ayin, Nigâr’ın Macid’in beklemediği hareketler sergilemesi, Nur Baba’yla yakınlaşması ile Macid’in hatıra defterinden alınan bölüm

şu satırlarla sona erer:

“Nigar’ı. artık hiç görmiyeceğim...” (s. 126)

Nasip aldığı geceden sonra Nigâr, Nur Baba dergâhına bir ayda iki kere daha gider. Fakat bunun dışında her yerde, her zaman Nur Baba’yı peşinde bulur. Ürkse, kızsa da bir şey yapamaz.

Kendisini çağıran Nur Baba’ya yalnız gitmek istemediğinden, tekkeye mensup birkaç kadına uğrar; ama onları bulamaz. Hem Nur Baba’ya da kızgındır:

“Nigâr Hanım, biraz da Nur Baba’ya kızdı; hangi sebebe, hangi hakka dayanarak kendisini yanına çağırmıştı. Bu adam, Ziba Hala gibi birkaç muvaffakiyetten sonra kendini kaybetmiş, nefsinde her kadına karşı bir temellük hakkı vehmeylemeğe başlamış bir hodbinden başka bir şey değildi. Nigâr Hanım, ona herkesin Ziba Hanımefendiye benzemediğini isbat edecekti.” (s. 132)

Đçinden mücadele etse de dergâha gider. O gece orada kalır. Sonra Nur Baba’yla, bir elçi vasıtasıyla mektuplaşmaya başlarlar. Nur Baba’ya, kendisinden büyük şeyler beklememesini belirttiği satırları yazdıktan sonraki ruh hâlini şu satırlarda buluruz:

“Zaten bu son birkaç aylık hayatında onun her hareketini ya bir hayal inkisarı, ya da bir korku veya bir nedamet takip eyliyordu. Benliğinin kökünde zaman zaman siyah bir yılan gibi kıvranan uğursuzlukla dolu bir hissikablelvuku vardı. Her an için kendini bir felâkete maruz sanıyordu. Fakat çok sürmüyor, ruhunun bütün bu karanlığı anî bir neş’e içinde eriyip gidiyordu.” (s. 137)

Nur Baba, onu yine rahat bırakmaz. Nigâr, kendisine Nur Baba’nın rahatsızlandığı iletildiğinde şunları düşünür:

“Nigâr Hanım ‘Meğer ben ne imişim? Ne büyük, ne tehlikeli bir kuvvetmişim!’ diye düşündü ve neticesiz kuru tahayyüllerle geçen ilk gençlik senelerine (s. 146)acıdı. Maamafih, büyük aşkların mevsimi onun için henüz geçmemişti. Böyle düşünerek ağır ağır odasına girdi ve ferdası günü tâ Nur Baba’nın yanına gidinceye kadar hulyasına hudut olmadı.” (s. 147)

Ziyarete gittiğinde, Nur Baba’nın hastalanmasına sebep olduğu için, oradaki kişiler ve Nur Baba tarafından soğuk karşılanır.

Baba yanarsa, Nigâr’ı da yakacaktır. Nigâr, kendisini Macid’den kıskandığını düşünür. Sevildiğini hissederek ağlar. Yazar bu ağlayışı şöyle yorumlar:

“Nigâr Hanım gibi yumuşak tabiatlı kadınlar böyle ağlamaktan zevk alırlar. Onlar için erkeğin haklı ve haksız her türlü sitem, her türlü tahakkümü doyulmaz bir lûtuftur. Ruhları, erkeğin üflediği işkence ve ceza ateşinde beslenir, büyür. Onlarda ukubet hissi, cinsiyetlerinin tâ köküne sarılmış munis ve sevimli bir yılandır; bu yılanın arasıra başını kaldırıp mevcudiyetlerinde pek esaslı bir noktayı gıcıklaması onlar için derin ve kör bir ihtiyaçtır. Denilebilir ki bu kadınlar hissetmiyerek, bilmiyerek doğdukları günden beri daima mağlûp, daima mahçup kalblerinde Havva’nın ezelî günahını ve bu günahın ezelî nedametini taşırlar.” (s. 149)

Nur Baba, avını ağına düşürmeyi başarmıştır. Her şeyden, hayatından, talihinden, tabiatından, geçmiş ve geleceğinden şikâyetçi olan Nigâr’dan, Nur Baba kendisini muhabbete teslim etmesini ister.

Sonunda Nur Baba ile Nigâr, bütün bir yaz birlikte olurlar. Kışın gelmesiyle, Nur Baba Üsküdar’daki kışlığına, Nigâr Hanım da eşinin Nişantaşı’ndaki konağına geçer. Konağa geçişten sonraki Nigâr, şu satırlarla tahlil edilir:

“Nigâr Hanım; Nişantaşı’nda, zevcinin akraba ve taallûkatile çevrili, dar ve sıkıcı bir çember içinde gibidir. Her hareketini zımnî bir murakebeye, her sözünü sessiz bir tenkide ve her teşebbüsünü nereden çıktığı bilinmiyen bir mânaya maruz zannederdi. O izdivacının ilk gününden beri, gerek zevcinin ve gerek ona mensup olanların yanında bir an için olsun ne kalbinin istirahatini, ne vücudunun hürriyetini, hattâ, ne de irade-i cüz’iyesini bulabildi. Genç kadın, onlarla ve onların muhitinde, kendini büsbütün başka bir yerde kayıp, garip, menfi ve mahbus hissediyor.” (s. 155)

Nur Baba ile Nigâr, münasebetlerini yine mektupla sürdürürler. Nur Baba sabırsızdır. Nigâr’sa yaza kadar sabretmesini önermektedir. Bunu önerse de, ikilem içindedir. Nur Baba’nın da kendisinin de sahip oldukları her şeyi feda ederek, birbirlerine koşmalarını arzu eder. Sonra bu tehlikeli düşüncelerden kaçarak, ailesine koşar.

Nigâr’ın Macid hakkındaki düşünceleri de değişmiştir:

“Bir zamanlar samimî ve mahrem mükâlemeleri ve dertaşina bakışlarile Nigâr Hanım’ın ruhuna saf, serin ve tatlı bir gıda döken bu genç adam onun için şimdi mücessem bir nedamet haline girdi.” (s. 160)

Nur Baba, Nigâr’a rastlamak ümidiyle Beyoğlu’nda dolaşmakta; Nigâr da bu ümitle Beyoğlu’na inmektedir.

Nihayet karşılaşırlar. Buluşma yerini tespit edip, bir araya gelirler.

Buraya kadar, iki çocuğuyla, mazbut bir hayat yaşayan Nigâr’ın, Bektaşî tekkesindeki yükselişi anlatılmıştır. Nigâr’ın eşi uzaktadır. Hayatında renk, heyecan yoktur. Üstelik Nur Baba da çok ısrarcıdır. Avını nasıl yakalayacağını, nasıl kontrol

altına alacağını çok iyi bilmektedir. Sonuçta da temiz, kendi hâlinde bir hayat süren Nigâr da karşılaştığı renkli, sınırsız âlemde kendini kaybeder ve Nur Baba’ya teslim olur.

Bundan sonra ele alınacak olan “Zeyl” bölümünde de, Nigâr’ın hayat tarzı nedeniyle vücudunun, zenginliğinin tükenişi, Nur Baba’nın gözünden düşüşü aktarılır. Nigâr ailesinden de vazgeçmiştir. Derviş Çinarî de olmasa, yapayalnız kalmıştır.

Zamanla Nigâr’ın sesi ve vücudu bozulmuştur. Sebeplerini şu satırlarda buluruz:

“Nigâr Hanım’a yaşlı bir kadın denemez, zira otuz yedisine henüz girmiştir. Fakat, beş altı seneden beri geçirdiği hayat, o yirmi dört saat süren dem âlemleri, o fasılasız muhabbet takasları ve Nur Baba’nın o yorucu aşkı kadıncağızı vaktinden evvel çökertmiş, âdeta tanınmaz bir hale sokmuştur ve sesi mutlaka senelerin tesirinden ziyade tâbi olduğu maişet şartlarının tesirile kısılmıştır. O kadar alkole, o kadar sigaraya, o kadar bağırıp çağırmaya, o kadar uykusuzluklara ne dayanır?” (s. 170)

Nigâr itibardan düşmüştür; ama hâlâ itibarda olduğuna, hâlâ sevilip arandığına inanmaktadır. Tekkeyi benimsemiştir. Yıkılmaya yüz tutan virane yer, servetiyle konak haline gelmiştir. Her şey onundur; ancak bunları asla düşünmez. Güvendiği tek şey Nur Baba’nın muhabbetidir.

Dergâha gireli altı yıl olmuştur. Bu süre içinde onu orada tutan şey, Nur Baba’nın ilgisidir. Her şeyi, eşini, çocuklarını, annesini terketmiş; Nur Baba’nın varlığında her şeyi unutmuş, kaybolmuştur. Ne annesinin kendisi yüzünden ölüşü, ne çocuklarından ayrı düşüşü onu sarsmıştır. Sanki hep orada var olmuş, orada yaşamıştır. Bazıları alkol sonucunda bu hastalıklı hâle düştüğünü düşünmektedir. Şu satırlar, bu görüşü bize aktarır:

“Biçare kadının âkıbetini uzaktan tetkik edenler onun alkole düşkünlük neticesi olarak bir nevî hastalıklı hâle dûçar olduğunu söylüyorlar.” (s. 172)

Artık alkol onu etkilememektedir. Dostluğunu artırdığı Derviş Çinarî, ona birtakım haplar getirmektedir. Nigâr Hanım, artık bu hapların müptelâsı olmuştur. Nigâr Hanım iyice çökmüştür. Gözlerinde, alnında kırışıklıklar oluşmuştur. Bakımsızlaşmıştır. Dudakları büzülmüştür. Can sıkıntısını, öldükten sonra gömüleceğini düşündüğü mezarlıkla ilgilenerek atmaya başlamıştır. Ölen tekke mensuplarıyla, yaşadıklarını hatırlar; o hatıralarla avunur. Artık tek felsefesi vardır:

“Sevmek, daima sevmek! Karşımızdakinden hiçbir şey beklemeksizin, daima kendimizden vermek, esef etmemek, pişman olmamak, sevmek, daima sevmek!” (s. 178) Macid, onu oradan kurtarmak istese de, o yanaşmaz.

“Sevmek, daima sevmek, hakaretlere, redlere, cevrü cefalara, taan ve düşnamlara, inkârlara ve istihzalara rağmen sevmek!” (s. 179) der. Yazar onu

şöyle yorumlar:

“Ah, gözleri birer kor gibi için için tüten kadın, sen mutlaka Hüseyin’in hemşiresi veya Hallacı Mansur’un eşisin! Kanının aktığı yerde güller bitiyor ve külünün savrulduğu havalarda amberler kokuyor. Sen bu kokular ve bu güllerle sermest olmuşsun. Ey ‘Bezm-i elest’in ezeli sarhoşu!” (s. 180)

Nur Baba ile nikâhlanacak olan Süheylâ’nın, Nur Baba’yı sevmediğini, kızın da Nur Baba’nın geçici bir hevesi olduğunu düşündüğünden, onu, kıskanmamıştır. Oysa nikâh onaylanmıştır. Bu karar onu sersemletmiştir.

Nur Baba’nın hiçbir şey olmamış gibi, neden rahatsızlandığını sorması üzerine, unuttuğu eski tanıdıklarını hatırlar ve Nur Baba’yı tanımaz hale gelir:

“Ziba Hanımefendi’nin yeğeni kendisine bu acayip suali soran adamın yüzüne hayretle baktı. Artık onu tanımıyordu. Kimdi bu adam? Kimdi bu adam? Nereden, nasıl ve niçin onun hayatına karışmıştı? Bu siyah sakal ve bu solgun beniz neye alâmetti? Bir an içinde arkasında bıraktığı bütün tanıdık çehreleri hatırladı. Bunlar zamanın ve mesafelerin uzunluğuna rağmen ona bu adamdan daha yakın görünüyorlardı.” (s. 185) Yazar, yine romanın içindedir ve Nigâr adına, geçmişteki

“Yetişin, yetişin, mazinin aziz çehreleri, Nigâr Hanım nihayetsiz bir çölde yolunu şaşırdı. Zavallı, senelerden beri yürüyor, yiyecek, içecek namına dağarcığında nesi varsı hepsini tüketti. Şimdi bir boş kuyunun başında çömelmiş bir ‘isfenks’le yüzyüzedir ve bu ‘isfenks’in gözleri o kuyudan daha boş, daha kurudur.” (s. 185)

Nigâr, Nur Baba’yı bırakmak istememekte, yalnız kalmaktan korkmaktadır. Nur Baba’ya, ondan önceki ve onunla olduktan sonraki hâlini aktarır. Nur Baba, onu yetiştirmiştir; ancak bu hâlinin Nur Baba nazarında hiçbir kıymeti kalmamıştır.

Nigâr içini dökerek, Nur Baba’yı bırakır. Nur Baba ve Süheylâ’nın izdivacı gerçekleştikten sonra içine kapanır, sadece Derviş Çinarî ile konuşur. Đhtiyaçlarını, Derviş Çinarî giderir. Aralarındaki münasebet şu satırlarla yansıtılır:

“Vakıâ bu kadınla bu adam arasındaki dostluk iptidalarda müşterek bir iptilâ saikasile başlamıştı. Đkisi de haşhaşa ve afyona düşkündüler; fakat sonraları bu rabıta bir köpekle sahibi arasındaki muhabbet gibi sırf manevî bir alâka haline girdi. Derviş Çinarî, Nigâr Hanım ağzını açıp bir kelime söylemeden, genç kadının ne diyeceğini bilir ve genç kadın onun bu bakışından ne istediğini anlardı. Böylece Derviş Çinarî Nigâr Hanım’ın ne kadar ızdırap çektiğini bildi ve Nigâr Hanım Derviş Çinarî’nin kendi ızdırabına âşina olduğunu hissetti.” (s. 192)

Çinarî, ona Macid’den mektup getirir. Macid onunla görüşmek için adresini vermiştir. Nigâr, oraya gider. Macid’i görünce kendini kaybeder. Çocuklarını sorar. Macid altı senelik facianın sonunda, eskiden tutkun olduğu Nigâr’a karşı merhamet duyar.

Macid, yanında kalmasını ister. Nigâr’a kızından ve oğlundan bahseder. Nigâr’ın aklı yine tekkede, yine Nur Baba’dadır. Ondan izin alması gerektiğini düşünmektedir. Macid’in belirttiği yerde kalmak istemez, ama çocuklarıyla da beraber olmak arzusundadır. Çocuklarının gelecekleri zamanı, birkaç gün önceden haber vermesini ister. Kendisi de Nur Baba’yı ikna edecektir.

Nur Baba’da, Osmanlı Đmparatorluğu’nun çözülmekte ve çökmekte olan, önemli bir din ve kültür kurumunun durumu, Nigâr Hanım, Nur Baba ve diğer kahramanların kişiliğinde yansıtılır.

II. DERECEDEKĐ KADINLAR