• Sonuç bulunamadı

DERECEDEKĐ KADINLAR Leylâ

SODOM VE GOMORE

I. DERECEDEKĐ KADINLAR Leylâ

Sami Bey’in kızı Leylâ, Kiralık Konak’taki Seniha’nın işgal yıllarındaki benzeridir. Olayların akışıyla batağa sürüklenen, kurtuluşu da Batıda arayan, işgalcileri destekleyen, dejenere olmuş, manevî değerleri çürümüş bir genç kızdır.

Gözleri siyah, kirpikleri uzun ve kıvır kıvırdır. Saçları abanoz renginde, gür ve kıvırcıktır. Esmer, kadifemsi bir tene, egzotik bir güzelliğe sahiptir.

Vücudu çok ince, çok narin, bir sportmen vücudu gibidir. Göğüssüz, kalçasızdır. Bacakları uzun ve düzgündür. Yani Leylâ’nın vücudunda Şarklı kadın kusurlarının hiçbiri yoktur.

Đşgalci Đngilizlerin subaylarından, Captain Gerald Jackson Read’le yeni başlayan bir flörtleri vardır. Flörtünün gözüyle, münasebetlerinde bir olağanüstülük olan Leylâ’nın güzelliklerini, özelliklerini şu satırlarda buluruz:

“Bu kız Đstanbul’da tanıdığı kadınların - mukayese edilmez bir surette

- en zekisi, en bilgilisi ve Đngiliz terbiyesine, Đngiliz kültürüne en ziyade yakın olanıydı.

Öyle ki, Captain G.J.Read bunun yanında bulunduğu zamanlar muhitini hiç yadırgamıyor, kendisini kendi memleketinde, kendi evinde, kendisine vadedilmiş ve alnına yazılmış bir hayat arkadaşıyla yaşamakta sanıyordu. Ya dansı, ya edebî sohbetleri!.. Ve bütün bunlarla beraber o ekzotik, o acayip güzelliği! Teninin o eşsiz kadifelenmiş esmerliği! (s.23) Ve siyah, derin bakışlı gözleri!” (s.24)

Oldum olası Đngiliz meraklısı olan Leylâ, kaptanı tanıdıktan sonra merakını taassuba dönüştürmüştür.

Nişanlısı Necdet ise Đngiliz camiasından hiç hoşlanmayan, uzak durmak için elinden geleni yapan biridir. Bu yönü, Leylâ ile çatışmaktadır.

Leylâ, aynı zamanda akrabası olan Necdet’i hiçe sayarken, Read’e karşı yumuşak, şuh, işvelidir. Necdet, Leylâ’dan kaçmak, onu unutmak ister; ama başaramaz:

“Onun yüzü dünyanın neresine gidilse yine görünen bu ayın eşidir.

sinsi gölgesi bizim vücudumuzun ağıdır. Nereye gitsek bir ateşten gömleğe dönen derimizle beraber götürürüz!” (s.42)

Necdet, iki yıldır münasebette bulunduğu Leylâ’yı, bir sokak kadını olarak nitelendirir. Mutlaka bir gün eline geçecektir.

Yazar geriye dönüş tekniğiyle Necdet’i eski günlere götürür. Bir gün onlara birbirlerinin olacakları söylenmiştir. Leylâ gönülsüz, zoraki bunu kabul ederken, Necdet hayatını bu kabul ediş üzerine kurmuştur.

Gönülsüz, uçarı, fettan Leylâ, Necdet’le yalnız kaldıklarında bambaşka bir insan olmaktadır. Necdet’in eskiyi andığı satırlar bunu ispatlar:

“Yalnız kaldıkları vakit Leylâ büsbütün başka bir kız olurdu.

Yabancılar arasındaki o şuh, fettan, oynak ve hatta bir parça da züppe hallerini bırakırdı. O iğreti, yapma ürtülerini birer birer atardı, sanki soyunurdu, soyunurdu; çırılçıplak bir ruh olurdu. O kadar halis ve arınmış bir hale gelirdi ve bir küçük kız yumuşaklığı, tatlılığıyla sanki bir kaynak suyu duruluğuyle kalbe akmasını bilirdi.” (s.47)

Evet, Necdet Leylâ’yı kıskanmaktadır. Leylâ ise hep üste çıkar, hiçbir şey olmamış gibi davranır; bir de hırçınlık eder. Necdet’i eziyeti, tutarsız davranışlarıyla hep şaşırtır. Sağlam, istikrarlı bir ilişkileri yoktur.

Leylâ, Necdet kendisini seviyorsa, tavırlarına tahammül etmesi gerektiğini düşünmektedir.

Mektuplaşarak ilişkilerinin boyutları üzerinde tartışırlar. Necdet Leylâ’dan kaçsa da onu çok sevmektedir. Leylâ ise, bu sevgiyi çok iyi bilmektedir, çünkü seziş gücü olağanüstüdür.

Dargınlıkları bittiğinde, Necdet ona daha sıkı, daha karmaşık bir bağla bağlanır. Leylâ’da ise değişiklik olmamıştır. Read’le münasebeti sürmektedir. Bu konudaki bahanesi de hazırdır: Kendisi gibi Đngiliz hayranı olan babasının işi yabancılarladır. Bu yüzden yabancılarla münasebetlerinin olması doğaldır.

Leylâ-Necdet münasebeti küskünlükler, barışmalarla devam eder. Necdet’in yolu Leylâ’yı gösterirken, Leylâ’nın nereye gittiği belli değildir:

“Lakin Leylâ, Leylâ’nın kendisi nereye doğru gidiyordu? Bunu hiç

kimse tayin edemiyordu. Hattâ Leylâ da kendisinin nereye doğru gittiğini bilmiyordu.

Bir hafif, bir tatlı başdönmesiyle gözü bağlı koşuyor ve türlü türlü heveslerle dolu olan kalbi her havaya göre çarpıyordu. Bundan başka Leylâ’nın bir dakikalık boş ve rahat zamanı yoktu ki, kalbinin hareketlerini incelemeye ve çözümlemeye ve kendini dinlemeğe ve kendini sormağa fırsat ve imkân bulabilsin! Akşam çayları, sabah gezintilerini, sabah gezintileri gece eğlencelerini takip ediyor ve bu arada Necdet’le o ihtiraslı buluşmaları da hesaba katmak lazım geliyordu. Genç kız adeta bir sıtma nöbeti içinde yaşıyor gibiydi. Bu nöbet onun kişiliğine on Leylâ kuvvetinde bir (s.96) duygulanma ve heyecanlanma gücü katmıştı. Necdet’le olan gizli ve ateşli bağlarında başka bir zevk, Jackson Read’le devam eden Đngiliz işi hafif ve zarif flörtlerinde başka bir zevk ve ‘mandonite’ başarılarını herkesin gözü önünde bir bir sermekte başka bir zevk duyuyor, erkekler tarafından kıskanıldıkça daha havai, daha şuh oluyordu.” (s.97) Kadınların kıskançlığı

da onun tavırlarındaki anormallikleri kamçılar.

Ailesinin uyarılarına ise, saygısızlık, umursamazlıkla karşılık verir. Đyice zıvanadan çıkmıştır.

Leylâ’yı bu boyutta şımartan, taşkınlıklar, çılgınlıklar yapmasına neden olan sadece anne ve babasının zaafı, Necdet’in körü körüne bağlılığı değildir. Hepsinden çok Read’in artan hayranlığı sebeptir. Bu hayranlık neredeyse aşk hâline dönüşecektir. Ona Leylâ’nın her yaptığı zarif gelir. Her yerde onu korur, över. Leylâ’ya iyice kapılan Read, kendini toplama ihtiyacı duyar. Mutaassıp, gelenekçi ailesini, askerî konumunu düşünür. Leylâ ile münasebetinin ölçüsü nedir? Birbirleri için ne ifade etmektedirler? Bu sorulara cevap arar.

Gösterişe düşkün olan Leylâ için Read, monden hayat içinde düşündüğünden çok fazla itibar sağlayan kişidir. Konumu, fizikî özellikleri de yerindedir.

Necdet’se müstakbel kocasıdır. Cinsî ihtiyaçlarını karşılayan ve kendisini Read’den çok çok fazla seven insandır.

Bu iki genç adam Leylâ için çatışmakta, Leylâ da her çatışmada onları yatıştırmaktadır.

Necdet, her zaman kendisini Leylâ’nın iradesine bırakmak zorunda kalır. Leylâ da ona istediği şekli vermekte zorlanmaz. Döğüş-boğuş ilişkileri sürmektedir.

Read’le Necdet arasında ikileme düşen Leylâ sonunda Necdet’i sevdiğini anlar:

“Lâkin Leylâ için bu kısa ve ateşli buhran manevî bir uyanıklık

başlangıcı olmuştu. Genç kız, şimdi, kendi içini her zamandan daha büyük bir açıklıkla görebiliyordu. Sanki, kadınlığı aşk vadisinde bir aydınlık durağa ermişti. Necdet’le Jackson Read arasında bir kördüğüm haline giren kalbi küçücük sırlarının bütün boğumlarını göstererek bir gevşek pamuk gibi çözülüyordu. Kendi kendisine ‘Demek ki bunu hiç sevmemişim; hiç sevmemişim. Hep öbürüne bağlı kalmışım; öbürünün olmuşum’ diyordu ve gerçek karşısında hayrete düşmekten kendini alamıyordu.”(s. 148)

Leylâ için bu bir bozgundur. Leylâ’nın kibri böyle bir feragatte bulunmasına asla izin vermez. Lâkin yüreğindeki sesi susturmanın, inkâr etmenin yollarını da bilmemektedir.

Read’le ciddî bir münasebeti olmayan Leylâ, ondan iyice soğumuştur.

Leylâ, Read’in fizikî tesirinden tamamen kurtulmuştur; fakat monden nüfuzu, büyüsünün artması sebebiyle, çevresi üzerinde devam eden cazibesinden sıyrılamamaktadır.

Bulunduğu ortamdaki kişiler, sürtüşmeler de onu rahatsız etmektedir.

Bu arada Read, Şehnaz Sultan adında bir prensesle münasebete girmiştir. Bu, onların dostluklarını bozmaz. Hatta Leylâ, kendisini bir prensesle eşit yapan durumdan çok memnundur.

Necdet’se Leylâ’yı paylaşmaya razı olmuştur. Ancak Leylâ’nın, Read -

Şehnaz Sultan münasebetine, yarım bir sevgiyle sevilmeye razı oluşuna şaşar.

Leylâ, artık Necdet’le durumlarının bir netlik kazanmasını istemektedir. Necdet’in sessizliği karşısında sinirlenerek, sıkıntılarını şu cümlelerle aktarır:

“- Eğer sen bu vaziyetin devamını uygun buluyorsan ne iyi! Fakat ben

hiç sanmam. Düşün ki, bu yüzden benim hayatım evde bir cehennemdir; dışarda başka bir cehennem… Bütün anormallikler, bütün kararsızlıklarıyle bu hali korumada çektiğim güçlüğü bilmezsin. Her gün, her gün ve her saat babamı bir vakit annemi bir masalla idare etmekten, her gün âlemin

savunmaktan, seni savunmaktan bıktım usandım. Daha doğrusu yoruldum, Neciciğim. Vallahi artık gücüm kuvvetim kalmadı. Bu hayat değil, bu bir boğuşma, bir didişme… Lakin bilsem ki ne vakte kadar… Haydi, sabredeyim, bekleyeyim. Đşte onu bilmiyorum, budalaca, hayvanca, körü körüne gidiyorum. Ama, nereye, ama nereye?” (s.171)

Necdet, evlenme niyetinde değildir; ama yine her şeyi Leylâ’nın iradesine bırakır. Leylâ bu tereddütten hoşnut değildir. Ancak evlenseler, hiç de sağlıklı bir evlilikleri, düzenli bir aile hayatları olmayacaktır. Bunu Necdet’in evliliklerini göz önüne getirdiği satırlardan çıkartabiliriz. (s.172. 173. 174)

Leylâ, evlenme gününü kararlaştırma çabasının boşa gittiğini görünce, o gün kararlaştırılıncaya kadar Necdet’le ayrı kalmaları çaresini bulur. Kıskandırarak, dedikodularla âşığını kıvrandırır.

Savaş sona ermiştir. Necdet mutluluğuyla tekrar Leylâ’sına koşmak ister; ama onuru engeldir. Hislerini satırlara döker; ama cevap alamaz.

Leylâ, artık bir Amerikalıyla beraberdir. Onunla gezmekte, gittikleri yerlerde taşkın davranışlar sergilemektedir. Leylâ düşüşe geçmiştir.

Leylâ, taşkınlıklarını, Necdet’le evlenmelerini imkânsız kılmak için, kuru gururla, inatla sürdürmektedir. Lâkin rastlaştıklarında yine hiçbir şey olmamış gibi davranır. Tutarsızdır.

Kötü alışkanlıklar, kötü arkadaşlar edinmiştir. Monden hayat içerisinde düşüştedir. Read de ondan uzak durmaya başlamıştır. Bu arada Read’in eski sevgililerinden olan ve Leylâ’ya diş bileyen, kocasının ölümüyle monden hayatta yıldızı parlayan Madam Jimson, Leylâ’nın kuyusunu kazmak için fırsat bulmuştur.

Madam Jimson, Leylâ’yı, düzenlenen monden toplantılardan uzak tutar, yalnız bırakır. Leylâ, bu dışlanmanın nedeninin babasından, babasının yabancılar arasındaki itibarının düşmesinden kaynaklandığını düşünerek ona çatmakta, sıkıntısından kıvranmaktadır.

Leylâ, “samimi ve artistik bir müsamere” (s. 223) düzenlemeye babasını razı ederek, monden hayat içindeki konumlarını irdelemeye karar verir. Hazırlıklar yapar. Heyecan içindedir.

Nihayet vakit gelmiştir. Toplantı akşamı, Leylâ’nın mondenite ihtirası şu satırlarla aktarılır:

“Hakikatte de, Leylâ o akşam bir alevin içinde yanıp tutuşuyordu. Bir

‘mondanite’ ihtirasının hiçbir kimsede bu kadar ‘had’ bir dereceye çıktığı görülmemiştir. Leylâ’ya adeta (s. 224) bu salon Sainte - Therese’i veya Mecdli Meryem’i denilebilirdi. Bir vakitler bu Azizelerin ruhunu kaynatan din aşkının sıtmalı coşkunlukları sanki zaman ile, dünya ile ilgili bir ruh sıtmasına çevrilerek tekrar Leylâ’nın kalbinde başgöstermişti. Sainte - Therese tövbe riyazeti için çıplak vücudunu kamçılarken etinde meydana gelen kanlı bereleri göstererek ‘Bunlar benim güllerim!’ dermiş ve onlara tatlı bir tebessümle gülümseyerek bakarmış. Leylâ da dar saten iskarpinlerinin içinde tarife sığmaz bir acı ile sancıyan ayaklarını o akşam vücudunun en seyre değer yerlerinden biri gibi göstermekten memnun görünüyordu.

Mecdli Meryem, Đsa’nın gömleğini giydikten sonra vücudunu bir ateşli ürperme almış, yıllarca diyar diyar bu ürperti ile dolaşmış ve Sebt gününün ‘Kıyam’ mucizesini insanlara müjdelerken bu ürperti ile çeneleri birbirine çarparmış. Fakat gene bir dakika dinlenmeden yürürmüş, söylermiş; haykırırmış, Leylâ da kaç günün yorgunluğu, yürek çarpıntıları, korkuları, üzüntüleriyle harap ve bitkin düştüğü halde gene zedelenmiş ayaklarının üstünde oraya buraya koşmadan, çırpınmadan, gidip gelmeden geri kalmıyordu.”(s. 225).

Yani Leylâ’nın mondenite ihtirası, bu ihtiras için gösterdiği çabalar; dinî mükâfata erişmek için yapılan ibadetlere benzetilmiştir.

Asıl beklediği davetliler gelmeyince, Leylâ yıkılır, yok olmak ister. Çok zavallıdır.

Gece sonunda geçirdiği sinir buhranı esnasında, anne ve babası yanındadır. Madam Jimson amacına ulaşmıştır. Bunu da gözdesi Doktor Jean Prade’in hilesi sayesinde başarmıştır.

Leylâ, rahatsızlığının duyulmaması için çok çabalamış, lâkin iyileşememiştir. Babası da kızının buhran geçirmesine neden olan doktordan yardım istemeye gitmiştir. Doktor Jean Prade hastayı görmek ister. Đyice inceler. Madam Jimson’a

yetiştirmek için malzeme toplamaktadır. Sonunda da gördüklerini, işittiklerini ulaştırır.

Birçok hekim Leylâ’ya bir sinir sanatoryumunda uzun süre dinlenmesini ve yalnız kalmasını tavsiye eder. Uygun yer için ülke dışına çıkmak gerekmektedir.

Babasının durumu buna müsait olmasa da belli edilmez. Eski damat adayları Necdet, yardımlarına yetişir.

Hiçbir şeyden haberi olmayan Leylâ, Necdet’i umursamamaktadır.

Leylâ Avrupa’ya giderken, Necdet’in kayıtsızlığı, şiddetli bir aşk ıstırabına dönüşür.

Leylâ, Napoli yakınlarında bir dinlenme bölgesindedir. Hayatından memnundur:

“Genç kız, Napoli yakınında yeşil, ılık ve sessiz bu dinlenme köşesinde

bulunduğunu yazıyordu. Đlk günler burada epeyce canı sıkılmış ve başka bir yere gitmeyi düşünmüştü. Fakat sonradan buraya yavaş yavaş alışmağa başlamış ve nihayet o kadar ısınmıştı ki, şimdi ona buradan başka bir (s. 253) yerde yaşamak adeta katlanamayacağı bir fedakârlık gibi geliyordu.” (s.

254).

Necdet’e göre bir âşığı olduğundan orayı sevmiştir. Yine kıskançlık gündeme gelir. Necdet için, geçmişteki Leylâ vardır. Oysa değişime uğrayan Leylâ ondan uzaktır.

Leylâ, ailesiyle münasebetini mektuplarıyla sürdürmekte, uslu kız tavrı takınmaktadır. Sağlığından, gezilerinden, tabiatın güzelliğinden bahseder. Eskiden sessizlik, tabiatın güzelliği nefret ettiği unsurlardır.

Leylâ, seyahatinden dönmüştür. Döndüğü âlemi bambaşka bulan Leylâ, yeni hayata uymak için Necdet’le barışmak çaresini bulmuştur.

Babası Sami Beye göre, Đstanbul’un değişikliği anarşiden kaynaklanmaktadır. Durum fazla sürmeyecek, Đngiltere her şeyi halledecektir.

Yeni durumdan korkan Leylâ, Türkiye’yi de, Đngiltere’yi de bilmediği için “yersiz, yurtsuz, gurbetzede ve serseri” (s. 300) bir insan halini almıştır:

“Türk tarihinin, hattâ, bu uğursuz sayfalarından bile haberi olmayan Leylâ için bir Đngiltere bir büyük devletler sözünün ifade ettiği mâna çok belirsizdi. Bu genç Türk kızına Türk’ün zaafı gibi Avrupa’nın gücü de hiçbir

şey söyleyemezdi. Zira, şimdiye kadar bu iki varlığı birbiriyle karşılaştırmağa bile lüzum görmemişti. Onun gözünde Đngiltere nasıl tanıdığı beş on

Đngiliz’den ibaretse, Türkiye’nin sınırı da kendi yaşadığı muhitin çemberinden daha geniş değildi. Onun içindir ki, son zamanlarda kendi bildiği memleketin dışında ve ondan büsbütün başka bir memleket ortaya çıkıverince bütün mânasıyle yersiz, yurtsuz, bütün mânasıyle gurbetzede ve serseri bir insan haline girmişti. (s. 300)

Kendisini küçümsemeye başlayan monden çevrenin dağılması hoşuna gidecekken, yeni durum, sokaklardaki yeni görüntüler, buna engel olur.

Anadolu’dan gelen askerler, yeni bir devletin kurulacağı söylentileri, bağımsızlık için mücadele edenlerin itibar görmesi, onu tasalandırır.

Babası da, Leylâ da yeni devre uymanın, sokulmanın çarelerini ararken, çözümü Necdet’e yanaşmakta bulurlar; ama Necdet değişmiştir.

Leylâ, unutulmuşluğunun acısını Necdet’i yeniden ağına düşürmekle çıkaracaktır. Bunun fırsatını da bulur. Lâkin ne yapsa Necdet’i yumuşatmayı, duygulandırmayı başaramaz. Leylâ artık Necdet için bir hiçtir.

Bir dönem Necdet’in nişanlısı olmuş olan Leylâ, millî duygudan yoksun, Türk tarihinden, Türk varlığından habersiz, alabildiğine soysuzlaşmış, içgüdülerinin esiri bir kızdır. Gösteriş düşkünü, monden hayat delisidir.

Değişken, tutarsız, hoppa, şuh, oynak, fettan bir kişiliğe sahiptir. Manevîyata, insana, vatanına ve milletine sahip çıkmayışı, arzu ve tutkularının peşinde gidişi, samimiyetsizliği “hiç” olmasına neden olmuştur.

II. DERECEDEKĐ KADINLAR